Yeni Üyelik
10.
Bölüm

⚰ 8.Bölüm -Final- ⚰

@lunariseylem

 

Bölüm şarkısı: Sia- Angel by the wings

 

Şarkıyla beraber okumanızı çok isterim. Final bölümünü bu eşsiz şarkıyla yazmak benim için bir şereftir.

 

Kime, neye yanayım bilmiyorum. Susup kabulleneyim mi? Yoksa gittiği yere kadar mücadele etmeye devam mı edeyim? Daha ne kadar sürecekti bu?

Her şey yolunda diye başladığım her yolculuğun başımda patlayışına artık katlanamıyorum. Yeni bir düzen, yeni bir ben... O kadar zamanımı almıştı ki normale dönmek tam alıştım derken o gelip her şeyi bozmuştu. Yoluma taş koymuştu ve belki de bu taştan kurtulabilmem için gerçekten de ölmem gerekiyordu.

Bu muydu yani? Bir şeylerden kurtulabilmek için kendi hayatımızdan mı vazgeçmemiz lazımdı? Devamlı fedakar olan taraf biz mi olmalıydık? Bir kere gözlerime baksa onu istemediğimi görse, bana zarar verdiğini, yaptıklarını kaldıramadığımı görse kötü de olsa bir kere bile olsa fedakarlık yapıp beni boğduğu varlığından kurtarsa olmaz mıydı? Olmuyordu demek ki.

Yine bayıltılmışlığın verdiği sersemlikle yatmış olduğum yataktan kalktım. Ayaklarım soğuk zemine değdiğin de irkildim. Etrafıma bakıp saçlarımı karıştırdığım da oldukça lüks döşenmiş bu odayı ağzım açık inceledim. Kim bilir bunlar için kimlerin canını yakmıştı? Suçlu olsalar bile.

Midem bulanıyordu. Dün sabah ettiğim kahvaltı, öğlen de yediğim ufak tefek atıştırmalıklarla duruyordum. Oysa televizyonumun karşısında bayılana kadar yemek yiyecek filmimi izleyecektim. O da olmamıştı.

Odadan çıkıp büyük bir koridorla yüzyüze düştüğüm de yoğun ev kokusunun midemi daha da bozduğunu fark ettim. Lavabo bulmak için odaları aradığım da üzerime çullanan iki küçük çocuk dengemi bozdu. Son anda duvardan destek almayı akıl ederek düşmemi engellemiş olsam da iki çocuğun uyguladığı baskıyı durduramamıştım.

Sıkı sıkıya sarılıyor, mıy mıy bir şey söylüyorlardı. Ses tonlarından heyecanları fark edilse de şuan için uğraşacağım son şey bile değillerdi. Arkadan gelen erkeksi baskın ses ikisinin de benden ayrılmasına neden oldu. Ancak yanımdan ayrılmalarını sağlayamamıştı.

"Çocuklar annenizi rahat bırakın, daha sonra söyleyeceklerinizi söylersiniz." İki çocuğun ağzından aynı kelimeler döküldüğün de şaşırdığım tek şey bu da değildi. O tam karşımda duruyordu.

"Ama baba..." Gülümsedi üçümüzün yanına yürüdüğün de çocukların boyuna erişmek için dizlerinin üzerine eğildi. Her ikisinin de anlından öpüp başlarını göğüsüne yasladı. Kulaklarına gözlerimin içine baka baka bir şeyler söyledi. Ardından çocuklar koşuşturarak koridordan uzaklaştılar.

"Uyanmanı bekliyorduk. Çocuklar anlatacakları için çok heyecanlılar." Kaşlarımı çatarak gülümseyen suratına tokat atıp boğazına sarıldım. Duvara yaslandığında yüzü kızarmaya da başlamıştı.

"Seni aşağılık pislik!"Diye çığlık attım. Boğazına daha fazla baskı uygularken öfkeden kuduruyordum. Koluma baskı uyguladı ve ellerimin arasından kurtuldu. Öksürüklerinin arasında "İlaçlarını kullanmadın mı?" Diye sordu.

