
Dudaklarını dudaklarımdan çektikten sonra aramızda kalan mesafe yalnızca birkaç santimdi. Sessizlik ağır bir örtü gibi üzerimize çöktü. Ama bu sessizlik, rahatsız edici değil, aksine dopdoluydu. Duygular, nefesler ve bakışlarla konuşan bir sessizlik…
Önce derin bir nefes aldım ama mümkün değil kalbim sakinleşmiyordu. Gözlerimi utançla Furkan’dan kaçırmak istesem de içimdeki farklı bir duygu beni bunu yapmaktan men ediyordu. Ona bakmak, o anı sorgulamak yerine bir şeyleri kabullenmenin ilk adımı gibiydi. “Bunu neden yaptığını sormayacağım,” Sesimde bariz bir sükunet hakimdi.
Furkan da tıpkı benim gibi gözlerini bir an olsun yüzümden ayırmadı. Dudakları hafifçe kıvrıldı, ne bir gülümseme ne de bir açıklama; daha çok, kendi içinde bulduğu bir huzurun dışa vurumuydu. “Sorsan da cevaplayamam zaten,” dedi alçak bir sesle. “Ama pişman değilim.”
Göz kapaklarını hafifçe indirip bir an başını çevirdi. Harelerinde ne bir pişmanlık, ne de hata yaptığını belirten bir ifade yoktu. Ancak bu, her şeyin daha karmaşık hale geldiği gerçeğini de değiştirmiyordu.
“Biz…” diyebildim yalnızca, cümleyi tamamlayamadım. Boğazımda düğümlenen kelimeleri zorla yutarken, Furkan mümkünmüş gibi biraz daha yaklaştı.
“Biliyorum,” Tamamlayamadığım düşüncelerimi okur gibi. “Sadece o an… doğru hissettirdi.”
Gözlerimiz yeniden buluştu. Bu kez daha net bir ifadeyle bakıyorduk birbirimize. Sessizlik yeniden sardı ikimizi. Ama bu kez sessizlik bir kapanış değil, bir başlangıç gibiydi. Aramızdaki bu yaşanan şey de neydi diye düşünmeden edemedim. Nasıl devam etmem gerektiğini bile bilmiyordum. Oldukça acemiydim onun karşısında. İki adım geri gittiğinde ne zamandır tuttuğumu bilmediğim nefesim ciğerlerimi yaka yaka çıktı dudaklarımdan.
“Ben… evin diğer odalarına bakayım.” Sesindeki kararlılık, gözlerindeki tereddütle çelişiyordu. Bir şey söylemek istedim, ama kelimeler zihnimde düğüm düğümdü. Arkasını dönüp gitmeden önce yalnızca başımı sallayabildim. Giderken elini ensesine götürüp derin bir nefes vermesi istemsiz yeniden utanmama sebep olmuştu. Biz az önce ne yaşamıştık? Utanç bumerang misali gidip gelirken bununla nasıl başa çıkacağım hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu. Daha fazla ayakta duramayacağımı anlayınca koltuğa geçip oturdum. Titreyen ellerime mani olmak istediğimden dizlerimi sıkıca kavradım fakat bu kez de dizlerimi kontrol edemiyordum.
Kendime belki de yüzlerce kez sakin olmamı hatırlatmam gerekecekti. Derin bir nefes alıp ayağa kalktım, çantama uzanıp içinden küçük bir toka alıp sağdan soldan saçlarımı dökülmemesi için tokaladım. Banyo olduğunu tahmin ettiğim kapıyı açınca tahminimin doğru çıkmasına sevindim, ihtiyacım olan malzemeleri alıp salona geri döndüm, kapının kenarına dikili olan süpürgeyi alıp işe koyuldum. Salonun süpürdüğüm esnada Furkan gelip süpürgeyi elimden aldı. Düğmesine basıp durdurdu.
“Sen zaten çok yoruldun, bırakta ben süpüreyim.” Gözlerimi kısıp sorgulayan bir ifadeyle ona baktım.
“Kendimi yorgun hissetmiyorum, sen bırak asıl ben hallederim.” Kafasını olumsuz anlamda salladı. İkna edemeyeceğimi anladığımdan pes edip omuzlarımı düşürdüm. “Peki ben ne yapacağım şimdi?” Bir eliyle süpürgeyi tutarken diğer elini omuzuma koydu.
