Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Bölüm 1

@loydeloy

İyi okumalar dilerim💜

 

Elimdeki valizi peşimden çekerek ilerledim.

Gelmiştim. Annemi, babamın en büyük aşkını ondan koparan şehre gelmiştim. Bakışlarım istemsizce gökyüzüne kaydı. Güneş tam tepede, gözleri kör edecek şekilde parlıyor, hiç bir karanlığa sebebiyet vermek istemediğini belli ediyordu sanki. Burnumun direğinin sızlamasıyla görüşümün bulanıklaşması bir oldu. Zaten son iki aydır her şeye ağlar olmuştum.

 

"Senin istediğin gibi bir savcı olacağım baba. Bu vatana, bu millete hayırlı işler yapmaya çalışacak, doğrularımdan asla şaşmayacağım."

 

Taksi durağına doğru ilerlemek için hareketlenirken telefonumun zil sesi doldurdu kulaklarımı. Cebimden telefonumu alıp ekrana baktığımda, tanımadığım bir numaranın aradığını fark ettim. Yeşil butonu yana kaydırıp kulağıma götürdüm telefonu.

 

"Kimsiniz?" Dedim sakinlikle.

 

"Merhabalar, Piraye Türkoğlu'yla mı görüşüyorum?" Gelen erkek sesi çatılı olan kaşlarımın daha da çok çatılmasına, kirpik uçlarıma değecek kadar aşağı çekmeme sebep olmuştu.

 

"Benim, siz kimsiniz?" diye sorumı yeniledim. Kayıtlı değildi, bu numara herkeste yoktu, yani tanıdığım birisi olmalıydı.

 

"Ben Albay Hayri Kökbudak. Sizi alması için bir personel gönderiyoruz Sayın savcım. Yola çıkıp çıkmadığınızı öğrenmek istemiştim."

 

Kaşlarım düzelirken kuruyan boğazımı hafifçe öksürerek temizledim. Telefon numarama nasıl ulaştığını bilmesem de, içimden bir ses sormamın anlamsız olacağını söyledi. Adam Albaydı, gerçekten telefon numaramı öğrenememe gibi bir durum söz konusu muydu ki?

 

"Albayım, benim için bir personel gönderileceğini bilemediğim için, haber veremedim. Ben çoktan Hakkâri sınırları içerisinde, havaalanındayım."

 

"Size haber verilmiş olması lazımdı. Şiyar! Oğlum derhâl Timur komutanını çağır buraya." Albayın yüksek gelen sesiyle birlikte afallamama engel olamadım. Suratım yüksek ses yüzünden buruşurken biraz uzaklaştırdım telefonu kendimden.

 

"Orada beklemenizi rica edeceğim Piraye Savcım. Her ne kadar görmemiş olsanız da, bahsettiğimiz gibi, personelimiz sizi alıp buraya, karakola getirecek. Geldiğiniz vakit uzun uzun konuşuruz."

 

Yüzüme kapanan telefonu kulağımdan uzaklaştırırken dudaklarım şaşkınlıkla aralandı. Ekrana bir süre baktım anlamlandıramayarak.

 

Derin bir nefes alıp vererek oturacak bir yer bakındım, işime gelirdi bu durum aslında. En azından taksi aramakla kalmayacak, lojmanın yerini öğrenmek için birilerini aramak zorunda kalmayacaktım.

Bulduğum banka yorgun bedenimi bırakırken gözlerimi yumup başımı geriye attım. Yeni bir sayfa Piraye, yepyeni bir sayfa diyerek kendimi teselli etmeye çalışıyor, kendimi geleceğe hazırlamaya, geçmişimden uzaklaşmaya çalışıyordum.

 

***

 

Oturduğum bankta sağıma soluma baktım. Ne gelen ne de giden vardı. Kulaklığımda çalan şarkıya eşlik olarak dudaklarımdan döküldü kelimeler.

 

"Her şeyin bir bedeli var, güzelliğin de. Vakti gelince, öde Firuze. "

 

Bense çoktan tüm herşeyin bedelini ödediğimi düşünüyordum. Kırılmış kanatlarım, ruhumdaki koca bir ur ve kimsesizliğimle oturuyordum havaalanında. Annemi benden alan, sağ kanadımı kırıp bırakan şehire geri dönmüştüm.

 

Omzuma dokunan elle birlikte kulaklıklarımı kulağımdan çıkarttım ve kimin dokunduğuna bakmak için başımı kaldırdım. Kaldırdım kaldırmasına da, karşımdaki bedenin sadece göğsünü görebildim sadece. Yüzünü görebilmek için başımı daha da çok yukarı kaldırmam gerekmişti. Acun'un dediği gibi içimden bir maşallah çektim. Elim sızlayan boynuma gitmiş, ovalamaya başlamıştı.

 

"Piraye hanım?"

 

Sorgularcasına gelen sese karşılık onaylayan bir ses çıkarttım ve ayağa kalktım. Valizimi almak için elimi uzatacağım anda karşımdaki adam benden önce davranarak valizimi eline aldı.

 

"Ben Üsteğmen Timur Akçak. Hayri albayımın emriyle sizi karargâha götürmek için buradayım. Araç dışarıda, gidelim mi?"

 

Kalın ses tonu gözlerimi kırpıştırmama neden olmuştu. Duyduğum en kalın ses tonlarından birisi olabilirdi belki de. "Gidelim." dememle birlikte hızla arkasını dönmüş, adımlar atmaya başlamıştı. Peşi sıra ilerliyor, beni yönlendirmesine izin veriyordum. Biraz daha yürümemize eş olarak çıkmış, biraz uzağımızda, çalışır halde bekleyen araca yönelmişti. Ben ise sessizce onu takip ediyor, ne yaparsa aynısını yapıyordum.

 

Aracın kapısının açılmasıyla önüne geldiğimizi anlamış, benim için açtığı kapıdan içeri girip koltuğa yayılmıştım tabiri caizse. Kapımı kapatmasıyla birlikte kemerimi takarken göz ucuyla ona bakma ihtiyacı hissetmiştim.

 

Esmer teni, kısa asker tıraşı saçları, yeni tıraş olduğunu belli eden tenini incelemiş, onun bagaj kapağını açmasıyla incelememi yarım bırakmıştım. Çok değil, birkaç saniye sonra kendisi de yan koltuğa oturup kemeri taktığında yolculuğumuz başlamıştı.

 

***

 

"Hayri albay neden beni görmek istiyor?" Diye sormama karşılık yoldaki bakışları kısa bir süreliğine bana kaymış, ardından yeniden önüne dönmüştü.

 

"Bilemiyorum Piraye hanım." Cevabını vermesiyle hafifçe boğazımı temizledim.

 

"Sadece Piraye."

 

"Anlamadım Piraye hanım?"

 

"Sadece Piraye diyin lütfen Timur bey, hanım kelimesi garibime gidiyor."

 

"Nasıl isterseniz Piraye hanım, yani Piraye."

 

Kısa bir tökezlemesinin ardından kendisini düzeltmesiyle gülümsedim. Aracın içi fazla sessiz olmuştu yeniden. Konuşmayı seven bir yapısının olmadığını düşünmüştüm istemsizce. Görünüşü dahi 'Ben konuşmayı sevmem, muhabbeti kes' diye bağırıyordu gerçi, o ayrı bir konuydu.

 

"Radyoyu açsam rahatsız olur musunuz Timur bey?" Elim tuşun üzerine gittiğinde sormak aklıma gelmişti bu soruyu. Bakışları yeniden bana kaydığında, en masum olduğunu düşündüğüm gülümsememi gösterdim ona.

 

"Sadece Timur. Ayrıca rahat olun, istediğinizi yapabilirsiniz."

 

Onun verdiği tepki ile dişlerimi göstererek gülümsemiş, tuşa basarak radyoyu açarak sırtımı koltuğa yaslamıştım. Karşıma şarkı çıkmasını beklerken cızırtılı bir kanal geldiğinde gözlerimi kırpıştırdım birkaç saniye, ardından birkaç kanal atladım. Genel olarak cızırtı sesleri olan kanallar bulunsa da, en sonunda bir kanal bulmuştum müzik çalan. Ama ne yalan söyleyeyim, karşıma çıkan şarkının eşarbını yan bağlama olmasını beklemiyordum.

 

Timur bana doğru bir bakış atıp yeniden önüne döndüğünde onun da beğenmediğini düşünerek değiştirdim kanalı. Birkaç kanal daha zapladıktan, birkaç ilahi, birkaç da türkü atladıktan sonra yeniden cızırtılı kanallara dönmüştü radyo. Derin nefes alıp az önce geçtiğim kanallara geri döndüm. Bunu yaptığım esnada bakışlarım Timur'a kaymıştı istemsizce. Bıyık altından sırıttığını gördüğümde kaşlarım çatıldı. Karşıma çıkan ilk türkü çalan kanalda durdum. Geri yerime yaslandım. Çalan türküye verdim dikkatimi.

 

Tabib sen elleme benim yaramı

Beni bu dertlere salanı getir

Kabul etmem birgün eksik olursa

Benden bu ömrümü çalanı getir

Git ara bul getir saçlarını yol getir

Benden bu ömrümü çalanı getir

Git ara bul getir saçlarını yol getir

 

Biliyordum türküyü, ama söyleyen farklı birisiydi. Sessizce dinlemeye başlarken aklıma düşen babamla derin bir nefes aldım. Daha babamı kaybedeli bir hafta ancak olmuştu, acımı yaşayamadan yıllardır çabaladığım meslek için bambaşka bir şehire gelmiştim.

 

Çok yabancı değildim buralara, ama bir o kadar da yabancıydım. Yedi yaşıma kadar buradaydım, yedi yaşımdan sonraysa yarım kalmıştım zaten. Hiçbir zaman tam olamamıştım. Dolan gözlerimden kaşlarımın akmaması için hızlı hızlı kırptım gözlerimi. Sevmezdim ağlamayı, istemezdim de. Türkü beni düşüncelerime atarken, bir yandan da mırıldanmamı sağlamıştı türküyü.

 

Bir kor oldu gövünüyor özümden

Name name iniliyor sazımdan

Dünyayı verseler yoktur gözümden

Dili bülbül gaşı kemanı getir lele

Git ara bul getir saçlarını yol getir

Dili bülbül gaşı kemanı getir lele

Git ara bul getir saçlarını yol getir

 

 

Timur'un bakışlarının mırıldanmamdan ötürü ara ara bana kaydığının farkındaydım. Umursamıyordum sadece. Acımı içime gömmeye çalışıyor, bunuysa türküyle dışarı vuruyordum. Gözümden akmak üzere olan yaşlara engel olmak adına göz kırpmayı dâhi bırakmış, dümdüz karşıya bakıyordum. Ama ne fayda. Gitmek isteyen yine bir yol buluyor, gidiyordu. Ağladımı, daha doğrusu gözümden izinsizce akan yaşları saklamaya çalıştığımı fark eden Timur, nereden çıkardığını bilemediğim bir peçete uzattı bana.

 

"Göz yaşlarından utanma Piraye. Ne oldu bilmiyorum ama, ağlamak ruhu temizler diye okudum bir yerde. Bırak ruhun temizlensin." demiş, bir daha da bir şey söylememişti yol boyunca. Zaten bende de konuşacak güç yoktu henüz.

 

Merhamet etmiyor gözümün yaşına

Sen derman arama boşu boşuna

Ölürsem, mezarımın başına

Hayatıma sebep olanı getir

Git ara bul getir, saçlarını yol getir

Hayatıma sebep olanı getir

Git ara bul getir, saçlarını yol getir

 

***

 

İçerisine girdiğimiz karargâhın hatıralarımdakinin aynısı olan koridorlarına baktığımda, zihnimin tozlu raflarından birinden bir ses oldu kulaklarıma.

 

"Kışlanın prensesi gelmiiiş." Diyen neşeli, eski bir ses. Kimindi hatırlamıyordum. Nitekim bu karargâha dair anılarım hep eksikti. Birileri her şeyiyle vardı, birileri sadece görüntü olarak, birileri ise sadece ses olarak vardı. Eksiklerdi, ama varlardı.

 

Timur beni yönlendirmek için harekete geçse dahi, bedenim kendiliğinden albayın odasına giden yolu adımlamak üzere geçmişti onu. Bedenim hatırlıyordu yolu, ömrünün ilk yedi yılını geçirdiği buraları, bu karargâhı hatırlıyordu bir şekilde. Ama bu belirli bir yere kadar olmuştu. Aradan geçen yıllarda değişmişti buralar.

 

Arkamdan gelen Timur'un hissettiğim sorgulayan bakışlarına karşılık sessiz kalmayı seçtim, o da sormadı. Önüme geçip merdivenleri çıkmaya başladı sadece, bense sessizce onu takip ettim. İki kat üstte, koridorun sonunda bir odada durduğumuzda kapıdaki er tıkladı kapıyı. "Gir" emriyle içeriye girdi, geldiğimi söyledi, içeri alınmamı söyleyen sesle birlikte dışarı çıktı. Açık kapıdan içeri Timur ve ben girdiğimde kapı kapandı.

 

Albaya baktığımda yüzünde hafif bir gülümsemeyle bakıyordu bana. Saçlarına düşmüş aklar, mesleğinden gelen ağırlığın daha bir artmasına sebep olmuş benim zannımda onu daha bir güçlü göstermişti. Gülümseyen yüzüne bir süre daha baktığımda, istemsizce benim de dudaklarıma bir gülümseme yerleşmişti. Karışısındaki deri koltuğu gösterdi eliyle.

 

"Oturun lütfen sayın savcım." Bu cümleyi kurduktan sonra masanın üzerindeki siyah telefonun ahizesini tutup kaldırdı. "Ne içmek istersiniz?"

 

Deri koltuğa otururken sorusunu düşünmeme gerek bile yoktu. Benim için fazla uzun sayılacak bir süre kahve içmemiştim ve bedenimin cidden kafeine ihtiyacı vardı.

 

"Türk kahvesi varsa alayım lütfen. Sade olsun."

 

Kelimelerime hafifçe başını salladıktan sonra birkaç tuşa bastı, tuşlara basarken bir şeyler mırıldanmış olsa da ne dediğini anlayamamıştım. Albay telefonla konuşurken odayı gözlemlemeye dair ihtiyacımı saklayamamış, çevreme bakınmaya başlamıştım. Tanıdık, ama bir o kadar da yabancı geliyordu burası bana. Zihnimin tozlu raflarından kulaklarımı yeniden bir ses doldurdu.

 

"Ama kışlanın prensesi, yemezsen olmaz bak. Sonra bir daha seninle oynamam."

 

Ses kime aitti, zihnim neden bu sesleri bana hatırlatarak bana oyunlar oynuyordu anlamamıştım. Albayın bana seslenen sesiyle ancak ayrılabildim zihnimden.

 

"Şimdi, Piraye savcım. Öncelikle söylemeden geçemeyeceğim, isminiz pek güzel geliyor kulağa."

 

Albayın bu söylemine karşılık olarak sadece gülümseyebilmiştim. Ne annem koymuş diyebildim, ne de başka bir şey.

 

"Konuyu fazla uzatmaya gerek duymuyorum. Mailinizde bildirildi diye bilsem de yeniden söyleme gereği duyuyorum. Birkaç gün önce, adliyeye yapılan bombalı saldırı üzerine, çoğu savcı ve hakimi daha güvenli bir bölgeye taşıma kararı alındı. Siz ve birkaç savcı daha kışlamızda görevinizi idame ettirmeniz gerektiği bildirildi bizlere. Bu nedenle ilk buraya gelmeniz gerekti."

 

Albayın söylediklerine başımı sallayarak onaylayan birkaç mırıltı çıkarttım. Maillere cidden bakmam gerekirdi ama beynim kaybıma o kadar odaklanmıştı ki, dünyayla iletişimi kopardığımı fark edememiştim bile.

 

"Timur üsteğmenimiz size odanızı göstedikten sonra lojmana bırakacak sizi."

 

"Lojmanda kalmam gerektiği güvenlik protokolleri arasında yok diye biliyorum."

 

İstemsizce kesmiştim sözünü Albayın. Gözlerinde şaşırdığına dair anlık bir ışık yakalasam da sonrasında bu ışık yerini hüzüne bırakmıştı.

 

"Bu doğru, ancak eski bir dostumdan gelen istek üzerine size bir lojman ayarlattırdım."

 

Eski bir dost kelimesi babamın aklıma gelmesini sağlamıştı. Kalbime çöken ağır hissiyatı, boğazımın tam ortasına kurulan yumruyu güçlükle yutkunarak gönderdim.

 

"Babamı tanır mıydınız?"

 

"Babanızdan gelen bir istek değil bu. Çok daha eski, çok daha maziye gömülmüş gelen bir istek."

 

***

 

Merhabalar, biliyorum

kısa. İlk birkaç bölüm de hem kendi kafamda, hem de sizlerin kafasında hikâyenin oturması için kısa olacak. Yeniden iyi okumalar dilerim 💜💜.

 

Loading...
0%