@lunariseylem
|
Yalnız bir çocuktum ben. Kendimden başka sahip olabildiğim bir şey yoktu. Terk edilmiş, öteye atılmış bir ruhtum ve hep böyle olması gerektiğini düşünüyordum. Öyle ki ben annesinin kalbinde yer edememiş bir çocuktum. Böyle düşünmem çok olasıydı. Sonra bir gün Tanrı beni duydu. Sisli bir gecenin ardından onu benim karşıma çıkardı. Onu beklemek için çok gençtim ama o beni fazlasıyla beklemişti. İki yaralı ruh birbirini buldu ve aile tanımı ikisiyle var oldu. Bizimle... "Nerede olduğunu hâlâ söylemedin?" hava soğuktu. Rüzgar hafif hafif ama soğuk esiyor, kanımı iliğimi donduruyordu. O, sıradan kıyafetleriyle sanki bu durumdan memnunmuş gibi davranıyordu. Sanki hiç üşümüyormuş gibi... "Bu konuyu ertelemek istiyorum." Dedi itiraz istemeyen bir tonda. Gözlerim doldu, boğazım da yumru oluşmasına engel olamadım. "İyi de bilmeye hakkım var! Seni yıllardır görmüyorum. Bu kadar kolay olmamalı..." Arkasına döndüğün de gözlerinin dolu dolu olduğunu fark ettim. Kızarmaya başlamıştı. "Gitmek zorundaydım." Dedi gözlerimin içine baka baka. Bunu anlamaya çalıştım fakat zordu. Böyle bir anda gitmesi çok tuhaftı. Zor olduğunu hissedebiliyorum ve de zorlandığını ama birden böyle çekip gitmek, hiçbir açıklama yada not bırakmadan... Bunu kim yapardı? Saçlarına bir şeyler sürmeye başladı. Siyahtı. Simsiyah. Ne yaptığını görmek için yanına gittim. Gördüklerim bir saniyeliğine beynimi durdurdu. "Tanrım! Bu da ne?" Gözlerime bir aptala bakıyormuş gibi baktı. İşine devam etti. "Sen ne yapıyorsun ya?" Sinirlendiğini kasılan yüzünden anlamıştım ama ne yaptığını anlamıyordum. Bu neydi böyle? Kasenin içinde ki siyah sıvıya dokundum. Burnuma götürdüğüm de iğrenç kokusu midemi bulandırdı. Tadına bakmak için ağzıma götürdüğüm de elime vurdu. "Bu yenmiyor, yeterince açık değil mi?" Kafamı ard arda salladım. "O zaman bana bunun ne olduğunu açıkla!" "Boya" Dedi. anlamsızca bir parmaklarımda ki sıvıya bir de ona baktım. "Ne ne" Tahammül seviyesini zorlamışım gibi derince iç çekti. Bazen onu çok zorladığımı düşünüyordum. "Tayeçe, neden içeri gidip Cedric'i uyandırmıyorsun?" Aklıma gelen soruyla gözlerimi kısarak parmağımı salladım. "Ha bir de bu var tabi. Sen Cedric'i nerden tanıyorsun?" Soruma bir cevap vermedi. Ve belli ki vermeyecekti de. Dudaklarından çıkan sözlerle yerime mıhlandım. Bir anlamı olduğunu sanmıyordum çünkü hiç böyle bir şeyi duymamıştım. Ufak bir ışık hüzmesinden sonra yüzünde gülümseme ile bana baktı. Bir farklılık yoktu ama bunca tantana ne içindi o zaman? "Ee noldu şimdi?" Gülümsemesi yüzünde soldu. Sertçe "içeri geç ve Cedric'i uyandır." Dedi. Yüzüne karşı oflayamayacağımdan arkamı döndüm ve sinirle Cedric'in yanına gittim. Yatağa mıhlanmış ölü gibi uyuyor ve horluyordu. Yorganı hızla üzerinden çekip yakasını çekerek "Kalk lan." Dedim. İrkilerek uyandı ve bir saniyeliğine etrafını inceleyerek huzura ermiş gibi sesler çıkardı. Elimi yakasından kurtarıp sinirle bana baktı. "Adam gibi uyandıramıyor musun kızım sen?" Göz devirip