@lyra.m
|
Hayatımın bütün ışıklarının söndüğü yani dedemin öldüğü o günden bu yana altı ay geçmişti, koskoca altı ay. Hayatın ışıkları aslında sadece dedem için sönmüştü ama o günden beni ben de önümü göremez olmuştum. Dedemsiz altı ay nasıl geçti hiç bilmiyordum çünkü küçücükken bile dedem beş dakikalığına biyere gitse ya beni de götürmesi için yalvarır ve beni de götürmesini sağlar daha doğrusu götürmek zorunda bırakır yada daha sonrasında beni de götüreceğine söz vermesini sağlardım ve genelde beni götürmediği tek yer nefesi daraldığında ölmemek için bir kurtuluş yolu olarak gördüğü yada belki öleceğini bildiği halde biraz daha yaşamak için alelacele gittiği hastane olurdu. Dedem astım hastasıydı ve buna rağmen sigara içiyordu ve küçükken ona ne kadar kızsam hatta ona kızdığım tek konu bu olsa da sigarayı bırakmadı ve sonunda onun akciğer kanser olduğu gerçeğiyle yüzleştik ve bu gerçek henüz ben on yaşımdayken suratıma bir tokat gibi çarptı ve bunu öğrendiğimde dedeme verdiğim bütün sözler kulaklarımda uğuldamıştı. Benim yüzümden dedim, benim yüzümden öldü, ona sigarayı bıraktıramadım. Dedem henüz ölmeden ona verdiğim sözlerin çoğunu tutmuştum,biri hariç... Dedem küçükken hep benim doğum günlerim kutlardı ve benimle birlikte olduğu son doğumgünümde bana "Sen de birgün benim doğum günümü kutlarsın artık, bu zamana kadar hep ben seninkini kutladım sıra sende." demişti ve ben de ona söz vermiştim ama ben daha doğum gününü kutlayamadan ölmüştü hem de doğum gününe altı ay kala. Bir hafta sonra dedemin doğum günüydü ve ben onun doğum gününe bir hafta kala onu özlüyordum aslında onu çok özlüyordum onun yokluğu benim için dinmek bilmeyen bir acıydı. Tabiki hayatımda bunun yanı sıra iyi şeyler de oluyordu. Okullar kapanmış, ben liseyi bitirmiştim ama karnemi almaya bile gitmemiştim. Karnemi bile Ege almıştı ama artık lise son sınıf değil üniversite ilk sınıftım ve istediğim üniversiteyi kazanmış, lise bitti diye de hiç üzülmemiştim çünkü sevdiğim kimseyle de ayrılmamıştım eski okulumda beni seven birtek Ege, Pelin ve Akın vardı yani anlayacağınız lisede sınıfın çoğu tarafından dışlanan, sevilmeyen, önemsenmeyen biriydim. Ege, Akın ve Pelin de benle aynı üniversiteye gelecekti. Ege de ben de hukuk okuyorduk Pelin ve Akın ise tıp okuyordu, bizden ayrı olsalar da birbirlerinden ayrılmamışlardı. Hukuk küçüklüğümden beri ilgimi çeken bir bölümdü haklı olanın yanında durmak, onu savunmak ve cezasını hak edenin cezasını vermek... Ne kadar genel olarak hukuk desem de avukatlığın bende ayrı bir yeri vardı ve kesinnikle bu ilgim gün geçtikçe Ege'ye de bulaşmış olacak ki benle tanışmadan önce ders notları yerlerde sürünen, derslerde uyuyan, pilot olmak isteyip sürekli bunu hayal eden ama bu notlarla pilot olamayacağını anlayınca vaz geçen ve hiçbir mesleği beğenmeyen çocuk şimdi savcı olmak için deli gibi çabalıyordu ve başarıyordu da. Dürüst olmak gerekirse bu benim çok hoşuma gidiyordu, sürekli aynı davaya birlikte baktığımızı falan hayal edip kendi kafamda saçma sapan diyaloglar kuruyordum;
"En mutlu sabahlar benimle başlar.Günaydın sayın savcım."
"Sizede günaydın avukat hanım ama Sayın savcım olayını pek anlamış değilim açıkcası?"
"Anlamadınız mı, yoksa Beğenmediniz mi "SAYIN SAVCIM? Yoksa SEVGİLİ SAVCIM falan mı dememi istersiniz?"
"Neden olmasın SEVGİLİ AVUKAT."
"AVUKAT!"
"Hm"
"Düz beyaz avukat yani!"
"Hayır! Olurmu canım düz beyaz değil ,SEVGİLİ! avukat."
"Neden avukatım değil de avukat peki?"
"Çünkü ben bir mahkum değil savcıyım sevgili avukat ve sen de benim avukatım değil benim sevdiğim avukatsın:)"
"Diyosun?"
"Diyorum:). Neyse kalk hadi şu yataktan, hem bürona gitsene sen kafan dağılır.."
Ne bürosu pazar bugün pazar, evdeyim ben." Mükemmel hayaller alemimden abimin seslenmesiyle daha doğrusu "yaygarasıyla" uzaklaştım.
"Işıl valla on oldu bak onbirinciye yemin olsun kırar kapıyı dalarım içeri!" Odamın kapısı kapalıydı ve ben dedemin vefatı üzerine sürekli bayılmaya başlamıştım abim de bu yüzden yanımdan ayrılmıyordu ama ben sürekli yalnız kalmaya, biraz dinlenmeye çalışıyordum.
"GELDİM."
"YARIM SAATTİR SESLENİYOM NİYE CEVAP VERMİYON AYI BÖCEĞİ!"
"YARIM SAATTE ON KERE Mİ IŞIL DİYEBİLİY- Bİ DAKKA NE BÖCEĞİ, NE BÖCEĞİ?"
"AYI!" Abimin bu ciddiyet akan ve muhtişim derecede yaratıcı hakaretinden sonra ikimiz de deli gibi gülmeye başladık hatta öyle ki abim en son dayanamayıp kapıyı bir boksör edasıyla yumruklamaya başladı ve en sonunda benim canım kapım sürekli kas çalışan ruh hastası bir Kıdemli Astsubay'ın insanlık dışı yumruklarına dayanamayıp düştü. Evet bildiğimiz kapı aha böyle menteşelerinden kopup düştü ve abimin surat ifadesi akıl almaz derecede komikti ama kendisi az önce kapımı kırdığı için buna gülemedim tabiki. Tek yapabildiğim yatağın üstüne çıkıp baya böyle mal gibi abimi izlemek oldu ve o da benden çok farklı bir halde değildi. Böylece anlamış olduk ki abim dediği can almak bile olsa yapan bir manyaktı az önce kapıyı kırar girerim diyip şu an kırılan kapımın önünden bana bakıyordu.
"Anaa Işıl ben hayalet oldum herhalde. Kapı kapalı ama ben seni görüyom."
"A-abi ne hayaleti kapı gitti."
"Aaa nereye gitmiş ya daha karpuz kesecektik dimi abisinin bal topağı? Ehheheeh. Ama hakkımı yeme şimdi! Bak nasıl da dediğimi yapıyorum."
"SEN ÖYLE KIRARIM FALAN DİYİNCE BEN BLÖRF YAPIYON SANMIŞTIM AYRICA GEREK YOKTU ZATEN AÇACAKTIM KAPIYI!"
"Olsun canım bak yardım ettim daha ne istiyon! Vatana, millete ne kadar hayırlı bir insanım dimi."
Biricik abim daha fazla saçmalamak suretiyle benim cinnet geçirmeme sebep olmaya başlayınca ben de üzerime düşeni yapıp canım abiciğimi nakavt etmek veyahut başka bir deyişle gebertmek üzre önce dört yıldır beni taşıyan emektar yatağımın ardından abim sayesinde biraz önce yerlere serilen kapımın üstünden bir ajan edasıyla atlayarak abime doğru koşmaya başladığımda o çoktan salona varmıştı. Ama ikimizin de ihmal ettiği bir engel vardı, salonun iki adım ötesinde, mutfağın girişinde bekleyen Leydi Esra dö Le Durusoy. ;)
"O ses neydi Uraz?" Annemin sesi ne kadar sakin çıksa da bu fırtına öncesi sessizlikti ve ikimiz de bunu iyi biliyorduk. Abim bana döndüğünde suratı "aha şimdi ayvanın karekökünü yedik" diyordu.
"Birşey değil anne şey ya... Hem niye hep Uraz ,hep Uraz ya! Belki bu hayvani güçlere sahip yerden bitme bahçe cücesi yaptı!"
" Sen asıl kendine bak be! Seni annem doğurmamış, seni gökten zembille indirmişler. Hayvan!"
"Vallahi ikinize de çarparım şimdi iki tane sağlı sollu! Ne olduğunu söyleyin çabuk!"
"Işıl'ın kapısı düştü." Abim bunu öyle kısık bir sesle söyledi ki annemi tanımasam duymadı derdim ama Esra sultandı bu, sinek vızıltısını on metreden duyardı.
"Hee kapı böyle kendiliğinden düştü yani dimi annem!"
"Yok anne kapı kendisi niye düşsün? Gerçi karşısında ben gibi inanılmaz derecede yakışıklı ve karizmatik aynı zamanda da bir o kadar şirin ve düşünceli bir adam görünce düştüyse bilemem ama."
"URAZ BENİMLE DALGA GEÇME, NE OLDU DİYORUM!"
"Ya komik birşey oldu ona gülerken de Işıl'ın kapısına vurdum o da düştü."
"ZATEN ALTI AYDIR Bİ KAPISINI KIRMADIĞIN KALMIŞTI KIZIN HEM MADDİ HEM MANEVİ ZARARSIN SEN BU KIZA!" Tamam, canım anam abimin bana maddi zararları olduğu konusunda tamamen haklıydı ama abimin bana manevi zararı yoktu aksine manevi olarak bana destek bile oluyordu.
"Ya, anne öyle deme ama abim bana yardım da ediyor."
"Tabi kızım ben öyle büyük yardım görmedim(!) Say bakayım birkaç tane."
"Şeyy. Dün bana kahve yaptı, bide eee iki hafta önce de bana kahve yaptı, bide eve ilk geldiğimiz gün yaptı."
"Işıl, kahve yapmak dışında birşeyler söyle kızım!"
"Şeyy- Ya anne abimin maddi bir zarar abidesi olduğunu ben de biliyorum tamam o kabul ama bana manevi bir zararı yok!"
"Bak gördün mü Esra sultan yokmuş işte manevi zararım hem sen niye karışıyon bizin egzantrik kardeşlik bağımıza?" Annem eliyle ağzına fermuar çeker gibi bir hareket yaptı ve sonrasında tripli adımlarla mutfağa girdi ama klasik annelik içgüdülerine dayanamayıp arkamızdan söylenmeye başlamıştı ve açıkçası ben bu huyun anne olunca otomatik yüklendiği gibi manyak teoriler üretmiştim çünkü bütün anneler böyleydi, tartışmanın orta yerinde herkesi susturur ayrı bir yere geçip orada söylenmeye devam ederlerdi.
"Esra sultan yine trip modunun "on" tuşuna basmadan kaçalım istersen ışığım yoksa fırtınadan çıkamayız."
"Nereye kaçmayı planlıyon kapısını henüz kırdığın odama mı abicim?"
"Hee ben oranın kapısını kırmıştım dimi ehehehe. Naapcaz şimdi biz?"
"Neyse ya rahat ol toprağam hiçbişey olmaz, delikanlı dediğin kimseden korkmaz." Diyerek aklımdan geçen şarkıyı abime mırıldandım ardından tilki Esra dö le Durusoy bunu da duymuş olacak ki elindeki terlikle bize nişan aldığında abim beni bırakıp kendini banyoya kilitledi ve kaçarken de;
"Erkekliğin %99'u kaçmaktır." Diye bağırdı ve bunun sonucunda ben Esra sultan ile ringde yalnız kalmıştım ve bu maç benim zaferimle sonlanmayacaktı bunu çok iyi biliyordum.
"Annem, canım, bitanem, güzeller güzelim terliği bırak bi konuşalım sonra bakarız terliği hak edip etmediğime olur mu?"
"Acaba dinlesem ne diyeceksin çok merak ettim bu yüzden kabul ama çabuk ol!" Diyip kendini koltuğa attı.
"Üzgünüm Esra Sultan ama fazla merak kediyi öldürür."
Ve benim muhteşem dil bilgim ile birnevi anneme soktuğum laftan sonra Esra sultan beni öldürüp kafatasımı çorba kasesi yapmasın diye hızla banyonun kapısının önüne gidip o kapıyı da ben kırayım bari dercesine yumrakladım ve abim kapıyı açtığında hızlıca kendimi içeri atıp arkamdan kapıyı kilitledim içimden ise umarım banyomun kapısı da kırılmaz diyordum.
"Siz kaçın kaçın ben göstercem size hele bi çıkın ordan!" En az bi on dakika buradaydık çünkü Esra Sultan bu sürede anca sakinleşirdi hatta daha uzun bile sürebilirdi. Abim telefonunu daima yanında gezdirdiği için buraya da getirmişti ve saçma sapan bir araba oyunu oynuyordu ve merak edenler için söyleyeyim abim otuz yaşında. Abim muhteşem oyununu oynarken yapacak birşey bulamayan ben ise şampuan şişelerinin arkalarını okumakla meşguldüm banyoda ne kadara kaldık bilmiyorum ama ben ikinci şampuanın arkasını okumayı bitirdiğimde kapı çaldı ve annemin seslenişini duydum.
"Geldim." Bir süre ne kapıdan ne de evden gelen sesleri duyamadım duysam da kim olduğunu ve ne konuştuklarını anlayamıyordum ama sonra aklıma gelen şey beni öyle bir duraksattı ki abim bile şaşkın şaşkın bana bakmaya ve elini suratımın önünde sallamaya başladı. Aklıma gelen şey daha dün Ege'yi kahvaltıya çağırdığımdı. Yalnızca birkaç dakika sonrası benim için en utanç verici anlardan biri olacaktı çünkü şu anda abim ve ben aynı anda banyodaydık ve bu çok saçma bir durumdu.
"Hoşgeldin kuzum."
"Hoşbuldum Esra annecim."
"Eee nerelerdeydin bakalım geç kaldın biraz yedide geliyodun saat buçuk oldu oğlum."
"Kusura bakmayın annecim, az ilerde sanayide araba vardı da gelmişken alayım bari dedim orda da Ahmet abi bırakmadı illa bi çay iç dedi böylece de oturmuş oldum, beklettim sizi de."
"Yok oğlum ne kusuru iyi etmişsin de sen yinede aç karnına çok çay, kahve içme."
"Tamam annecim dikkat ederim bu arada Işıl ve Uraz abi nerdeler hiç seslerini de duymadım, yoksa Işıl beni çağırıp kendisi kaçtı mı? (!)"
"Yok, banyoda onlar." Ve annemin bu cümlesiyle utançtan kızarmaya başlayan yanaklarım artık pancardan bile daha öte bir kırmızıya geçiş yapmıştı ve bence bu rengin patentini istesem verirlerdi çünkü dünya üzerinde böyle bir rengin var olduğundan şüpheliydim abimle aynı anda banyodaydık ve Ege bunun ne kadar saçma olduğunu düşünebilecek kadar zekiydi.
"BanyodaLAR derken?"
"Evet oğlum, banyodalar işte neyini anlamadın?"
"Aslında Işıl ve Uraz abinin aynı anda banyoda bulunması biraz saçma geldi annecim!?" Ve şükürler olsun ki annnem sonunda pot kırdığının farkına vardı ve dudaklarından ufak bi "hiii" döküldüğünde artık çok geçti. Usulca kapıya doğru yönelip önce kilidi ardından kapıyı açtım ve karşımda Ege'yi buldum.
"Aa hoşgeldiiin, çok oldun mu geleli biz duymamışız."
"Işıl çocuğa yalan söylemesene, Ege'cim biz seni duyduk da Işıl sana rezil olmamak için-" Abimin ağzını elimle kapayarak konuşmasını engelledikten sonra bir açıklama yapmam gerektiğinin farkındaydım.
"Şeyy Ege biz aslında buraya annemden saklanmak için girdik çünkü annem abim benim kapımı kırdı diye ona kızdı ben de abimi savununca..."
Ege şaşkın şaşkın bana bakıyordu ve bakışları o kadar komikti ki kemdimi tutamadım ve dudaklarımdan ufak bir kıkırtı döküldü.
"Işıl abin ve sen deliliğin kaçıncı seviyesindesiniz bilmiyorum ama şu anda aklımda daha önemli bir soru var."
"Neymiş?"
"Ben böyle bir deliyi nasıl sevdim diye düşünüyordum ama cevabı buldum bile."
"Neymiş cevap?" Diye sordum küçük bir kız çocuğu edasıyla.
"Ben zaten senin bu deli hallerini sevmişim." dedi ve kalbimde kelebekler alem yapmaya başladı,evet benim kelebeklerim de ben gibiydi normallikle alakaları yoktu. Yemiyor ,içmiyor(aslında içiyor),uçuşmuyor alem sofrası kurup kafalarına birer rakı dikiyor sonra da ayyaş ayyaş tepiniyorlardı kalbimde. Tüm bunlar olurken ben ise sadece asalak bir suratla Ege'yi izliyordum,aslına bakılırsa izlemiyordum ona bakarken hep olduğu gibi gözüm dalıyor ve uzaktan bakıldığında onu izliyor gibi görünüyordum ve bu da Esra Sultana malzeme çıkarıyordu çünkü şu an elinde bize doğrulttuğu telefonda kameranın hatta direkt instagram kamerasının açık olduğuna emindim ama kendimi ona bakmaktan alıkoyamıyordum ve bu anda bozuk plak gibi takılıp kalmıştım, onun bakışlarında ve kelimelerinde. ~☆~ |
0% |