Yeni Üyelik
2.
Bölüm

⚰ 2.Bölüm ⚰

@lunariseylem

Kırık dökük, pislik içinde kalmış bir basketbol sahasının içinde uyanmıştım. Görünüşe göre burası terk edilmişti ve ben bir sandalyeye bağlı şekilde onun göz hizasında izleniyordum.

Kendime gelmem öncekinin aksine hızlı olmuştu. Etrafıma bakıp birkaç çırpınma girişiminden sonra sakinleşip ona bakmaya, bir şeyler söylemeye başladım. Beni dikkatle dinlediğini görebiliyordum ancak o cevap verme lüksüne bile girmiyordu.

Kambur oturmuştu, dirseklerini dizlerine yaslayıp ellerini serbest bırakmış vaziyette yüzünde hâlâ aynı maskeyle sadece beni izliyordu. Asker yeşili pantolonu neden bilmem temiz gözüküyordu. Nasıl böyle sakin durabiliyor anlayamıyordum. Sanki hiç birilerini öldürmemiş, hayatları bir mum ışığına üfler gibi söndürmemiş gibiydi. Göğüs kafesi sakince inip kalkıyor ama kaç kişinin göğüs kafesinin inip kalkmasına engel olduğunu bilmiyordu.

Ve ben... Nasıl böyle durabiliyorum. Sanki acı beni bırakıp gitmiş gibi. Sanki babannemi kaybetmemişim gibi. Çırpınmalarım öylesine son buldu ki var olan duruma boyun eğdim. Gözlerim tozlu zemine kaydı ve kafamın içinde ki düşünceler de, anılar da boğuşmaya başladım.

Bana baktığınız da öyle durgun, öyle kabullenmiş duruyordum ki... Fısıldamaya başlıyorum, gözlerim yavaşça onu buluyor ve o hâlâ bana bakıyor.

"Beni niçin öldürmedin?" Diye sordum. Bir cevap vermesini istiyorum. Çünkü arkamda bıraktığım insanlar omuzlarıma öyle yük oluyor ki yaşamak suçmuş gibi geliyor.

Hiçbir şey söylemiyor. Bakıyor, bakıyor ve bakıyor...

İçimde ki serzenişi daha fazla tutamıyorum. Kelimelerin ağırlığı boğazımdan yükselip, ses tellerime çarpıyor. Gözyaşlarım yanaklarıma akıyor. Sandalyeden fırlamaya ve ona doğru atılmaya çalışıyorum. İşe yaramasa bile ona vurmak,bende bıraktığı hasarı ona yüklemek istiyorum.

"Bana bir şey söylesene! Beni neden öldürmedin? Neden buradayım, cevap ver!" Bağırdım. Kalbim öyle hızlı atıyor ki, nefesim öyle sıklaşıyor ve şakağım da damar öyle hızlı, gümleyerek atıyor ki kendimi kontrol edemiyorum.

Gözümün önüne ölü insanların kanlı bedeni geliyor. Babannemin beni kurtarmak için kendini feda edişi, aptallığım yüzünden vurulması, gözlerime bakarak son nefesini vermesi....

Sandalyeden kalktı, etrafım da yürümeye ve elini sandalyenin sırtına sürtmeye başladı. Ne yaptığını, ne yapacağını kestirmeye çalışıyorum. Sonra önümde durdu, ona aşağıdan baktım. Eliyle yanağıma dokunmaya ve sürtmeye başladı. Başımı hızla uzaklaştırıyorum. Kanla kaplı eli şimdi tertemiz ama kalbinin aynı şekilde olmadığını biliyorum.

Tekrar yanağıma dokunuyor ve okşamaya başlıyor. Gözyaşlarım eline değdiğin de irkildiğini ve duraksadığını görüyorum. Kafamı iki yana sallayıp "Öldür beni!" Diyorum.

"Yaşamak için bir sebebim yok. Öldür beni!"

Maskenin altından ne yaptığını görmüyorum. Konuşmuyor. Gözleri ise fazla vahşi, fazla düz. İnsan mı? diye düşünüyorum. Nasıl böyle vahşileşebilir? Nasıl bu kadar sakin durabilir?

Başını hafifçe yana eğiyor. Gözlerinin kısıldığını görüyorum. Gülüyor mu? Bu komik miydi? Hoşuna mı gitmişti yalvarmam?

İğrentiyle ona bakıyorum. Gözlerim de korku kayboluyor. Yerine kin ve nefret geçiyor. Tüm hırsımla "Seni aşağılık pislik! " Diyip tükürüyorum. Bir- iki adım uzaklaşıp tükürdüğüm kıyafetine bakıyor ve çenemi kavrıyor. Gözlerini bu kadar yakından görmem beni heyecanlandırıyor nedensizce ve kendime kızıyorum.

Maskenin altında çıtı çıkmayan pisliğin, derin derin nefes alıp vermeleri kulaklarımı dolduruyor. Yüzüm de alaycı bir tebessüm beliriyor ve onun kahve gözleri dudaklarıma yöneliyor. Yutkunduğunu adem elmasının titremesinden anlıyorum.

Sonra beni hızlıca itiyor ve sandalyenin düşmemesi için ayaklarımla sabitlenme çalışıyorum. Ne olduğunu anlayamadan burnuma değen bezin yoğun kokusunu içime çekip gömüldüğüm karanlığa geri düşüyorum. Gözlerim kayıyor ve başım önüme düşüyor.

Bayılıp bayılıp uyanmalarım zihnime bulanık bir ağa dönüşüyor ve öylesine sarıyor ki etrafı zaman birbirine karışıp beni alt üst ediyor. Bir evde uyandım bu sefer. Akşam mı yoksa sabahın ilk ışıkları mı bilmiyorum. Odanın içi karanlık, aydınlatan tek şey açık televizyonun beyaz ışığı. Bir haber kanalı dikkatle bir konu üzerinde duruyor. Haber muhabiri heyacanla büyük bir yapının önünde, ambulansların ve polis arabalarının arasında eliyle bir şeyleri gösterip kameramanı yönlendiriyor.

Polisler, olay yeri inceleme ekipleri ve bir çok insan sedyeler de ceset torbalarını taşıyor. Kamera büyük yapıya doğru dönüyor ve giriş kısmını gösteriyor. Kanımın donduğunu midemden yükselen safranın boğazıma gelişini hissedip yutkunuyorum. Gözlerimin önünde yapılan katliamın çığlıklarını, kanla kaplı yerlerde yatan insanların yükselen nefeslerine tanık olan beton bina, içinden sağ çıkan beni kabul etmiyor.

Hızlı adımlarla gelip televizyonun fişini kökünden çeken katilin, yüzünden çıkarmamaya yemin etmiş gibi görünen maskesine bakıyorum. Fazla endişeli olduğunu gösteren hareketleri televizyonun ekranına yansıyor. Ve beni onunla karşı karşıya bırakıyor. Donuk gözlerle ona bakıp hareketlerini izliyorum.

Etrafı kolaçan ediyor ve pencereyi gizleyen perdeyi kıyıklayarak dışarıyı gözlüyor. Aynı hızda yanımda bitiyor ve soğuk teni bileğimi kavrayarak dışarı çıkarıyor. Havanın çoktan aydınlandığını dışarı çıktığımız da anlıyorum. Yüzüme vuran serin hava titrememe neden oluyor ve soğuk burnumu yakıyor.

Beni arabanın ön koltuğuna bindirir bindirmez direksiyonun başına geçiyor. Anahtarı takıyor ve arabayı çalıştırıyor. Bunları öyle hızlı yapıyor ki ona yetişemiyorum. Yüzüm nedense torpidoyla ön cam arasında duruyor ve onu izliyorum. Sonra biri dışarıdan sesleniyor. Sese öyle hızlı dönüyorum ki adamın yüz ifadesi değişiyor. Gri renginde uzun röpdöşambr'ını önünde bağlamış şekilde duruyor. Sol kulağının üstünde beyaz uzun bir şey var ve bize gülümseyerek el sallıyor.

"Günaydın...Nereye gidiyorsunuz? " Diyor. Ona baktığım da ise yüzünde maske olmadığını görüyorum. Şaşırıyorum çünkü maskesi vardı, az önce de onu izliyordum. Ya da izlediğimi sanıyordum çünkü şuan ilk kez katilimin yüzünü görüyorum. Yanakları hafif kızarmış şekilde adama bakıyor. Kalın biçimli dudakları hafif aralık sanki kâl gelmiş gibi hiç hareket etmeden öylece bakıyor.

İrkilerek kapıya doğru sıçrıyorum. Vücudum ısınmaya başlıyor. Nefesim sıklaşıyor...

Adam ise bir şeyler söyleyip el-kol hareketleri yapıyor. Gözlerimi ayırmadan onu izliyorum. Bir anda masum bir tebessüm sunuyor. Hayır hayır sinsice, altında bir şey yatan bir tebessüm bu. Sadece benim görebildiğim, benim anlayabildiğim tebessüm.

"Tatile çıkıyoruz, uzun bir süre burada olmayacağız." Diyor ve gözlerinde bir parıltı geçiyor. Sesi, kulaklarıma sanki başka birisine aitmiş gibi geliyor. İyice siniyorum olduğum yere. Boğazımda ki yumru büyüyor ve acıyor. Hiç duymadığım bu erkek sesi en büyük korkum oluyor. Beynime ardından kulaklarıma kazınıyor.

"Abi-kardeş gezeceksiniz demek. İyi yolculuklar. " Abi- kardeş olduğumuzu söylemesi şok üstüne şoka uğratıyor. Algılayamıyorum. Etrafıma bakıyorum tanıyamıyorum bir yeri. Ait değil mişim gibi ama bir o kadar da ait mişim gibi hissediyorum.

Başını sallıyor ve bana bakıyor. Gözlerinde ki o vahşiliği, canavarı bir ben mi görüyorum? Güneş yüzüne vuruyor, elmacık kemikleri kızarmaya devam ediyordu. Kahve gözleri güneş vurunca çok... Çok güzel gözüküyordu.

İki çocuğun sesini duyuyoruz bu sefer. O adamın yanına geliyorlar ve adama bir şey söylüyorlar. Biri kız biri erkek. Yaşıtım gibi duruyorlar, adam bir şey diyor ve bana el sallıyorlar.

"Yine gelecek misiniz?" Diyor erkek olan. Yanakları tıpkı onun gibi kızarmıştı ve beyaz tenin de çok tatlı durmuştu. Gözlerim erkek olanda çok oyalandı. O, buna sinirlenmişe benziyordu ki elini bir yere vurdu ve kulağıma fısıldadı. Sesi, iliğime kadar korkmamı oturduğum koltuğu sıkı sıkı tutmama neden oluyordu.

"Önüne dön! Yoksa onları da öldürürüm." Dedi gözlerine baktım. Hiç mi görmüyordu ondan nasıl korktuğumu? Bu kadar basit miydi birini öldürmek?

Belli ki o birilerini öldürürken vicdanını da öldürmüştü. Ve vicdansızlık onu öyle canavarlaştırmıştı ki gözleri kör olmuştu.

Çocuk bir şey mi söyledi hatırlamıyorum. Ona dönüp nedensizce "Geri dönmeyeceğiz." Diyorum ve gülümsüyorum. Onun ise yüzü asılıyor ve memnun değilmiş gibi duruyor. El sallıyorum ama karşılığında hüzünlü bakışlara maruz kalıyorum. Araba hareket ediyor ve evleri ilk kez incelemeyi akıl ediyorum.

Gri-beyaz olan müstakil tarzında evler daha çok amerikan evlerini andırıyor. Tüm evlerin aynı olmasına şaşırıyorum. Hiç böyle bir mahalle görmemden kaynaklı diye düşünüyorum sonra etrafa bakıyorum da sanki başka bir yerdeyim. Evimde miyim bilmiyorum ama burası evime benzemiyor bir bunu biliyorum.

Fazla ilerlemiyoruz ve mahalleden tamamen çıkış yaptığımız da iki tarafı ağaçlarla kaplı bir yola giriyoruz. Yol dümdüz ilerliyor, sağ tarafta kalan gölün üzerinde kuşlar uçuyor, kimisi suya iniyor ve geri uçmaya başlıyor.

Sonra yine gözlerim kapanıyor. Bu durum beni öyle bitiriyor ki yaşıyor muyum? Diye düşünmeye başlıyorum. Yaptığım tek şey uyumak ve uyanmak. Gece yok, gündüz yok. Zaman yok...

Yine karanlığa gömülüyorum ve bunun son kez olmasını diliyorum. Ama içten içe biliyorum ki bu asla son olmayacak. Başlangıç olmadığı gibi...

⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰

Kurguyu arkadaşlarınıza, çevrenize tavsiye ederseniz çok sevinirim🤍

Edit vs yapıp paylaşmak isteyen olursa hesabımı etiketleyebilir.

Tiktok: @neeylemmi

Bölümleri gün içinde yazıp paylaşıyorum. Erkek başrolün belli bir modeli yok. Dış görünüşünü betimlemeyle anlatacağım. Onun haricinde gerektiği zaman en uygun modeli arar buluruz.

Bu arada kurgunun açıklamasını hem kitap açıklamasından hem de 1.bölümün son kısmından okuyabilirsiniz. Kafa karışıklığınızı giderir diye düşünüyorum.

Diğer bölümde görüşmek üzere✨

Loading...
0%