“Hiçbir şey, hadi git dinlen!” Omuzlarımı aşağı yukarı sallayıp kollarımı önümde birleştirdim. “Olmaz, neyse bari ben de toz alayım!” Omuz silkip makineyi çalıştırdı. El birliğiyle evi bir güzel adam ettik.
İkimizde yorulduğumuzu anlayıp koltuğa serildik. Kollarını koltuğun başlığından iki yana uzatınca kaçacak alanım kalmamıştı. Kolları omuzlarıma değmese de kendimi onun himayesinde gibi hissediyordum. Sağ eliyle sol göğsüne vurup gözleriyle yatmamı işaret etti. İkiletmeden söylediğini yaptım. İş yapmamızın etikisiyle terden hafif nemlenen tişörtü yüzüme değince ürpermeden edemedim. Kokusu buram buram içime işliyordu. Nefes almakta bir hayli zorlandığım aşikardı fakat bunu ona belli etmemeliydim.
“Acıktın mı hayatım?” Sorduğu sorunun ne olduğunu başta anlasam da sondaki hitap beynimde kelebek etkisi bıraktığından algılarımı kontrol edemedim. “Hı!” Kolunu omuzuma koyup sıkıca sarıldı. “Sen acıkmışsındır tabi, ben bunu nasıl düşünemem, bu kadar zaman nasıl dayandın?” Normal şartlarda elli sefer acıkmam gerekirdi ama acıkmayı bırakın yemek yemek bile gelmemişti aklıma. Demek ki benim bile yemek düşünmediğim zamanlar olabilirmiş. Bu düşündüğümle kıkırdamadan edemedim.
“Neye güldünüz bakalım küçük hanım!” Yanağımdan makas alıp cebinden telefonunu çıkardı. Aradığı numarayı bulunca telefonu kulağına götürdü. Her hareketini beynime nakşederek izliyordum, telefonu kulağına koyduğunda kasılan kol kasları bana büyük bir görsel şölen sunuyordu. Akışkan ingilizcesiyle karşı tarafla bir şeyler konuştu, konuştuklarından hiçbir şey anlamasam da etkilenmiştim.
Ne ara telefonu kapattığını anlamadan bana döndü. “Ben gidip yiyecek bir şeyler alayım, sen beni burada bekleyebilir misin?” Kafamı olumlu anlamda salladım. Kalkıp alnıma sıcak bir buse kondurdu, ben ne oluyor demeden kapıyı açıp çıktı.
Kafamı geriye yaslayıp gözlerimi kapattım, saniyesinde zihnimde beliren manzarayla gerisin geri gözlerimi açıp koltuktan fırladım, utanç ve heyecandan nkızaran yüzümme ellerimle hava yaptım. Aklımı bulandıracak bir şeyler bulmalıydım. Odaya geçip yatağın üzerinde açık duran valizlerimizi görünce eşyalarımı yerleştirmeye karar verdim. Furkan’ın valizine ellemem belki doğru olmaz diye yarısı benimkinin üstünde olan valizi çekiştirerek almaya çalıştım. Hesaplayamadığım bir kuvvetle çekince valiz eşyalarla beraber yeri boyladı. Hay aksi! Başıma iş almıştım. Valizi kenara koyup dağılan eşyaları toplamaya başladım. Her şeyi toplayınca kendi eşyalarımı da dolaba yerleştirdim, gelince sorun olup olmayacağını sorar Furkan’ın eşyalarını da ona göre yerleştirirdim.
Arkamı dönüp kapıdan çıkacağım esnada yerde ki bir kağıt dikkatimi çekti. Elime alıp baktığımda ne olduğunu anlamadığım eskimeye yüz tutmuş kağğıda baktım, içini açıp açmamakta tereddüt etsem de merakıma yenik düşüp açtım. Başlığında ki oğlum yazısını gördüğümde merakım daha da arttı ve oturup istemsiz okumaya başladım.
