Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5. Bölüm

@luzia_0

Bölüm biraz geç geldi kusura bakmayın, uzun bir bölümle telafi ederim diye düşünüyorum.

Sevdiyseniz oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. İyi okumalar...🤍

 

Buradaki herşey kurgudan ibarettir. Geçen kişi, kurum ve kuruluşlar gerçeği tamamiyle yansıtmaz

 

Bölüm 5 – Kızıl Ayıcık

 

20 Aralık 2000

 

 

Küçük Lavin yatağına yeni yatmış, yorganını başına kadar çekerek babasının ona gelip hikayeler anlatmasını bekliyordu. Yanında en sevdiği oyuncağı kızıl bir ayıcık vardı. Bu oyuncağını o kadar çok severdi ki bir kulağı sökülmüş ve rengi iyice atmaya başlamıştı. Yinede ona sıkıca sarılmış ve sökülmüş kulağını kendi dikmeye çalışmıştı. Babası fark edince hemen elinden almış ve onun için dikmişti. Babası onun için en büyük süper kahramandı. Babası elinde bir sütle gelince gülümsemiş ve yerinde kıpırdanmaya başlamıştı.

 

“Benim prensesim beni güzelce beklemiş mi?”

“bekledimmm”

Babası gülmüş ve burnuna dokunduktan sonra yanına oturmuş sütü Lavin’e vererek her gece yaptığı gibi bir masal anlatmaya başlamış.

“çok güzel bir peri kızı varmış, bu peri kızı o kadar güzelmiş ki görenleri büyüler ve herkesi kendine hayran edermiş. En sevdiği şeyler onun gibi peri olan oğlu, eşi ve işiymiş. İşini o kadar çok severmiş ki işiyle ilgili kötü bir şey dediklerinde hemen kulağını kapatır ve çok güzel bir melodi ile şarkı söylemeye başlarmış. Bu peri kızının bir hayali daha varmış. O da bir kızı olmasıymış. Günler günleri kovalamış-”

“Aaa ebelemece mi oynamış günler yani”

Babası yüzünde acı bir tebessümle

“Evet ebelemece oynamışlar”

“ya bende isterim ki oynamak”

“yarın oynayalım mı? Şimdi masalı bitirsek ve uyusak olur mu?”

“Olurrr”

“Devam ediyorum o zaman”

Küçük Lavin başını sallamış ve babasının devam etmesini beklemiş.

“Günler günleri kovalamış ve peri kızının bir hayali daha gerçekleşmiş bir kızı olmuş, hatta kızı o kadar sabırsızmış ki geleceği günden daha erken gelmiş. Leylekler daha fazla tutamamış onu. Peri kızı çok mutlu olmuş ama gitmesi gerekiyormuş. Daha fazla kalmak istemiş ama bir gün geri geleceğini bilerek son hayali olan kızını son kez öperek gitmiş.”

“Peri kızı nereye gitmiş baba”

Babasının gözleri dolmuştu. Buna anlam verememişti Lavin. Nereye gitmişti ki peri kızı babasını bu kadar üzecek.

“peri kızı çok uzaklara gitmiş Lavim, Senin saçlarına gitmiş”

Kömür karası saçlarına baktı Lavin. Sonra babasının daha önce dediği şey aklına geldi.

“peri kızı annemiydi baba. Annem saçlarımda biliyorum ama neden oradan çıkmıyor”

“Orada duruyor ve seni bütün kötülüklerden koruyor Lavim hem seni hem de vatanımızı”

“peki ne zaman gelecek baba”

“sen bu sütü içince”

Hemen sütünü içmiş ama annesinin gelmeyeceğini biliyordu çünkü babası her zaman aynı şeyi söyler ve uyumasını söyleyerek başından öper ve sessizce odasından çıkardı. Yine aynı şeyleri yaptı ve sessizce odasından çıktı. Yukarı baktı ve kendini bildiğinden beri yaptığı şeyi yaptı Allah’ından annesini istedi ve yavaşça uykuya çekilmeye başladı.

 

 

Günümüz

 

Şuan olanlara ben, keyfim ve kahyası üçlüsü asla anlam veremiyordu. Gelmesiyle Beyaz Albay son kişide geldiğine göre tanışın bakalım diyerek gitmeye hareketlenmiş ve bana fazla hırpalama mesajını vermek için sert bakışlar atarak gitmişti. İçimdeki şeytan şimdi elimize düştün diyordu.

 

Asoşum ben öyle demedim ki yani o imayla demedim. Adam çok yakışıklı farkındasın dimi tü tü maşallah Batuyla aynı boyda. Maşallah Allah sahibine bağışlasın… ama bağışlamazsa haberimiz olsun

 

Ellerimi arkada bağladım ve içimdeki terbiyesizi dışarı yansıtmadan düz bakışlarla askeri inceliyordum.

“Rahat, hazır ol! Kendini tanıt asker!”

Yüzündeki beni küçümseyen bakışları görmüştüm. Ve anasından emdiği sütü burnundan getirmeden buradan göndermemek gibi bir iddaya girmiştim kendimle.

 

“Dinçel Kıran İstanbul emret komutanım!”

“Bir sohbet edelim senle ya. Mutlu musun Hakkari’den nasıl buldun buraları”

 

Sözlerim sohbet havası taşıyor olabilirdi ama bu sizi yanıltmamalıydı. Sesim sertti ve bakalım ne zırvalayacaksın havası taşıyordu.

 

“Çok sevdim komutanım dediklerine göre yazın bile soğuk…”

 

Laflarına devam ederken diğer askere yaptığımın aynısını yaptım ve Batuyla geldiğimiz kısa göz temasında saldırmasını emrettim. Batu da beni başıyla onaylayarak sessiz bir şekilde Dinçel’e yaklaştı ve kollarını boğazına sararak kendine doğru çekti.

“Sen devam et koçum. Aynen çok serin olur buralar”

Hırıltılı sesler çıkararak Batu’nun bileğini kavramaya çalıştı.

“Karşılık ver asker!”

Hırıltılı ve kısık bir sesle “emredersiniz Komutanım!” dedikten sonra az önce kavramaya çalıştığı kola tekrardan hamle yaptı ve sıkıca kavradıktan sonra Batu’yu sırtından destekleyerek yere attı. Yere atmasıyla Batu’nun ayakları üstüne düşmesi ve dizini Dinçel’e geçirmesi bir oldu. Sendeledi ama kendini çok hızlı bir şekilde toplayarak karşılık verdi. Şunu demeliydim ki diğer askerden kat be kat daha iyiydi. Teknikleri yavaş ama isabetli ayrıca hemen de yıkılmıyordu. Sonunda Dinçel Batu’nun zayıf noktası olan yaralı kısmını bulmuş olmalıydı ki oraya bastırıp Batu’ya tekme atarak onu yere serdi. Bana dönerek konuşmaya başladı.

“dövüşün bittiğini düşünüyorum komutanım, bir de sizinle yapmak isterim”

O benimle böyle konuşurken Batu ayaklanmış ve Dinçel’in ensesinde bitmişti.

“sana Lavin Komutanla dövüşmeyi tavsiye etmiyorum. Kemiklerin kırıldığında sigorta karşılamıyor çünkü” diyerek kendince espiri yapmış ve gülmüştü. Onlara göz devirdikten sonra arkamda antrenman yapan diğerlerine bakış attım. Hiç konuşmadan ciddiyetle antrenman yapıyorlardı. Bu garipti çünkü normalde motor takmış gibi konuşurlardı.

“hayırdır lan ne diye böyle suskunsunuz götünüze mermi mi girdi”

Hepsi bir anda bana dönünce ister istemez minik bir tebessüm ettim.

“Yok komutanım bugün sizin sinir ayarlarınızla oynamamaya karar verdik”

Diyerek barfiks çeken Şahin’e Atlas da katıldı.

“Komutanım valla o kadar güzel bir gün ki siz sinir olun istemedik. Mesela Asena okulda A harfini öğrenmiş ‘aaa babamın harfi’ diyor o derece güzel bir gün”

“Ne bok yemeğe benim ismimi verdin lan kızına benden bahsediyorsun sanıyorum arada”

Herkes gülünce yeni gelen iki askerde bize boş gözlerle bakıyorlardı. Tekrardan ciddiyeti takındım ve adı Dinçel olan askere atış parkurunu ve hedefleri gösterdim. Yüzünde çapkın bir sırıtış olmuş ve bana bir şey diyecekti ki ensesine yediği tokatla arkasına dönüp Batu’yu görmesi bir oldu.

“ben sana çevirisine yapayım atış parkuruna geç Dingil. Çok pardon Dinçel”

Ona gıcık dolu bir bakış atarak atış parkuruna geçti.

“Ben başla dediğim de başlıyorsun. Hazır başla!”

Kronometreyi de aynı anda başlatmıştım. Çevik bir şekilde parkuru bitirmesiyle kronometreyi durdurdum.”35 saniye 22 salise” dediğimde inanamamış gibi bana baktı ve içinden olduğunu düşündüğü bir sesle “paslanmışım ” diyerek parkurdan çıktı. Diğer askerde parkuru tamamladıktan sonra içerideki toplantı salonuna doğru yürümeye başladım. Artık başlayabilirdik, sonunda verdiğim raporlar ciddiye alınmış ve Elena’yı araştırma iznini almıştık. Elimdeki bilgileri herkes toplandıktan sonra anlatmaya başlayacaktım o yüzden raporları ve not aldığım kağıtları toplayıp masaya koydum. Kamuflajımı düzelttim ve en başa oturdum. Buraya gelen seslerin içinde yeni gelen iki askerin konuştuklarını duyuyordum. Diğerinin ismi o kadar garipti ki asla aklımda kalmıyordu. O yüzden dosyasını önüme aldım ve adına tekrar baktım. İsmi Erendiz Kılıç Hakkarili ve polis özel harekattan özellikle Beyaz Albayın isteğiyle geçirilmiş. Bir önceki üstleri hakkında güzel şeyler demiş olsa da şuan benim gözümde eksideydi. Silah tutuşundan hareketlerine kadar eğitimli bir Türk askeri gibi değildi. Bu da benim içime bir şüphe düşürüyordu.

 

“Lan kadın asker mi olurmuş, bir de yüzbaşı bu duruma götümle güldüğümü belirtmek isterim”

“Abi o da bir şey mi. Burnu gökdelen mübarek kendini ne sanıyorsa. Kesin torpille gelmiştir bulunduğu yere”

“abi sence sadece torpil mi. Of nasıl bir kasası var kesin başka yollara da başvurmuştur o sürtük yüzbaşı”

“lan o biraz ağır oldu sanki”

“doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlarmış. Ayrıca ağır falanda değildi abi gerçekler”

“operasyonlara gidiyor mudur lan”

“abi duyduğuma göre özel bir görev için 1 yıl boyunca yurt dışındaymış o görev bittikten sonra terfi etmiş”

“görevi neymiş lan”

“Allah bilir hangi zırvalıktır bro”

 

İyice sinirlenmiştim. Benim hakkımdaki çirkin düşünceleri midemi bulandırmıştı. Üzerimde ki askeri ceketi çıkardım ve yeşil askeri tişörtümle ayağa kalkarak oda ya girmelerini bekledim. En sonunda girdiklerinde sesizce bir koltuğa oturacaklardı ki izin vermedim. Bir de sıkıyorsa benim yüzüme söyleyeceklerdi.

“tekrar söyle!”

Erendiz ve Dinçel anlamamış gözlerle bakıyorlardı.

“hani arkamdan sürtük yüzbaşı diyorsunuz ya yüzüme de söyleyin hadi bakalım üste hakaretten size nasıl soruşturma açıyorum”

Diyince yüzleri işte şimdi boku yedik cümlesindeki bok rengini almıştı. Onları duymamı beklemiyor olmalıydılar ki diğerleri de gelince ne olduğunu sorgulamış ve yerlerine oturmuşlardı.

“Komutanım ne oluyor” diyen Mustafa Abiye baktım. “arkadaşlar benim buraya nasıl geldiğimi merak etmişler onu cevaplıyorum abi” diyince bakışlarındaki sorgulama yerini sert bakışlara bırakmıştı.

“Sıç ağızlarına da üstlerine vazife olmayan şeyi sorgulamak nasılmış görsünler” diyen Mustafa abi gibi yapacağım için onlara hiçbir şey demeden masanın başına geçtim ve Elena hakkında bildiklerimi anlatmaya başladım.

 

“Elena hakkında bildiklerimiz;

Yer altında sözünün geçtiğini, teröristlerle sıkı bir dostluğu olduğu ve onlara yardım ettiği sürece onlara yardım ettiğini, elinin ve kolunun uzun olduğunu ve bize belirli aralıklarla adamlar gönderdiğini ve bize yardım ettikten sonra onları patlattığını biliyoruz.”

 

Ben anlatırken Elena isminin geçmesiyle Dinçel kasılmaya başlamıştı. Garip gelmişti ama sorgulamamıştım.

“ayrıca istihbarat aldığım bazı dostlarım Elena’nın bir çok ülkenin de üye olduğu bir toplulukta olduğunu düşünüyor”

“size adamlar mı gönderiyor” diyen Dinçel’e Miraç cevap verdi. “evet o şerefsiz bazen öyle şeyler yapıyor ki adamların kim olduğunu bile doğrulayamıyoruz. Yüzlerini patlatıyor, elerini kazıyor veya yakıyor böylece parmak izini bulamıyoruz”

 

Yüzünde hayran olmuş bir ifade oluşurken konuşmaya başladı Dinçel. “yani şimdi sadece ismini bildiğimiz bazı varsayımlarımız olan birini mi bulacağız”

“aynen öyle Üsteğmen Kıran, yoksa size çok zor mu geldi” diyerek onu aşağılayınca bana düz bakışlar atarak bana cevap verdi. “lütfen siz bulun o zaman komutanım, böylece bize nasıl yapıldığını anlatmış olursunuz” diyince iyice gıcık olmuştum. Tam ağzımı açacaktım ki Şahin konuşmaya başladı. “Komutanım Beyaz Albay bir istihbarat olduğunu söylemişti size söylemiştir illaki nedir o ” diyince hatırladım. Askeriyeye geçerken tekrar aramış ve bana tedarikçilik yaptığını ve bazı pis işlerde de adının geçtiğini bildiğimiz takma adı Pee Wee olan kişiyle silah alışverişi yaptığını ayrıca fotoğraflarınında olduğunu söylemişti.

“işin içinde Pee Wee de var.”

“hani şu seri katil olan mı. O elektrikli bir sandalyede idam edilmedi mi 1991 de” diyen Yüksele baktım.

“idam edildi ama o değil. Onun en büyük hayranı, o yüzden takma ismi Pee Wee. Tedarikçi aynı zamanda bir çok pis işte olduğunu da biliyoruz gerçek ismi hiçbir kayıtta geçmiyor. Ayrıca ikisinin sırtlarından çekilmiş görüntüleri olduğunu söylemişti Albay onların vücut taramasını yapabiliriz” ben konuşurken Dinçel bilgisayarın başına geçmiş ve bir şeylere bakmaya başlamıştı. “bir insan neden bir hem seri katil hem de tecavüzcü olan birine hayran olur ki” dedi Atlas.

“ruh hastası biri” diyerek cevap verdi Batu. “komutanım ben şimdi anlayamadım, biz Elena adlı insanı bulmak için önce Pee Wee yi mi bulacağız ”

“aynen öyle Sahte, Elena bulunması daha zor çünkü fotoğrafta bile fiziksel özellikleri belli olmuyor. Her an tetikte ama Pee Wee yüzünün birazı ve bazı fiziksel özellikleri belli ondan yürümemiz daha mantıklı”

“o zaman ilk adım Pee Wee denen piçi bulmak. Gerçek ismiyle birlikte”

“aynen öyle Karabük”

Biz böyle konuşurken Dinçel’den klavye sesleri geliyordu. Ne yapıyor diye bilgisayar ekranına bakmaya gidiyordum ki projektörle bilgisayar ekranını yansıttı.

Ekranda fotoğrafın taramasını yapmış ve özellikle de Pee Wee için siciliyle birlikte olası iki kişi belirlemişti. İlki Jack Smith ikincisi ise Amato Cameron ikisinin de sicilleri bir hayli kabarıktı. Ayrıca fiziksel olarak çok benziyorlardı. Ben incelerken Dinçel anlatmaya başladı. “Jack Smith 45 yaşında İngiliz asıllı bir Türk, ayrıca dosyalardaki fotoğraflara baktığımda Elena’ya benzeyen bir kadınla arkadan çekilmiş bir fotoğrafı mevcut, sicilinde yasa dışı ticaret, suça yardım ve yataklık ki bu suçtan aklandığı iddia ediliyor, ” nefret dolu bakışlarla bulduğu bilgileri anlatmaya devam etti. “ayrıca, kasten yaralama ve kişilerin huzur ve sükununu bozma gibi hafif suçları da var ” derken projektörde gördüğüm idari para cezası yediği suçu görünce kahkaha atmaya başladım.

İdari para cezasına çevrilmişti, öyle yazıyordu dosyada suç ise “ölüyü belirtilen yerin dışında bir yere gömme” suçuydu. Herkes neye güldüğümü anlamak için dosyada gözleri dolanıyordu. Derken suçu gördüler hepsi benim gibi gülmeye başladı. Yanımda oturan Batu hala göremeyince ona doğru eğildim ve neye güldüğümüzü söylemek için kulağına doğru daha da yaklaştım. Sessizce “orada ölüyü belirtilen yerin dışında gömmekten, hapisten idari para cezasına bir suçu var. Ve hala onu ödüyor” diyerek açıklama yapınca o da genizden gülünce ona baktım. Batu’ya çekiliyordum bunu inkar edemezdim ama uzak olmamız ikimiz içinde daha iyiydi. Tekrar eski konumuma gelince Dinçel ile göz göze geldik kendimi düzeltip ciddiyetimi takınınca ona devam edebilirsin anlamında başımı eğince eyvallah der gibi elini kaldırıp göğsüne koymuştu. O da gülüşünü kontrol altına aldıktan sonra devam etti. “Amato Cameron, 46 yaşında onunda yasa dışı ticaret,kasten yaralama, dolandırıcılık ve silah ticareti gibi bir çok suçtan sabıkası var ama hepsinden bir şekilde ya idari para cezasıyla ya da adli kontrol şartıyla serbest bırakılmış. Rusya, İtalya ve Türkiye de vatandaşlıkları var”

“anasının gözü ya sanki çerez ya bu vatandaşlık” diyen Erendiz’e hepimiz hak verdiğimiz için her hangi bir şey söylemeden Dinçel’in devam etmesini bekledik.

“Yine onunda Elena’nın vücut hatlarına benzer bir kadınla fotoğrafı ve mesajlaşmaları mevcut” ekrana kısa bir mesajlaşma yansımıştı. Çok kısa bir konuşmaydı sadece ne zaman alabileceğini sormuş ve en kısa zamanda diyip gülücük emojisi atmıştı. Sanki bunların görüldüğünü biliyorlarmış gibi konuşmuşlardı. Sanki her şey planlanmış ve bulunmasını istemişlerdi. Ya da bulunursa elimizde bir şeyler var zannedelim istemişlerdi. Bu mesajlaşmayı arka plana atarak çokta üzerinde durmadım. Ama bir gün gelecekti ki benim bu yazışmayı hatırlamam gerekecekti. Öyle hissetmiştim. Jack ve Amato hakkında daha fazla yoğunlaşarak iki gruba ayrılmaya karar vermiştik. Araştırma ve bilgi toplama için üç gün vermiştim herkese üç gün sonra toplanacak ve fiziksel olarak eğleme geçecektik.

Jack Smith’i araştırması için;

Şahin

Atlas

Miraç

Yüksel

 

Amato Cameron’nu araştırması için:

Batu

Dinçel

Mustafa abi

Erendiz

Ve ben vardık

 

Umuyordum ki Dinçel ile birbirimizi öldürmeyiz çünkü her seferinde bana kadın olduğum için aşağılar gözlerle bakıyordu.

 

                                                                                                ⚔

 

Askeriyede ki spor salonunda bir yandan antrenman yapıyor bir yandan da kafamda bazı şeyleri oturtmaya çalışıyordum. İşlenen suçlar aynıydı, fotoğraflar birbirine çok benziyordu tek farklı olan mesajlaşmaydı. Neden üstler raporumu reddettikten sonra kabul etmişlerdi ki. Ellerine ne geçmişti. Ya da ellerine ne geçememişti ve bizim bulmamızı istiyorlardı. Neden Erendiz daha kondisyonsuz ve yavaştı.

Kafamda çok fazla düşünce vardı ve yaptığım antrenmanın bir baltaya sap olduğu yoktu. Şınav çekerken kendimi bir anda yere attım tahmini bir elli tane çekmiştim. Yerden kalkıp barfiks demirlerine tutundum ve derin bir nefes alarak başladım. Saat gecenin ikisi olmasına rağmen biri buraya doğru geliyordu kim olduğunu anlamak için kendimi yukarı çektim ve ayak seslerinin sahibini görünce kendimi geri bıraktım ve devam ettim.

“bir kadın barfiks çekebilir mi ya” kendince “sessiz” bir şekilde söylenen Dinçel’e boş bir bakış atarak barfiks demirlerinden indim. Belikli canı komutan dayağı yemek istiyordu. Bu saate çok güzel giderdi, güzel seçimdi.

“bu kadın ayrıca yüzbaşı olan senin komutanın senden daha üst bir mevkide hem de torpil falan olmadan”

Küçümser bir şekilde gülmüştü

“rütbede miyiz komutanım”

“rütbedeyiz asker”

“dövüşsek benim kazanacağımı biliyorsunuz ve bu yüzden bana hiç dövüş teklif etmiyorsunuz” diye kendince mantıklı yorumunu yapıp sahte bir üzüntüyle

“kırıldım” diyince içimde dışarı çıkmayı bekleyen öfke topunu engellemedim ve dövüş pozisyonu aldıktan sonra “öyleymiş madem, kazan bakalım bu dövüşü” dedim. Gülerek o da pozisyon aldığında ikimizde birbirimizin saldırmasını bekliyorduk. Nasıldı kural, evet kural 98: Acımasız olmazsan her zaman kaybeden sen olursun.

 

Spor salonunun soğuk havası, içimdeki öfkeyi daha da alevlendiriyordu. Karşımdaki Dinçel, nefret dolu bakışlarla bana bakıyordu. Yüzümde az önce antrenman yaptığım için olan ter damlaları, mücadeleye hazır olduğumu gösteriyordu.

Dinçel, hızla üzerime geldi. Yumruğu havada süzülürken, bir adım geri çekilip saldırısını savuşturdum. Hızla yanına fırlayıp karnına bir dirsek darbesi indirdim, ama o hemen toparlandı.

Yumruklarım, Dinçel’in kollarına çarparken, o da karşılık vermeye başladı. Bir tekme bacağımdaki derin yaraya denk gelince sarsılarak dengesizleşip geri çekilmek zorunda kaldım.

Hızla yeniden saldırdım, yumruklarım Dinçel’in dikkati dağıtıp yüzüne odaklanmasını sağlamışken sağ gösterip sol vurdum ve bacaklarım bacağına sarılarak onu yere devirmişti, Dinçel’in şaşırdığını gördüm. Kendini zorlayarak ayağa kalkmaya çalışırken hemen yanına geçip bir tekme attım, ama o da son bir refleksle kolumu yakaladı.

 

Düşmeden dirseğimi indirdim, geri savrulmasına neden oldum. İkimiz de yere düştük, nefeslerimiz kesilmişti. Gözlerimizdeki nefret, bu dövüşün yalnızca fiziksel değil, duygusal bir savaş olduğunu anlamama yol açtı.

Spor salonu, nefeslerin ve darbelerin sesiyle yankılanırken, içimdeki ona karşı olan öfke aslında çok basit bir sebebe dayanıyordu. Benim kadın olmama bağlayarak gösterdiği saygısızlığa. Beni sevmek zorunda değildi ama saygı göstermek zorundaydı. Onun nefreti ise nereden geliyor bilmiyordum ve bilmekte istemiyordum.

Spor salonuna gelmeden önce dosyasını incelemiştim ve dikkatimi çeken ilk şeyin bizimde destek ekip olarak gitmek üzere olduğumuz ama son anda gerek kalmadığı anonsunu duymamızla döndüğümüz o çatışmaydı. Sağ ve çok ciddi yara almayan tek askerdi. Uzun süre alayda geçen her konuşmadaydı o asker.

 

Yavaşça ayağa kalkmaya başladım. “gücünün tamamını kullanmadığını biliyorum”

Anlamayan gözlerle ona baktım. “kasların hiç zorlanmadı veya kasılmadı, benden daha yapılı adamları yere serdiğini duydum. Sana çerez gibi geldim muhtemelen” diyince yüzümde bir sırıtış doğdu. Duydukları efsane değildi, yere sermiştim ama onun bunu nereden bildiğini merak etmiştim.

“bunu nereden duydun”

“ Batuyla yaptığım minik bir sohbet sonrası öğrendim”

“doğru öğrenmişsin ama söyleyeyim böyle saygısızca davranışlar sergilemeye devam edersen problemini benimle değil daha başka yerlerde çözersin, anladın mı”

“saygı duyulacak bir şey değildir, kazanılacak bir şeydir”

“ben yeterince saygı duyulacak bir kadın olduğumu düşünüyorum, senin gözündekinin benim için bir değeri yok”

Kollarımı göğsümde bağladım “ sen bir kadın düşmanı olduğun için beni anlamazsın şimdi, tane tane konuşacağım iyi dinle” kulağına doğru yavaşça yaklaştım “mesleğin kadını erkeği yoktur. Ben bir kadınım ama senden daha iyiyim. Senden daha iyiysem basit bir kural var; saygı duyarsın, sevmek zorunda değilsin” dedikten sonra eski konumuma geldim ve eşyalarımı da aldıktan sonra askeriyedeki odama doğru yürümeye başladım. Bu adam beni o kadar sinir ediyordu ki her saniye yüzüne yumruk atıp dişlerini kırmak istiyordum. Onunda benden aşağı kalır yanı yoktu zaten.

 

                                                                               ⚔  

 

 

Dışarıdaki banklardan birine oturmuştum, elime aldığım pipomu yaktıktan sonra nefesini içime çekerek arkama daha rahat bir şekilde yaslandım. Ben böyle huzurla pipomu içerken ayak sesleri duymamla içimden söylenmeye başladım. Hayır yani sanki GPS vardı götümde. Yanıma oturan kişiyi görmemle hiç rahatımı bozmadım.

“neden pipo?” bir nefes daha çektim ve ona cevap verdim “ilk başta büyük bir Sherlock Holmes hayranı olduğum için daha sonrası zevkine.”

Diye onu yanıtladıktan sonra ona doğru döndüm. “hayırdır Kıran, komutan dayağı yetmedi sanırım”

“yok estağfurullah komutanım. Sadece sizi kapağınıza göre yargıladığımı fark ettim.” Kısa bir süre düşündü “sizi tanımak istiyorum. Alayda kime sizi sorsam çok büyük saygıyla bahsediyor, hatta sizi tanımanın bir şeref olduğunu söylüyorlar. Bende bu şerefe erişmek istedim.” Yapmacık bir şekilde güldüm ve cıkladım “hayır sen onları haksız çıkarmak istedin” kısa bir süre gözlerimin içine baktı. Bende bu sırada tekrardan bir nefes aldım. “peki sizi tanıyabilir miyim”

“bunu niye soruyorsun, sana kendimi anlatmamı bekliyorsan çok beklersin. Zamanla veya yeri geldiğinde beni zaten tanırsın” pipomu işaret ederek konuşmaya başladı.

“pipo sigaraya göre daha zararlı şuan aynı anda beş sigara içiyorsunuz” bunu zaten biliyordum ama o pipo koleksiyonum olduğunu bilmiyordu. “biliyorum yinede beni çeken bir yanı var bu saten sonra bırakmam zor”

“hiç pipo içen kadın görmem-” son anda durdu ve sıkıca gözlerini kapatarak bakışlarının yönünü değiştirdi. Evet, yine aynı şeyi yapmıştı. Yine kadın kelimesini kullanmıştı. Cümlesini tamamlamadan veya düzeltmeden yanımdan kalkıp gidince bir konuşmanın daha sonuna geldiğimizi anladım. o böyle devam ettikçe benim içimde ona karşı bir saygı oluşmazdı, dikenli tellerime takılmak istemiyorsa dikkat etmeliydi. Bir tarafım buna dikkat edeceğini söylesede diğer tarafım benden daha iyi yaptığı şeyi gözüme sokacağını söylüyordu. bir savaş başlatmıştı kazananı görmek için ise uzun bir süre beklemeliydik.

 

Bölüm bittii hep bölüm sonunda soru sormak istemişimdir ama diğer bölümlerde çokta sorulacak bir şey yokru. ama şimdi minik bir iki soru sorabilirim.

-sizce Dinçel'in özellikle kadınları bu şekilde sınıflandırmasının bir nedeni var mı yoksa klasik erkek işte mi?

-Batu sizce Lavin'e açılır mı?

-sizce fotoğraftaki kişi kimdi Jack Smith mi yoksa Amato Cameron mu?

sorular bu kadardı oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın, sevgilerle...

Loading...
0%