@lutherlog
|
"Takvimler 1950'yi gösterirken Londra'da bir kış akşamıydı. Londra'nın merkezinde, kenar mahallelerin birinde, dar bir sokakta yaşı otuz ila otuz beş arasında olan bir kadın bekliyordu. Üzerindeki dar beyaz elbise onu olduğundan daha güzel göstermişti. Kısacık eteğinin altında dizlerine kadar uzanan beyaz çizmeleri elbisesini destekler nitelikteydi. Hava soğuk olduğundan üzerinde siyah, tül bir şal vardı. Platin sarısı saçları ve koyu mavi gözleriyle mükemmel görünse de uzaktan görenlerin bu güzelliğe pek aldırış ettiği yoktu. Gözleri fıldır fıldır sokağı boydan boya tararken bir kişiyi bekliyor gibiydi.
O sırada birkaç sokak lambasının aydınlattığı sokaktan, siyah takım elbiseli genç bir adam geçmekteydi. Yüzüne doğru indirdiği yuvarlak şapkası nedeniyle yüzü görünmese de içtiği purodan yükselen dumanlar seçiliyordu. Kadın, kendisine gittikçe yaklaşan bu adamı süzdü ve en sonunda kararını vererek yaşlanmaya başlamış yüzüne bir gülümseme kondurup yanından geçmekte olan adama seslendi. "Naber yakışıklı?" Adam duyduğu ses karşısında adımlarını yavaşlatıp, kafasını biraz yukarı kaldırdı. Yakışıklı sayılırdı, kahverengi gözleri ve güzel çene yapısıyla mükemmel bir imaj yaratıyordu. Yeni traş olmuş olacak ki yüzü temizdi. Umursamaz bir biçimde kendisine seslenen kadına baktı. 'Bu fahişelerde hep beni mi bulur' diye içinden geçiriyordu. Ağzındaki puroyu sağ elinin işaret ve orta parmakları arasına aldı ve içine çektiği dumanı dışarı üfledi. Kadınla konuşup konuşmamak arasında gidip geldiği belli oluyordu çünkü eğer konuşursa işin sonunun nereye varacağını çok iyi biliyordu. Yine de konuşmaya karar verdi: "Eğer bu sokak fahişeleri peşimi bırakırsa daha iyi olacağım." Kadın, adamın dediğini umursamıyormuş gibi yaptı ve zarif bir şekilde adama birkaç adım attı. "Bu kadar yakışıklı olman onların suçu değil ya hayatım?" Adam, kadının kendini diğelerinden soyutladığını görünce ufak bir kahkaha patlattı ama bir şey söylemedi, yaptığı iltifatlarla da ilgilenmiyordu. Hem gerçek olduklarını bile sanmıyordu, muhtemelen karşısındaki kadın şuan da cebinde ne kadar para olduğunu tahmin etmeye falan çalışıyordu. "Ne istiyorsun? Senden çok daha önemli olan işlerimi halletmem gerekiyor çünkü." Kadın belli etmesede içten içe canı yanıyordu. Kendisini pazarlayarak para kazanmak her zaman bir vicdan azabına neden oluyordu ve bu gurursuz işi kendisine reva gördüğü için kendinden nefret ediyordu. Tüm bu düşüncelerinin üzerine bir gülümseme çekip hepsini gizlemeyi başarıyordu, yine aynısını yaptı. Sağ elini adamın omzuna atıp, parmaklarını adamın omzundan boynuna doğru sürüdü. Kırmızı rujlu dudağının kenarını ısırıp iştahlı bir şekilde adama baktı. "Sence de bugün fazlasıyla yorucu değil miydi? Daha çok eğleneceğin bir şey yapalım" Adam gözlerini devirip siyah deri eldivenli eliyle, kadının omuzundaki elini kavradı ve omzundan kaldırıp boşluğa bıraktı. Böyle numaralara kanmayacağı açıktı. Sert bir tonla konuşmasına devam etti. "Madem gururunu hiçe sayıp bir sürtük gibi her bulduğun erkekle sırnaşacaksın, en azından taktiklerini değiştir. Bu numaraları sadece üvey babana yutturursun" Kadın boşta kalan eline bakarken, içinde bir şeylerin cız ettiğini hissetti. Kadının ailesi, o daha küçükken ölmüşlerdi. Vaktiyle onunla ilgileneceğine dair Tanrı'ya binbir türlü yemin eden amcasıyla kalmış, ona güvenmişti. Fakat amcası ilk başta ona merhametli yüzünü göstermiş sonrasında ise onu para kaynağı olarak görmüştü. Ne zaman amcasına bunu neden yaptığını sorsa amcası hep 'Lanetlenmiş varlığın tekisin' derdi. Aslında karşısındaki her erkeği yaptıklarıyla etkilemeyi başarırdı ve çok az insan cazibesinden kurtulabilmişti. Ama şimdi bu adam da neyin nesiydi böyle? Bunu da şakaya vurabileceğini sanmıyordu, aşağılık bir iş yaptığını kendisi de biliyordu ama olmayan gururuna bu sözler ağır gelmişti sanki. Kendini savunma ihtiyacı hissetti, boşta kalan elini ardına sakladı ve şöyle dedi. "Eğer istemiyorsan yoluna edersin, durup benle muhatap olduğuna göre seninde gururunda problem var." Adam, karşısında insan yerine koymadığı kadından böyle bir laf beklemiyordu. Afalladığından ağzı açık kalmıştı. Fark edince sinirlenip purosunu ağzına aldı ve dumanı içine çekerken ne söyleyeceğini düşündü. Yeniden purosunu ağzından alıp kadınla ilk defa göz teması kurdu. "Senin gibi birisiyle yatacağımı falan mı düşündün?" Ardından bir kahkaha koyu verdi. "..Ne acı" Adam ne derse desin, kadın bir puan kazandığını biliyordu. Zarif bir şekilde gülümsedi ve bu seferlik onu rahat bırakamya karar verdi. "O zaman ikile yakışıklı, ben seni üzerim." Adam ilk defa böyle bir fahişeyle karşılaşmıştı. Genelde ne kadar hakaret ederse etin kadınlar genelde ona yapışır ve para koparmaya çalışırdı ama bu kadın neden sanki İngiltere hanımefendisiymiş gibi davranmıştı şimdi? Kafasındaki soruyla yeniden purosunu ağzına aldı ve adımlarını hızlandırıp yoluna devam etti. Bir müddet yürümüştü ki daha fazla dayanamayıp adımlarını yavaşlattı ve kadına ismini sormak için geri dönmeye karar verdi. Arkasını döndüğünde kadın olduğu yerde değildi. Eski yerine doğru hızlı adımlarla yürüdü. Uzun düz yolda yürümeye başlamış olsaydı kadını görürdü, orada olmadığına göre geriye tek bir seçenek önündeki ara yol kalıyordu. Purosunu ağzından alıp dumanı üfledi ve birkaç saniye havaya baktı. Akşam, şehrin sokaklarını bir örtü gibi örtmüş ve kara bulutlar iyice çoğalmıştı 'Kar yağacak gibi duruyor hızlı davransam iyi olur' dedi. Bakışlarını ara sokağa indirip 'Bunu neden yapıyorum?' diye kendini sorguladı ama merakı galip geldi. Sağ elindeki purosunu kenardaki çöp tenekesine fırlattı ve ara sokağa daldı. Biraz ilerlemişti ki burnuna leş gibi kokular gelmeye başlamıştı. 'Acaba yanlış bir fikir miydi?' diye düşündü. Ama yapmıştı bir kere geri dönmek istemiyordu. Aniden sağ tarafından gelen bir metal şangırtısıyla irkildi ve istemsizce ellerini kaldırıp savunma pozisyonu aldı. Sesin çöp tenekesini deviren bir köpekten geldiğini görünce küfrü bastı ve ellerini indirip yürümeye devam etti. Bir kaç adım daha atınca normalde karın hışırtısını çıkaran ayakkabılarından farklı bir ses gelmeye başladığını duyunca bakışlarını ayakkabılarına, dolayısıyla yere çevirdi. Ayakkabıları kırmızı bir sıvıyla kaplanmıştı. Sadece ayakkabıları değil, yerdeki çoğu ezilmiş kar kütlesinin üzerinde kan vardı. Adam irkilerek birkaç adım geri çekildi. Hızla buradan çıkmalı ve polisi haberdar etmeliydi. Hızla geri geri yürürken ayağına bir şey takılınca tökezledi, az kalsın yere düşüyordu. 