“Oğlum…
Eğer bu mektup senin eline geçtiyse, ben bu dünyadan göçtüm demektir. Kim bilir ne yalanlar uydurdular size, tıpkı benim yaptığım gibi… Nasıl öldüğümü söylediler acaba! Trafik kazası mı, yoksa kalp krizi mi? Acaba hangi yalanlarla avuttular sizi. Lafı dolandırdığımı düşünüyorsun değil mi? Uzatmadan sana her şeyi anlatacağım oğlum! Ben sizin bildiğinizin aksine insanlara faydalı olan bir doktor değilim. Aksine insanların hayatlarını parayla satan bir adamım. Hayatın boyunca benimle hep övündün oğlum, hep benim gibi olmak istedin, çünkü benim nasıl bir adam olduğumu hiçbir zaman bilemedin! Hatıralarını senin elinden çalmak pahasına da olsa bu gerçekleri itiraf ediyorum. Öldüğüm için mutluyum, en azından artık gözünüzün içine baka baka sizi kandıran adi bir adam yok hayatınızda. Her şeyi annen için yaptım oğlum. Kalp nakli olmazsa ölecekti, Murat Demirkan bana bu pis işleri yapmam karşılığında istediğimi vereceğini söyledi. Başta ne kadar tereddüt etsem de annenin son zamanda ki halleri beni git gide bu yola sevketti. Günün sonunda mafyanın pis işlerini yapan bir maşa oldum. Yaptığım kötülük bununla sınırlı değil oğlum. Annene kalbini veren adam, daha doğrusu öldürüp kalbini aldığımız adam, önce bir suikast sonucu arabasını patlatıp adamı canlı canlı yaktılar, ardından bana getirdiler ve o adam bana geldiğinde yaşıyordu, karısı olay yerinde hayatını kaybetmişti ama adam hala yaşıyordu. Onu kurtarmalıydım diye düşünebilirsin ama yapmadım, annen için yapmadım oğlum, adamın kalbini hiç düşünmeden söküp annene verdim.
Pişman mıyım, bilmiyorum! Yine olsa yine yapar mıydım, emin değilim! Ama o Murat Demirkan denen adam peşimi asla bırakmadı. Kızı öldüğü için bile beni suçladı.
Babanın senden son bir isteği var oğlum, her ne kadar hakkım olmasa da. Öldürdüğüm adamın kızını bul. Bu dünya da yapayalnız kaldı. O kızın elini sımsıkı tut ve bir ömür bırakma oğlum! Annenin içinde atan kalbin sahibi “İstanbul Emniyet Genel Müdürlüğü Organize Suçlar Selçuk Yılmaz!”
Kağıt elimden kayıp giderken tüm hayatımında kağıtla beraber yeri boylamasını izledim. Gözyaşlarım ne zaman aktığını bilmeden yüzümü yaka yaka göğsüme döküldü. Göğsümün tam ortasına bir hançer saplanmıştı ve hareket edersem ölümün beni kucaklayacağını bildiğimden kaskatı kesildim. Gözlerim git gide bulanıklaşırken ruhumun bedenimin içinde sıkışıp kaldığını hissettim. Zaman ilerlemiyordu, ben annemle babamın öldüğü güne gidip orada asılı kalmıştım. Yelkovan ilmeği boynuma geçirip bekledi, her ilerleyişinde biraz daha sıktı , zaman aktıkça ben daha fazla boğuluyordum.
“Canım, yiyecek bir şeyler…” Furkan’ın halimi görünce donup kalmasına şahit oldum, bir yerdeki kağıda bir bana bakıyordu. Gerçeklerle yüzleşmem ona çok ağır gelmişti. Ya bana yüklenen ağırlık, çektiğim bu ceza. Nasıl devam edecektim? Güle oynaya çıkmadığım bu yoldan yine aynı şekilde geri mi dönecektim? Ya da dönebilecek miydim? Aramızda örülen duvarlara şahit olurken onunla bir daha asla eskisi gibi olamayacağım gerçeği tüm benliğimi sarmıştı.
Aşk kanlı ilmeğini boğazıma geçirirken derin bir nefes çektim içime. Son olduğunu bile bile aldığım bir nefes, bana yaşadığımı hissettiren o son nefes… Furkan’la gözlerimiz birbirine takılınca ikimiz de bu bakışmanın bir tekrarının olmayacağını biliyorduk. Bundan sonrası diye bir şey yoktu. Ve o an beynimde şimşekler çaktı; ben Merve Yılmaz, celladıma aşık olmuştum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |