Yeni Üyelik
1.
Bölüm

-1- Rüyadaki Yeşil Işık

@lsevdal

Rüyalarımı süsleyen bir adam vardı. Beni en derinlerime kadar tanıyan biri. Uzaktaydı ama hep gözlerimin önündeydi. Sanki gelip beni almak ister gibi duruyordu öylece. Vaktini bekliyordu. O vakit ne zaman gelecekti? Her gece rüyalarımda gördüğüm bu adamın gerçek hatta eşi benzeri yoktu. Nerede arasam bulamayacağım kadar uzağımda bekliyordu. Hatta onu aradığımı fark ettiğinde rüyalarıma bile gelmiyordu. Kaçıyordu. Saklanıyordu. Bir sabah ışığına o adamı unutuyordum ama kalbim onu hatırlamak için atmaya devam ediyordu.

Yine bir sabah ışığı girdi penceremden içeriye. O sabah ışığı yüzüme vurduğunda gözlerim aralandı. Bu gece o adam rüyalarımda değildi. Rüyamda görmediğim o adamın burukluğunu içimde yaşıyordum. Yatağımdan kalkmak zor olmadı. Başucuma koyduğum kitabımı elime alıp birkaç sayfa karıştırdım. Düşüncelerim dağınıktı. Birkaç sayfa okuyup kendimi toparlamak için uğraştım. İçimdeki sıkkınlık son zamanlarda artmaya başlamıştı. Kalbim acı içindeydi sanki. Bir şey istiyormuş ama ona asla kavuşamıyormuş gibi.

Üstümü değiştirip dünden hazır duran çantamı omzuma asıp odadan çıktım. Merdivenlerden aşağıya inerken aşağıdan annemle babamın gülüşme sesleri geliyordu. Onları duymak biraz olsun içimdeki o burukluk hissini göz ardı etmemi sağladı. Mutfaktan içeriye girdiğimde onları kahvaltı hazırlarken buldum. Beni fark eden ilk kişi annem oldu.

Yüzündeki harika gülümseme göz kenarlarını kırıştırmıştı. “Günaydın tatlım. Bende seni uyandırmaya gelecektim.”

“Günaydın anne.” Dedim çoktan hazırlanmış olarak görünen masaya oturarak. Babam yanıma gelip elini omuzuma koydu. “Birileri yine gece uyuyamamış sanırım.” Kapatıcı sürmeme rağmen bunu fark etmiş olmasına hayret ettim. Ellerimle yüzümü ovalayıp başımı iki yana salladım.

“Bence artık bir psikoloğa gitmeliyim.” Dedim açıkça. Annem bunu duyunca kaşlarını kaldırdı. Yanımdaki sandalyeye oturduğunda bir elini bacağıma koymuştu. “Okulunda bir problem mi yaşıyorsun Elis?” aklına ilk okulumun gelmiş olması beni istemsizce güldürdü. Konu okul ya da sosyal hayatım değildi. Konu içimdeydi. İçimden bir şeyler kopuyordu. Tamamlanmak için bekledikçe ruhumu çıkmaza sürüklüyordu.

“Arkadaşlarınla aran mı açıldı kızım? Delfin’le kavga mı ettiniz?” babamın sorusu ile başımı salladım. Delfin ile kavga etmemiştik. Hatta onunla hiçbir ilgisi yoktu.

“Baba ne okulumda ne de arkadaşlarımda sorun var. Sorun benim.” Annemle babam açıklamam için sessiz kaldılar. Birden omuzlarım düştü. İçimde anlam veremediğim bir yerde bir kıpırtı oldu. “Gördüğüm rüyaların bir anlamı yok. Her sabah içimde bir buruklukla uyanıyorum. Bir şeyden eksik gibi. Son zamanlarda bu daha fazla olmaya başladı. Belki de psikolojik bir sorunum vardır.” Annem başını kaldırıp babama baktı. Babam da bunu bekliyormuş gibi aynı anda ona baktı ve bir süre sessizce öylece beklediler.