'Ne diye bu işe bulaştım sanki?' dedi içinden ve takıldığı şeyin ne olduğunu görebilmek amacıyla arkasını döndüğü esnada çığlığı kopardı. Az önceki fahişenin parçalanmış bedeniyle karşılaşınca eli ayağına dolaşmıştı. Az önce burada değilken nasıl saniyeler içerisinde arkasında belirivermişti? Kalbi küt küt atmaya başladı, ne yapacağını bilemeden öylece duruyordu ama eninde sonunda toparlanması gerekecekti. Buradan çıkmalıydı, aksi takdirde polisler bu cinayeti onun işlediğini düşünecekti. "Ulan her şey mi beni bulur be!?" Diye haykırdı kadının cansız bedenine, sanki onu duyabilecekmiş gibi. Ama arka taraftan gelen bir takırtı kalp atışlarını yeniden zirve noktasına çıkarmıştı. Bakışlarını hızla kadının kan revan içinde kalmış bedeninden ayırıp arkasını döndü. Elbette zihninin ona bir oyun oynadığını ve sesin aslında hiç çıkmadığını düşünmek istemişti ama o an öyle bir şey olmadı, gördüğü şey.. bu sokağın mizacına aykırıydı. Bembeyaz, tek parça bir elbisenin içinde; yaklaşık otuz yaşlarındaki, sarışın elit bir İngiltere hanımefendisi sokağın öte tarafından adama doğru yaklaşıyordu. Giydiği uzun beyaz çizmelerine kadar uzanan beyaz paltosu, varlıklı bir aileden geldiğini anlamak için yeterliydi. Adamın kalbi, kadını görünce rahatladı. Sonuçta 'Kendi statüsüne' göre bir kadınla karşılaşmıştı. Her ne kadar böyle bir kadının böyle bir sokakta ne işi olduğunu anlayamamış olsada kadının varlığı onu rahatlatmıştı. Kadın, adamla arasında konuşma mesafesi kalıncaya dek yürüdü ve sonrasında durdu. "Evet, senin için zor bir gün olmalı." Adam kaşlarını kaldırdı. Bu kadının, az önce onun yüksek sesle haykırışını duymuş olmalıydı. Sonra aklına parçalanmış ceset gelince yeniden kalbi hızlanmaya başladı, kadının cesedi görebilmesi için kenara çekildi. "Bakın sayın hanımefendi.. Bunu ben yapmadım. Tanrı adına yemin ederim ki sokağa sadece adım attı-" "Sakin ol, senin yapmadığını biliyorum." Sözünün kadın tarafından kesilmesine her ne kadar bozuk atsada ona inanmış olmasına sevinmişti, ta ki kadının sonraki sözlerine kadar. "Çünkü ben yaptım." Adamın gözleri büyüdü. Karşısındaki kadının görünüşü ve ağzından çıkan cümle o kadar uyumsuzdu ki inanmamıştı. Üzerindeki beyaz elbisede tek damla kan lekesi olmamasının yanında, bu kadın tam bir hanımefendi gibi görünüyordu. "Evet, benimle alay ettiğiniz için teşekkür ederim ama sağolun. Şimdi izninizle polisi arayacağım." Adam arkasını dönüp sokağın girişine doğru hareletlendi. Cesetle her göz göze gelişinde tedirgin oluyordu bu yüzden adımlarını hızlandırdı ama kadının sözleri onu durdurdu. "Aslında gündüzleri avlanmayı pek sevmem ama bazen cidden kana ihtiyaç duyuyorum." Tek kaşını kaldırarak geri dönen adam kadını bir süre süzdü. 'Çatlak Numara: 2' dedi içinden ve kadına şöyle söyledi: "Kana ihtiyaç duymak ha? Belki 'Avlanmak' yerine hastaneye gitmelisin." Kadın gülümsedi ve yumuşak tabanlı çizmeleriyle, kendinden uzaklaşmış adama soğru yeniden, yavaşça yaklaşmaya başladı. "Hastanelerde vampirlere ne zamandan beridir kan veriyorlar?" Adam gözlerini devirdi. Evet, bu kadın cidden çatlaktı. "Vampirler ha? Demek bir vampirsin." Kadın başını sallamakla yetinmişti. Aralarındaki mesafe hızla kapanırken sonunda ağzını araladı: "Normalde bu fahişe benim için yeterdi ama senin yüzünden ona dokunamadım bile. Tüm kanı boşa gitti." Adamın bakışları yeniden cesede gitti. Gerçekten de bu bir insanın başarabileceği bir şey değildi. Sanki tüm beden, kanın profesyonelce akabileceği şekilde kesilmişti. Kendisi bir uzman değildi ama en azından tahmin yapabilirdi. Yeniden kadına baktığında farklı bir şey gördü: Kabaran gözaltı damarları. Kadının gözaltında bulunan damarlar dalgalanıyordu. Kramp giren bir kasın belirginleşmesi gibi ortaya çıkan damarlar bir görünüp bir kayboluyordu. Adam bırakmayı unuttuğu nefesini sesli bir şekilde vererek birkaç adım geriledi. "Bu da... Ne böyle?" Dudaklarını büzen kadın, bu normal bir şeymiş gibi açıklama yaptı. "Kana olan ihtiyacım yüzünden. Karşımdaki kan deposunu görünce, kendime engel olmak her zaman güç oluyor." Karşıdaki kan deposunun kendisi olduğunu anlayan adam kaçmaya hazırlandı. Vampirlerin sadece uydurma birer Enginizasyon hikayesi olduğunu sanırdı. Kan emici yaratıklar, sarımsak ve haçın düşmanları! Adam arkasını döndüğü gibi koşmaya başladı. Bu lanet sokağın girişi neredeyse gelmişti ve bir an önce buradan ayrılıp kendi sıkıcı dünyasına dönemk istiyordu, yaşadığı şeyin şokunu dahi atlatamamışken birde karşısına doğaüstü bir varlık çıkmıştı.. Vampirmiş.. Kadın yeniden önünde belirmeden önce neredeyse girişe varmıştı ama gözünü bir sonraki kırpışının ardından beliren kadın, sert bir çığlık atarak durmasına neden olmuştu. Bu hız.. mümkün değildi. Eli ayağı boşalan adam bir şey yapamadan kadın yaklaştı ve sağ elinin avucuyla adamın göğsüne sağlam bir şekilde vurduğu gibi onu metrelerce geri savurdu. Havaya uçup yere sertçe düşen adamın gözleri kaydı. Bayılmak üzereydi ama kadının ayakkabılarından çıkan sesleri duyabiliyordu. Göğsünde hissettiği yoğun acı, ona birkaç kaburgasının kırıldığını anlatıyordu. Nefessiz geçen birkaç saniyenin ardından acıyla inleyerek içinde kalan nefesi dışarı üfleyen adam doğrulmaya çalıştı ama kırık kemikleri yüzünün çarpılarak geri düşmesine neden oldu. Kadın adamın yanına geldiğinde hiç merhamet göstermeksizin adamın saçlarını tuttu ve kafasını yukarı kaldırdı. Acıyla inleyen adam ellerini kaburga kemiklerinin üzerine koyunca kadın kıkırdadı. "Merak etme, artık kaburga kemiklerin kırılmayacak. Aslında avım olacaktın ama.. Bugünlük kotamı doldurdum, daha iyi bir fikrim var." Kadın ağzını hafifçe açtı ve adamın gözleri önünde yavaşça büyüyen köpek dişleriyle boştaki el bileğinin derisini ısırıp kanattı. Adam iyi olsa bağıra bağıra yeniden kaçmayı denerdi ama nefes alışverişi bile acı veriyordu. Kadının muazzam bir kudreti vardı.
Boştaki el bileğinden süzülen kanı gülümseyerek adama yaklaştırdı ve zorla ağzına dayadı. Dudaklarına bulaşan kanı içmek istemese de kadının kaburgalarına baskı uygulaması sonrası ağzı, acısından inlemek üzere açılınca birkaç damla kan boğazından aşağı kaydı. İnleyişi boğulmaya dönüşe dursun tatmin olan kadın elini adamın ağzından çekti. Boğazında hissettiği sert bir çatırtının ardından dünyası tamamen kararan adamın kendine gelmesi birkaç dakika sürmüştü. Gözlerini açtığında üzerine üzerine düşen kar taneleri nedeniyle yaşadıklarının bir rüya olmadığını anladı, hâlâ aynı sokaktaydı. Bir saniye sonra görüş alanında beliren o kadınla karşılaşınca çığlığı bastı ve ağrıyan kaburgalarını tutup ayağı kalkmaya çalıştı ama... Kaburgaları acımıyordu ve beklediğinden çok hızlı bir şekilde ayağı kalkmıştı. Ayağı kalktığında kadını umursamadan elleriyle göğsünü yokladı ama ilk baştaki gibi bir sızı yoktu, kaburgalarındam yükselen acı kesilmişti. Elbisesinin kirlenmiş olması dışında bir sorunu olmadığını görünce kuşkulu bakışlarını beyazlar içindeki kadına çevirdi ama birden durdu, kadının her zerresini görebiliyordu. Normalde bu kadar iyi görmek bir yana, gözlerinde biraz uzağı görememe hastalığı vardı ama şuan, karşısındaki kadının yüzüne sürdüğü makyaj malzemelerinin listesini verebilecek kadar iyi görüyordu. Bir saniye geçmemişti ki bir ses duydu ve sonra bir kez daha ve birkez daha. Kadının atan kalbinin sesi kulaklarında yankılanıyordu. Kalpten çıkan kanların vücudunda dağılışını ve kadının nefes alışverişini dahi duyabiliyordu. Yüreği ağzına doğru yükselirken, gözlerini karşısındaki elit bozması kadının gözlerine dikti: "Bana ne yaptın lan sen?" Kadın tırnaklarına yeni sürülmüş öjelerini üflermiş gibi yaptı ve tek gözünü hafifçe sıkıp adama baktı "Seni bizden birisi yaptım." Adamın içine o an bir kurt düşmüştü; kırılan kaburgasının iyileşmiş olması, hareketlerindeki aşırı hızlanış, görüşünün netleşmesi, kadının akan kanını dahi duyabiliyor olması... Kaşlarını hafifçe çatmıştı ama ağzını açamadan kadın devam etti. "Yani... En azından en kötü aşamayı atlattın. Eğer kan içersen bizden birisi olacaksın" Eliyle arkadaki parçalanmış cesedi işaret etti. Adam arkaya bakınca az evvelki fahişenin kanlar içerisindeki cesediyle yeniden göz göze geldi. Yaz olsa şimdiye üzerinde sinekler plaj partisi yapardı ama soğuk olduğundan, ceset dipdiri duruyordu. Kadının söylediği şeyleri aklında tartıyordu cesede dönerken ama cesede döndüğünde beyni şoklanmışcasına birden durdu, kadından geriye kalan et ve kemiklerin arasındaki kanları görmüştü ve... İçindeki bu his de neyin nesiydi ki? Gözlerini birkaç saniye kapatmak istedi ama kapatınca gözlerindeki yanmayı ve gözaltı damarlarının hareketlendiğini hissedince sağ elini gözünün altına koydu, damarları gerçekten de kabarıp kabarıp sönüyordu. Gözlerini açıp öfkeyle kadına döndü ve kadının az önceki muazzam gücünü unutup, üzerine doğru yürümeye başladı. "Beni lanetledin sürtük!" Kadın, adam üzerine gelmesine rağmen yerinden kıpırdamadan gülümsedi ve şöyle dedi: "Ne kadar da ayıp, insan annesiyle böyle mi konuşur?" Adam cevap vermemişti çünkü kadına saldırabilecek kadar yakındaydı. Sağ elini yumruk yapıp içindeki tüm öfkeyle beraber kaldırdı ve kadına savurdu... Tabii kadın orada olsaydı, savurmuş olacaktı. Boşa giden yumruğunun hızıyla hafifçe öne eğildi ama kendini toparlayıp çevresine bakındı. O an kadının sesi arkasından gelince arkasını döndü. "Dinle beni, seni vasıfsız maymun! Artık sokaklarda varyemez gibi dolaşmak dışında bir işe yarayacaksın, mutlu olmalısın. Şimdi kanı iç!" Adam öfkeden kıpkırmızı kesilmişti, bugün olanlardan sonra artık içindeki tüm korku emareleri tükenmişti ve kendini nedense çok güçlü hissediyordu. "İçmezsem ne olur!?" "O zaman ölürsün" Kadın omuzlarını silkerek cevap vermişti. Bu olanları daha önce de yaşadığı belli oluyordu. Bu son duyduklarından sonra duraksayan adam kadına baktı, doğru söyleyip söylemediğini merak ediyordu. Sonra yeniden fahişe kadının bedenine bakınca bu kez bir daha beyazlar içindeki kadına dönemeyecekti. Fahişe kadının bedeninden karın üzerine akan kan damlalarının ve hâlâ parçalanmış vücut etlerinin üzerinde üzerine düşen kar tanelerini yutan parça parça kan göllerine karşı feci bir şekilde açlık çeken adam, büyülenmişcesine cesede doğru birkaç adım attı. Kan! Kan! Kan! ve Kan! Tek düşünebildiği buydu, bedeninin her zerresi kan istiyordu, buna ihtiyacı vardı. Yeniden kabarmaya başlayan gözaltı damarlarıyla kadına doğru biraz daha yaklaştı ve sonrasında da devamı geldi. Kendini cesedin önünde bulan adam çıplak elleriyle kadının etlerini yolup tüm kanı emmeye başladı. Birkaç saniye sonra bununla yetinemeyince kafasını kadının artık tanınmaz haldeki bedenine bastırıp diline olabildiğince fazla kan götürmeye ve açlığını bastırmaya çalıştı. Bir yandan bu yaptıklarından ötürü zevk alırken bir yandan da içinde bir iğrençlik duygusu yükseliyordu, bir fahişenin yol geçen hanı gibi olmuş bedenindeki kanı tüketmek... Ne büyük utançtı! Nihayet içindeki açlığı birazcık dindirip kafasını kaldırdığında, vakit neredeyse geceydi, beyazlar içindeki kadın gitmişti. Hızla soluyordu ve verdiği nefesler, yağan karın içerisinde buharlaşıyordu. Yüzü gözü kan içindeydi ve içinde büyük bir pişmanlık vardı. Korku ve tiksintiyle kendini kadından uzağa atıp eliyle avuçladığı bir yığın karla yüzünü temizledi, ağlıyordu. Tanrı bunu ona neden reva görmüştü? Onu neden lanetlemişti? Artık kanla beslenen lanetlenmiş bir varlık dışında bir şey değildi. Köşeye çekildi ve hızlanarak ağlamaya devam etti. Bedeni güçle karıncalanıyor olmasına rağmen ruhu acı çekiyordu. Bugün bu sokaktan geçmiş olmasa, belki bunlar olmayacaktı ama içindeki bitmez kibir... Kendi kazdığı kuyunun içine düşmüştü. Aradan ne kadar zaman geçmişti bilmiyordu; bir saat mi, üç saat mi yoksa daha fazla mı? Artık ağlamaktan çare gelmeyeceğini anlayınca ayaklandı, bu lanet sokaktan bir an evvel çıkmak istiyordu. Sol elinin başparmağını ağzına sokmuştu sokağa çıkarken, köpek dişlerinin hâlâ büyük olup olmadığını merak ediyordu. Ama boyutlarının normalleştiğini görmüştü, anlaşılan büyümelerini kontrol edebiliyor olmaktan çok uzaktı, en azından şimdilik. Ara sokaktan çıkıp sarhoş sarhoş kendini yürütmeye çalıştı, ayın ışıkları altında ilerlerken sokağın boş olmasından ötürü Tanrı'ya şükür etti ama sonra durdu, ona bunu layık gören bir Tanrıyla artık bağı olamazdı. Kafasını iki yana sallayıp yürümeye devam etti, evine gitmek tek isteğiydi. Evine yürürken kafasında karar vermişti: Ona bunu yapan kadını bulacak ve ondan intikamını alacaktı. Gerekirse tüm vampirlerin kökünü kazıyacak ama intikamını alacaktı, hem belki ona bunu yapan eski haline de çevirebilirdi, bilmiyordu. Bedeni yeniden açlık çekmeye başlamıştı, bunun ne kadar kötü hissettirdiğini, ilk o an anladı. Midesi kendi kendini yok ediyormuş gibi sızlıyordu ve vücudunda su kalmamıştı, göz pınarları kurumuştu, gözleri hareket ederken acıyordu, başına şimşek gibi bir ağrı girmiş ve bedeni hafif hafif titremeye başlamıştı. Nefes alışverişi hızlanırken gözleri, sokakta yürüyen birilerinin varlığını aramak için istemsizce dört açılmıştı." |
0% |