Yeni Üyelik
2.
Bölüm

☾ Pişmanlığın Soğuk Gölgesi ☽

@lunariseylem

İçimden taşıp giden öfkemin derin sonuçlarını düşünüyorum. Dönüştüğüm kişiyi. Yaptığımın giderini ve bana döneceği karmayı merak ediyorum. Bu ben miyim? Yoksa basit bir öfkemi?

Bilmiyorum. Ben... Gerçekten hiçbir şeyi bilmiyorum. O kadar tutarsız davranıyorum ki anlayamıyorum. Düşüncelerimin beni rahatsız edişini, kontrol edemediğim güdüyü bastıramıyorum. Pişman mıydım? Olması gereken sonuç bu muydu?

Daha sakin bir tepki gösteremez miydim? Hayır. Hayır sadece bu kendimi rahatlatmak için düşündüğüm aklama. Hepsi ama hepsi yaptıklarımı hakettiler. Son damlasına kadar.

Hatırlasana küçük ben! Hatırla yediğin dayakları ve annenin donuk bakışlarını.

Sen ona yardım çığlığı atarken içeri girip kapıyı ardına kapatışını! Ses tellerin çatlayana kadar bağırdığını, sana edilen onca hakaretin ona övgüyle yollanışını hatırla! Güçlerini keşfederken sana gönderilen kinayeli bakışları hatırla! Yaptığın her şeyin iyi veya kötü sorgulanışını hatırla!

Onlardı ait edilemeyişin ve onlardı seni paramparça edenler. Seni her gün öldürdüler küçük ben! Ve ben buna izin verdim...

Boynuna urgan bağlanacak bir kişide benim. Ne kadar acı bir gerçek ki ben gerçekten de deliyim.

Gece. Karanlığın annesi. Benim yuvam, var oluşum. Ben sana da sığamadım. Tıpkı hiçbir şeye sığamayışım gibi. Elimi nereye atsam kırılıp dökülüyor, sahip olamıyorum bir şeye. Birine ağır gelir mi yüreği? Aldığı nefes acıtır mı ciğerlerini? Göğüs kafesine oturur mu bir yük?

Yüreğim ağır geliyor küçük ben. Nefesim yakıyor ciğerimi. Göğüsüm de bir yük var kalkmıyor. Ben... Ben ne olursa olsun yapmamalıydım. Ne kadar sinirli olsam da onca canı almamalıydım. Onlar gibi oldum küçük ben.

Pislik, aşağılık, kalpsiz.

Aykatun'dan ayrılalı 1 hafta oluyor. Sık sık düşünüyorum onu. Umarım uyarımı dikkate almıştır çünkü zarar görmesini istemiyorum. Buranın yabancısı bilmiyor bir şeyi. Ama yanında da gidemezdim. Bilirsiniz öğrenmeyi en iyi deneyimle öğrenirsiniz. Yanında olup şundan şu oluyor, bunda bu deseydim bir yere kadar öğrenirdi. Tecrübeden çok bilgiye dayanırdı.

Gerçi beni yanında ister miydi bilmiyorum. Biraz yabani bir kız. Onu suçlayamam geldiği yerde bu öğretilmiş ve böyle olmak zorunda kalmış. Ve gördüğüm görü, gelmemem için en büyük işaretti. Sonuçta mühürlenecekti.

Mühür.

Kurtların kutsalı, benim imkansız bulduğum mühür. İki ruhu birbirine eş kılan, bu olağanüstü aşkı mühürlü kılan imkansız mühür... Eskiden efsanelerini dinlerken heyecanlandığım şimdi ise safsata olarak gördüğüm mühür.

Bu diyarın en saygı duyulan öznesi ne diye soracak olsanız herkesin dudaklarından çıkacak şey kesinlikle mühürdü. Kurtlara özel olan bir bağ, bir ritüeldi. Bir kurt mühürlenince yapamayacağı şey yoktu. Aşkı için her şeyi ama akla gelebilecek her şeyi yapardı. Ruhunu tamamlayan eşi için de geçerliydi bu.

Bir ömür boyu sırtını korkmadan dayayabileceğin bir dağ olurdu. Birbirinizin hislerini hisseder, aynı acıyı çekerdiniz. İyiydi hoştu ama onu özel kılan bu değildi. Onu özel kılan şey mühürlülerden birinin ölümü demek ötekinin ölümü demekti.

İki eşten biri ölürse eğer diğeri de ölürdü. Mühür buydu işte. Ölüme bile beraber gitmekti. Aynı acıyı tatmak, aynı savaşı vermekti. Ne kadar da mucizeviydi. Çok hoş çok sevimli. Tıpkı karanlık gökyüzünde pırıl pırıl parlayan dolunay'ı izlemek gibi. Esen hafif rüzgarın tenine değip geçmesi gibi.

Ne kadar da üzücüydü mühürün nasıl hissettirdiğini bilememek. Karşında ki kişiyi koşulsuzca sevmek ve onunla ölmek. Ben yaşar mıydım bilmiyorum ama beni sevecek birinin olacağını düşünmüyordum.

Kızlar annelerinin kaderini yaşarlar.

Ben, kolera'nın kaderinin izlerini taşıyacak en ufak bir şey istemiyorum. Tanrım! Beni duyduğunu biliyorum. Hakkımda ne varsa, anlıma yazdığın her kimse ve neyse onu bana nasip et. Ben kötü biri değilim, bunu en iyi sen biliyorsun. Kalbimi, içimi sen biliyorsun. Eğer yaptıysam kötü bir şey ya istediğimden ya da hazmedemediğimden.

"Merhaba." Cılız bir sesin düşüncelerimden çekip almasına şükrederek yanımda duran küçük kıza baktım. Sarı kirli saçları parlak mavilerine ne de çok yakışıyordu.

"Merhaba." Gülümseyerek kurduğum cümleye ellerini arkasından birleştirip sallanarak karşılık verdi. O çok sevimliydi.

"Annemi iyileştirdiğin için teşekkür ederim." Arkasından birleştirdiği ellerini bana uzatıp bir çiçek verdi. Gözlerinden geçen parıltı yüreğimi sıcacık yaptı. Dişlerini gösterecek kadar içten gülümsediğin de yanağından bir makas aldım. Başını yana eğerek gülümsemesine devam etti.

Çiçeğini alarak burnuna götürüp kokusunu içime çektim. Ardından kuruyacağını bilmeme rağmen keseme koydum. Bu benim ilk çiçeğimdi ve bu tatlı çocuğun avuçlarından çıkması anlamlıydı. Dolayısıyla onu yanımda taşımak büyük bir onurdu.

"Teşekkür ederim." Dedim küçük ellerinden tutup kendime çekerken. Utandığı ama buna rağmen mutlu olduğu belliydi. Yavaş yavaş bana sokulup sarıldı. Küçük bedenini sarıp sarmaladığım da yaşamayı ve bu duyguyu deneyimlemek için ne kadar isteyip istemediğimi düşündüm.

Birbirimizden ayrıldığımız da ondan birkaç yaş büyük olan ablası yanına çağırdı. Koşarak ona gittiğinde gözlerime minnetle baktı. Gülümsemekle yetindim ve onları anneleri ile başbaşa bıraktım. Hastalığı öncekilerine göre daha hafiflemişti. Tamamen iyileşmesi biraz zaman alacak olsa da eskiye nazaran daha iyi olacaktı.

Oturduğum kütükten kalkıp yolun beni götüreceği bir diğer rastlantıya yürüdüm. Yardıma ihtiyacı olanlara elimden geldiğince yardım ediyor, yeni şeyler öğreniyordum. Ne olduğumu veya kim olduğumu umursamadan beni aralarına alıyorlardı. Kırsal kesimi seviyordum. Aradığım sessizliği ve huzuru burada bulmuştum.

Savaş yok. Kin yok. Statü yok.

Herkes herkese yettiğince yardım ediyor, yemekler paylaşılıyor ve sevgiyle günü bitiriyorlardı. Biz orada birbirimizi yerken yaşadıklarımızı dert tasa sanırken onların yaşadıkları bin beterdi. Ne tuhaftı ki pes etmiyorlardı. Sevgi onlarda hep kazanıyordu.

Uzaklaştıkça yok olan sesler derin bir sessizliğe battı ve ormanın içinde yürümeye devam ettim. Sessiz ilerleyen yolculuğum ufak ufak tıkırtılarla bölündü ve çalıların arasında beni izleyen bir gölge gördüm. Ne zamandan beri takip ettiğini anlayamadığım gölgenin kokusu tanıdık geldi.

Gözlerini kırpmadan izleyen gölge korkutucu bir hâl alırken gözlerimiz birbirimizin arasında mekik okuyordu. Glaisting olduğunu düşünsem de olmadığı barizdi. Çoktan üzerime atlayıp ordu gibi gelmeleri gerekirken o orada durmuş beni izliyordu.

Daha fazla dayanamadım ve ona seslendim. Çünkü arada garip bir gerilim vardı ve bu beni mahvediyordu. Eğer saldıracaksa bir an önce saldırmalıydı.

"Burada üzerime atlaman gerekiyor." Sakin ama sert çıkan sesim ağzından bir homurtu çıkartmasına neden oldu. Çalıların arasında kıpırdayıp düşerken acıyla inledi.

"Hay kara sakalın şaşkın gözü! Bunu buraya kim koydu lan." Bir dakika bir dakika bu düşündüğüm şey olamaz herhalde. Onun burada ne işi vardı ya?

"Cedric?" Diye sorarcasına çalılara yöneldim. Sırt üstü yatmış ve doğrulmaya çalışan bir adet ateş cadısı ile bakışmaya başladım.

"Tayeçe? Orada öyle duracağına yardım etsene şaşkın!" İyice ona yaklaştığım da elinden tutup kaldırdım. Salak muhbirlik yapmayı bile beceremiyordu.

"Tanrı Aşkına senin burada ne işin var? Koler-" Üzerinde ki tozları temizlerken öfkeyle bağırdı. Gözlerinde oluşan değişimin fark ettiğim de elimle dudaklarıma fermuar çekiyormuş gibi yaptım.

"Sakın o bulanık ihtiyarın adını anma! Tazecik hayatımın içine s*çtı sıvadı. Gül gibi adımın yanına pezo ekletti ya pezo... İnanabiliyor musun?" Cedric annemin eski sevgilisiydi. Hani şu annemi terk eden. Ateş ve suyun cadısı Cedric.

Çoğunlukla iyi anlaşamasak da ki biz iletişim dahi kurmazdık yan yana daima gelirdik. Beni savunduğu çok olsa da anneme laf dinletememiş bu adam zamanında saygımı kazanmıştı. Bir keresinde yaramı temizlediğini ve annemle müthiş bir şekilde tartıştıklarını hatırlıyordum. Hakkımı savunan bir diğer kişiydi Cedric. Diğeri ise...bambaşkaydı yerini kimsenin dolduramayacağı kadar hem de.

Beni öldürmeye gelmediğini tamamen anladığım da ona sarıldım. Bunu beklemediğini belli eden vücudu kaskatı kesildi ve sonunda ellerini vücuduma sardı. Bir elinin saçlarımı okşadığını hissettiğim de gözlerimi kapattım. Yaşamasına çok sevinmiştim. Tanıdık bir yüz görmek çok iyi gelmişti.

"Seni gördüğüme sevindim." Ayrılıp biraz uzaklaştığım da onu inceledim. En son gördüğüm kıyafeti hâlâ üzerindeydi. Saçları uzamıştı ve sağ yanağının üzerinde ince bir çizgi vardı. Klanımdan hayatta kalan tek cadıydı. Tabi kolera'yı saymazsak.

"Bende öyle." Diye cevap verdi. Birbirimize boş gözlerle bakmaya devam ettiğimiz de yola devam ederken bana yetişti. Başta sussa da söylemesi gereken bir şey varmış gibi çırpınıp durdu.

"Çıkar artık şu ağzında ki baklayı!" Derince nefes verdi ve birkaç adım önüme geçti. Arkasına doğru ters ters yürürken göz temasını bozmayarak "Senin suçun değildi." Dedi. Başta afallayarak baksam da yarım yamalak gülümsedim. Beni rahatlatmak için yaptığını anlamıştım ama o bunu nereden biliyordu ki?

"Geç bile kaldın."

Susmaya devam ettim. Boğazım da büyüyen yumru canımı yaktı. Önümde durup çenemi tuttu. Fazla sert bakıyordu bu ondan beklemediğim bir diğer şeydi.

"Pişman olduğunu biliyorum, kafanda dönüp duran o soruları da. Ama şunu bilmelisin ki Tayeçe sana yapılanlara nazaran tepkin azdı." Beni göğüsüne çekip sırtımı okşamaya başladı. Annemi terk edip gidişinden bu yana ilk kez yanyana geliyorduk.

"Eğer yanında olmamı istersen seninle ölüme bile gelirim." Kaşlarımı çattım. Bu sözler ve bu hareketler kesinlikle ondan beklemediğim şeylerdi. Kötü biri olmadığını veya menfaati için bana yaklaşmadığını anlıyordum. Duyguları buna göre çok ilkeldi. Cedric'in bana karşı geliştirdiği duygusal bir bağ vardı. Bunu şuan daha iyi fark ediyordum.

"Bu sözlerin altında neler yattığını bilmek istiyorum." Dedim ondan ayrılırken.

"Neden bu kadar duygusala bağladın? Ve bir buçuk aydır nerelerdeydin?"

Gözlerime vahşi bir kedi gibi bakarken gülümsedi. Arkasına dönüp yürümeye başladığın da durup cevap vermesini bekledim ama o yola devam ediyordu.

"Hey!" Diye bağırışıma bile tenezzül etmedi. Ritmik bir tonda ıslık çaldığını ve ellerini ceplerine sokuşunu izledim. Yanına kadar koştuğum da omzundan tutup kendime çevirdim.

"Sana bir soru sordum Cedric!" Bakışları dalgınlaşsa da yüzünde beliren tehlikeli tebessüm bir şeylerin yolunda gitmediğini açıklıyordu.

"Annem seni çok aradı." Kolera'nın sözü geçince öfkeyle baktı. Ağzından homurdanmalar çıkarken küfür etti.

"Sana olan duygularım da bir art niyet yok Tayeçe...bundan emin olabilirsin. Ben bir abinin kardeşini sevdiği gibi seviyorum seni." Pekala cadı bölgesinden ayrıldığımdan beri duyduğum en tuhaf şey bu olabilirdi. Çünkü bilirsiniz annenizin sevgilisi (ki Cedric onu terk etti ama konumuz bu değil) sizi kardeşi gibi gördüğünü söylüyor. Yani şey tuhaf.

Söylemesi de düşüncesi de iğrenç ama o kısmen benim üvey babam oluyordu.

Ağzım açık ona baktığım da diyecek bir sözüm yoktu. Kimsenin olmadığı gibi Cedric de yoktu o yüzden böyle konuşması anlamsızdı.

"Bilmediğim bir şey mi var?" Soruma cevap vermedi. Bende bir süre sonra diretmedim. Peşimden usul usul geldiği için de 'neden geliyorsun?' diyemedim. Belli ki yanımda olma konusunda ısrarcıydı.

Aykatun hakkında konuşup konuşmamayı düşünsemde bundan vazgeçtim. Daha tam anlamıyla Cedric'in asıl niyetini anlayamadan Aykatun dan bahsetmem onu uçuruma iterdi. Eğer zaman beni yada Cedric'i yuvarlamazsa ikimizde bir şeyler paylaşabilirdik.

Saatler geçti. Cedric ile birlikte ormanın derinliklerinde kamp kurmuştuk. Hava kararmış, sadece kamp ateşinin cılız ışığı etrafımızı aydınlatıyordu. Cedric, ateşi beslerken, ben de ormanın sessizliğinde düşüncelerimle baş başa kalmıştım.

Aniden, ormanın derinliklerinden gelen hışırtılar ve sessizliği bozan adım sesleri duydum. Cedric ve ben hemen tetikteydik. Cedric çevremizi kontrol ederken, içimdeki güçleri hissetmeye başladım.

Bir anda karanlık gölgeler arasından silüetler belirmeye başladı. Düşmanlar, bizi pusuya düşürmüş gibiydiler. Kalbim hızla atıyordu, Cedric’in gözlerindeki kararlılığı fark ettim.

"Burada kal ve saklan," dedi Cedric, beni arkasına alarak. Ama ben içimdeki gücü hissediyordum ve bu kez savaşmaya hazırdım.

Düşmanlar aniden saldırıya geçti. Cedric ateş ve su gücünü kullanarak onları geri püskürtmek için çabalarken, ben de içimdeki cadı güçlerimin tekrar uyandığını hissettim. Bu, benim için ikinci bir ders olacaktı. Kendimi ve Cedric'i korumak için gücümü kullanmalıydım.

Ellerimden çıkan alevler düşmanların üzerine yayıldı, suyun dalgaları onları geri itiyordu. Bu gücü nasıl kontrol edeceğimi öğrenmeye çalışırken, Cedric’in yanında savaşıyordum.

Saldırı sona erdiğinde, düşmanlar geri çekilmişti. Cedric ve ben, ağır nefesler alarak birbirimize baktık. "İyi misin?" diye sordu Cedric, gözlerinde endişe vardı.

Başımı sallayarak gülümsedim. "Evet, iyiyim. Ama bu sadece bir başlangıç."

Cedric ile birlikte vakit kaybetmeden kampımızı toparlayıp yola koyulduk. Gece boyunca yaşadığımız saldırının ardından daha da dikkatli olmamız gerektiğini biliyorduk. Ormanın derinliklerinde ilerlerken, hem Cedric'in varlığı hem de içimdeki güç beni daha güvende hissettiriyordu.

Bir süre sonra, yorgunluğumuzun etkisiyle küçük bir dere kenarında mola verdik. Cedric, suyun kenarında durup etrafı gözlemliyordu. Ben de suyun serinliğini hissedip, düşüncelerime daldım. İçimdeki gücü kontrol edebilmek için ne yapmam gerektiğini düşünüyordum. Eğer annem yeterince ders almamı sağlamış olsaydı bu kadar zorlanmazdım. Çünkü kendi kendime öğrendiğim birkaç numarayı kontrol etmek zor oluyordu.

Bu sırada Cedric, sessizliği bozarak yanıma geldi. "Tayeçe, seninle biraz konuşmak istiyorum," dedi. Gözlerindeki ciddiyet, onun da bazı şeyleri düşündüğünü gösteriyordu. "Bu saldırılar artabilir. Senin gücünü tam anlamıyla kontrol edebilmen için daha fazla eğitime ihtiyacın var." İçimden geçenleri sanki duymuş gibi konuşmuştu. İçerlemek veya üstünlük taslamak yerine bunu seve seve kabul ettim.

Cedric'in söylediklerine hak vermemek elde değildi. Güçlerimi kontrol edebilmek, hem kendimi hem de etrafımdakileri koruyabilmem için bu önemliydi. "Haklısın Cedric, ama nasıl bir eğitim alabilirim? Bu konuda bana yardımcı olacak birini tanıyor musun?" Dedim merakla. Umarım birileri vardır diye geçirdim içimden.

Cedric, derin bir nefes alarak cevap verdi. "Evet, seni eğitebilecek biri var. Eski bir dostum, bu tür güçleri kontrol etmek konusunda ustadır. Onun yanına gitmeliyiz." Bu yeni bir yolculuk demekti. Yeni bir yolculuk ise yeni bir tehlike...

Tüm bunlara rağmen yolculuğumuzun bundan sonraki kısmı, beni daha da güçlü kılacak bir eğitim için olacaktı. Cedric'in bahsettiği bu kişiyi bulmak ve ondan eğitim almak, içimdeki gücü kontrol etmemi sağlayacaktı. Gelecekte bizi neyin beklediğini bilmiyordum, ama Cedric'in yanımda olması, bana cesaret veriyordu. Belki yaptıklarımdan sonra saçma gelecek ama etrafınız da tanıdık birinin olması bile harikaydı. Konuşmasanız, aranız da bir yakınlık olmasa bile varlığı yeteri kadar yakın ve samimiydi. Bu sanki 'benimle iletişime geçmesin ama orada da olsun." Demek gibi bir şeydi.

Yola çıktığımız da, içimde bir umut ışığı belirdi. Bu yolculuk, sadece hayatta kalmak için değil, aynı zamanda kendimi ve güçlerimi keşfetmek için de bir fırsattı. Cedric'in yanında, her şeye hazırdım.

O ve ben bundan sonra beraberdik. Gittiği yere kadar hem de...

 

Loading...
0%