Ne ilaçlarından bahsediyordu bu? Yine ne yapmıştı bana?

"Sana sormalı! Daha dün evimde mutluyken, hapishaneden kaçan sensin!" Şaşırarak baktığın da önceki gibi öksürmüyordu. Hızlı nefes alışverişlerimden göğüsüm inip kalkıyor, şakağım zonkluyordu.

"Yine o hikaye ha? Bak tatlım ben senin eşinim. Bu uydurduğun hikaye de gerçek değil!" Kahkaha atmaya başladığım da üzerime yürüdü. Ellerini yüzüme sardığın da tüm nefretimle ona bakıyordum.

"İzin ver sana her şeyi anlatayım." Elimi tuttu. Ses etmedim bu sefer ki yalanını merak ediyordum. Koridor boyunca yürürken dikkat ettiğim tek şey o'ydu. Değişik görünüyordu. Yaşlı. Fazla yaşlı.

Otuz'lu yaşların ortalarında gözüküyordu. İrileşmişti. Yüz hatları daha erkeksi duruyordu ve saç rengi koyulaşmıştı. Eski saç stilini kullanmasa da ona benzerdi.

Salona girdiğimiz de televizyon ünitesinin önünde durdu. Üzerinde duran iki çerçeveden birini eline aldı ve bana gösterdi. Hastanede çekilmiş bir fotoğraftı. Kucağım da iki bebek vardı ve öyle güzel gülümsüyordum ki mutlu gibiydim. Hemen yanımda o duruyordu. Kolunu bana sarmış şekilde bana bakıyordu. Fotoğraf da bile ilgi odağım olamamıştı. Ne yazık.

"O çocuklar..." Dedim. Cümleyi tamamlayamadım. Kolunu etrafıma sardı ve sırtımı göğüsüne yasladı.

"Çocuklarımız... 5 yaşındalar. İkisi de fazla yaramaz ama aynı zamanda uslular." Ona baktığım da bana bakıyordu. Yüzünde ki gülümseme her şeyi açıklıyordu. O, mutluydu. Gözlerinde geçen yoğun arzuyu görebiliyordum. Aşık gibi bakıyordu ama aşık olduğundan emin değildim.

"Buna inanamıyorum." Öyleydi gerçek gibi gelmiyordu. Madem bunlar yaşanmıştı ben neden hatırlamıyordum. Tek bir anıyı hem de.

Diğer çerçeveyi elime aldım. Deniz manzaralı bir yerde çekilmişti. Fazlasıyla pahalı görünen beyaz gelinliğin ağırlığını üzerimde hissettim. Bu ne gösterişti böyle. Yine gülüyordum. Ağzım yırtılacak biçim de genişlemişti. O ise bana bakıyordu. Yine...

Çerçeveyi gözlerine sokmak istercesine "Sen buna inanıyor musun? Çünkü ben buna inanmıyorum." Derince nefes verdi. Yüzü düştü. Tekrar elimden tuttu ve yaşanan her bir anıyı tek tek özenle anlattı.

Son odaya gireceğimiz sırada durakladı. Yüzünde hınzır bir gülüş belirdi. Burnumu kırıştırarak ona baktım. Aptal falan mıydı? Kapıyı açtığı gibi görüş açıma etrafı tavandan yere kadar camla döşenmiş yatak girdiğin de ağzım açık kaldı. Ulan hangi manyak böyle anormal bir şeyi yaptırırdı?

"Bu ne böyle?" İçeri hafif iteklediğin de kapıyı kapattı. Yatağın içine kadar sürüklediğin de elimde olmadan kumaşına dokunmuştum. Yatağa yattı. Kollarını başının altına aldı.

"Hâlâ hatırlamadın değil mi?"

