
O an, ikisinin de yüreğinde yeni bir ateş yandı. Özgür, gökyüzüne bakarak derin bir nefes aldı. “Peki, nereden başlayacağız?” diye sordu.
Özge gülümsedi. “Belki de her şey küçük bir adımdan ibarettir. Bir ağacı yeniden yeşertmekten, bir çocuğun gülümsemesine sebep olmaktan… Büyük değişimler küçük adımlarla başlar.”
O sırada, uzaktan bir çocuk sesi duydular. Ufak bir kız, elinde solmuş çiçeklerle yanlarına geldi. Gözlerinde masum bir hüzün vardı. “Bunlar kurudu,” dedi kız, çiçeklere bakarak. Özge diz çöküp çocuğun gözlerine baktı. “O zaman onları yeniden yeşertelim, ne dersin?” diye sordu.
Birlikte toprağa küçük çiçekler ektiler. Küçük kız, ilk defa bu kadar neşeliydi. Gözleri, yeniden doğan umutlarla ışıldadı. “Bunlar büyüdüğünde, hep hatırlayacağım,” dedi kız.
Özgür, bu anın değerini hissetti. “Belki de iz bırakmak budur,” dedi sessizce. “Birinin kalbine dokunmak. Ve o kalpte yeşeren umudu izlemek…”
Yolculukları boyunca, dokundukları her kalpte küçük tohumlar ektiler. Kimi zaman bir tebessümle, kimi zaman uzattıkları bir yardım eliyle…
Ve yolları uzundu. Karşılarına çıkan her insan, hayatlarına yeni bir hikaye kattı. Onlar, sadece yürüyen iki yolcu değildi artık; birer umut taşıyıcısıydılar. Dünyaya bir iz bırakmak için yola çıkan ve bu izlerin, kalplerde yankılanan şarkılar gibi sonsuza dek süreceğine inanan iki dost...
Gözlerinde kararlılık, yüreklerinde sevgiyle, yıldızların altında yollarına devam ettiler. Çünkü biliyorlardı ki; her küçük adım, dünyayı değiştirecek büyük bir serüvenin başlangıcıydı.
Günler, haftalar birbirini kovalarken, Özge ve Özgür’ün yolculuğu sadece fiziksel bir yürüyüş olmaktan çıkmıştı. Artık taşıdıkları umut ve iyilik, dokundukları her kalpte yankı buluyordu. Her yeni köy, her yeni insan, onlara farklı bir hikaye anlatıyordu.
Bir gün, yol kenarında yaşlı bir adamla karşılaştılar. Adam, bir ağacın altında oturmuş, uzaklara dalmıştı. Yanına yaklaştıklarında, derin düşüncelere daldığını fark ettiler. Özge nazikçe sordu: "Yardım edebileceğimiz bir şey var mı?"
Adam, hüzünlü bir gülümsemeyle başını kaldırdı. "Gençler," dedi, "Bu ağacın altında, yıllar önce oğlumla birlikte otururduk. Onunla hayaller kurardık. Ama o gittiğinden beri, burası sadece bir hatıra..."
Özgür, adamın sözlerindeki derin acıyı hissetti. "Belki de o hayalleri yeniden canlandırabiliriz," dedi. "Hayaller, tıpkı bu ağaç gibi kök salar ve büyür."
Adam, gençlerin kararlılığı karşısında duygulandı. Üçü birlikte ağacın etrafına küçük fidanlar dikmeye başladılar. Her fidan, yaşlı adamın oğlu için yeşeren yeni bir umuttu. Adamın gözlerinde, uzun zaman sonra yeniden bir ışık belirdi.
“Hayallerin hiç solmaması için, onlara su vermek gerek,” dedi Özge, yaşlı adamın elini tutarak.
O günden sonra, o küçük köyde yeni bir gelenek başladı. Her yeni doğan çocuk için bir fidan dikildi. Yıllar geçtikçe, o küçük orman, umudun ve iyiliğin sembolü oldu.
Özge ve Özgür, yollarına devam ederken bu hikayeyi anlattılar her gittikleri yerde. İnsanlar, onların izinden gitmeye başladı. Bir adım, bir çiçek, bir fidan... Küçük iyilikler, büyük değişimlere dönüşüyordu.
Ve sonunda, yorgun ama mutlu bir şekilde, ufukta yeni bir kasaba gördüler. Özgür, Özge’ye dönerek gülümsedi. “Hazır mısın? Yeni hikayeler yazmaya, yeni izler bırakmaya?”
Özge kararlılıkla başını salladı. “Her zaman.”
Yıldızlar altında yürümeye devam ettiler. Çünkü biliyorlardı ki; bu yolculuk sadece onların değil, umut taşıyan herkesin hikayesiydi. Ve bu serüven, hiçbir zaman sona ermeyecekti...
Kasabanın taş sokaklarında ilerlerken, uzaktan yükselen müzik sesleri ve çocuk kahkahaları onları karşıladı. Pazar meydanında toplanan insanlar, renkli fenerlerin altında bir araya gelmiş, neşe içinde vakit geçiriyordu. Özge ve Özgür, bu atmosferin sıcaklığına kapıldılar. Burada, yeni bir hikaye yazmak için fırsatlar onları bekliyordu.
Meydanın köşesinde, eski bir masanın başında oturan bir kadın dikkatlerini çekti. Kadın, elinde kalemiyle eski kitap sayfalarına bir şeyler yazıyordu. Özge, merakla yaklaştı ve sordu: “Ne yazıyorsunuz?”
Kadın başını kaldırıp gülümsedi. “Hikayeler... Bu kasabada olanları, insanların umutlarını ve hayallerini kayda geçiriyorum. Herkesin bir hikayesi var ve ben bunları unutmamak için yazıyorum.”
Özgür heyecanla atıldı: “Biz de yolculuğumuz boyunca birçok hikaye biriktirdik. Belki sizinle paylaşabiliriz?”
Kadının gözleri parladı. “O zaman başlayalım,” dedi. Masanın etrafına toplanan insanlar, sessizce dinlemeye koyuldu. Özge ve Özgür, yaşlı adamın oğlu için diktikleri fidandan, kurak köyde umutla yeşeren topraktan, küçücük adımların nasıl büyük değişimlere dönüştüğünden bahsettiler.
Anlatılar ilerledikçe, meydandaki insanların gözlerinde farklı duygular parladı: umut, sevgi, belki de kaybettikleri inançları bulmanın sevinci… Her hikaye bir başka hikayeyi doğurdu. İnsanlar kendi anılarını anlatmaya başladı. Herkesin kalbinde, paylaştıkça büyüyen bir ışık yandı.
O gece kasaba, sadece bir hikaye dinletisine değil, bir dönüşüme tanıklık etti. İnsanlar, birlikte olmanın, paylaşmanın gücünü yeniden hatırladı. Kasabanın meydanında küçük bir fidan dikildi; bu, kasabanın umudu simgeleyecek yeni bir başlangıçtı. O fidana, “Umut Ağacı” adını verdiler.
Özge, fidanın toprağını elleriyle düzeltirken Özgür’e döndü. “Görüyor musun? Bıraktığımız izler, dalga dalga yayılıyor.”
Özgür, gökyüzündeki yıldızlara baktı. “Bu daha başlangıç. Bu hikayeler, dilden dile, kalpten kalbe aktar
Kasabanın taş sokaklarında ilerlerken, uzaktan yükselen müzik sesleri ve çocuk kahkahaları onları karşıladı. Pazar meydanında toplanan insanlar, renkli fenerlerin altında bir araya gelmiş, neşe içinde vakit geçiriyordu. Özge ve Özgür, bu atmosferin sıcaklığına kapıldılar. Burada, yeni bir hikaye yazmak için fırsatlar onları bekliyordu.
Meydanın köşesinde, eski bir masanın başında oturan bir kadın dikkatlerini çekti. Kadın, elinde kalemiyle eski kitap sayfalarına bir şeyler yazıyordu. Özge, merakla yaklaştı ve sordu: “Ne yazıyorsunuz?”
Kadın başını kaldırıp gülümsedi. “Hikayeler... Bu kasabada olanları, insanların umutlarını ve hayallerini kayda geçiriyorum. Herkesin bir hikayesi var ve ben bunları unutmamak için yazıyorum.”
Özgür heyecanla atıldı: “Biz de yolculuğumuz boyunca birçok hikaye biriktirdik. Belki sizinle paylaşabiliriz?”
Kadının gözleri parladı. “O zaman başlayalım,” dedi. Masanın etrafına toplanan insanlar, sessizce dinlemeye koyuldu. Özge ve Özgür, yaşlı adamın oğlu için diktikleri fidandan, kurak köyde umutla yeşeren topraktan, küçücük adımların nasıl büyük değişimlere dönüştüğünden bahsettiler.
Anlatılar ilerledikçe, meydandaki insanların gözlerinde farklı duygular parladı: umut, sevgi, belki de kaybettikleri inançları bulmanın sevinci… Her hikaye bir başka hikayeyi doğurdu. İnsanlar kendi anılarını anlatmaya başladı. Herkesin kalbinde, paylaştıkça büyüyen bir ışık yandı.
O gece kasaba, sadece bir hikaye dinletisine değil, bir dönüşüme tanıklık etti. İnsanlar, birlikte olmanın, paylaşmanın gücünü yeniden hatırladı. Kasabanın meydanında küçük bir fidan dikildi; bu, kasabanın umudu simgeleyecek yeni bir başlangıçtı. O fidana, “Umut Ağacı” adını verdiler.
Özge, fidanın toprağını elleriyle düzeltirken Özgür’e döndü. “Görüyor musun? Bıraktığımız izler, dalga dalga yayılıyor.”
Özgür, gökyüzündeki yıldızlara baktı. “Bu daha başlangıç. Bu hikayeler, dilden dile, kalpten kalbe aktarılacak. Herkes kendi yolculuğunda bir iz bırakmaya devam edecek.”
Ve yine yollarına koyuldular, yıldızların altında, ay ışığının rehberliğinde… Onların hikayesi artık sadece kendilerinin değil, karşılaştıkları her insanın, dokundukları her kalbin bir parçası olmuştu. Her adımda, dünyayı değiştirecek yeni bir umut taşıdılar. Çünkü biliyorlardı ki, en küçük iyilik bile, bir gün koca bir dünyayı değiştirebilirdi.
Kasabadan ayrıldıktan sonra, yürüdükleri yol giderek daha sessiz ve ıssız bir hale büründü. Rüzgar hafifçe esiyor, dallar fısıltılarla onlara eşlik ediyordu. Bu kez, önlerinde ne olduğunu bilmedikleri bir yol vardı. Ancak Özge ve Özgür, artık bu bilinmezlikten korkmuyordu; her yeni yol, yeni bir umut demekti.
Ufukta küçük bir köprü göründü. Köprünün ahşapları eskimiş, altından akan dere kurumuştu. Köprünün başında duran genç bir adam, başı önünde sessizce bekliyordu. Özge, dikkatle yaklaşarak sordu: “Merhaba, burada ne yapıyorsun?”
Genç adam başını kaldırdı, gözlerinde derin bir hüzün vardı. “Bu köprü… Eskiden burada, suyun sesiyle huzur bulurdum. Ama dere kuruduğundan beri, burası sessiz. Sanki benim içimde de bir şeyler kurudu. Artık hiçbir şeyin değişeceğine inanmıyorum.”
Özgür, adamın bu umutsuzluğuna dokunmak istercesine bir adım attı. “Belki suyu geri getiremeyiz, ama bu köprüden yeniden umut geçirebiliriz. Burası, yeniliklerin başladığı bir yer olabilir.”
Genç adam şaşkınlıkla baktı. “Nasıl?”
Özge gülümsedi. “Bazen fiziksel değişimden önce kalpler değişir. Gel, burayı birlikte dönüştürelim. Birlikte bir iz bırakalım.”
Hep beraber köprüyü onarmaya başladılar. Ahşapları değiştirdiler, korkulukları boyadılar. Köprünün her köşesine renkli kumaşlar bağlayarak dilekler astılar. Köprünün ortasına küçük taşlar yerleştirdiler ve her taşın üzerine bir kelime yazdılar: Umut, Sevgi, Cesaret, İnanç… Köprü artık sessiz bir geçit değil, bir ilham yolu olmuştu.
Son taş yerleştirildiğinde, genç adamın gözlerinde bir ışık belirdi. “Bu köprü… Artık sadece iki yakayı değil, insanların kalplerini de birbirine bağlayacak.”
O günden sonra, bu köprü “Umut Köprüsü” olarak anılmaya başlandı. İnsanlar buraya gelip dileklerde bulundu, hayatlarında yeni başlangıçlar yaptı. Her geçen gün, köprünün üstünden daha fazla hikaye geçti.
Özge ve Özgür, yola devam ederken arkalarında bir iz daha bıraktıklarını hissettiler. Artık her adımda, birlikte attıkları bu adımların yankılarını duyar gibi oluyorlardı. Yollar uzun, hikayeler sonsuzdu. Ama biliyorlardı ki; her dokundukları kalpte, bıraktıkları küçük bir iz, büyük bir değişimin başlangıcı oluyordu.
Yürümeye devam ettiler, ay ışığının rehberliğinde... Her adımda, yeni bir hikaye yazılmak için onları bekliyordu. Çünkü bu yolculuk, sadece iki insanın değil, kalplerinde umut taşıyan herkesin serüveniydi. Ve o serüven, sonsuz bir iyiliğin melodisiyle yankılanmaya devam edecekti.
Yollarına devam ederken, gün batımı ufku turuncuya boyamıştı. Gökyüzü, onlara yeni maceraların habercisi gibi görünüyordu. Özge ve Özgür, vadinin ötesinde ışıkların titrediği başka bir kasabaya yaklaşıyorlardı. Bu kasaba, önceki duraklarından farklıydı; daha kalabalık, daha hareketliydi. Sokaklar cıvıl cıvıl insanlarla doluydu, ama garip bir şekilde yüzlerde derin bir yorgunluk seziliyordu.
Kasabanın girişinde bir kadın, bir duvarın önünde oturmuş, insanların gelip geçmesini izliyordu. Duvarın üzerine büyük harflerle “Kendini Bul” yazılmıştı. Kadın, Özge ve Özgür’e dönerek, “Bu duvarı görüyor musunuz? Buraya herkes bir şey yazıyor; hayallerini, kaygılarını, umutlarını… Ama çoğu kişi yazdıktan sonra unutup gidiyor,” dedi.
Özge, duvara dokunarak, “Belki de insanlar buraya yazdıklarında, birinin onları okumasını ve anlamasını istiyor,” diye düşündü.
Özgür, kadına dönerek, “Ne yazarsak yazalım, kalplerimize dokunmayan hiçbir kelime kalıcı olmaz. Belki buradan bir adım atarak, bu insanlara dokunabiliriz.”
Kadın, merakla sordu: “Nasıl bir adım?”
Özge gülümsedi. “Bir hikaye başlatmalıyız. Herkesin kalbine dokunacak bir şey. Bu duvar, insanların sadece yazıp geçtiği bir yer olmamalı; birbirlerine seslendikleri, paylaştıkları bir alan olmalı.”
O gece, Özge, Özgür ve kasaba halkı, duvarı birlikte yeniden boyadı. Renkli, canlı çizimler ve hikayelerle doldurdular. Herkes, kendi hayatından bir anı, bir ders veya bir umut mesajı ekledi. Duvar, sessiz bir yüzey olmaktan çıkıp, kalpleri birleştiren bir hikaye kitabına dönüştü.
Ertesi gün, insanlar duvarın önünden geçerken durup okumaya başladılar. Kimisi bir mesajın altında durup düşündü, kimisi yazılanlardan ilham aldı. Kasabada bir değişim başlamıştı; insanlar birbirleriyle daha çok konuşuyor, daha çok dinliyorlardı.
Özge, duvarın önünde durup fısıldadı: “Bir iz bırakmak… İşte bu.”
Özgür, ekledi: “Ve bu iz, yayıldıkça büyüyor. Her hikaye, bir diğerine köprü oluyor.”
Gözlerinde umut, kalplerinde inançla yollarına devam ettiler. Çünkü biliyorlardı ki; dokundukları her kalp, anlattıkları her hikaye, dünyayı değiştiren izlerin başlangıcıydı. Ve bu serüven, yıldızların altında, her adımda yeni bir umut yeşertmeye devam edecekti.
Günler ilerledikçe, Özge ve Özgür’ün yolculuğu daha da derinleşti. Artık karşılaştıkları her insan, onlara yeni bir ders, yeni bir hikaye öğretiyordu. Bir sabah, sisler içinde kaybolmuş bir ormana vardılar. Ağaçlar sık, yollar belirsizdi. Sessizlik, sadece kuşların ve rüzgarın sesleriyle bölünüyordu.
Özge, etrafa bakarak, “Burada bir şey var,” dedi fısıldayarak. “Sanki bu orman, bir sır saklıyor.”
Yavaş adımlarla ilerlediler. Bir süre sonra, küçük bir kulübenin ışığını fark ettiler. Kapı aralığından içeride yaşlı bir adamın kitap okuduğunu gördüler. Kapıyı tıklatıp içeri girdiler. Adam başını kaldırdı ve gülümseyerek, “Uzun zamandır yolcular bu ormana uğramıyordu,” dedi. “Hoş geldiniz.”
Özgür, “Bu orman neden bu kadar sessiz? Sanki zaman burada duruyor gibi,” diye sordu.
Yaşlı adam, kitabını kapatarak, “Çünkü burası, arayışta olanların buluşma noktasıdır,” dedi. “Kim buraya gelirse, kendi içindeki yolu bulur. Ama çoğu, bu sessizliği duymazdan gelir.”
Özge, merakla, “Burada ne bulmalıyız?” diye sordu.
Adam, pencerenin önündeki tozlu aynayı işaret etti. “Kendinizi. En büyük yolculuk, kendi kalbine yapılan yolculuktur. Siz dışarıdaki dünyada izler bırakıyorsunuz ama buraya gelen, kendi izini bulmak zorunda.”
Sessizlik çöktü. Özge ve Özgür aynaya yaklaştı. Yansımalarda yüzleri vardı, ama aynı zamanda yolculuk boyunca karşılaştıkları insanların hikayeleri de bu yansımada beliriyordu. Özge, derin bir nefes aldı. “Gerçek iz, başkalarının kalbine dokunduğun kadar, kendi kalbine dokunmak,” dedi.
Özgür, gözleri dolarak, “Yol boyunca topladığımız her hikaye, bizim de parçamız olmuş. Dışarıda bıraktığımız izler, aslında içimizde bir yol çizmiş.”
Yaşlı adam başını salladı. “Gerçek değişim, insanın önce kendi içinde başlar. Kalbindeki iyiliği keşfettiğinde, dünyaya o iyilikle dokunursun.”
Ormandan ayrılırken, içlerinde daha büyük bir huzur ve kararlılık vardı. Bu yolculuk artık sadece dünyayı değiştirmekle değil, kendi içlerindeki yolculukla da ilgiliydi. Her adım, hem dünyaya hem de kendi ruhlarına bıraktıkları bir izdi.
Yine yıldızların altında yürüdüler. Önlerinde yeni yollar, yeni insanlar ve yeni hikayeler vardı. Özge fısıldadı: “Gerçek yolculuk şimdi başlıyor. Her kalpte yeni bir iz bırakmak için…”
Özgür gülümsedi. “Ve her iz, sonsuz bir serüvenin parçası olacak.”
Ay ışığı onları izlerken, yolculukları, hiç bitmeyecek bir hikayeye dönüşüyordu.
Özge ve Özgür, ormandan çıktıklarında güneş yeni doğmuştu. Ufuk, altın sarısına boyanmış, gökyüzü yeni bir günün müjdesini veriyordu. Yolları, bu kez küçük bir tepenin zirvesine çıkıyordu. Zirveye vardıklarında, uzakta geniş bir ova gördüler. Ovanın ortasında, eski taşlardan yapılmış, yıkılmaya yüz tutmuş bir köy vardı.
Sessizce köye doğru yürüdüler. Köyde ne bir insan ne de bir ses vardı. Evler terkedilmiş, sokaklar boştu. Sanki zaman burada donmuştu. Ama Özge, bu sessizliğin ardında gizli bir hikaye olduğunu hissetti.
Özgür, köy meydanındaki eski bir kuyuya yaklaştı. Kuyunun kenarında soluk taşlarla yazılmış bir cümle gördü: “Umutsuzluk, terkedilmiş bir köy gibidir. Ama umut, her şeyi yeniden inşa edebilir.”
O anda, köyün sessizliğini bozan bir ses duydular. Bir çocuk sesi… Peşinden koştular ve bir duvarın arkasına saklanmış küçük bir çocuk buldular. Gözleri korku doluydu, ama aynı zamanda meraklıydı. Özge yumuşak bir sesle yaklaştı: “Merhaba, burada ne yapıyorsun?”
Çocuk, tereddütle cevap verdi: “Burası benim köyüm. Eskiden burada çok insan yaşardı. Ama herkes gitti. Umut kalmadı.”
Özgür, çocuğun sözlerinden etkilendi. Diz çökerek, “Peki ya biz birlikte yeniden inşa edersek? Umudu geri getirirsek?” diye sordu.
Çocuğun gözleri parladı. “Gerçekten yapabilir miyiz?”
O an, Özge ve Özgür’ün kalplerinde yeni bir kıvılcım doğdu. Küçük adımlarla başladılar; yıkık duvarları onardılar, terkedilmiş bahçelere tohumlar ektiler. Çocuk da onlara katıldı. Günler geçtikçe, köye uğrayan diğer yolcular ve eski köy sakinleri de bu yeniden inşa hareketine dahil oldu.
Bir gün, köy meydanında büyük bir fidan diktiler. Etrafında toplanan insanlar, uzun zamandır unuttukları bir şeyi hatırladılar: Birlikte olmanın gücünü. O küçük çocuk, fidanın başında durarak, “Bu ağaç, bizim umudumuz olsun. Büyüdükçe köyümüz de yeniden büyüyecek,” dedi.
Özge ve Özgür, köyden ayrılırken, arkalarında yeniden doğan bir köy bıraktıklarını biliyorlardı. Artık o terkedilmiş köy, yaşamla dolmuştu. Bir iz bırakmışlardı ve bu iz, dalga dalga yayılarak, diğerlerine de ilham verecekti.
Yollarına devam ederken, Özge usulca fısıldadı: “Her terk edilmiş kalpte, yeniden yeşerecek bir umut var. Yeter ki birileri o ilk tohumu eksin.”
Özgür, uzaklara bakarak ekledi: “Ve bu tohumlar büyüdükçe, dünya yeniden inşa olacak.”
Ay ışığı yollarını aydınlatırken, biliyorlardı ki; yolculukları bitmemişti. Her adım, her dokunuş, dünyada yeni bir iz bırakmak içindi. Ve bu hikaye, onların değil, dokundukları her kalbin hikayesi olmaya devam edecekti...
Özge ve Özgür, yola devam ederken karşılarına çıkan her manzara, onlara yeni bir hikayenin kapısını aralıyordu. Gün batımının kızıllığında yürürken, önlerinde geniş bir vadi uzanıyordu. Vadinin ortasında, taşlardan yapılmış, büyük bir anıt yükseliyordu. Anıtın yüzeyine kazınmış sözler, zamanın ve insanların dokunuşuyla aşınmıştı.
Yaklaştıklarında, anıtın çevresinde toplanmış bir grup insan gördüler. Çeşitli yaşlardan oluşan bu grup, sanki anıtın etrafında bir şeyleri bekliyordu. Yaşlı bir kadın, ellerini anıta dokunarak dua ediyordu. Bir genç adam ise taşların üzerinde oturmuş, elinde tuttuğu eski bir deftere notlar alıyordu.
Özge, merakla kalabalığa yaklaşarak sordu:
“Bu anıtın önünde neden toplandınız?”
Yaşlı kadın, derin bir nefes alarak başını kaldırdı:
“Bu anıt, kaybolan umutların ve yarım kalan hayallerin sembolü. Buraya her yıl gelerek, kaybettiklerimizi ve unuttuklarımızı anıyoruz. Ama her yıl buraya geldiğimizde, bir şeyler eksik kalıyor. Umutları yeniden yeşertecek bir şeyler...”
Özgür, kalabalığa bakarak, “Belki de bu anıt, sadece geçmişi hatırlamak için değil, geleceği inşa etmek için de bir yer olmalı,” dedi.
Genç adam, defterini kapatarak, “Ne demek istiyorsunuz?” diye sordu.
Özge gülümsedi:
“Birlikte, bu anıtın etrafında yeni bir hikaye başlatabiliriz. Kaybolan umutları anmak yerine, yeniden inşa edeceğimiz hayaller için söz verebiliriz. Burayı bir başlangıç noktası yapabiliriz.”
Kalabalıktan mırıltılar yükseldi. İnsanlar birbirlerine bakarak, bu fikri anlamaya çalıştılar. Bir süre sessizlik oldu, sonra yaşlı kadın elini kaldırarak, “Birlikte ne yapmamız gerektiğini biliyoruz. Sadece harekete geçmemiz lazım,” dedi.
Hep birlikte, anıtın etrafındaki boş alanda küçük taşlar toplamaya başladılar. Her taşın üzerine bir kelime yazdılar: Umut, sevgi, dayanışma, cesaret... Taşları anıtın etrafına daire şeklinde yerleştirdiler. Bu taşlar, sadece süs değil, birer söz, birer taahhüt olmuştu.
Genç adam, elindeki defteri anıtın ayak ucuna yerleştirerek, “Bu defter, buraya gelen herkesin hikayesini yazması için burada kalacak. Her hikaye, bir diğerine umut olacak,” dedi.
O günden sonra, bu vadi, sad
ece bir anma yeri değil, yeni başlangıçların ve hayallerin tohumlarının atıldığı bir yer oldu. Her yıl, insanlar buraya gelip kendi umut taşlarını eklediler, hikayelerini paylaştılar
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |