Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2- Piramit'in Tepesi

@luwynora

"Bütün hayatı boyunca bildiğini sandığı şeyleri aslında hiçbirini bilememişti. Karakterindeki en önemli kusur buydu."

Maurice, E.M. Forst

🕳

"Baykuş'un selamı var, Erva Saraç," yazısı bütün ekranlarda yanıp sönerken yerde yatan herkes gülerek üzerime doğru yürümeye başlamıştı. Olduğum yerden kalkıp geri geri gitmeye çalıştığım sırada yardım etmeye çalıştığımız kadın ayak bileğimi tutarak buna engel olmuştu. Hâlâ adını bilmediğim adam oturduğu yerden kalkıp üzerime yürüyenlerle aramıza girdiğinde kalbim sıkışıyor gibi hissetmiştim. Vücutlarının farklı bölgelerinden kanamaları varken bana doğru gelmeleri korkmama sebep olmuştu.

Göğsünden kanaması olan bir adam kolumu tutup ona bakmamı sağlarken "Sırada sen varsın," diyerek çığlık atmama sebep olmuştu.

Gördüğüm kabusun etkisiyle sıçrayarak uyandığımda neredeyse güneş doğmak üzereydi. O kadın gözlerimizin önünde öldükten sonra bana yardım eden adam beni dışarı çıkarmış, yeniden salona dönmüştü. Bütün bunları yaparken de hiçbir şey söylememişti. Aramızda hiçbir diyalog geçmemişti. Kadının son sözlerini duymuş olmasına rağmen bu konu hakkında tek kelime bile etmemeyi seçmişti. Açıkçası bu da benim işime gelmişti çünkü ben de tam olarak neler olduğunu anlamıyordum.

Son beş senede kendimi çaresiz hissettiğim çok fazla an olmuştu. Çıkmaz sokağa girdiğim, geri dönüş yolunu kaybettiğim ve ne yapacağımı bilemediğim günlerin sayısını bile bilmiyordum artık. Ama o günlerin hiçbirinde bu kadar çaresiz hissetmediğime emindim. Bu kadar karanlıkta hissetmemiştim kendimi hiçbir zaman.

Doğum günü dileğim benimle alay eder gibi henüz gün bitmeden gerçekleşmeyeceğini gözler önüne sermişti. Sadece bir gecede bu kadar şey yaşamak benim için bile fazlaydı.

Yattığım yerden biraz doğrulup komodinin üzerindeki sudan büyük bir yudum alırken kapının aniden açılmasıyla korkudun içtiğim su boğazımda kalmıştı. Gürkan ve Nehir yalnız kalmamı istemedikleri için burada kalıyorlardı ve Nehir büyük ihtimalle çığlığımı duyup gelmişti. Kabus gördüğüm için ölmemiştim ama birazdan öksürmekten ölecektim sanırım.

Nehir hızlıca yanıma gelip suyu tekrar uzattığında başımı olumsuz anlamda salladım. Zaten onun yüzünden bu hâle gelmiştim. Nehir elindeki bardağı tekrar komodinin üzerine koyunca kendime gelmiştim. Bir an gerçekten beyaz bir ışık görmüştüm.

"Öyle aniden gelinir mi ya, ödüm koptu," Nehir yüzünü buruşturup yatağın kenarına oturunca iyice doğrulup arkama yaslandım.

"Çığlığını duyunca sana bir şey oldu sandım," ona da hak verdiğim için başımı olumlu anlamda salladım. Açıkçası dün gece yaşadıklarımdan sonra her şeyden korkmam normal geliyordu. Tabii Nehir'in de korkması normaldi. "İyi misin?" diye yumuşak bir sesle sorduğunda gözlerimle onayladım onu. Şimdi daha iyi hissedhissediyordum.

"Sen nasıl duydun çığlığı be?" Nehir'e cadı görmüş gibi bakarken o gayet normal bir şeymiş gibi "Uyumuyordum," dedi.

"Sen bu saatte mi uyanıyorsun?" Hayretle sorduğum sorudan anında pişman olmuştum çünkü Nehir uyanmamıştı. Uyuduğu bile yoktu hatta. Bizi beklemişti.Ona olan minnet duygumu ifade edecek kelime bulamıyordum.

Nehir sorumu cevaplamadan konuyu değiştirdiğinde hayatımda olduğu için kendimi şanslı hissetmle meşguldüm.

"Gerçekten bir insanın doğum günü anca bu kadar kötü geçebilir herhalde," diye başladığı cümleyi elimi kaldırarak böldüm. "Lütfen böyle şeyler söylemeyelim. Seneye kafama bomba falan düşebilir, daha en kötüsünü yaşamamışımdır herhalde." Sonlara doğru sinirlerim bozulduğu için güldüğümde Nehir omzuma vurup "Düzgün konuş," dedi. Kendi de gülmemek için zor duruyordu ama anca bana laf yapardı. İşte insanlar böyleydi.

"Neler oldu, anlatacak mısın?" Sıkıntılı bir nefes verip başımı olumlu anlamda sallarken komodinin çekmecesini açıp dün gece gelen kutuyu çıkardım. Kendim bir daha bakmak istemediğim için direkt Nehir'e uzatmıştım. Bir süre içindekileri hazmetmesini bekledikten sonra tek kaşını kaldırarak bana dönmüştü.

"Yangın kaza değil miydi yani?" dediğinde "Evet," diyerek onaylamıştım. Açıkçası ben de hâlâ sindirmekte zorlanıyordum. Böyle bir şeyi kim, neden yapardı ki?

"Ben de bomba haber bende sanıyordum," deyip kutuyu aldığı yere koyarken neden bahsettiğini anlamaya çalışıyordum.

"Alper, Türkiye'ye dönmüş."

Duyduğum cümle hâlâ bir kabusun içindeymişim gibi hissetmeme sebep olurken kendimi cimcikleyerek uyanmaya çalışmıştım. Olmayınca bir de bardakta kalan suyu yüzüme çarpmıştım ama hâlâ olduğum yerdeydim. Kabus falan değildi. Gerçekten oluyordu.

Allah'ım gerçekten isyan etmiyorum ama bu kadarının bir günde olması biraz ağır değil mi ya?

"Salak mısın kızım?!" Nehir elimdeki bardağı alıp yerine koyarken "Yeter ama ya," diye söyleniyordum. Hiç derdim yokmuş gibi bir de o salağı mı takip edecektim yani? Umarım benden uzak olurdu ama hiç sanmıyordum.

"Niye dönmüş geri zekalı?" diye sorduğumda omzu silkip "Bilmiyorum ama zamanlaması çok manidar cidden. Her yerde dün gecenin haberleri dönerken ilginin bir kısmını üzerine çekti," dedi. Bütün ilgiyi üzerine çekseydi de keşke hiç dönmeseydi.