“Sizi endişelendirmek istemiyorum. Sadece kafamı toparlamam gerekiyor.” Annem beni kendine çekip sarıldı. Hatta o kadar sıkı sarıldı ki nefes almakta bir anlığına zorlandım. “Elis, eğer bir şey olursa bize anlatmaktan çekinme.” Annem endişeli ses tonunu saklamaya çalışırken son anda titremesi ile bunu başaramadı. Benim için hep endişeleneceklerdi çünkü onların tek çocuğuydum.

“Tabi ki anne.” Dedim içini rahatlatmak için. Onlara bir şey anlatmayacaktım. Kendim çözebilirdim. Sadece bana ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Hepimiz kahvaltı masasına oturup kahvaltımızı yapmaya başladık. Onlarla sohbet etmesi gerçekten de çok hoştu. Beni gerçek hayata sürüklüyorlardı. Yoksa zihnimin en derin köşelerinde gezen saklı anıları bulmak için anahtar aramaya devam ederdim.

Babam beni üniversiteye bırakacağını söylediğinde onu reddetmedim. Kendi başıma gitmek yerine istediğim şarkıyı açıp yolu izlemek daha iyiydi. Gözlerim yukarıda toplanan gri bulutlara kaydı. Biraz sonra yağmur yağacak gibiydi. Babam okulun önünde durduğunda ona veda edip arabadan indim. Omzumdan kayan çantamı düzeltirken karşıdan dalgalı kızıl saçlarını sallayarak gelen Delfin’i gördüm. Gözleri telefonda olsa bile yanından geçen uzun boylu esmer adamı çoktan kestiğine yemin edebilirdim. Adımlarım ona doğru ilerledi. Sonunda beni fark ettiğinde adımları hızlandı. Yanıma geldiği gibi biraz önce yanından geçip giden adamı işaret ederek, “Çok yakışıklı değil miydi?” diye sordu.

Başımı iki yana salladım. “Esmer tenliler benim tipim değil.”

Delfin bunu duyunca yüzünü buruşturdu. “Elis senin tipin nasıl bir şey ki zaten? Liseden beri sana adam beğendiremiyorum.”

Zihnimde birden rüyalarıma giren o adam canlandı. Yüzünü bilmiyordum fakat bana uzattığı eli açık bir tondu. Esmerlikle alakası yoktu. Vücudu ise oldukça yapılı olmalıydı. Hiç yakınıma gelmemişti. O rüyalarımın en uzak köşesinde duruyordu. Sadece ona gelmemi ister gibi elini uzatıyordu bana. Ona adım atmak zihnim için imkansızdı. Kendi rüyam bile olsa asla kıpırdayamadan öylece uzaktan ona bakıyordum. Fırsatım olsaydı eğer zihnimin izin verdiği ilk anda onun yanına koşarak giderdim.

“Kimseden hoşlanmıyorum.” Dedim Delfin’i geçiştirmek için. Liseden beri yakın arkadaştık. O takılmayı severdi, eğlenmeyi, gezmeyi… Birçok şeyi. Ben ise sadece kendimi bulmaya çalışıyordum. Yaklaşık on beşinci yaşımdan beri.

“Keşke ben de aynı şeyi söyleyebilseydim ama olmuyor.” Delfin güldüğünde ben de ona katıldım. Onunla arkadaş olduğum için şanslıydım.

“Dersin var mı?” diye sordu Delfin. Başımı salladım. “Evet, girmek zorundayım.”

“Peki benim şu anda yok ders çıkışı beni ara buluşalım. Sen çıkana kadar ben de Bade ile otururum.” Onu onayladığımda bana sarılmak için yaklaştı. Boylarımız aynıydı. Kulağıma doğru yaklaşıp, “Gece uyuyamadığını gözlerinden anladım. Sebebi seni bir türlü rahat bırakmayan rüyandaki şu adamsa artık rüyalarına girip onu boğacağım.” Dedi. İstemsizce güldüğümde Delfin geri çekildi. “Elis, rüyalarının bir anlamı olabileceğini düşündün mü?”

“Evet,” dedim ama sonra bu çok saçma geldi. “Ya da bilmiyorum çok saçma şeyler onlar.” Delfin anladım dercesine başını salladı. “Bunu daha sonra detaylıca konuşacağız.” Tam itiraz etmek için dudaklarımı aralamıştım ki Delfin eliyle ağzımı kapatıp kaşlarını çattı. “Evet Elis, yine ve yine bunu detaylı konuşacağız.”

Ona bir şey dememe kalmadan yanımdan hızlıca uzaklaştı. İleride duran Bade’ye doğru yürürken arkasından onu izledim. Konuşmalarımız asla sonuç bulmuyordu. Sonuç bulabilecek bir şey değildi. Bu çok değişikti. Başımı iki yana sallayıp kendime geldim. Derse girmem gerekiyordu. Bunu düşünecek kadar vaktim yoktu. Adımlarım fakülteye doğru ilerlese bile aklımda sadece rüyalarımda gizli bir misafir olan o adam vardı.

----

Uzun bir dersin ardından kendimi bahçeye attığımda bulduğum ilk banka oturdum. Delfin ile buluşmamız iptal olmuştu çünkü benim çıktığım zaman onun dersi başlamıştı. Bugün başka dersim olmadığı için kafam rahattı. Eve gidebilirdim. Delfin dersinden çıktıktan sonra bize gelebilirdi. Fakülteden çıkıp sokakta yürümeye başladım.

Başımı gökyüzüne kaldırdım. Artık yağmur yağmasına saniyeler kalmış gibiydi. Saçlarım ani gelen bir rüzgarla havalanmaya başladı. Geriye doğru savrulan saçlarımı düzeltme ihtiyacı hissetmedim. Gözlerimi kapattım öylece bekleyip. Yüzüme tek bir damlanın düşmesini bekledim. Fakat o damla yüzüme düşmedi. Esen rüzgarla burnuma güzel bir koku doldu. Toprak kokusu…

Yağmur yağmıyordu fakat o toprak kokusunu alıyordum. O koku zihnimde konuşan birçok sesi susturmaya yetti. O koku içimdeki burukluğun yerini derin bir özleme bıraktı. Gözlerimi açtım. Gri gökyüzü ile bakıştım. Sonra başımı indirdim ve kalbim o anda tekledi.

Uzağımda duran bir adam vardı. Her an yağmurun yağmasına hazırlıklıymış gibi başına ceketinin kapüşonunu geçirmişti. Elleri cebinde duruyordu. Duruşu dik, bakışları direkt bana odaklıydı. Onda baktığımı fark ettiğinde dudağının bir kenarı kıvrıldı. Heyecanlanan kalbimin sesini buradan duymuş gibiydi. Yüzünü görebiliyordum. Keskin yüz hatları vardı. Sert bakan bakışları. Düz bir burnu ve dolgun dudakları.

Rüyalarımda gezinen adama o kadar benziyordu ki yanına gitmek istiyordum. Bu sefer beni engelleyen şey zihnim değildi. Onu gördüğüme gerçekten inanamamamdı. Rahatlama hissiyatı içimi doldurdu. Sonunda onu bulabildiğim için miydi bu? Bakışlarımız birbirinden kopmadı. Ne o çekti gözleri ne de ben. Gözlerimi içimdeki heyecanı durdurmak için kapattım. Derin bir nefes alıp geri açtım.

Hayal kırıklığı ile kalmam bir saniye sürmüştü. Orada değildi.

Etrafa bakınıp nereye gittiğini görmeye çalıştım. Hatta adımlarım olduğu yere doğru ilerledi ama hiçbir iz yoktu. Sanırım delirmeye başlamıştım. O sırada saçlarımın arasına düşen bir damla soğuk su ile başımı gökyüzüne kaldırdım. Yüzüme ardı ardına düşmeye başlayan yağmur damlaları hayal kırıklığımın üstüne soğuk su içmek gibi gelmişti. Orada olduğunu görmüştüm. Karşımdaydı ve bana bakıyordu. Yüzü gözlerimin önündeydi. Başımı çevirip olduğu yere baktığımda orada olmasa bile biraz önce oradaydı. Öyle olmalıydı.

Yağmur hızlanmaya devam ederken adımlarım da hızlandı. Islanmak kötü bir seçenek değildi ama hasta olmamalıydım. Yaklaşan bir parti vardı ve Delfin’e oraya katılmak için söz vermiştim. Kaldırımda yürürken aklımda hala o adam vardı. Hiç aklımdan çıkmayacak gibiydi. Sanki oraya kendi tahtını kurmuştu. Krallığı zihnimin her yerini yönetiyordu. Son altı yılda delirecek gibi olduğum birçok zaman olmuştu. Uyuyamadığım ya da tam tersi uyanmakta zorlandığım birçok an yaşadım. Gecenin karanlığında oturup ayı seyretmekten başka çarelerimin olmadığı geceler geçirmiştim. Dolunay beni en çok rahatlatandı. Bazen sarı bir ışıkla dolup taşardı bazen tamamen beyaz olurdu. Hangisini daha çok seviyordum bilmiyordum. Şu anlık sadece ay gökyüzünde dursa yeterdi.

Eve gitmek için karşıdan gelen taksiyi durdurdum. Islak saçlarımı bir omuzumda birleştirip evimin adresini verdim. Gri bulutlar gittikçe daha fazla koyulaşıyordu. O gri bulutlar bana o beyaz tenli adamı görmemi sağlamıştı. Güneşin olmadığı bir zamanı özellikle seçmiş gibiydi. İstemsizce güldüm. Gülüşüm taksiyi kullanan adamın bakışlarını kısa süreliğine bana çevirmesini sağladı. Aynadan kesişen bakışlarımızı tekrardan camdan dışarıya bakarak kestim. Gülmemin sebebi tamamen kendimdi. Aslında öyle bir adam hiç yoktu. Belki zihnimin oyunuydu. Durup bakıştığım bir adam neden gözlerimi kapatıp açtığımda bir anda yok olsun ki. Hiçbir insan o kadar hızlı olamazdı. Hiçbiri orada hiç yokmuş gibi hissettiremezdi.

Delirmek artık normal karşılayacağım bir kavramdı.

Taksiden indiğimde hızlıca eve doğru koştum. Yağmur şiddetini hala koruyordu. Gökyüzü bir şeye sinirlenmiş gibi yağmurlarını ok misali yere gönderiyordu. Çantamda duran anahtarı çıkarıp kapıyı açtım. İçeri girdiğimde sakinlik kendini koruyordu. O kadar sakindi ki bir ses çıksa sessizlik beni evden dışarı atardı.

Merdivenlerden çıkarken gıcırtı duyuldu. İçimde bir sıkıntı vardı ve gün geçtikçe bu çoğalıyor gibiydi. Yalnız kalınca daha fazla hissediyordum. Odamın kapısını açıp içeriye girdim. Bakışlarım yerdeydi ve yerdeki parkenin desenlerini izlemek dalan gözlerimi bulanıklaştırdı. Gökyüzünden gelen gürültülü bir ses ile gözlerim birden pencereye döndü. Gördüğüm şey ile neredeyse bayılacaktım. Korku tüm benliğimi ele geçirdiğinde omzumda asılı duran çanta yere düştü. Beynim uyarı sinyalleri çalmaya başladığında kalbimde heyecanlı bir atış vardı.

O buradaydı.

Pencerenin tam önünde duruyordu. Açık pencereden içeriye giren rüzgar onun sırtına vuruyordu. Kapüşonu hala saçlarının üzerindeydi. Siyah saçları rüzgarın arkasından vurmasına rağmen dalgalanıyordu. Gözlerimiz birleştiği anda delirecek gibi oldum. Olduğum yerden kıpırdayamıyordum. Onu rüyalarımdan sonra karşımda görmek bedenimi titretiyordu. Korkuyordum.

“Bu bir son Elis.” Dedi yüz ifadesinde bir değişiklik olmadan. Adımı nereden bildiğini umursamadım bile. Umursadığım şey gerçekten orada olup olmamasıydı. Öylece durup baktım ona. Saçlarım rüzgardan geriye doğru savrulduğunda bile. Ayaklarım onun gerçekliğini kaldıramayacak kadar titriyordu. Dünya sadece ona bakarken dönmeye başladı. O sabitti ama her şey dönüyordu.

“Kimsin sen?” dedim kendimi toparladığım ilk anda. Bakışları yumuşadı. Ondan korkacağımı biliyormuş gibi olduğu yerden asla kıpırdamıyordu. Sadece bakıyordu ve bu bile beni korkutmaya yetiyordu. Sadece bir merak duygusu o korkuyu geri plana atmaya yetiyordu. Saçma bir şeydi biliyorum ama bana zarar vereceğini düşünmüyordum. Her gece rüyalarımda yaşayan bu adamın bana zarar verme ihtimali resmen zihnimde kilitli bir şekilde tutuluyordu.

“Kim olmamı isterdin Elis?” sesindeki tını değişikti. Bir şeyi vurgulamak ister gibiydi. Ses tonu kalın ama melodi gibiydi. Dinlemek istedim. Dinlemek isterlerdi.

“Kendin olmanı.” Cevabımı beğenmiş gibi gülümsedi. Gülümseyişine takılan bakışlarım korkumu tamamen yok edecek kadar güçlüydü. Bakışlarımı çekmek için kendimi zorladım. Zorladım ve beni izlemekten asla vazgeçmeyen kehribar rengi gözlerine yakalandım. Siyah saçlar, beyaz ten ve kehribar gözler… Birisi ancak bu kadar kusursuz görünebilirdi. Bu kadar insan dışı…

“Yaklaş bana.” Dedi nazikçe. Bir emir gibiydi aynı zamanda. Sanki buna alışıkmış ama kendini nazik olmaya zorlamış gibi. Başımı iki yana salladım. Ona yaklaşacak kadar delirmemiştim. Odamda durmasına izin verecek kadar deliydim zaten.

“Bana zarar verecek misin?” cevabını biliyordum. Sorum yüzündeki gülümsemeyi silip atmıştı. Başını iki yana yavaşça salladı. “Asla.”

“Sana neden güveneyim?” sorum üzerine saçlarının üzerinde duran kapüşonunu indirdi. Siyah saçları rüzgardan daha fazla dalgalanmaya başladı. “Sen korkma diye olduğum yerden asla kıpırdamadım. Ellerimi bile hareket ettirmedim.”

“Ama odamda durman beni yeterince korkutuyor.” Bu onu tekrardan gülümsetti. “Korku ayakta tutar küçüğüm.”

Gözlerinde saklı bir şeyler vardı. Benim onları bulmam için bekliyor gibiydi. Gözleri, kehribar renginde parlayan gözlerini bir an için bile üstümden ayrılmadı. “Gitmeni istiyorum.” Dedim o bakışlardan kurtulmak için. gözlerimi onun üzerinden çekersem yine bir anda yok olacakmış gibi hissediyordum. Oysa odamdan bir anda nereye kaybolabilirdi? Her şey gözlerimin önünde gerçekleşirdi.

Gitmekten hoşlanmamış gibi kaşlarını çattı. Yüz hatları belirgindi ve çenesini sıktığını görebilmiştim. “Tekrar gelebilir miyim?” diye sordu.

“Hayır.” Dedim net bir şekilde. “Odama gelemezsin.”

“Evine?” diye sordu bu onun için çocuk oyuncağıymış gibi. Başımı iki yana salladım. Onu çoktan kovmalıydım ama onu rüyalarımdan sonra gerçekten karşımda görmek kovma isteğimi derin bir meraka bırakmıştı. “Ne evime ne de odama giremezsin yabancı.”

Kaşları çatıldı. Kelimemden hoşlanmamıştı. Yabancı demem onun için sorun olmuştu. “Yabancı değilim.” Dedi sadece.

“Seni tanımıyorum. Yani benim için bir yabancısın.”

Dudakları aralandı fakat bir şey demeden öylece bekledi. Sonra bundan vazgeçmiş gibi yerinde kıpırdadı ve bana sırtını döndü. Geniş sırtını gözlerimin önüne serdiğinde bir adım geriledim. Kendini ileriye atıp pencereden aşağıya atladığında kalbim korkuyla yerinden fırladı. Arkasından koşturduğumda ellerimi pencereye dayamıştım. O ise ikinci kattan atlamamış gibi duruyordu. Başını kaldırdı ve o kehribar bakışları içimi titretti. Delicesine yağan yağmur onu asla etkilemiyordu. Yüzüne vuran su damlaları beyaz teninden akıyordu. Onu tekrardan görebilecek miydim acaba? Kapüşonunu başına tekrardan geçirdi. Ben onu izlerken o bana gülümsedi.

Gitmeden önce bana söylediği tek şey ile beynimden vurulmuşa döndüm. “Merak etme, beni tekrardan göreceksin.”

---

Sokaklar ıslaktı. Gecenin karanlığı sokak lambaları sayesinde bastırılıyordu. Ben o ıslak sokakta yürüyordum. Gece yarısı çoktan geçmişti. Saat kaçtı bilmiyorum ama uykumdan uyandığım gibi yürümeye başlamıştım. Evden çıkarken kimse seslerimi duymamıştı. Halbuki annem ayak seslerimi su almaya kalktığımda bile fark ederdi. Üstümde ince askılı kırmızı bir gecelik vardı. Dizlerimin aşağısına kadar iniyordu geceliğim. Zihnim sanki bir şey tarafından yönetiliyordu. Adımlarım hızlı ama düzgündü. Sokakta biri beni görse hayalet olduğumu düşünebilirdi. Saçlarım esen rüzgarla omuzlarımdan sırtıma doğru itiliyordu.

İçime derin bir yas boğuldu. Bir şey için yas tutmak istedim. Kendimi sonunda ormanlık bir yerde durdurdum. Ağaçlar birbirlerine yakındı ve dalları birbirlerine dolanmıştı. Başımı kaldırıp dalların arasından parlayan ayı görmeyi denedim. Bulabildiği aralıklardan çimlerin üstüne düşüyordu. Başımı eğdiğimde ışığın nerelere vurduğunu gördüm. Ters hilal, onunla bitişik bir yuvarlak ve yine onunla bitişik bir hilal.

Ters hilal, dolunay, hilal…

Bu bir semboldü.

Dolunayın tam ortasında duruyordum. Kulağıma mırıltılar gelmeye başladı. Ormanın derinliklerinden sesler çoğaldı. Etrafıma bakındım. Kimse yoktu. Mırıltılar ve kıpırdayan ağaç yaprakları haricinde başka ses de gelmiyordu. Korku yoktu. Korkmuyordum. Sadece öyle bekliyordum. Mırıltılar güçlendiğinde yüzümde bir gülümseme oluştu. İçimden gelmişti. Gözlerimi kapattım. Bedenim bir ninni gibi gelmeye başlayan seslere tepki vererek sallanmaya başladı. Sesler yaklaştıkça kendimi daha iyi hissettim. Hatta uzun zamandır bu kadar iyi hissettiğimi hatırlamıyordum.

“Bu karanlık ormanda kardeşlerim benimle.” Mırıltı sonunda duyabileceğim kadar yakınlaştı. Bir melodiydi bu.

“Yürüyün kız kardeşler Endoran’ın izinde.” Neyden bahsettiklerini bilmiyordum. Fakat içim birden huzurla doldu. Ruhum sıkıştığı yerden kurtulmuş gibi hissetti.

“Sis çökerken yapalım ayinleri büyüyle.” Gözlerimi açtığımda etrafımda toplanmaya başlayan insanları gördüm. Sis çimlerin arasından çoğalıyordu ve diz kapaklarımıza kadar yükselmişti. Onların kim olduklarını bilmiyordum. Üstlerinde koyu yeşil bir pelerin vardı. Yüzleri başlarına geçirdikleri pelerin sayesinde kapalıydı. Etrafımda yuvarlak oluşturdular ve şarkılarını söylemeye devam ettiler. “Bakın bizi çağırdı efendimiz kalbiyle.”

Mırıltılar çoğaldı. Sözlerin yerini mırıldanmalar doldurdu. Orman sadece onları dinliyordu. Hepsi el ele tutuştuğunda onları izliyordum. Kimse benimle göz teması kurmuyordu. Zaten önce suratlarını görmem gerekiyordu. O da pek mümkün değildi. Kaçmak için girişimde bulunmadım. Ruhum burada bulunmaktan rahatsız değildi. Onları tanıyor gibiydim.

Hepsi başını gökyüzüne çevirip daha derin bir tonla ve yüksek sesle şarkılarına devam ettiler.

“Yeşil gözler onundur.

İtaat vakti bizimdir.

Onun adı Endoran.

Cadıların kalbidir.” El ele tutuştuklarında sis artmaya başlamıştı ve sisin içinde ellerinin birleştiği kısımlarda yeşil bir ışık belirmişti. Sis o ışığı dağıtıyordu ama gözlerim ne gördüğünü biliyordu.

Buraya ait olduğumu biliyorum. Hiçbiri yabancı değil. Şarkının içinde geçtiği gibi onları kız kardeşlerim gibi hissediyordum. Sanki hep yanımda olacaklarmış gibi. Şarkılarında büyülü bir ton vardı. O her neyse ormanı etkisi altına almıştı. İçinde durduğum ay sembolünün kenarlarında yeşil bir çizgi oluştu. Sembol artık daha fazla belliydi. Işık sembolün kenarından yükselip etrafımda dolanmaya başladı. Yeşil ışıklar ardında iz bırakarak etrafımda dönmeye devam etti. Diğerlerinin başları gökyüzünden bana döndü. Şarkı söylenmeye devam ediyordu ve ikinci kısma geçilmişti. Etrafımdaki ışıklar o kadar cezbediciydi ki ne dediklerini duymadım.

“Vaktinde uyandın Endoran. Artık zamanımız geldi.” Yeşil pelerinin örtülü sarı saçlarını saklamaya yetmeyen o kıza döndüm. Bana sesleniyordu. Gözlerini göremiyordum fakat dudakları ve çenesi oldukça belliydi. “Sen çağırana kadar bekleyeceğiz. Yardıma ihtiyacın olduğunda yardım etmek için orada olacağız. Bize sadece seslenmen yeter.”

“Bu bir rüya.” Dedim gerçekliğinden aklımı kaybetmek üzereyken. “Öyle değil mi?”

“Uyandığında yatağında olacaksın.”

“Yani bir rüya.” Dedim üsteleyerek. Sarı saçlı kadın bulanıklaşmaya başladığında ondan duyduğum son şey, “Hayır Endoran, bu bir rüya değil.” oldu.

 

 

 

 

Loading...
0%