
“Bir şey söylemeyecek misin?” Sesim beklediğimden de cılız çıkıyordu. Ayağa kalkmadan konuştum onunla, benim aksime bana bakmamakta ısrarcı olan gözleri her şeyden haberdar olduğunun en büyük kanıtıydı.
“Söylesene Furkan! Düşündüğün gibi değil de!” Yanına gidip ellerimi göğsüne vurmaya başladım, ne tek kelime ediyor ne de yüzüme bakıyordu.
“Babam babanı öldürmedi de?” Boğazım yırtıla yırtıla yüksek sesle sarf ediyordum cümlelerimi.
“Bunu bile bile sana yaklaşmadım de? Bunu bile bile senden saklamadım de?” Göğsüne vurduğum ellerimi daha fazla hareket ettiremedim, öylece ona yaslı duruyordum, bunun son olduğunu bilerek biraz daha oyalandı ellerim göğsünde.
“Furkan yalvarırım bak bana! İnkar et! Sen inkar et ki ben de kendimi bir zavallı gibi hissetmekten vazgeçeyim.” Ondan uzaklaşıp sırtımı döndüm, saçlarımı hırsla karıştırırken köklerini çekiştiriyordum, fiziksel acım belki ruhumun sancısını örter diye düşündüm ama içimin yangını bir nebze olsun sönmüyordu.
“Her şey yalan mıydı? İçinden ne zavallı kız dedin mi? Acıdın mı bana? Söylesene, gözümün içine bakıp beni sevdiğini söylerken hiç için sızlamadı mı?”
Hala tek kelime etmemesi beni çileden çıkardı, masanın üstündeki vazoyu hiç düşünmeden ayaklarının dibine fırlattım, saçılan cam parçaları bacaklarına tek tek çarparken bir adım bile yerinden kıpırdamadı, o böyle sessiz kaldıkça ben düşünme yetimi tamamen kaybediyordum.
“Neden konuşmuyorsun? Bir şey söyle Furkan! Yoksa planını bozduğum için üzgün müsün?” Alaycı bir tavırla konuşmama devam ettim. “Tüh ya! Gördün mü? Nasıl da bozuverdim planlarını, bana yaklaşıp ne yapmayı planlıyordun, belki de babanın intikamını almak istedin! Önce kalbimi çaldın daha sonrada hayatımı mı çalacaktın?” Ellerimle alkış tutarken bir yandan da gözyaşlarımı akıtıyordum.
“Asla! Sana asla zarar vermem!” O kadar konuştuğum şeyden buna mı takılmıştı? “Ciddi misin sen ya? Bak içim rahatladı!” Yeniden yanına gittim, yüzünü avuçlarımın arasına alıp gözlerini gözlerime diktim.
“Bana bak Furkan! Sence öldürebileceğin bir ruhum kaldı mı? Yapacağın hangi fiziksel kötülük ruhuma yaşattığın bu yıkımdan daha büyük olur?” Ellerim zangır zangır titrerken ona dokunduğum için heyecanlanan kalbime de lanetler okudum, bu kadar aciz olmaktan nefret ediyordum.
“Söylesene Furkan! Ben şimdi ne yapacağım? Sen, benim evimi aldın benden! Ömrümü aldın, ruhumu aldın benden Furkan! Ve ben ne yapacağımı bilmiyorum!” Ellerimi çekeceğim esnada elleriyle buna mani oldu, kafasını hızla iki yana salladı.
“Merve’m! İnan bana, sana anlatacaktım, beni yanlış anlamandan korktum!” Gözyaşları benimkilere karışıp yere bir bir düşerken o da dönüşü olmayan bir yola girdiğimizin farkındaydı.
“Böyle daha mı iyi oldu? Sana aşık olmamın kefareti ihanetin miydi sevgilim?” Gözlerini kapatınca o güzel yüzüne bir kez daha baktım, yutkunmakta ne kadar zorlandığını farkettim, içimde kalan son mutluluk kırıntılarını da kaybetmek uğruna ayaklarımın üzerinde yükselip gözyaşını öptüm, öpücüğüm dudaklarımdan alev gibi çıkarken ruhumun son kalan çırpınışlarını da bıçak gibi kestim, gözyaşlarım önce yanağına ordan da kalbine akıyordu, onun gözyaşları ise dudaklarımdan içeri usulca sızdı.
“Ne kalabilecek yüzüm ne de gidebilecek gücüm var Furkan!” Ellerimizi bırakmadan yere çöktük, alnını alnıma dayadı, bu kez o benim yüzümü avuçladı.