"Bizden uzak olsun da ne halt ederse etsin."

"Bize bulaşacağını sanmıyorum. Babası emekli olacakmış. Büyük ihtimal şirketin başına geçmek için dönmüştür." Yüzümü buruşturup kusuyormuş gibi bir refleks yaptığımda Nehir gülerek koluma vurmuştu. "Ciddi ol biraz!" Omuz silkip yeniden uzanırken "Uyumak istiyorum, hadi kış kış," diyerek onu odadan kovmuştum. Oturduğu yerden kalktığında Gürkan'a olayları nasıl anlatacağımı düşünmeye başlamıştım bile. Sanırım ona artık gerçekleri anlatmanın zamanı gelmişti de geçiyordu bile.

🕳

"Bir dakika, bir dakika," Gürkan ona verdiğim kutuyu ve içindekileri anlamaya çalışırken gelen belgeyi ellinci okuyuşunda bir şey fark etmiş gibi durdu. Henüz hiçbir şey anlatamamıştım çünkü daha bunu bile sindirememişti.

"Şimdi bu belge orijinali öyle mi?" Emin olmak için sorduğu soruya başımı sallayarak "Öyle görünüyor," diye cevap verdim. Bir şey demeden laptopını açıp bir şeylerle uğraşmaya başladığında oturduğum yerden kalkıp yanına geçtim. Ne oluğunu anlamadığım uygulamalara girip raporu hazırlayan polisin adını arattığında kaşlarımı çatmıştım.

"Hacker mısın sen?" diye hayretle sorduğum soruya karşı yüzünü buruşturup "Siber güvenlik uzmanıyım ya ben Ervacığım, bunları da biliyorum yani," diye cevap verdi. "Ay aman, havalara bak," deyip oturduğum yerden kalktığım sırada araması sonuç vermiş ve adama dair her bilgi önümüze çıkmıştı. Cidden yakın arkadaşınızın böyle işlerle uğraşması işinize yarayabiliyordu demek ki.

"Evet, bakalım kimmişsin..." Gürkan kendi kendine konuşup ekrana bakmaya devam ederken heyecanla onu bekliyordum. Hiç oturup okumayı falan da düşünmemiştim açıkçası, o okuyup anlatırdı sonuçta.

"Ne yapıyor bu şimdi?" Nehir'in yönelttiği soruya "Şhh, sessiz ol," derken ona dönmüştüm. "Gürkan aslında hackermış," çok gizli bir bilgi veriyormuş gibi kısık sesle söylediğim şeye karşı Gürkan kafasını ekrandan kaldırıp hâlâ ayakta dikilen bana bakmıştı. Şirince sırıtıp yanından uzaklaştığımda gülerek tekrar ekrana döndü.

"Ahmet Kaplan. 32 yaşındaymış. Yani bu raporu yazdığında," durup sıkıntılı bir nefes verdikten sonra devam etti. "2 gün sonra evinde ölü bulunmuş. Eşi ve çocukları şehir dışında olduğu için sebebini bilen yok ama kayıtlara kalp krizi diye geçmiş."

Tabii ki yalandı. Yaptıkları şey ortaya çıkmasın diye önce raporu değiştirtmiş, ardından da adamı öldürmüşlerdi. Hâlâ anlamadığım şey ise bunu kimin yaptığıydı.

"Alper olabilir mi?" diye sorduğum soruya Nehir "Hiç sanmıyorum," diyerek cevap vermişti. Tabii Gürkan bunu neden sorduğumu anlamadığı için "Alper Çatal'dan mı bahsediyorsunuz?" diye sordu. Tam olarak ondan bahsediyorduk. Başımı sallayarak onu onayladığımda arkasına yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi. "Neden o olduğunu düşündün? Ablanla sevgili değiller miydi?"

Evet, bir de o vardı tabii. Türkiye'nin iki büyük ailesini birleştirebilecek bir ilişki iken ablamın ölümü ile son bulmuştu. Tabii altında yatan çok başka sebepler varı ama Gürkan yalızca magazinden duyan biri olarak Alper'in ablama gerçekten aşık olduğunu düşünüyordu.

"Sanırım sana her şeyi baştan anlatmam gerekiyor," dediğimde daha fazla kaosun içine düşeceğini anladığından olsa gerek derin bir nefes aldı.

"Her şey annemin ablama Alper ile olması için baskı yapmasıyla başladı. Saraçlar ve Çatalların birleşmesi iki aile için de en iyisi olacaktı ve güçlerine güç katacaklardı. Anlaşmalarını bununla sağlama almayı düşünüyorlardı yani. Ama öyle olmadı. Ablam hiçbir zaman Alper'e aşık olmadı ve sevdiği başka biri vardı-" sözümü kesip "Kim?" diye sorduğunda Nehir ile aynı anda "Biz de bilmiyoruz," dedik.

Gürkan şimdilik duyduklarını sindirmeye çalışırken yüzünü sıvazladığında ben devam ettim.

"Dediklerine göre Alper gerçekten de ablama aşıkmış, tabii ben buna zerre kadar inanmıyorum da, neyse. Bu yüzden ablamın onu sevmesi için elinden geleni yapmış. Gerçekten bir ara ilişkilerinin gerçek olduğunu bile düşünmüştük hepimiz. Ta ki ablam hamile olduğunu söyleyene kadar."

"Ne?" Gürkan dedikodu moduna geçmiş teyzeler gibi yüksek yüksek tepkiler verirken kaşları çatılmıştı. İşte şimdi asıl bomba geliyordu.

"Alper'den mi?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım. "Değil."

Nehirsalladığu yerden kalkıp mutfağa gittiğinde ben henüz evde kimseninn olmamasının verdiği rahatlıkla anlatmaya devam ettim.

"Ablamın hamileliği duyulursa onları evliliğe zorlayacaklarını biliyorduk ve bu yüzden de bir plan yaptık. Bunlar öğrenilmeden ablamla beraber Bursa'ya taşındık ve hamile olanın ben olduğunu söyledik. Çünkü eğer ablamın çocuğu olduğu öğrenilirse ne annem ne de Alper kesinlikle onu rahat bırakmayacaktı. Tıpkı bize yaptıkları gibi onun da hayatına müdahale edeceklerdi. Dertleri hiçbir zaman Asel olmayacaktı-"

"Dur, dur," elini kaldırıp konuşmamı böldüğü sırada Nehir elinde büyük bir bardak soğuk suyla salona gelip bardağı Gürkan'a uzatmıştı.

"Asel aslında ablanın kızı yani öyle mi?" diyerek emin olmaya çalıştığında Nehir beni küçük bir yükten kurtararak "Evet," dedi.

"Nasıl sakladınız?" diye bir soru sorduğunda ise Nehir'le birbirimize bakıp güldük. Nehir'in kariyerinin ilk temelleri bu sayede atılmıştı.

"Kolay, benim habercilik yeteneklerim sayesinde. Magazine Erva hamile diye haber düşürdükten sonra hastane randevuları dahil her şeyi Erva'nın adına aldık. Anlaştığımız doktordan başkasına gitmedik ve gerçekten Melis'i inanılmaz iyi sakladık."

"Yani en azından iyi sakladığımızı düşünüyorduk," deyip arkamdaki koltuğa oturduğum sırada Nehir de Gürkan'ın yanına oturmuştu. "Birileri biliyormuş, hem de başından beri."

Asel'in ablamın kızı olduğunun bilinmesi onu hedef haline getirecekti. Can güvenliği olmayacaktı ve bizim bundan başka şansımız yoktu.

"Anlamadığım bir şey var," deyip öne doğru eğildiğinde gözlerini gözlerime sabitledi. "Senin kızın olması neyi değiştirdi ki? Sen de bir Saraç'sın, ha ablanın kızı ha senin? Neden senin kızınken tehlike azalsın?"

Farkında değildi ama bu soru canımı en çok yakabilecek sorulardan biriydi. Çünkü ben hiçbir zaman bir Saraç gibi hissetmemiştim. Annem hiçbir zaman beni umursamamıştı. Benimle ilgili hiçbir şeyle ilgilenmemişti ve bana dair tek bir umudu bile yoktu. Tek istediği gözünün önünde dolaşmamam ve ondan uzak durmamdı. Benim kızım olarak sandığı beş sene boyunca bir kere bile Asel'i görmek istememişti mesela.

"İnternette gördüğün her şeye inanmaman gerektiğinin başka bir kanıtı da benim. Meltem Saraç çok iyi bir anne gibi gözükse de bu konu en kötü olduğu konudur." Bu cümleyi alayla kurmuş olsam da boğazım yanmıştı. Bir zamanlar bana annelik yapması hayatta en çok istediğim şey iken şimdi bu çok normalmiş gibi anlatıyordum. Normal falan değildi. Hiçbir çocuk bu acıyı normal bulmamalıydı.

"Sizin planınız neydi peki? Ablan yaşasaydı yani..." Çekinerek sorduğu soruya burukça tebessüm ettim. "Yurt dışına çıkacaktık. Asel kendi annesiyle olacaktı. Türkiye'de herkes benim kızım olduğunu düşünürken Asel aslında gerçek annesiyle her şeyden habersiz mutlu mesut yaşayacaktı. Tabii bir de benimle. Hatta Nehir de sürekli yanımıza gelecekti... Gerçekten, her şeyi düşünmüştük. Ailemizin baskısından kurtulabilmek içn her şey hazırdı. O yangın her şeyi yerle bir etti."

Sonlara doğru sesim kısıldığında Gürkan oturduğu yerden kalkıp yanıma geldi. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp başımı göğsüne çektiğinde anlattığım o kadar şeye rağmen beni zerre kadar yargılamamış olması kalbime dokundu. Ondan sakladığım onca şeye rağmen varlığını hissettirmek için öylece yanımda durması bile yetti.

"Sence gerçekten Alper mi yaptı peki?" diye sorduğunda dudaklarımı büzerek "Bilmiyorum dedim." Artık herkes olabilirmiş gibi geliyordu.

"Size anlatmam gereken bir şey daha var," diyerek başımı Gürkan'ın göğsünden kaldırdım. İkisi de bana merakla bakarken dün gece kurşunlanma sırasında beni kurtaran adamı ve sonrasında kutuyu bulmasını, yardım etmeye çalıştığımız kadını anlattım. Son cümlesinin bana ithafen olduğunu da söylediğimde Nehir "Baykuş mu?" diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladım.

"Mekan kurşunlanmadan hemen önce bütün ekranlarda baykuş simgesi çıktı."

"Ama bu kadarı da yeter artık," Gürkan iç sesim gibi isyan ederken derin bir nefes alıp devam etti. "Bu adam nasıl biriydi?"

Dün geceden beri aklımdan zerre kadar çıkmayan adam için "Çok hatırlamıyorum," dedim. Onlara anlatsam bile adamı bulamadıktan sonra ne anlamı vardı ki?

"Biraz bile hatırlarsan adamı bulabiliriz," Gürkan'ın hacker olduğunu anlamıştım da bu kadarı da biraz fazlaydı bence. "Nasıl?" diye hayretle sorduğum sırada "Baha'ya soracağız," dedi. Yıllardır bir türlü tanışamadığım adamın adı tekrar geçtiğinde sıkıntılı bir nefes verdim. Aslında mantıklıydı. Sonuçta polisti ve orada görevliydi, adamı da gayet kolay bulabilirdi. Tek sorun adamı bulmak isteyip istemediğimi bilmiyordum.

Şimdi yalan yok adam gayet ilgi çekici biriydi. Saçma sapan şeyler olmasaydı tanışmak bile isteyebilirdim belki ama olan onca olaydan sonra bundan emin olamıyordum. Ayrıca adamı bulmak bizim ne işimize yarayacaktı ki?

"Aslında Baha'dan başka bir konuda da yardım alabiliriz," Gürkan çekinerek konuştuğunda hızla başımı ona doğru çevirdim. "Ablanın cinayetini araştırmamıza yardım edebilir." İşte buna kesinlikle izin veremezdim. O raporu hazırlayan polisi bile öldürmüşlerdi. Benim yüzümden kimsenin tehlikeye girmesini istemiyordum. Başımı hızla iki yana sallarken Gürkan elimi tutup "Bir düşün," dedi. Düşünmeyi kesinlikle reddediyordum. "Polisin bulaşmasını istemiyorsan bizim için saklar. Erva bak, bu önemli bir konu." Beni ikna etmek için sakin sakin konuşması gerçekten işe yarıyordu. Ablama bunu yapanların cezasını çekmesini her şeyden çok istiyordum. Birinin hayatına son vermek suçların en büyüğüydü. Bu yüzden de araştırmak istiyordum.

"Tamam," derken aklıma kadının söyledikleri gelmişti tekrar. "Bu kadın neden bana 'Baykuş'un selamı var' dedi peki?" Arkadaşlarıma cevabını bilmedikleri sorular sorarken Nehir telefonunu alıp birini aramış ve kulağına götürürken bana cevap vermişti.

"İçimden bir ses Baha'nın buna cevap verebileceğini söylüyor." Bana kurduğu cümleyi bitirir bitirmez telefonun karşısındaki kişiyle konuşmaya başladığında Gürkan'a döndüm tekrar. Ne yapacağını düşünüyor gibi bir ifadesi vardı.

"Seni hiç yalnız bırakmamalıydım," diyerek başını ellerinin arasına aldığında derin bir nefes alıp elimi sırtına getirdim. Onun hiçbir suçu yoktu ama kendini kötü hissettiğini dün gece burada kaldığında da anlamıştım.

"İnan hiçbir şey değişmezdi," doğruydu. Gürkan yanımda olsa da bütün bunlar yaşanacaktı. Aksine ben Gürkan'ın o mekanda olmamasına seviniyordum. "Her şey düzelecek," diyerek kendimi de onu da kandırmaya çalıştım. Hiçbir şeyin düzeleceğine inandığım yoktu. Hatta bence her şey daha da kötü olacaktı ama pozitif olmaya çalışıyordum. Olayların hiçbir iyi yani yoktu ama ben bir iyi yan bulmaya çalışıyordum.

"Baha yolda, geliyor." Nehir'i başımı sallayarak onayladıktan sonra telefonumu alıp Nazlı'yı aradım. Asel'i dışarı çıkarmasını istemiştim ama nereye gittiklerini bilmiyordum. İyi olup olmadığını öğrenene kadar pek sevgili arkadaşları gelmiş olur diye düşünüyordum.

Oturduğum yerden kalkıp bahçeye çıkarken Nehir de Gürkan'ın yanına geçmişti. Onları her gördüğümde içimde kıpır kıpır heyecanlanan shipperı susturmaya çalıştım. Gerçekten birbirlerine aşık oldukları o kadar belliydi ki hâlâ yakın arkadaş gibi davranmaları sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ben de iki yakın arkadaşımı baş göz etmek istiyordum artık canım!

Onları izlemeyi bırakıp Nazlı ile konuştuktan sonra biraz daha yalnız kalmaları için çardağa geçip oturdum. Temiz hava almak az da olsa iyi gelmişti. İçeride bütün olanları anlatırken ne kadar bunaldığımın farkında bile değildim.

Bir süre orada öylece oturup hiçbir şey düşünmemeye çalıştım ama işe yaramamıştı. Dün gece bir türlü aklımdan çıkmıyordu. Aynı zamanda o adam da...

Oturarak kaçamayacağımı anladığım sırada çalan zilin sesiyle ayağa kalktım.

"Hoş geldin," Nehir kapıyı açıp konuşurken ben de salona girmiştim.

"Hoş buldum," diye tanıdık bir ses duyduğumda başımı anında o tarafa çevirdim. Her seferinde daha fazla şaşıramam derken her seferinde daha fazla şaşırıyordum. Artık hiçbir şeye şaşırmam demeyi acilen bırakmam gerekiyordu çünkü benim şaşırmadığım hiçbir şey yoktu. Yakında ismimin aynı olduğu birini görsem ona bile şaşıracaktım. O seviyedeydim artık.

Nehir'in arkasından dün geceki adam salona girdiğinde yerin dibine girmek istiyordum. Başını kaldırır kaldırmaz gözleri beni buldu. Dün gece de sürekli aynı şey olmuştu. Hatta kucağımızda bir kadın bile ölmüştü. Dün tanışma isteğini reddetmesem bugün bu kadar şaşırmayacaktım bile.

Nehir'in polis diye bahsettiği arkadaşının, sırf elinde silah var diye beni öldüreceğini düşündüğüm kişi olmasını gerçekten beklemiyordum. Dün geceki adamı bulmak için yardım istemeyi düşündüğümüz kişi olmasını hele hiç beklemiyordum. Hatta arttırıyorum, bundan sonra yardım alacağım kişinin o adam olmasını da beklemiyordum. Ben genel anlamda bir şeyleri beklemiyordum zaten ama bu kadar yanılmak da bir yetenekti sanırım. Adam beni kurtardığı hâlde beni öldürecek sanmıştım. Kendimi aptal gibi hissediyordum.

"İnsanlar genelde ilk karşılaşmalarında tanışırlar," dudaklarında samimi bir gülümseme varken bana bakarak konuşmaya başlamış, hatta birkaç adım atıp yaklaşmıştı. "Bizim tanışmamız üçüncü karşılaşmamıza kısmetmiş." Elini uzatıp "Baha ben," dediğinde bile bön bön bakıyordum suratına. Gerçekten yer yarılsaydı da içine girseydim tam şu an.

"Baha Çebi."

Tesadüflere inanmazdım. Bana göre her şey bir rastlantıdan ibaret olamazdı. Kesinlikle hepsinin bir sebebi vardı. Tesadüf olamazdı hiçbir şey, kader olabilirdi. Çünkü ben kadere inanırdım.

Fakat inancıma ters düşecek şekilde karşımda duran adamın kader değil tesadüf eseri gelmiş olduğunu düşünüyordum. Kader olmasını reddetmeye çalışıyordum aslında biraz da.

Eli hâlâ havada beklerken herkesin bakışları benim üzerimdeydi. İsminin Baha olduğunu öğrendiğim adamın neden bahsettiğini anlamaya çalışıyorlardı sanırım.

Kendime gelmeye çalışarak elini sıkarken "Erva Saraç, biliyorum," dedi benim bir şey dememe izin vermedim. "Dün gece sizi korumakla görevliydim." Kaşlarım kendiliğinden çatılırken Gürkan'ın sesiyle ona dönmüştüm.

"Gözünün üzerinde olmasını söylemiş olabilirim tabii," çekinerek söylediği şeye karşı ona kötü kötü bakarken omuz silkip "İyi ki söylemişim," dedi. Yüzünde zerre pişmanlık belirtisi yoktu. Ondan hesap sormak gibi bir niyetim yoktu açıkçası. Şu bu yüzden burada duruyor olabilirdim sonuçta.

"Sadece sen dediğin için değil," Baha gayet rahat bir şekilde konuşup "Oturabilir miyim?" diye ekledi. Gerçekten biz neden ayakta dikiliyorduk ki yani, saçmalık.

"Pardon, otur tabii," başımı hızla sallayıp koltuğu gösterdikten sonra ben de tekli koltuğa oturdum. Gürkan çaprazımdaki yere oturup gülerek "Dün gece seni kurtaran salak adam Baha mıydı?" diye sorduğunda kaşlarımı kaldırdım hemen. Baha'ya bakıp hafifçe güldüğümde o tıpkı dün gece olduğu gibi keyifle arkasına yaslandı.

"Tam olarak salak demedim ben."

"Tam olarak ne dedin peki?" Kollarını göğsünde birleştirip rahatça arkasına yaslandığında tek kaşımı kaldırdım. Gayet de salak demiştim ve hâlâ arkasındaydım. Geri adım atacak halim yoktu.

"Yoo aslında tam olarak öyle demişim," bu halime gülerek başını hafifçe eğdiğinde ben de şirince sırıttım. "Kutumu almamış olsan demezdim," diyerek kendimi savunma moduna geçtiğimde "Aslında kutuyu bırakıp giden sendin," dedi. Haklıydı ama asla bunu ona söylemeyecektim. Ona bu zevki tattıramazdım çünkü zaten yeterince keyif aldığı belliydi.

"Hatta sana geri vererek iyilik yaptım."

"Benim olan bir şeyi bana vererek iyilik mi yaptın yani?" Sesim şaşkın olduğumu belli edecek kadar yükselirken hayretle dudaklarım aralandı. Bu rahatlık karşısında gerçek anlamda ağzım açık kalmıştı.

"Evet, saklayabilirdim ama sana geri verdim. Hem de içine bile bakmadan," yüzündeki sırıtışı tıpkı Gürkan'a yaptığım gibi yumruk atarak dağıtmak istiyordum. Kendimi tutamazsam bu gerçekleşecekti ve açık konuşmak gerekirse bir polise vurmak da istemiyordum yani.

"Ay bir de baksaydın ya! Lütfettettin!"

"Rica ederim," yok ben bu adamı parçalardım. Daha gelir gelmez çağırmalarına izin verdiğim için pişman etmeyi başarmıştı. Şaka gibiydi!

Ellerimi yumruk yapıp sakinleşmek için gözlerimi kapattığımda Gürkan'ın kısık çıkan sesini duydum. "Aman kardeşim dikkat et, Erva ilk tanışmada insanlara yumruk atmayı sever. Açıkçası eli de ağırdır." Hızla gözlerimi açıp Gürkan'a döndüğümde gülerek ellerini teslim olur gibi havaya kaldırdı. "Yumruğundan nasibini alan biri olarak uyarmak boynumun borcuydu." Gerçekten birazdan ikisini de kalkıp dövecektim. Sınırlarını zorluyorlardı.

"Ha söylemeyi unuttum, her gün dövüş tekniklerine de çalışıyor. Ben 3 sene önce yumruğunu yedim hâlâ unutamıyorum. Şimdi daha kötü olmuştur."

"Gürkan!" Nehir sonunda uyarma gereği duyarak arkadaşını susturmaya çalıştığında "Yok yok, konuşsun," dedim. O konuştukça benim onları dövüp sinirimi atma ihtimalim artıyordu.

"Yok sussun ve biz de konumuza dönelim," Nehir'in bahsettiği konunun ne olduğunu en iyi bilen kişi olduğumdan sıkıntılı bir nefes verdim. Baha'ya o kadar sinir olmuştum ki her an vazgeçebilirdim. Tabii şu an vazgeçme şansım pek yoktu. Ablama ne olduğunu öğrenmek zorundaydım.

"Konudan önce benim aklıma bir şey takıldı," derken biraz öne doğru eğilip Baha'ya baktım. "Gürkan'a, sadece sen değil, derken neyi kasdettin?" Gerçekten konu o kadar dağılmıştı ki bunu sormayı neredeyse unutacaktım. Gürkan'dan başka kim beni korumasını söylemiş olabilirdi ki?

"Gerçekten, neden bahsediyorsun?"

Baha yüzündeki keyifli ifadeyi sonunda silerek ciddiyete büründüğünde gelecek cevaptan endişelenmeye başlamıştım.

"Aslında bunu anlatabilmek için baştan başlamam gerekiyor." Başımı sallayarak onaylarken dirseklerini dizlerine yaslayarak biraz daha eğildi öne doğru.

"Baykuş'tan başlayalım," bu ismi duyduğumda içim huzursuz oluyordu. Gerçi benim yerimde kim olsa bir daha asla baykuş görmek bile istemezdi bence.

"Dün geceki olay dahil çoğu şeyin arkasında aynı kişi var; Baykuş. Çok büyük bir örgütün en önemli üyesi. Fark ettiysen kurşunlama olayından hemen önce ekranlarda baykuş simgesi çıktı." Maalesef gayet net fark etmiştim. Zaten kadının ölürken söyledikleri sağ olsun buna sebep olduğumu düşünüp bütün gece kendimi paralamıştım.

"Ne örgütü?"

"Piramit. Önce ülke genelinde büyük çaplı olaylar yapıp sonra mağdurlara yardım diyormuş gibi göstererek kendilerini zengin eden bir kuruluş. Her yerde elleri var, aklınıza gelebilecek her yerde bir adamları var ve her şeyden haberdarlar. Üyeleri tamamen gizli ve başında kim olduğunu bilmiyoruz."

Durup tepkimizi ölçerken oldukça sakindim, yani öyle sayılırdım. Bu olayın benimle ne ilgisi olduğunu merak etmekle meşguldüm.

"Simgeleri de sana gelen kutunun üstündeki simgenin aynısı," dediğinde başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Duyduklarımı sindirmeye çalışırken raporu yazan polisin ölme sebebini de daha iyi anlıyordum artık.

"Kutuda ne vardı?" Hiç çekinmeden dan diye sorduğunda sehpanın üzerindeki kutuyu işaret edip "Aç bak," dedim. Eline alıp fotoğrafa baktıktan sonra notu ve raporu okumuş "Bilmediğim bir şey değilmiş," demişti. Kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Ne demek bilmediği bir şey değildi?

"Her şeyi açıklayacağım," dediğinde kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım. Nehir hâlâ bir şeyleri sindirmeye çalışırken "Sana Erva'yı korumanı kim söyledi?" diye sordu. Bunu ne kadar çok merak etsem de artık alacağım cevaptan ölesiye korkuyordum.

"Yavaş yavaş oraya da geleceğim. Şimdi buraya kadar her şeyi anladıysak ablanın ölümüne gelelim," dedi. Gerçekten benim anlamadığım çok şey vardı ama sorularımı sonraya saklıyordum.

"Aslında Piramit'in açık verdiği tek olay bu. Size gelen rapor, olay yerine ilk giden itfaiye ekibinin evin dışında bulduğu yanıcı maddeler... Kundaklama olduğunu ispatlayan her şey bize Piramit'in bu olayı planlamadan, alelacele yaptığını gösteriyor. Tabii sonrasında üstünü kapatmayı başarsalar da soruşturma açılıyor. O zamana kadar örgütün adı hiçbir küçük olayda geçmiyordu. Genelde kitlesi büyük olurdu ve etkisi kolay kolay geçmezdi. Ama bu olay öyle değil. Başka bir sebepleri olmalıydı. Bu yüzden aileni yakından izlemeye başladık." Durup tekrar bana baktığında yüzümü ellerimin arasına aldım. Ben daha asıl olaya gelmeden bunalmıştım ve daha sorulacak bir sürü soru vardı.

"Pek bir şey bulunmadı ve soruşturma kapandı." Hâlâ olayın ben ve ailemle ne ilgisi olduğunu öğrenemediğim için gerilmeye başlamıştım. Soruşturma kapandıysa bana bunları neden anlatıyordu?

"Ne buldunuz örgüte dair?" Sorduğum soruya "Size her şeyi anlatamam ama," diye cevap verdikten sonra konuşmasına devam etti. "Buraya gelme amaçlarımdan biri de bu olduğu için sorularını cevaplamaya çalışacağım."

"Lütfen uzatmadan ailemin ilgisini söyler misin?"

"Tamam. Örgütün içinde olduklarını düşünüyorum." Dan diye söylediği şeye üçümüz aynı anda "Ne?" diyerek cevap vermiştik. Bu kadarı fazlaydı.

Tamam, annem berbat bir anne olabilirdi ama babam iyi biriydi. Yani en azından ölene kadar gayet iyiydi. Çocuklarına pek babalık yapabilmiş sayılmazdı ama iyi bir insandı. Annem de yalnızca bize kötüydü. Böyle bir örgütün üyesi olmaları mümkün değildi. Allah aşkına, olsalar bile kendi kızlarını öldürebilirler miydi? Bu annem için bile fazlaydı.

"Saçmalık," dedim içten içe öyle olmasını umarak. Böyle bir şeyin gerçek olma ihtimali bile midemi bulandırıyordu. "Mümkün değil."

"Neden olmasın?" Haklıydı. Neden olmasındı ki? Ben ailemi ne kadar tanıyordum da olamaz diyordum. Hiç. Ben ailemi zerre kadar tanımıyordum. Bu yüzden ablamın Asel'i saklama sebebini başlarda asla anlamamıştım.

Baha'nın sorduğu soru bütün hayatımın gözümün önünden geçmesine sebep oldu. Ablamın Asel için uydurduğu masalda bile Piramit vardı. Çocuğunu saklama sebeplerinden biri buydu. Ablam en başından beri biliyordu. Belki de bu yüzden şu an bir toprağın altında yatıyordu. Baha haklı olabilirdi. Ailem gerçekten onlarla çalışıyor olabilirdi.

"Dün gece asıl hedef sendin, bunu sen de çok iyi biliyorsun. Ölmeni istemediler belki ama kesinlikle sana bir mesaj vermeye çalışıyorlar. Bu notun gelmesi, ardından mekanın taranması normal mi sence?" Sakin sakin konuşup beni ikna etmeye çalıştı. O kadar az kalmıştı ki ona inanmama, çok uğraşmasına gerek yoktu.

"Annenin gelmemiş olması? Meltem Saraç böyle davetlerde listeye yazılan ilk isimdir ama gelmedi. Çünkü olacakları biliyordu." İçten içe bildiğim ama kabul etmeyi reddettiğim şeyleri acımadan bir bir yüzüme vurduğunda dudaklarımı birbirine bastırdım. Dün annemin gelmemiş olması başta bana da tuhaf gelmişti ama içinde ben olduğum için gelmediğini düşünmek kolay gelmişti. Sonuçta dünün asıl konuğu bendim. Gelmemesi şaşırılacak bir şey değildi. Ama yine de bir yanım Baha'nın haklı olduğunu düşünüyordu.

"İyi de ablamı onlar öldürdüyseler, bunu neden bana gönderdiler?"

"Güçlerini göstermek için." Gerçekten hiçbir şeyi aklım almıyordu. Öğrendiğim şeyler yüzünden nefesim kesiliyordu sanki. Bir daha asla doğum günümde dilek dilemeyecektim. Hiçbir zaman gerçekleşmiyordu.

"Sana savaş açtıklarını bilmen için," diye devam ettiğinde karşımdaki güçten gerçekten korkmaya başlamıştım. Kendim için değil, Asel için. Çünkü eğer gerçekten ablam Asel'i korumak için sakladıysa ve onlar her şeyi biliyorsa, Asel daha büyük tehlikede demekti. Ablamın planı işe yaramamıştı ve onun kızı olduğunu biliyorlardı. Bu durumda hedeflerden biri de o'ydu.

"Beni korumanın sebebi neydi?" Aklımdaki sorulardan birini daha sorduğumda derin bir nefes alıp doğruldu. "Bana yardım edersen aklındaki her sorunun cevabını alırsın."

"Bu kadarı çok fazla artık," Nehir oturduğu yerden kalkıp salonda dolaşmaya başladığında Gürkan ve onun burada olduklarını unuttuğumu fark etmiştim. Onların tepkisine bakmak aklıma bile gelmemişti.

"Sana yardım etmek mi?" Başını olumlu anlamda salladı. Sırf o kimsenin adını bile bilmediği bir örgütün ailemle ilgisi olduğunu düşünüyor diye ona yardım edeceğimi düşünmesi saçmalıktı. Sanki çok normal bir şey söylüyormuş gibiydi ama bakın ciddi söylüyorum, benim için zerre normal değildi. Bütün hayatımı başıma yıktıktan sonra 'hadi gel bana yardım et, aileni batıralım," diyemezdi.

"Ailenin örgütle bağını ortaya çıkarırsak örgütü çökertebiliriz." Bu kadar rahat olması artık beni delirtmek üzereydi. Onun için normal şeylerdi belki ama bana en azından şaşırma şansı verebilirdi!

"İkimiz mi? Polislerin bir şey yapamadığı örgütü sadece biz mi çökerteceğiz?" Alayla sorduğum soru ciddi ciddi başını sallayarak cevap verdi. Hadi diyelim böyle bir şey mümkündü, ben ailemle görüşmeden ona nasıl fayda sağlayacaktım?

"5 senedir annemle görüşmediğimizin farkında mısın?" Yani gerçekten ailemle ilgili bir konuda yardım edebilecek son kişi falandım. Babamın cenazesine bile zor gitmiştim. Annemin adımı duymaya tahammülü yoktu. Normalde her şeyi basından gizleyen kadın benimle görüşmediğini gizleme gereği bile duymamıştı. Şu hayatta en çok nefret ettiği insanlar listesinde başı çekiyor olabilirdim.