"Hangisini soruyorsun? Alışveriş merkezinde katlettiğin insanlar mı? Benim yüzümden ölen babannem mi? Beni sürekli bayıltıp zaman algımı bozman mı? Yoksa FBI'yla anlaşma yapıp seni yakalatmam mı? Gerçi kendimi ölü göstertip, köprüden atlamıştım. Ne çok bağırmıştın ama!" Gözlerinde geçen anlık öfkeyi yakaladığım da gülümsedim. Kolumdan tutup beni kendine çekti. Başım boynuna çarptığın da onu itip yatağın öbür ucuna geçtim.

"Sana kaç kere söyleyeceğim, bunların hiçbiri yaşanmadı! 2 yıl önce kaza geçirdik. Çocuklar hafif yarayla atlattı. Sen arabadan uçtun...başını sert çaprtığın için uzun süre koma da kaldın. Uyandığın da ne beni ne de çocuklarımızı hatırlıyordun." Afalladım. Söyledikleri bir an ağırıma gitti. Gözlerinden akan yaşları sertçe sildiğin de "Seni seviyorum ama her gün bunları yaşamaktan bıktım. Çocuklara açıklama yapmaktan... Yavaş yavaş iyiye gidiyorduk. İlaçlarına devam etmen lazım lütfen."

"N-nasıl? Tüm bunlar gerçek değil mi? Katil değil misin? Sen hayatımı mahvetmiştin, ben..." Yanıma geldi. Başımı elleri arasına alıp dudaklarıma bir öpücük bıraktı.

"Her şey sana anlattığım gibi." Sonrasında bana tüm anıları anlattı. Anlatırken gülümsüyordu ama ben bunu yapamıyordum. Sanki beklediğim, düşündüğüm bunca şeyin gerçek olmaması öldürmüştü beni.

Babannem üç sene önce hastalıktan ölmüş. Ölümünde yanındaymışım. Düşünebiliyor musunuz? O hastalıktan ölmüş ve ben yanındaymışım. Onun anısına göre öyle tabi. Var olmayan anılarıma göre o katliamın bir kurbanıydı. Gözlerime baka baka nefesini vermişti. Hangisi gerçekti? Onun ki mi yoksa benim ki mi?

Odadan çıktım. Ben çıktığım da bana koşan iki çocuğun sarılmalarına karşılık verdim. Çocuklarım diyemeyecek kadar benimsemiyordum. Anılarım da katilin çocuklarıydılar. Güldüm. Katilimin çocuklarını doğuracak kadar kafayı yemiştim.

El ele balkona çıkmaya karar verdiğimiz de ufak bir aynanın önünden geçtik. Kendime ilk kez baktığım da bir çocuk görmedim veya bir genç kız...

Bir kadın gördüm. Uzun kahve saçları uçlarına doğru dalgalı. Beyaz teni buğdaya çalmış, göz altlarında torbalar oluşmuş yüzü bedeni bitkin bir kadın.

"Anne, iyi misin?" Ürpererek baktım. Başımı salladım. Balkona çıktığımız da olağanüstü bir manzara bizi karşıladı. Dağların arasında koca okyanusun koyu mavisi, üzerine yansıyan parlak günbatımının koyu ışıkları yayılıyordu. Dağın beceğine yapılmış koca bir evdi burası. Öyle büyük balkonu vardı ki beş aile rahat sığardı.

Üçümüz de dağlara bakıyorduk. İkisinin kafası belime yaslı duruyordu. Ben kadındım o ise eşim. Bu iki küçük çocuk da çocuğum. Gözlerim ufuğa odaklandı. Sindiremiyordum dediklerini, kafam da basmıyordu zaten.

Elenor... O gerçek bile değildi demek ki. Benden büyüktü falan ama arkadaşımdı. Hiç şüphem yoktu beni bulabileceğini biliyordum.

"Size tatlı yaptım. Yemekten sonra balkonda yeriz." Omzumun üstünden ona baktım. Bunun mutluluğu gözüme batıyordu. Yok abi vardı bir şey anasını satayım. Dedikleri mantıklı gelse de gelmiyordu işte. Akıldan önce his gelirdi. Eşim olduğunu söylüyordu, birbirimizi sevdiğimizi vs neden öyle hissetmiyordum peki?

Akıl unuturdu ama kalp unutmazdı hani? Hissederdik öyle değil mi? Ben hissetmiyordum işte. Çocuklara karşı bir şey de yoktu mesela içimde. Hiçbir şey hatta. Bana anne diyorlar ama anneleri gibi hissetmiyorum.

"Hadi içeri geçelim." Mızmızlanarak içeri geçtiler. Mutfak da kurulu masaya yerleştiğimiz de gürültülü bir ses gittikçe yaklaşmaya kulak tırmalamaya başladı. O, pencere kenarından dışarı baktı. Sesli bir şekilde küfür mırıldandı.

"Çocukları al, içeri geç!" Ayağa kalktığım gibi çocukları yanıma çektim. O nerden çıkardığını bilmediğim silahı alıp balkona çıktı. Halatlarla inen kamuflajlı adamlar etrafını sardı.

"Her seferinde bizi bulmana hayret ediyorum. Hiç vazgeçmiyorsun!" Nefretle söyledikleri bir kadının kahkaha atmasına neden oldu. Duvar ardından onları dinliyordum. Çocuklar yere çökmüş vaziyette birbirlerine sarılıyorlardı.

"Ne zaman durursan, peşine düşmekten işte o zaman vazgeçerim!" Ses tanıdık geliyordu. Kalbim küt küt ağzımda atmaya başladı.

"Zaten durdum! Kimseye zarar vermiyorum. İstediğim tek şey karım ve çocuklarımla sakin bir hayat yaşamak. Ama sen, bunu her seferinde bozuyorsun!" Diye avazı çıktığı kadar bağırdı.

"Ona karım diyemezsin! Seni hiç istemedi, sevmedi. Sen seni istemeyen birini alıkoyuyorsun! Kızın ömrü senin pisliklerinde boğulmakla geçti. Yetmedi mi?" Ağlamaya başladım. Beni yine kandırmaya çalışmıştı ve bunu başaramamıştı. Yıllarca ona esir kalmış, çocuklarını doğurmuştum.

Yaşanabilecek, yaşatabileceği her şeyi bir bir yaşatmıştı. Beni salak yerine koyup buraya tıkmıştı. Ben gerçekten ölmüştüm. Bedenim mezarda olmasa da olurdu. Ölmüştüm.

Dışarı yürüdüğüm de omuzlarım çökmüştü. Elenor'la göz göze geldiğimiz de onu yaş almış halini görmek tuhaf hissettirdi. Bu onun için de öyleydi. Gözleri dolu dolu bakıyordu ama ciddiliğinden ödün de vermiyordu.

"Elenor..." Diyebildim sadece ardından ellerimi dudaklarıma bastırdım. Katilimin odağı bana yöneldi.

"Sana içeri girmeni söylemiştim!" Ona baktığım da tüm nefretim gözlerimden dolup taşıyordu. O ise bunu kaldıramıyordu.

"İçeri gireceğim tabii. Çocukları alıp defolup gidiceğim." Çocuklara seslendiğim de ürkek biçim de başlarını uzattılar.

"Yanıma gelin çocuklar, gidiyoruz." Çocuklar bana doğru koşup arkama saklanırken o bana doğru adım attı. Gözlerin de ki ifade 'yapma' der gibiydi.

"İzin vermem!"

"İzin isteyen olmadı!" Çocuklara Elenor'a gitmeleri için fısıldadım. Çekinerek baksalarda yanına gittiler. Güvende olduklarını bilmek iyi hissettirdi. Bende Elenor'a doğru yürürken arkamdan bağırdı. Acısı sesine yansımıştı.

"Bir kere olsun bir gün de beni seç! Beni, çocuklarının babasını." Arkama döndüm. İsyanını dinlemeye devam ettim.

"Seni seviyorum gerçekten, senden vazgeçmeden her halinle seviyorum. Bana bir aile verdin, sizi kaybedemem! Lütfen..." Dizlerinin üstüne çöktüğünde ellerini saçlarından geçirdi.

"Evet." Dedim sakince "Hiçbirini isteyerek yapmadım. O çocukları tanımıyorum, doğurduğumu dahi hatırlamıyorum. Ama anneleriyim en azından senin söylediğine göre öyle." Derince nefes aldım. Başımı kararmaya kısa bir süre kalmış gökyüzüne çevirdim.

"Bugün söylediğin tüm o şeylere biraz olsun bile inanmadım. Eğer öyle olsaydı hissederdim. Sen, her seferinde beni aptal yerine koydun. Öyle olsun, ben aptalın tekiyim. Ama unutma, günün sonunda kazanan da daima benim! Sen ezilmeye, ben unutulmaya mahkumum." Elenor ve diğer polisleri gösterdim.

"Bir şeyi elde etmek, seni sevmesini sağlamak için alıkoyamazsın. Ya da seni sevmesi için yalanlarla kurulu bir hayatı benimsetemezsin. Gün gelir o yalanlar başında patlar altında ezilirsin." Dönüp yürüyeceğim sırada bir şeyin patlama sesi geldi. Ve üzerime doğru bir sıcaklık yayıldı. Etraf çığlık çığlığa kalırken ben uyandım.

Soğuk odanın gri ışıkların da sabahın saat yedisiydi. Sıcak yatağımdan terler için de uyandığım da odanın soğuk atmosferi sırtımda biriken terleri soğuttu ve ürpermeme neden oldu. Yutkunmakta zorluk çeksem de gördüğüm rüyanın gerçekçiliği bedeni tümüyle sarsmıştı.

Bu sarsıntı gün içinde devam etmişti. Bazen dalıp bilinçaltımın ne denli dolu olduğunu düşünmüştüm. Aksiyon filmlerini aratmayacak kaoslar, insanı derinden sarsacak dramlarla muhteşem bir film olabilirdi. Ya da anılarımın, rüyalarımın en önemlisi bilinçaltımın derinliklerinde varlığına devam ederdi.

Ve evet bu hikaye de burada bitti. Kime, ne olduğunu bilmiyorum. Ama bitmesi gereken yerde bitti. Belki de rüya bile olsa ondan kurtulabilmek için ölmüştüm. Belki bazı sonlar böyle olmalıdır yada gittiği yere kadar mücadele edilmelidir. Ben ettim, sıra sizde.

Sonuç ne olursa olsun mücadele etmekte. Kimse değil önce biz. Biz ne istiyorsak o, başka bir şey değil.

⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰⚰

Tamamladığım ilk kurguya veda etme zamanı geldi çattı. Mutluyum, bir şeyi tamamlama dirayetini koruyarak ilk kez bir kurgu mu tamamladım.

Açıkçası sadece bir rüyadan ibaret olsa bile bu kısa kurgunun devam edecek diğer kurgularıma bir destek niteliğin de olduğunu bilmek gurur verici.

Yazmaya elbette devam edeceğim zihnimin bir köşesin de kıvranan o kadar çok kurgu var ki yazılmak için can atıyorlar.

Bu kurgu hakkında ufak bir şey söylemek istiyorum. Diğer seri katil- takıntı kitaplarının aksine çok da ciddiye alınacak bir kitap değil. Demek istediğim vermek istediği mesajlar dışında bunu özendirmeye çalışan, manipüle eşliğin de katile ilgi duyulmasını sağlayacak bir kurgu değil.

Bölümleri tam anlamıyla okuyanlar beni anlayacaktırlar. Çok uzatmayalım kendinize iyi bakın ve sağlıkla kalın.

Başka bir kurgu da (Yeşil'i yazmaya devam edeceğim.) görüşmek üzere❤🥧🥛

Loading...
0%