@luciadark
|
Merhaba arkadaşlar. Olaylar tamamen kurgudur ve gerçeklikle alakası yoktur. Kan , şiddet, korku vb. içerir. Lütfen başlamadan önce bunları içerdiğini unutmayın. Umarım beğenirsiniz, hatalar varsa affola. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, teşekkür ederim.💗
Günün ilk ışıkları sessizce karanlığın izlerini yok ederken, temiz ve biraz da soğuk hava ciğerlerimi dolduruyordu. Nefes alıyordum lakin sanki yaşamıyordum. Tesisteydim. Dün geceden sonra kimseye yakalanmadığıma emin olarak arabama ulaşmış, kullandığım silahları ,maskemi ve eldivenlerimi yok ettikten hemen sonra tesise gelmiştim. Odama uğramayı düşünmeden terasa çıkmıştım, o zamandan beri de buradaydım. Elimdeki sigaraya baktım. Yine kendi kendine küle dönüşüyordu. İçtiğim kaçıncı sigaraydı, bilmiyordum. Soğuk hava gecenin yorgunluğunu üstümden silerken, ayağımın ucunda duran boş alkol şişesi ve diğer elimdeki kadeh henüz sarhoş olmama yetmemişti. Hayat, ayakta durmam için çabalıyordu. Özellikle dünden sonra defalarca kez hiç doğmamış olmayı dilemişken. Son zamanlarda düşünceler fazlasıyla beynimi istila ediyordu. Belki de tesiste yapmam gereken görevlerin azlığı bu duruma ortam hazırlıyordu. Soğuk hava yavaşça bedenimi titretmeye başlarken içeri girmenin burda durmaktan daha mantıklı olacağı kanaatine vardım. En azından donarak ölmek, tercih edeceğim bir ölüm seçeneği değildi. Girmeden önce son kez altımda minicik duran şehre baktım. Pek yakında değildi şehir ancak binaları görebileceğim kadar vardı. Gün oradakiler için başlamak üzere olmalıydı. Buradaysa muhtemelen çoktan başlamıştı. Tam içeri girmek üzere hareketlenmişken, arkamı dönmemle Luke ile göz göze gelmem bir oldu. "Tüm gece neredeydin yine?" Sesindeki öfke, anlayabileceğim derecede yüksekti. "İşlerim vardı Luke, beni sorgulayamayacağını çoktan öğrenmiş olmalıydın." Umursamaz sesim sanırım onu biraz daha öfkelendirmişti. "Emin ol Laeith, benim için sadece ekibimin lideri olsaydın, zerre umrumda olmazdı. Sakın kuralları bana öğretmeye kalkışma. Aklına her estiğinde çekip gidemezsin. Bizi kendin için endişlendiremezsin. Kendini değilse bile arkadaşlarını düşün." Tek nefeste söylediği sözlerinde haklı olduğunu elbette biliyordum. Onları endişelendirmek yapmak isteyeceğim son şeydi ancak kendimi de bir şekilde düşünmek zorundaydım. "Luke, iyiyim. Benim için endişelendiğinizi biliyorum ama artık anlamalısınız ki tek görevim ne sizsiniz ne de bu tesis." "Her geldiğinde başına bela açmış olarak geliyorsun Laeith. Bir gün o bela hayatına mal olduğunda her şey için çok geç olacak." Öfkeyle arkasını döndü ve gitmeye hazırlandı, hızla kolunu tuttum, ela gözleri beni buldu. "Üzgünüm, dün gece olanları size önceden haber veremezdim. Ama söz veriyorum bundan sonra yapacağım her şeyden senin ve Jason'un da haberi olacak. " Güven veren bir gülümseme yolladığımda bakışları yumuşadı ve beni kendine çekti. Sıkı kolları bedenimi sarmaladığında uzun süre sonra tekrar güvende hissediyordum. "Senin için endişeleniyorum Laeith. Biz birlikte büyüdük. Seni çok iyi tanıyorum ama son zamanlarda seni hiç tanımıyormuşum gibi hissettiriyorsun. Sana bir şey olmasını istemiyorum lütfen dikkatli ol." Gülümseyerek gözlerine baktığımda öfkeli ifadesi tamamen kaybolmuş yerini şefkate bırakmıştı. Luke ve Jason birlikte büyüdüğüm arkadaştan öte dostlarımdı. Yaşadığım o yıllardan sonra ikisi de hayatıma birer güneş gibi doğmuşlardı. O zamandan beri onlardan ayrılmayı bir kez bile düşünmemiştim. Tesise birlikte girmiştik. Birlikte eğitilmiş, en zor ve en mutlu anılarımızda hep birlikte olmuştuk. Tesisteki on iki ekipten yalnızca biriydik ve açık ara en başarılı ekiptik. Başkanlar en zor görevlerin üstesinden bizim gelebileceğimizi düşünerek, emrimize bir ajan ordusu verirken yönetimi bize bırakıyorlardı. Tabii bunlar yanında başarıyı da getiriyordu. Ancak tabi ki de tesisin , bir diğer adıyla arenanın dehşete düşüren yanları da vardı. Ekipler birbirleriyle kıyasıya mücadele içindeydi, bu mücadele çoğu zaman ölümle sonuçlanırdı. Zor eğitimler ve zor yarışlar vardı. Her ekibin lideri, ekip üyelerinin başına gelen olaylardan sorumluydu ve genellikle cezayı ekip liderleri çekerdi. Son zamanlarda bizim ekibimize karşı büyük bir ittifaklaşma oluşmuştu, çünkü herkes farkındaydı ki uzun süredir bize önemli görevler verilmiyor, bu da başarı oranımızı günden güne düşürüyordu. Ancak bu benim umrumda değildi. Genellikle verilen görev neyse sorgulamadan yapar, kalan zamanlarımda ki bu zamanlar çoğunlukla geceleri olurdu, geçmişimin izlerini silmek için boyumdan büyük işlere bulaşırdım. Dün gece ki olaylar gibi. Çocukluğumun kara lekelerini ortadan kaldırmak benim için yeterince yıkıcı ve zorluyken , Luke ve Jason'u tabi ki de bunlara karıştıramazdım. Pekala biliyorlardı ancak geçmişime duydukları saygı , onların olayları üstelememelerini sağlıyordu. Yani, genellikle. Hava ikimizi de yeterince üşüttüğünde birlikte içeriye doğru adımladık. Teras direkt kafeye ve restoranların bulunduğu bölüme açılıyordu ve on ikinci kattaydı. "Bir şeyler atıştırmak ister misin? " Luke dünki olayları irdelememeye çalışıyordu. Kendince bana yardım etmeye çalışıyordu. Bunu genellikle yersiz esprileri ve kötü göründüğünü düşündüğü kişilere yemek yemek isteyip istememelerini sorarak yapardı. Demekki o kadar da iyi görünmüyordum. "Hayır, aç değilim. Kahve alsam yeter. Zaten bir saate eğitimler başlıyor. Sen spor salonuna git gecikme istersen. Gelirim ben." Gözlerinde kararsız bir ifade belirdi. Beni yalnız bırakmak istemiyordu. "Çok bekletme, biliyorsun antrenman için sağlam bir dövüş arkadaşına ihtiyacım var. Diğerleri çok çabuk pes ediyor da." Sözleriyle yüzümde ufak bir tebessüm oluştu. "Sen pes ediyor olmayasın." Evet aslında etmiyordu ancak onunla uğraşmak benim için bir öncelikti. Güçlü bir kahkaha kopardıktan sonra cevap verdi. "Pes etmek mi? Ben mi? Resmen zıt iki kelime. Bir dahaki maçımı izle ve gör, tabii rakibim olursan benim için daha zevkli olur." "Beni yenebileceğini zannediyorsan, yanılıyorsun Luke. En sonki dövüşümüzü hatırlamak istemezsin sanıyorum." Meydan okurcasına söylediğim cümleler keyfini bozarken benimkini yükseltti. "Hile yapmıştın güzelim. Bacağındaki kocaman bıçakla üzerime geldiğin için, kaçmaya çalışmam normal değil miydi sence de?" Cümlenin sonlarına doğru sırıtmaya başlamıştı. "Bıçağı kullanmayacaktım, seni korkak. Kediden kaçan fare gibi salonu birbirine kattın." Sonunda dilimi çıkarıp sinirlerini bozmayı başarmıştım. Cevabını dinlemeden kahve almaya doğru gittiğimde arkamdan bağırdığını duydum. "Seni cadı!" Evet, bana böyle seslenmekten hoşlandığını biliyordum. Kahvemi yudumlayarak odamıza doğru yola koyuldum. Otel odası gibiydi ancak her odanın içinde üç, dört veya beş tane daha oda olurdu. Yani üçümüzün ortak bir salonu vardı. Bizim salonumuzun ise beş odası vardı, en güzel salonlardan biriydi. Kartımı çıkarıp salonun kapısını açtım, kahvemi kenara koyarak ceketimi çıkarttım ve nereye gittiğini umursamadan fırlattım. Odamın içindeki duşakabine girdim. Soğuk ve rahatlatıcı kısa bir duşun ardından, beyaz ve eskimiş dolabımdan bir kot pantolon ve bir tişört aldım. Sonunda hazır olduğumda sadece yarım saat geçmişti. Kartımı ve telefonumu alarak hızla salondan çıktım. Spor salonuna vardığımda yüzüme çarpan ter ve kan kokusu, yüzümü buruşturmama neden olurken salonda neredeyse tüm ekiplerin olduğunu fark ettim. Yavaş adımlarla bizimkileri bulmaya giderken arkamdan birinin kolumdan çektiğini fark ettim. Arkamı döndüğümde onun sekizinci ekibin lideri Vales olduğunu fark ettim. Vales'ten pek hoşlanmazdım ancak bu kalabalığın nedenini anlayabileceğimi fark ettiğimde yüzümü tamamen ona çevirdim. Soluk bakışları beni bulduğunda canlanır gibi oldu. "Ne istiyorsun Vales?" Gözlerine alaycı bir ifade oturduğunda konuşmadan memnun kalmayacağımı fark ettim. "Laeith, nasılsın?" Alay ettiği besbelliydi ancak ne hakkında konuştuğunu anlayamıyordum. Daha sert bir şekilde sordum. "Ne istiyorsun Vales?" "Ah, sadece üzgün olduğumu söylemek için gelmiştim. Aramızdan senin gibi bir liderin ayrılması, gerçekten beni derinden etkiledi." Yüzündeki sahte hüzün, sözleriyle uyum sağlamıştı. Beni meraklandırırken hala neler olduğunu algılamaya çalışıyordum. Tiksinir gibi bir ifadeyle sordum. "Ne saçmalıyorsun?" Sözlerime sadece ufak bir kahkaha attığında cevap veremeden Jason geldi ve beni ondan uzaklaştırdı. "Neler oluyor Jason, bu kalabalığın nedeni ne?" "Bilmiyorum Laeith, etrafta türlü dedikodular dönüyor. " Şaşkınca sordum. "Ne dedikoduları?" Çok geçmeden yanımızdan geçen insanların konuşmaları kulağıma gelmeye başlamıştı. Bir kadın gözüme takıldı. Gülüyordu. Sanırım üçüncü ekipten olmalıydı. "Adı dillere destan liderin pabucu dama atılmış." Başka biri daha görüş açıma girdi. "Yıllar süren saltanat son buldu sonunda." İnsanların sözlerine bir anlam veremezken Jason'a döndüm. "Benim hakkımda mı konuşuyorlar?" Sıkıntıyla sorduğum bu soruyla çenesini sıktı. "Sadece senin hakkında değil." Ne demek istediğini anlayamazken Luke yanımıza ulaştı. Endişeli görünüyordu. "Herkesi davet salonuna çağırıyorlar. Başkanın emriymiş." Sözleriyle gözlerim etrafı taramaya başladı. İnsanlar endişeli görünmüyordu. Bu beni daha da gererken davet salonuna doğru yola koyulduk. Tüm kalabalıkla beraber giderken Jason ve Luke kendi aralarında konuşuyorlardı. Bense sessizce insanları dinlemeye çalışıyordum. Çoğu arada dönüp bize bakıyorlardı. İçimden sorun olmamasını, insanların boş dedikodular döndürmesini dilerken salona varmıştık. Devasa büyüklükte olan altın renkli salon bizim gelişimizle dolmuştu. Salonun ortasında büyük bir sahne vardı. Burada bazen konser verilirdi, partiler, davetler ve yılbaşı kutlamaları da olurdu. Ancak bu gelişimizin hiç biriyle alakası yoktu. Sahne henüz boştu, etraf kalabalıktı ve ben olanlara bir anlam vermeye çalışıyordum. Beynim etrafta bir tehlike olup olmadığını kontrol ediyordu. Eğer birileri bize saldırı düzenlemek istiyorsa, pekala davet salonuna hepimizi toplamak mantıklı bir hareket olurdu. Ancak hislerim tam tersini söylüyordu. Bugün kan dökülmeyecek hissi, tüm mantığımı devre dışı bırakmıştı. Birkaç dakikalık sessizliğin ardından başkan sahneye çıktı. Neler söyleyeceğini bekleyen gergin bakışlar bazen burada olmamızın mantıksız ve saçma olduğuyla alakalı eleştirilerde bulunuyordu. Sağımda Jason, solumda Luke ile birlikte sessizce başkanı izliyorduk. Bizimle , en azından benimle ilgili bir olay olduğu açıktı ancak ne kadar kötü olduğu henüz belirsizdi. Sonunda sessizliği bölen başkanın öksürmesi oldu. "Hoşgeldiniz, sayın liderler ve ekipler." İnsanlar sessizliklerini koruyorlardı. "Eminim herkes burada neden toplandığımızı merak ediyordur. Görüyorum ki bazılarınız çoktan öğrenmiş bile." Tedirgince başkanı izlerken gözlerimi Jason'a çevirdim. Korkutucu bir katilin ifadesiyle başkanı seyrediyordu. Hoş, zaten öyleydi. "Arenamız dördüncü arena. Yani toplamda dokuz arena olduğunu göz önüne alırsak, başarımızın orta seviyelerde olduğunu söyleyebiliriz. Ancak bugün birinci Arenadan bir lider konuğumuz olacak." Hafif rahatlamışken başkan sözlerine devam etti. Bu sırada fısıltılar da artıyordu. "Fakat sadece konuğumuz olmakla kalmayacak, aramızdan bir ekibin yeni lideri de olacak." Endişeyle gözlerimi Luke'a çevirdim. Bu sırada Vale'nin keyifle beni izlediğini fark ettim. Başkan devam etti. "Üst üyeler olarak, ilk kanaatimiz, en başarılı ekibimizin lideri yapmak yönündeydi. Fakat lidere haksızlık etmek istemedik." Gözleri beni buldu, beni işaret etti ve sözlerine devam etti. "Bu yüzden ilk sıradaki ekibi ve seçeceğimiz birkaç ekibi daha dağıtarak, yeni ekipler oluşturmaya ve en başta olduğu gibi, mücadelelerle yeni liderleri belirleme kararı aldık. Bu sayede başarımız tazelenecek, ve hem eğitimler hem görevler büyük ustalıkla sergilenecek." Sözleriyle şaşkınlıkla Jason ve Luke'a döndüm. Gözlerinden hüznü okuduğumda hepimiz bunun anlamını çok iyi biliyorduk. Liderler ve ekipler seçilirken yapılan mücadelelerde kan dökülürdü. Başkanın sözleri resmen birilerinin ölüm fermanıydı.
|
0% |