dışarı işaret ettim. "Uyanmanı istedi." Ellerini yüzüne geçirip bir şeyler dedi ancak anlamadım. "Böyle mi?" Omuz silkip dışarı çıktım. Eğitimin sırası gelmişti. Tekrar dışarı çıktığım da babam kollarını arkasında birleştirmiş bizi bekliyordu. Yavaşça yanına giderken üzerime yediğim ateş topuyla sendeledim. Kesinlikle beklemiyordum. "Tetik de ol!" Ağzıma giren saçlarımı iterken "iyi de haber vermedin ki." Başını yana eğdi. "Düşman hamlesini yaparken sana ne yaptığını söylemez. Beni tanıyorsun diye gardını indirme!" Pekala o haklıydı. Kesinlikle onu tanıyorum diye gardımı indiremezdim. Canını yakmayı göze almalıydım. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Babamın önünde duruyordum, kalbim heyecanla çarpıyordu. "Hazır mısın?" diye sordu sakin bir sesle. "Her zaman," dedim kararlılıkla. Babam elini havaya kaldırdı ve aniden tekrar ateşten bir küre oluşturdu. Küre hızla bana doğru gelirken, suyu çağırdım ve bir su bariyeri yarattım. Ateş suyla buluştuğunda, buhar yükseldi ve gözlerimden bir an kayboldu. Fakat hemen toparlandım ve karşı hamleye hazırlandım. Havayı manipüle ederek rüzgarı güçlendirdim ve onu geri püskürtmeye çalıştım. Babam bir adım geri çekildi, gözlerinde onaylayıcı bir bakışla. "İyi iş," dedi ama göz açıp kapayıncaya kadar tekrar harekete geçti. Yerden yükselen taşları havada süzüldüğünü gördüm ve hemen toprağı kontrol etmeye başladım. Taşlar üzerime gelirken, bir toprak duvarı oluşturup kendimi korudum. Ancak o da aynı hızla hareket ederek duvarı yıkmayı başardı. Bu kez, ateşle taarruza geçtim. Ellerimde beliren ateş topları, hızla adamın etrafında döndü ve ona doğru ilerledi. O ise aynı hızla suyu kontrol ederek ateşi söndürdü. "Sen daha iyisini yapabilirsin," dedi meydan okurcasına. Gözlerimi kapatıp soluklanmaya başladığım da durması için elimi kaldırdım. Aldığım nefes sanki yetmiyormuş gibi geliyordu ve kalbim adeta ağzımda atıyordu. "Dinlenmem lazım" Dedim fısıltıyla Cedric yanıma koşup beni kaldırmaya çalıştı. Kollarının arasında hiç yokmuşum gibi havaya kaldırdığın da artık kucağındaydım. Yüzünde belli bir gülümseme vardı. "Harikaydın." Sesinde ki bariz heyecanla gülümsedim. Beni içeri götürdü. Yatağa bıraktığın da vücudum gevşedi. "Öğreniyorsun, zamanla daha iyisini yapacaksın." Babam Cedric'in arkasında belirdiğin de onu gururlandırdığımı biliyordum. Çünkü bunu yüzünden okuyordum. Performansı beğenmişti. Yeni yetme birine göre fena değildi. "Yiyecek bir şeyler hazırlayayım." Cedric yanımızdan ayrıldığın da bizi baş başa bırakmak için gittiğini anlamıştım. Yanıma oturması için yatağa patpatladığım da ikiletmeden oturdu. Elleri saçlarıma gittiğinde dudağı yana kıvrıldı. Ne yakışıklı bir adamdı bu böyle. "Çok çabuk büyüdün." Dedi dalgınlıkla. "Elimde büyüdün..." Ufak süslü anılara yolculuk yaptı zihnim. Bana ilk büyü öğretişine, ilk yemeğimize... Her birinde ne annem vardı ne o adam. Anılarımda babam ve ben vardım. Mutlu, huzurlu ve olduğu gibi. "Veda edecek gibi konuşuyorsun." Gözleri yüzümde gezindi. Yine cevap vermedi. Bir şey saklıyordu. Anlamıştım. Cedric, içeriden yemeğin hazır olduğunu söylediğin de ikimizde mutfağa yürüdük. Yedik içtik, eski günleri yad ettik. Sonra zihnim de bir ses yankılandı. Hırıltılı, gürültülü bir ses. Kurt kokusu alıyorum İrkilerek etrafıma baktım. İkisi sakindi. Sesi duymamış gibiydiler. Geliyor Ne geliyordu? Neydi bu ses. Bize geliyor Yüreğime binen acıyla inlememek için dudaklarımı dişledim. Ağrı git gide büyüdü. Anlamamaları için çaba sarfederken dışarıdan gelen bir sesle herkes nefesini tuttu. Yeni bir saldırı mı geliyordu? "Yemin ediyorum bıktım bu kadından!" Diye hiddetle fısıldadı Cedric. Babam susması için işaret verdi. Yerimizden kalkmamamız için işaret verdiğin de ayağa kalkıp dışarı çıktı. Ses kesilmişti ama tehlike ve bilinmezlik devam ediyordu. "Bu eğer annemse onu öldürüceğim." Diye sıradan bir şey söylüyormuş gibi fısıldadım. Cedric'in gözlerinde bariz bir parıldama vardı. "Eğer beni de çağırmazsan büyük söverim." Dedi inatla. Başımı salladım. Serçe parmaklarımızı birleştirdiğim de "Seni de çağırıcam." Dedim ciddiyetle. "Kardeş sözü." Babam içeri girdiğin de endişeliydi. Eşyalarını toparlamaya başladığın da korku ile ayaklandık. Beti benzi atmış gibi görünüyordu ama konuşmamak da yine ve yine ısrarcıydı. "Ne oldu?" Dedi Cedric kaşlarını çatarak. "Ne bu acele?" Babam eşyalarının arasına birkaç kitabı da koyduğun da "Gidiyoruz." Dedi. Daha geleli çok olmamışken gitmek saçma gelmişti. "İyi de nereye?" Burun kemerini sıktı. Cümlelerini yutuyor eksik cümleler kuruyordu. Babam daki bu açık değişimler hoşuma gitmemişti. Bir şey saklıyordu ve anlatmamak için her şeyi yapıyordu. "Kurtlar... Geldiler." Ağzımdan bir 'ne' nidası çıktı. Daha önce yakından bir kurt görmemiştim. Cadılar ve kurtlar sık sık bir araya gelmezlerdi. Hem geldiklerini varsaysak bile ben aralarında yer almazdım. "Biz bir şey yapmadık. Neden gidiyoruz ki?" Mantıklıydı. Kurallara aykırı bir şey yapmamıştık. Klanda olanlar ve ormanda olanlar benim sorunumdu. Kurtları bağlayan bir durum yoktu. Aksine önlerini açmıştım. Klanım, kurtlara baş kaldıracak güce sahipken ben onlara üstünlüklerini devam ettirebilmeleri için fırsat vermiştim. "Bak Tayeçe sadece bir kereliğine söylediklerimin altını kurcalama. Sana ne dersem onu yap." Bir çırpı da yanıma gelip yüzümü kavradığın da alınlarımızı birleştirdi. Anlamıştım. Gidiyordu. Tek başına. Bensiz. Yine. Ondan ayrılıp Cedric'e işaret verdim. Eşyasını alıp beni kapı da bekledi. Babamın yüzüne bile bakmadan kendi eşyalarımı alıp çıktım. Ona kızgındım ve bu kızgınlığım önceki gibi değildi. Arkamdan seslendi ama duymazdan geldim. Cedric'le geldiğimiz yolu arkamızda bırakarak yürümeye başladık. Gözden kaybolmak ve olası bir saldırı da saklanabilmek için ormana girecektik. "Tayeçe..." Duymadım. Artık duyamazdım. "Tayeçe, lütfen!" Sinirle gözlerimi yumdum. Öfke bedenimi ele geçirdi. "Sorun ne biliyor musun? Beni yine bırakman, bir açıklama yapmaman!" Arkamı dönüp kızarmış gözlerine baktım. "Cedric beni sana getirdiğin de neler hissettiğimi bilmiyorsun. Elinde büyüdüm ama yoksun. Bizimle gel, nereye gideceksek beraber gidelim." Beklentiyle ona bakıyordum. Benimle gelmesini her şeyden çok istiyor, hayatımdan hiç çıkmasın istiyordum. "Yapamam." Dedi acı çekiyormuş gibi. Hayal kırıklığı ile ona baktım. Ama vazgeçmedim. Benimle gelecekti. "Zamanın birinde bir çocuk yaşarmış. Oldukça Soylu bir aileden gelen bu çocuk mutlu değilmiş, hem de hiç..." Yıllar önce anlattığı hikayeyi bu sefer ben anlatmaya başladım. "Sadece insanların onu nasıl gördüğüyle ilgilenirmiş ailesi, sevgisiz büyümüş bu çocuk kırgınmış her şeye, herkese." O tıpkı bendi. Benim gibiydi. "Zaman yılları kovalamış, yıllar da ayları... Çocuk artık büyümüş ve adam olmuş. Gitme vakti geldi diye yola çıkmış. Ailesini, adını sanını, o aileye ait her şeyini orada bırakıp mutluluğu aramaya gitmiş." Uzun süren bir yolculuğun meyvesiydim ben. "Doğduğu andan beri içinde olan o yarımlık hissinin nedenini aramak için çıktığı yol çok zorlu ve dolambaçlıymış lakin adam vazgeçmemiş hem içindeki küçük çocuğu mutlu etmek hemde yarımlık hissinin nerden geldiğini anlamak için gecesini gündüzüne katarak yolları katetmiş." Gözyaşı ince bir yol çizdi gözünde. Yaklaşıyordum. "Sonunda bir yerleşime gelmiş. Daha önce uğradığı yerleşimlerden daha büyükmüş. Biraz düşünmüş ve belki buradadır diye kalacak bir yer aramış. Yerleşime yakın bir yerde eski derme çatma bir ahşap ev bulmuş. Biraz tamirle düzeltebilirim diye düşünerek buraya yerleşmiş." Onu görebilmek için geldiğim o ahşap ev evim olmuştu. Ve ev onunla evdi. "Gece geç saat olduğu için şimdi yatıp uyuyayım sabah ne yapabilirim diye bakarım diyerek kulubedeki eski yatağa yatmış kafasını koyduğu gibi uykuya dalmış, üzerinde ki kıyafetleri çıkarmadan. Sonra kendini boş bir alanda bulmuş bi ses sesleniyormuş 'yarım olanı tamamla' şaşırmış neyi tamamlaması gerek onu bile bilmiyormuş" Eliyle kalbini tuttu. Gözlerim dolu dolu onu izliyordum. "Taye-" Cedric'i susturdum. Ne yaptığımı anlamıştı. Bana engel olmasına izin vermeyecektim. "Rüyadan sıçrayarak uyanmış. Fazla üzerinde durmayarak evi onarmak için ağaç kesmeye gitmiş. Birilerine görünmemek için de çaba sarfediyormuş. Kestiği odunları tek tek taşıyarak evi onarmaya başlamış. Uzun uğraşlar sonucun da kalınabilecek bir ev durumuna getirmiş." Onun kokusunun eksik olmadığı ev şimdi darmadağındı. "Yiyecek bir şeylere ihtiyacı varmış onun için önce kasabayı keşfetmesi gerekiyormuş. Kulübeden çıkmış ve etrafı dolaşmaya başlamış burası ona huzurlu hissettiriyormuş sırayla dükkanları gezerken biri karşıdan koşarak geliyormuş ona doğru omzuna çarpıp yoluna devam etmiş. Meraklanmış genç adam." Eğer ona çarpmasaydım asla tanışamayacağımız düşüncesi hücum etti zihnime. Sonra dedim ki 'Tanrı istedi ve oldu.'. "Ona çarpan kişiye baktığın da ufak bir kız görmüş. Can havliyle koşuyor arada yine birilerine çarpıyormuş. Çok geçmeden bir grup çocuk ağızlarında hakaretlerle o küçük kızın peşinden gitmişler. İlk kez endişe duygusunu bir başkasına hissetmiş genç adam. Elindeki torbaları bir kenara bırakarak çocukların peşinden koşmuş." 'Küçük kızım' diye seslenişi doldu kulaklarıma. 'Seni istedim ve bana geldin.' derdi. Bir başkası için ben günah iken onun için mutluluktum. Yıllarca aradığı, özlemini duyduğu o mutluluktum. "Çocukları korkutup dağıtmış ve ağacın arkasına sinen kızı izlemeye başlamış." Bana zarar vereceğini düşünmüştüm ilk başlarda sonra güvenimi kazanmıştı. Küçücük kalbim de yer etmişti. "Ürkek bir ceylanı andırıyormuş bakışları ve davranışları. Kahve gözlerinin dolu dolu olduğunu görünce kalbi buz kesmiş, yavaş adımlarla ona yaklaşmış. Kız ağacın ardına iyice sinerken yatıştırıcı bir sesle her şeyin geçtiğini söylemiş. Artık güvendeymiş. Kız ağacın ardından geç de olsa çıkmış, korkusundan vücudu titriyormuş. Adamın tam karşısında durduğun da adamın yüzünde bir gülümseme olmuş. Çok güzelsin demiş çocuğa, gülümsemesi çocuğa yansımış ve iki yürek aynı kişilere atmış. Küçük kız adama yavaş yavaş sokulduğun da adam ona sahiplenici bir şekilde sarıp sarmalamış." Kulağıma fısıldamıştı ve ondan sonrada hep fısıldamaya devam etmişti. "Yapamam..." Dedi tekrardan. Yutkunamadım. Bu bizim hikayemizdi ve o her şeye rağmen gitmekte ısrarcıydı. "Dene...terk edip gitme beni." Dedim yaşatmaya çalıştığım umudumla. Beni bırakma dedim sözlerimle, hikayemizle ama o duymadı. Çünkü duyması için geçti. "Tayeçe, kurtlar." Donuk bakışlarımı Cedric'e gönderdim. Başımla ormanı işaret ettiğim de önden yürüdü. Peşi sıra gittiğim de onu ardımızda bırakmıştık. İki ayrı yolda artık rastlaşmayacaktık. "Dur demedin." Sesi düz çıkmıştı. Buruk bir gülümseme gönderdim. "Daha çok çabalarsın diye düşünüyordum." Cedric bile inanmıştı onsuz gitmeyeceğime ama o neyse... "Çok şey dedim aslında duymak istemedi." Ağaçların araladığı gökyüzüne baktığım da dolunay ışıl ışıl parlıyordu. "Gidene dur denir mi?" Diye fısıldadım dolunay'a. "Denmez." Diye yanıtladım kendi kendime. "Şimdi ne olacak?" Diye sordu Cedric. Bilmiyordum. Hiç düşünmemiştim. Çünkü aptal kafam onunla yaşayacağımı sanıyordu. Ne büyük aptaldım böyle. "Bilmiyorum." Burun kemerini sıktı ve sıkıntılı bir nefes verdi. "Böyle devam edemeyiz." Biliyordum. Ama nereye gideceğimizi bilmiyordum. Aklıma bir şey geldi ama emin olamadım. "Cedric, nereye gitsem ve ne yaparsam yapayım benimle gelir misin?" Yüzünü izlemeye başladığım da bozulmuş bir şekilde baktı. "Sana seninle ölüme bile gelirim demiştim. Ciddiydim. İnanmadın mı?" Omzuna yaslanıp hafifçe ittiğim de adımları yalpaladı. "Emin olmam gerekiyor." Yutkundu, ciddiyetle baktığın da "Gelirim" Dedi. "Artık yoldaşız. Sen nereye gidersen oraya gelirim. Seni korumakla yükümlüyüm." Kolunu omzuma atıp "Abiler böyle yapar." Dedi. Mırıldandım. Söyledikleri hoşuma gitmişti. "O zaman perilerin yanına gidiyoruz." "Ne?" Cırlat sesiyle bağırdı. Ormanda uğuldama yayılırken başımı attım ve onu çekiştirip yürümeye devam ettim.
|
0% |