"Farkındayım, açıkçası ben sebebini de merak ediyorum ama anlatman için zorlamayacağım tabii ki. Sadece o ailenin içine girebilecek biri varsa o da sensin." Kurduğu son cümleye kahkaha atmaya başladığımda hiç ifadesini bozmadan dümdüz bakıyordu. O kadar yanılıyordu ki bilse şok olurdu. Sokaktan geçen herhangi bir insan bile anneme benden daha çok yaklaşırdı. Bu yüzden gülüşümü durdurmaya çalışsam da başarısız olmuştum. Gözümden akan yaşı silerken karnımı tuttum. "Hiç güleceğim yoktu cidden."

Hâlâ gülmeye devam ettiğimden olsa gerek sabırla bir nefes alıp arkasına yaslandı. Nehir yanıma gelip kolçağa oturduğunda gülüşümü durmuştu. Sanki az önce kahkaha atan ben değilmişim gibi yüzüm düştüğünde dudaklarımı yalayıp Baha'ya döndüm tekrar.

"Bu konuda sana yardım edemem." Tamam, söyledikleri mantıksız değildi. Hayatımın belli dönemleri aklıma geldikçe teorisi o kadar da mantıksız gelmiyordu ama ona yardım etme şansım yoktu.

Eskiden olsa aileme yaklaşma fırsatını havada yakalardım ama şimdi o kadar anlamı yoktu ki. 27 yaşındaydım. Tam yirmi yedi senedir onlarla bir aile olmak istiyordum ama son beş senedir bunun mümkün olmadığını anlamıştım.

Bazı insanların ailesi olmazdı. Bazılarının ailesi çok iyi olurdu. Bazılarının ise aileleri varken yok olurdu. Ben sonuncusuydum. Ailem varken bile yoktu. Bu yüzden onlara yardım etmem mümkün değildi. Keşke olsaydı ama değildi.

"Hemen kestirip atmadan önce düşün. Ablan ve kızın için." Başımı aşağı yukarı salladım. Düşünecektim ama benim kararım değildi bu. Ben kabul etsem de öyle bir şeyi yapamazdım. Ben kovulduğum eve babamın öldüğü gün bile girememiştim.

"Merak ettiğim bir şey var," dediğimde buyur der gibi başını salladı. "Madem soruşturma kapandı, sen neden bu işin peşini bırakmıyorsun?" İfadesi değişmedi. Sorduğum sorunun cevabı ona göre çok netti ama bunu bana söyleyecek gibi durmuyordu. Eh, o söylemedikçe ben de ona yardım etmeyi düşünmüyordum açıkçası.

"Ablam hakkında gerçekleri öğrenmek istiyorum, senin gibi." İşte bunu hiç beklemiyordum. Yani örgütle kişsel bir problemi olduğu belliydi ama bunu bana söylemesini hiç beklemiyordum açıkçası.

Gürkan "Defne'nin bununla ne alakası var?" diye sorduğunda Nehir ile aynı anda ona dönmüştük. Gürkan ve Baha'nın çocukluk arkadaşı olduğunu biliyorduk zaten, o yüzden ablasını tanımasına şaşırmamıştık ama Gürkan'ın soruyu sorarken sesi titremişti resmen. Sanırım onunla da yakınlardı.

"Onu da bize Meltem Hanım söyleyecek." Kaşlarım kendiliğinden çatılırken bunun altından bile annemin çıkmış olması sinirlerimi bozmuştu.

"Nasıl yani?" Nehir, gözlerini Gürkan'dan çekmeyi başarıp sorduğunda Baha ona değil doğrudan bana bakıyordu. "Çünkü küçükken ablamı almaya gelen kişi annendi." Gerçekten artık şaşıracak şeylerim kalmamıştı. Annemden her şeyi bekliyordum. İnsanların hayatını zindan etmeyi seviyordu sanırım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Baha'nın ailemin örgütle bağı olduğundan bu kadar emin olmasının sebebi belki de buydu. Ve ben annemin yaptığı bir şey yüzünden suçluluk duyuyordum. Şimdi kendimi ona karşı borçlu hissediyordum.

Hiçbirimizden ses çıkmadı. Sanırım kimse ne diyeceğini bilemiyordu. Nehir varlığını hissetmem için sırtıma koyduğu elini çekip Gürkan'ın yanına oturdu. Uzun zamandır sessizliğini koruyan Gürkan ise oflayarak konuşmaya başlamıştı. "Şimdi ne olacak?"

"Erva bize yardım etmeyi kabul ederse ablasına neler olduğunu öğrenip kızını koruyacak. Biz de örgütü çökertme şansını elde edeceğiz. Ha yok, Erva kabul etmezse biz yine bu şansı elde edeceğiz ama o ablasına neler olduğunu öğrenemeyecek." Açık açık her şeyi söyleyip rahatça arkasına yaslandı. Zaten bildiğim şeylerin sesli söylenmesi pek hoş olmamıştı açıkçası.

"Tabii bir de şu an hedef kendisi ama polise gitse de bunu ispatlayamaz." Baha'ya gözlerimi devirip arkama yaslandım. Zaten kendimi yeterince kötü hissediyordum.

"Biz derken?" Gürkan benim de az önce aklıma takılan şeyi sorduğunda ona içimden teşekkür etmiştim.

"Yalnız değilim, savcı bir arkadaşım var."

"Burak mı?" Birazdan düşüp bayılacaktım sanırım. Sürekli yeni bir şey çıkıyordu ve ben takip edemiyordum.

"Güvenebileceğini nereden biliyorsun?" Bu sefer arkadaşına bakmayı kesip benim soruma cevap vermeye karar verdi. "Onun da kendince sebepleri var Erva Hanım, ayrıca yakın arkadaşımız," derken Gürkan'ı işaret etti. "Merak ettiğiniz başka bir şey var mı?" Normalde benimle dalga geçiyor gibi duruyordu ama aslında gayet ciddi oturuyordu.

"Üzerine gitme seni döverim," Nehir kendimi baskı altında hissetmemem için uğraşıyordu. Bunu çok iyi biliyordum. Ama sürpriz! Gayet de öyle hissediyordum. Çünkü gerçekten de öyleydim.

Bir süre sessizce oturduğumuz sırada duyduğum zil sesiyle başımı kaldırıp kapıya doğru baktım. Hiç kalkıp açacak enerjim yoktu. Gürkan bunu anladığından olsa gerek ayağa kalktı.

"Erva Saraç?" Gürkan kapıyı açtığında kendi adımı duymak anında olduğum yerden kalkmama sebep olmuştu. Az önce kapıyı açacak enerjisi olmayan ben değilmişim gibi kapıya koştuğumda kuryenin elinde beyaz bir kutu vardı. Dün gelen kutuya benziyordu. Tek farkı bunun beyaz olmasıydı. Bir de üzerindeki simge tabii. Bunun ne olduğunu uzaktan çok anlayamamıştım.

"Buyurun benim," Gürkan kenara çekilip ne olur ne olmaz diye tetikte beklerken çocuğun uzattığı kağıdı imzalayıp kutuyu aldım. Üzerinde bir baykuş simgesi vardı. Tabii ki basit bir baykuş değildi. Dün geceki simgenin aynısıydı. Bu yüzden de kutuyu açmaya çok korkuyordum. İçinden ne çıkarsa çıksın hayatımı daha fazla mahvedecek gibi geliyordu. Büyük ihtimal de öyle olacaktı.

"O ne?" Nehir oturduğu yerden kalkarken "Bilmiyorum," diye cevap verdim. Açmadan da öğrenemeyecektim ama istemiyordum. Öğrenmesem olmaz mıydı cidden? Ne olurdu hiç gelmemiş gibi davransak...

Herkes merakla elimdeki kutuya bakarken ben yok olmak istiyordum. Yine de kutuyu açtım. Hiç istemesem de açtım ve içindeki belgeyi çıkardım. Bu öbüründen çok daha fazla yakmıştı canımı. Her kelimesi bir iğne olup tek tek kalbime batmıştı. Bu daha acı vericiydi öbüründen.

T.C. ADLİ TIP KURUMU

İstanbul Adli Tıp Grup Başkanlığı

 

TALEP EDİLEN İNCELEME:

İlgili raporda belirtilen yangından çıkan mütevaffanın Melis SARAÇ'ın DNA örneğine uyup uymadığının mukayesesi.

Bu raporu biliyordum. Yangından sonra yapılan otopsi raporunun sonucuydu. O zaman okumuş, ablam olduğuna emin olmuştum. Ama bu rapor o zaman okuduğum rapor değildi. Çünkü burada orada yazmayan şeyler yazıyordu.

SONUÇ:

İlgili raporumuzda sonuç bölümünün beşinci (5.) maddesinde belirttiğimiz ve yangından çıkarılan mütevaffadan aldığımız DNA örnekleri ile Melis SARAÇ'a ait DNA örneklerinin UYUŞMADIĞI tespit edildi.

Kalp atışlarımın sesi kulaklarıma geliyordu. İşte bu gerçekten olamazdı. O gün evde ablamdan başka kimse yoktu. O evin yerini bizden başka bilen kimse de yoktu. Tabii o zamanlar öyle sanıyordum.

Beş yıl boyunca her gün ablamı özlemiştim. Her gece uyumadan önce Asel'e onu anlatmıştım ki annesini tanıyarak büyüsün. Onun hamileyken anlattığı masalları tekrar tekrar dinlemişti Asel. Ama bu rapor yaptığım her şeyin boşuna olduğunu söylüyordu. Çünkü bu doğruysa ablam yaşıyordu.

Ablam ölmediyse, ölen kimdi? Bizim evimizde ne işi vardı? Ben ablam diye kimi gömmüştüm? Kimin mezarına ablamın sevdiği çiçekleri ekip yarım bıraktığı kitapları okumuştum? Kimin mezarının başında ağlamıştım? Daha da önemlisi, ablam neredeydi? Ablamın öldüğü sanıyorduk ama yaşıyordu. Ve tehlikedeydi. En azından öyle olmalıydı. O bizi bırakıp gidecek biri değildi. Kızının hayatı için bütün hayatından vazgeçen biriydi o. Bir kere bile kucağına alamamıştı Asel'i. En büyük hayaliydi hâlbuki. Her şeyden vazgeçerdi ama kızından vazgeçemezdi.

"Erva," Gürkan kolumdan tutup kendime gelmem için sarstığında ne ara koltuğa oturduğumu düşündüm. Gözlerimi kağıttan çekip endişeyle beni izleyen arkadaşlarıma baktım. Bulanık görüyordum. Ne zaman ağlamaya başlamıştım?

"Sana sesleniyoruz, duymuyor musun?" duymamıştım. Kağıdı okumaya başladıktan sonra bu dünyadan kopmuştum sanki. "Neymiş o," Nehir yanıma oturup elimdeki kağıdı aldığında ben kutunun içinde başka bir not olduğunu bile yeni fark ediyordum. Bu gerçekten de küçük bir nottu.

"Onlar ablanı bulmadan sen bul. Zaman daralıyor."

Onlar diye bahsettiği kişiler örgüt olamazdı. Baykuş onlar için çalışıyordu ve görünen o ki ablamın yerini bilen tek kişi de oydu. Bu durumda 'onlar' kimdi? Ben ablamı kimden önce bulmalıydım?

Nehir notu okumuş olmalı ki saçlarımı okşamaya başladı. Gelen her şey beni yıktığı kadar onu da yıkıyordu ama o hâlâ benimle ilgileniyordu. Kayıpları olan sadece ben değildim. Hepimiz kaybetmiştik bir şeyleri. Hepimizin canı yanmıştı. Ama biz kaybettiğimizi sanmıştık. Ablamla ilgili hiçbir şey bilmiyorduk resmen. Önce ölümü hakkındaki gerçeği, ardından da ölenin o olmadığını öğrenmiştik. İki günde iki yıllık olay yaşamıştık.

Baha oturduğu yerden kalkmadan ve tepki vermeden bizi izlerken elimdeki notu ona uzattım. Baykuş eğer örgütten bahsediyorsa bu konuda bana yardım edebilecek başka kimse yoktu. Başka birinden bahsediyorsa da yoktu. Çünkü belli ki benim kendi hayatım üzerinde zerre etkim yoktu. Hiçbir şey bilmiyordum. Öğrenme şansım varsa bu da onlara yardım ederek olacaktı.

"Tamam," dediğimde herkesin gözleri bana döndü. Ben ise sadece Baha'ya bakıyordum.

"Size yardım edeceğim." Beklediği şey bu olduğundan olsa gerek başını salladı.

"Eğer ablan yaşıyorsa o mezarda yatan kim?" Gürkan'ın sorduğu soruyu çok merak ediyordum. Gerçekten yıllarca kimin mezarına bakmıştım bilmek en büyük hakkımdı ama öğrendiğim şeyler o kadar fazla geliyordu ki yenilerini öğrenmeye cesaret edemiyordum. Ama Baha benimle aynı fikirde olmadığını açıkça belli etti.

"Onu öğrenebilmek için mezarı açmamız gerekiyor."

🕳

AYYY SELAMLAR!!

Çok heyecanla yazdım bu bölümü ama bir şeyleri açıklamış olmak için. Artık daha hızlı ilerleyecek ve daha rahat anlayacağıızzz. İyi okumalaarr 💖💖

Loading...
0%