“Sevgilim, gitme! Yemin ederim her şeyi apaçık anlatacağım sana! İnan bana sana kendimi affettirmek için elimden geleni yapacağım, gitme Merve’m! Senle dolup taşan şu kalbimi sensizlikle imtihan etme!” Yüzümde ki buruk tebessümle göz yaşlarımı harmanladım.
“Babamı kaybettiğimde dünyam başıma yıkıldı!” Olduğumuz pozisyonu bozmadan bir anda her şeyi anlatmaya başladı.
“Annem ameliyat olduktan sonra kötü günleri geride bıraktığımızı düşünüyorduk, ta ki babamın ölüm haberi bize gelene kadar! Sebebinin kalp krizi olduğunu söyleseler de mantığım bir türlü kabul etmiyordu, aradan bir kaç zaman geçti, babamın arkadaşı olduğunu söyleyen biri kitabevime geldi!” Dinlemek isteyip istememek arasında gelip giderken kendimi tamamen yere bıraktım. Peşimden benimle beraber yere oturup ellerimi avuç içine alıp parmaklarını kilitledi.
“Mektubu okuduğumda kulaklarıma inanamadım, babama çok öfkelendim, önce deden olacak o adamı araştırdım, onunla ilgili hiçbir şey bulamadım, onu ifşalamak için elimde bu mektuptan başka bir delil yoktu! Sonra seni buldum!” Yutkunamadı önce, ardından kendine çeki düzen verip boğazını temizledi, akan iki üç damla yaşını da silip konuşmaya devam etti, ben
de sadece gözlerimi yere dikmiş onu dinliyordum.
“Senin arkandan çevirdiğim tek oyun; Esma’nın gelip sana kitabevimin broşürünü vermesiydi. Sonra sen geldin kitabevime, yüzündeki hüzün dikkatimi çekti önce, kitapların arasında dolaşırken gözün bir kitapta takılı kaldı, eline alıp açtığında dudakların acı bir tebessümle kıvrıldı, ta o zamandan beri kaldın aklımda, amacım asla babamın istediği gibi olmadı, yemin ederim seni sadece tanımak istedim, sana yaşattığımız yıkımı görmek beni mahvetti, en ufak bir yardımım olabilir mi diye sürekli peşindeydim!” Son söylediğine ne kadar şaşırsam da hiçbir tepki veremedim.
“Sabah evden çıkarken kapıyı okşamadan asla gitmezdin, sokağın başındaki kediler için olan kaplara su koyardın ardından. Denize karşı gözlerin kapalı, sessizce oturmayı çok seversin, saatlerce kitabevinde kitap okumak en sık yaptığın şeylerden biri, kahveyi sevmediğin halde sürekli kitap okurken yanına kahve alırsın ama asla o bardağı bitiremezsin!” Benim hakkımda ne çok şey biliyordu, üstelik söyledikleri şeylerin hepsi de doğruydu!
“Merve’m! Ben seni tanımaya çalışırken sevdim, ne bir oyun, ne bir menfaat, ne de bir görev bildim seni! Kendimi aklamadım hiçbir zaman! Hatta kendime hep kızdım, ne hakla onu seversin dedim, o kız seni sever mi sanıyorsun dedim! Sonra oldu Merve’m, sen beni sevdin! Sen bana geldin sevgilim! Bana sığındın! Seni o gece camide görünce gözlerime inanamadım!” Sesi son söylediği cümlede heyecanlı çıkmıştı.
“Seni diledim o gün Allah’tan. Ya onu bana nasip et ya da sök at kalbimden dedim, sen geldin sevgilim, sen bana en yüce makamdan geldin! Her gün korktum seni kaybetmekten, sana anlatmayı kaç kez düşündüysem de korktum Merve’m! Seni kaybetmekten deli gibi korktum!” Yanıma yaklaşıp bu kez o benim gözlerimi gözlerine dikti, elimi tutup kalbime koydu.
“Seni seviyorum! Yalansız, dolansız! Sana hiçbir zaman acımadım, yemin ederim bilemedim… bilemedim sevgilim… Nasıl söylerdim ki, kendimi sana nasıl inandıracaktım?”
Söylediklerine inanıyordum, ben onu hissetmiştim, kalbinin benim için attığını biliyordum, ona sarıldığımda kalbinin tıpkı benim gibi attığına şahit olmuştum, aynı şekilde gözlerine baktığımda da harelerindeki aşk dolu ışığa bizzat şahit olmuştum ama bundan sonra nasıl devam edeceğimi bilmiyordum!
“Furkan, ben bu gerçekle nasıl devam edeceğimi bilmiyorum! Öğrendiklerimle nasıl başa çıkacağım bilmiyorum, böyle bir şeyle nasıl yaşanır en ufak bir fikrim dahi yok!”
Telaşla omuzlarımdan tuttu. “Hayır, hayır sevgilim! Sana söz veriyorum, bir yolunu bulacağım, bütün acılarını tek tek öpeceğim, ruhuna işleyen bu acıyı söküp atacağım!”
Ellerini tutup indirdim. “Ben..” Devam edemedim, ben kelimeleri tamamlamasam da o ne söyleceğimi anlamıştı.
“Hayır! Hayır! Olmaz! İzin veremem!” Yavaşça ayağa kalkarken müdahale etmek istedi ama yapamadı. Omuzlarımı düşürüp odadan çıktım, kapıya doğru yöneldiğim sırada arkamdan gelip sarıldı.
“Yapma! Olmaz, dayanamayız sevgilim! Gitme!”
Gözyaşları sırtımı ıslatırken yutkunmakta zorlanıyordum, aldığım her nefes ciğerime işkence çektirmekten başka bir işe yaramıyordu. Ellerini nazikçe kendimden ayırdım ve dış kapıyı açıp son kez ona dönme cesaretini bulamadan konuştum.
“Özür dilerim!” Kapıyı ardımdan kapatıp yıkılan enkazımla birlikte çıktım o evden. Duyduğum yüksek sesli inilti arkamda da bir enkaz bıraktığımın en bariz ispatıydı.
Ayaklarım geri geri gidiyordu, hayatı boyunca dimdik durmaya çalışan Merve yoktu artık, açığa çıkan hiçbir sır bu kadar yakmamıştı canımı, bütün insanlar bana bakıp halime gülüyorlar gibi geliyordu, aptallığım baştan ayağa ben burdayım diye bağırıyordu sanki. Dolu gözlerimle boylu boyunca uzanan sokağa baktım, ufukta bir ışık yoktu, Furkan elleriyle söndürmüştü o ışığı.
Daha fazlasını kaldıramam dediğim ne varsa başıma gelmişti. Kafamı göğe çevirdim, ilahi hitabıma seslendim.
“Bu yaşadıklarımı reva mı görüyorsun bana? Ben sana ne yaptım?” Bağırmıyordum, sitem de etmiyordum, sesim tam tersi cılız ve yorgun çıkıyordu dudaklarımdan. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip kafamı önüme eğdim.
“Kızım iyi misin? Yardıma ihtiyacın var mı?” Yanıma gelen yaşlı teyzeye diktim gözlerimi, burada benim gibi konuşan bir insanla karşılaşmak tuhaf gelmişti, tesadüfün de bu kadarı diye düşündüm.
“Gel kızım, şurada bir park var, oturalım oraya!” Elini uzattığı yere bakınca yemyeşil, çitlerle çevrili bir oturma alanı gördüm, cevap vermeden kafamı olumlu anlamda sallamakla yetindim.
Bu hareketime karşı tebessüm edip koluma girdi, hareketlerine şaşırsam da tepki vermeden onunla yürümeye devam ettim. Bir bankta oturduğumuzda cebinden yem dolu bir poşet çıkardı. Önümüzdeki güvercinleri beslerken bir şeyler mırıldandığını duydum ama ne dediğini tam olarak anlayamadım. Dikkatli dinlemek için söylediklerine kulak verdim.
“İnsan kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır!” “Hı?” Yüzüme bakmadan konuşmasına devam etti. “Kıyâme Suresi 36. ayet!”
Bana neden ayet okumuştu garipsemiştim doğrusu, ne kendi ayet bilecek birine benziyordu, ne de ben ayet okunacak biri gibi duruyordum.
“Sabredenleri müjdele! Onlar kendilerine bir musibet geldiğinde “Biz Allah’a aitiz ve ona döneceğiz” derler.” Bu kez gözlerime derin derin bakarak konuşmasına devam etti. “Bakara Suresi… Bilir misin kızım?”
Sesimi kaybettiğim çukurdan çekip çıkarmak için çabalasam da nafile, boğazımda tek bir emare bile yoktu, konuşamayacağımı anladığımdan tekrar kafamı sallamakla yetindim.
“Allah hiçbir kuluna taşıyamayacağı yükü yüklemez kızım, sen sanırsın ki ben bu yükü sırtlanamam, benim gücüm kuvvetim nedir? Ama o iş öyle değildir yavrum. Sen sırtını Allah’a yaslamadan felaha eremezsin. Kuru ve yabani otlardan kurtulmadan bahçeni yeşertemezsin güzel kızım!” Hayat ne garipti, hiç tanımadığım bir insanın yanında uzun süredir duymak istemediğim şeyleri dinliyordum.
“Efendimiz (sav) bir hadisi şerifinde şöyle buyurur: İnsanların en şiddetli imtihanlara tabi tutulanları peygamberlerdir. Sonra (onlara en çok benzeyen) salih kimseler, sonra (onlara benzeyen) diğer kimselerdir. Kişi dini ölçüsünde imtihan edilir. Eğer dini sağlam ise imtihanı da ağır olur; eğer dininde zayıfsa dini ölçüsünde imtihan edilir. Kul, yeryüzünde günahsız olarak yürüyünceye kadar bu imtihanlar onun üzerinden eksik olmaz.” Elini dizime koyup devam etti.
“Demem o ki güzel kızım, imtihanın ne kadar ağırsa Allah katındaki değerin bir o kadar fazla demektir, yine bir gün, o kutlu nebiye, oğlunun cenazesinde ağladığı için şaşırıp soru sormuşlar: “Ya Rasulallah, sen de mi ağlıyorsun?” O da şöyle cevap vermiş: “Kalp hüzünlenir, gözler yaşarır.” Ya güzel kızım…” Teyzenin anlattıkları içimi tarifi olmayan bir huzurla doldurmuştu. Bir nebze olsun su serpmişti yüreğimdeki aleve.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, ağlamayı bıraktığımı bile farketmemiştim o ana kadar. Gözümü teyzenin adını sormak için geri açtım. Bir an da yanımı boş görmek beni şaşırtmıştı. Ne ara yanımdan kalkmıştı anlamamıştım doğrusu. Sağa sola baktığımda kimseyi göremedim.
Ayağa kalkıp parkın çıkışına gittim, etrafta kimsenin olmaması daha çok şaşırtmıştı beni. Parkın tek bir çıkışı vardı ve o küçücük saniyede kaybolması imkansızdı. Şaşkınlığım eksilmeden parka geri döndüm ve bankta gözlerimi kapatıp dinlenmeye devam ettim.
Bir yandan yaşadığım olayları düşünürken diğer yandan da teyzenin söylediklerini geçirdim içimden, istemsiz bir rahatlama gelmişti onu dinledikten sonra, gayri ihtiyari bir hak verme peyda oldu içimde.
Yanımdaki boşluğun dolduğunu hissedince teyzenin olabileceği düşüncesiyle gerisin geri açtım gözlerimi. Yanımda gözleri kapalı bir şekilde oturan Furkan’ı görmeyi hiç mi hiç beklemiyordum. Ondan gidemeyeceğimi elbette ki biliyordum! Ama bilmek yetmiyordu işte! Önemli olan devam etmekti ve ben söylemesi basit olan bu eylemi hayatıma nakşedemeyecek kadar kırık döküktüm.
İkimizde sessizce kucakladık aramızdaki mesafeyi, bizim için belki de sondu bu, umut yoktu, devamı yoktu. Aslında kendimi arsız bir çemberin içine sokup orada tüm bunlar olmamış gibi yaşayabilirdim ama kime iyi gelecekti böyle bir birliktelik.
“Bu günü çok kez tahayyül etmiştim ama böyle olacağı hiç aklıma gelmezdi. Kendimi bir çok kez sana açıklama yaparken buluyordum, beni anlar diyemiyordum, çünkü olay yanlış anlaşılmaya çok müsaitti. Sana göre devam edilemez bir döngünün içine girdik, belki bana görede öyle. Gözlerine bakacak cesaretim yok…”
Derince bir nefes alıp zoraki yutkundu. Acı çekiyordu, bunu baştan ayağa titreyen bedeninden, kesik nefesinden ve cılız çıkan sesinden anlayabiliyordum.
“Bu sonu hak etmedik sevgilim! Burada bitiremeyiz, izin ver yaralarını ben sarayım, izin ver birlikte üstesinden gelelim!”
Gizli bir fermuar çektiğim ağzımı yeminle mühürledim, konuşmak benim için bir çözüm değildi, ilk önce kafamın içindeki vaveylaları susturmak elzemdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |