Yeni Üyelik
9.
Bölüm

9.Bölüm:Kışlaya Dönüş

@lyra.m

*Uraz'dan*

 

Uçak fazlasıyla sessizdi. Ağlayan bebekler, çalan telefonlar, hiçbirşeyden memnun olmayıp olay çıkaran yolcular yoktu, bu yüzden tam olarak kitap okumaya uygundu. Çantamı karıştırıp kitabımı bulmaya çalıştım ama ne yazıkki bulamadım, Işıl'ın evinde unutmuş olmalıydım. Çantanın daha derinlerine indiğimde elime küçük, dikdörtgen ve buz gibi bir metal deydi ve merakla elime deyen şeyi dışarı çıkarttım. Bir kolyeydi bu, üzerinde ise Dünya'nın en karizmatik abisine yazıyordu. Arkasını çevirdiğimde Işıl'ın el yazısıyla yazılmış bir seni seviyorum ve onun çizdiğine emin olduğum yamuk bir kalp buldum. Yüzümde devasa bir gülümseme oluşunca kolyenin zincirindeki not kağıdını görüp aldım ve açmaya başladım.

 

"Sevgili abicim;

Çok klasik bir giriş oldu dimi, o üsttekini boşver sen.

 

Naber Dünya'nın en karizmatik abisi?;

Bu daha iyi,

Bu notu neden yazdığımı merak ediyorsundur sen şimdi, hatta meraktan parmaklarınla dizinde ritim tutmaya başlamışsındır."

Dizimin üzerindeki elime baktım, evet ritim tutuyordum ve okuduklarım üzerine bunu yapmayı bıraktım.

"Şimdi de ben böyle dedim diye ritim tutmayı bıraktın dimi? Seni çakal senii!

Neyse asıl konumuza gelelim! Şu anda gittiğin o askeriyede beni özleme diye sana ufak bir hediye vermek istedim ve eğer geri döndüğünde o kolyeyi boynunda görmezsem seni deşerim! :)

 

Seni seviyorum 120 kilo karizmatik kas kütlesi abicim.(Kabul et şu anda da sağ elini yumruk yapıp başına dayadın.)"

Son yazdığı bana kahkaha attırmasa da güldürmüştü. Beni çok iyi tanıyordu, inkar edemezdim. Kolyeyi alıp boynuma taktım, notu da katlayıp çantanın küçük bir gözüne koydum ve yapacak birşey bulamayınca uyumaya karar verdim.

 

                                    ***

Gözlerimi tekrar açtığımda yeniden ayarladığım saatime baktım ve sadece yirmi dakika uyuyabildiğimi gördüm. Uçağın inmesine on dakika falan vardı bu yüzden kendimi toparladım ve çantamı yanıma aldım. Uçaktan inince yüzüme çarpan Kars'ın soğuk havası beni kendime getirmişti, taki az ilerde bir jandarma arabası görene kadar.

Arabadan inen iki kişiyi de tanıyordum askeriyeye beraber geldiğim, time beraber girdiğim kişilerdi onlar, yol arkadaşlarımdı Fuat ve Ertuğrul.

 

"Oo agam, seni buralarda görür müydük ya?" Bir de bunların tribini çekcektim.

 

"Öyle deme Fuat altı üstü "ON" aycık memleketine gitti adam."

 

"Dalga geçmeyin de binin şu arabaya." Madem onlar benle dalga geçiyor ben de onlarla geçecektim.

 

"Oo ciddiyet fışkırıyo!"

 

"Harbiden Fuat haklı. Niye böylesin la sen, kafana jop mu yedin?"

 

"Niye beğenmediniz mi böylesini?" Bütün suratsızlığımı takınmıştım.

 

"Valla devrem ne yalan söyliyim biraz daha böyle devam edersen her an kusabilirim." Kusuyo gibi bir hareket yaptı.

 

"Eeh! Kesin be şamatayı!" Sert bir sesle bğırınca ikisi de yüzüme mutant görmüş gibi baktı ve büyük bir kahkaha attım.

 

"Devrem, üç kelime, yerli. Allah Belanı Versin!" Her şeyi oyuna bağlıyorlardı.

 

"O az gelir Ertuğrul. Beş kelime yerli. Allah Bin Türlü Belanı Versin!"

 

"Oğlum bela okuyup durmayın geberir giderim arkamdan zılgıt çekersiniz!" Yaparlardı!

 

"Haklı mı Fuat?"

 

"Haklı devrem." Ertuğrul Fuat'ın haksız demesini beklerken aldığı cevap yüzünün düşmesine sebep oldu.

 

"Devrem ben bu haklı çıkınca ayar oluyom buna!" Benden bahsediyordu.

 

"Ben de." Fuat da katıldığına göre sıra bendeydi.

 

"Ben de."

 

"Lan sen niye gıcık oluyon kendine?" Ertuğrul beni gripseyen bakışlarla süzdükten sonra cevabını verdim.

 

"Ne biliyim uyum sağlıyım dedim."

 

"Çabuk arabaya binin yoksa kışlaya varınca Orhan Komutan haşlar bizi." Arabayı Fuat kullanacağından hemen sürücü koltuğuna yerleşmişti, Ertuğrul ve ben ise ön koltuğu kapmak için savaşıyorduk. Ertuğrul elimi mıncıklamak suretiyle çürütünce kapıyı bıraktım.

 

"Aman tamam be! Al senin olsun doya doya bin!" Hemen ön koltuğa atladı ve beni arka koltuğa attılar.

 

"Adamı böyle yola getirirler iştee."

 

"Hmm, tabi tabi!" Sonunda bu IQ fakirlerinin yanına döndüğüm için ben de çok farklı bir durumda olmayacaktım.

Yol boyunca Ertuğrulun muhteşem (şüpheli!) sesiyle bize söylediği şarkılar sayesinde psikolojimiz iyice yerin dibini boylamıştı. İşimiz ne kadar ciddi olsa da biz görev haricinde hatta bazen görevlerde bile şen şakrak, esprili insanlardık işte.

Kışlaya vardığımızda Orhan Komutan'ı ve karşısındaki birkaç JÖAK Askerini gördük.

 

"Oğlum sadece üçümüze vermeyecek miydi görevi?"

 

"Yoo, biz sana öyle birşey mi dedik de sen hemen havaya girdin?" Hızlı adımlarla biz de diğerlerinin yanında yerimizi aldık.

 

"Oo, sonunda gelebildiniz Uraz bey!"

 

"Kusura bakmayın komutanım."

 

"Askeriye disiplinli bir yerdir Uraz Durusoy ve senden de birdaha bu disiplini bozmamanı rica ediyoruz!" Sağ elimi alnıma götürerek asker selamı verdim.

 

"EMREDERSİNİZ KOMUTANIM."

 

"Neyse, daha fazla uzatmadan görevinizi anlatıyorum, hepiniz kulağınızı açın iyi dinleyin beni!" Hepimizin dinlediğine emin olduğunda konuşmasına devam etti.

 

"Polis Özel hatekat timi, PÖH'ten iki özel harekat polisimiz komuta merkezinin Elazığ olduğunu tahmin ettiğimiz bir terörist gurubu tarafından rehin alınmış bulunmakta ve onları tek parça halinde o şerefzislerin elinden kurtarmak sizin göreviniz! Tutuldukları yerin bilgileri 24 saat içersinde elinize ulaşacak ve en geç 23 Ağustos tarihinde görevinizi tamamlamanız bekleniyor. Herkes beni anladı mı?!" Bugün 20 agustostu yani görev için 3 günümüz vardı.

 

"ANLAŞILDI KOMUTANIM!" Altı kişi aynı anda elerimizi alnımıza götürerek bağırmıştık.

 

"Bu görevin komutası Komando Astsubay Uraz Durusoy'da olacaktır, bu yüzden sana ekibini tanıtayım Durusoy." Yanına gitmemi işaret ettiğinde yan yana sıralanmış beş askerin en başındaydık. Orhan komutan Elindeki kağıda bakarak konuşmaya başladı.

 

"Bu Ozan Kahraman, 26 yaşında, Ankara doğumlu ancak Kahramanmaraş Jandarma Komutanlığından aramıza katılıyor." Ozan askeri selam verdikten sonra bir sonraki kişiye geçtik.

 

"Bu da Özcan Alkanlı, 32 yaşında, Kocaeli doğumlu ve buraya da Kocaeli Jandarma Komutanlığından geliyor." Özcan abi de selam verdikten sonra yanındaki Fuat ve Ertuğrul'a baktım.

 

"Bu iki dingil hakkında birşey söylememe gerek olmadığını düşünüyorum." Orhan komutan ben Ertuğrul ve Fuat'ı pek sevmez, işimizi ciddiye almadığımızı söylerdi hep. Onu başımla onayladığımda kendimi gülmemek için zor tutuyordum.

 

"Ve son olarak Asena Çavuşoğlu-" ne kadar kendimi tutmaya çalışsam da ne yazıkki başarılı olamayarak komutanın sözünü kestim.

 

"Asena mı? Timde kadın var mıydı komutanım."

 

"Aa bak demekki varmış değil mi Uraz!"

 

"Varmış valla."

 

"Neyse! Bu Asena, 29 yaşında, Rize doğumlu ve aramıza Ordu Jandarma komutanlığından katılıyor." Aramızdan birinin laz olması beni heyecanlandırmıştı çünkü küçükken lazları ve dillerini çok beğenirdim.

 

"Ana, harbi mi? Laz yani, selam men Uraz, necesin?" Orhan komutan sabır çeker gibi derin bir nefes almış, ardından tekrar bana dönmüştü.

 

"Oğlum Azeri değil Laz laz! Hem o da Türk ya hani. Normal sen, ben gibi Türkçe anlayabiliyor Uraz!"

 

"Hee kusura bakmayın komutanım men- aman şey ben bilmiyordum." Asena en sonunda dayanamamış olacak ki sinirle bana dönmüş ve konuşmuştu.

 

"Bu benle matrak ediyi gomutanım."

 

"Aa ne münasebet. Gomutanım ben hiç yapar mıyım öyle şeyler?" Dili çok komik geldiği için ufaktan dalga geçmiştim.

 

"Aha ediysin ya işte!"

 

"Etmirim!" Bütün ciddiyeti unutmuş, Asena'yla dalga geçiyordum.

 

"Bak hala alay ediysin!"

 

"Etmirim ula etmirim!"

 

"Ula ben senin var ya!" Elindeki silahı getirip şakağıma dayadı.

 

"Nedeceksin? Vuracakmisun beni zalımın gızı?" Silahın soğukluğundan dolayı ufaktan irkilsem de bunu yapamayacağını bildiğim için bir tepki göstermedim.

 

"Vuracam ula vuracam!"

 

"Eeh! Yeter be didişip durmayın çocuk gibi! Sen de indir o silahı elinden bi kaza çıkacak şimdi! Askeriyede böyle dikkatsizliklere yer olmaz!" Orhan komutan sonunda dayanamayıp konuya el atmıştı ama bu demek oluyordu ki sonumuz iyi olmayacaktı.

 

"Ama o benim lisanımla alay ediyi gomutanım benim günahım niydi?"

 

"Hadi be ordan! Kafama silah dayayan kim!"

 

"Kesin ulan! Görev bilgileriniz gelene kadar ikiniz de cezalısınız. Bu gün boyunca ikiniz de bulaşıkhanedesiniz zaten makine bozuk, iki koğuşun bütün bulaşıklarını siz yıkayacaksınız! Gece de uyumak yok! Akşam yemeklerinin bulaşıkları da bu gece içinde yıkanacak" Gözlerim şaşkınlıkla açılmış, inanamayarak bakıyordum karşımdaki adamın yüzüne. Bu kadar şey nasıl yıkayacaktık iki kişi? Hem de bir günde!

 

"Komutanım iki koğuş dediğiniz yüz kişi eder biz o kadar bulaşığı bırakın bu geceyi kırk gün kırk gece olsa yıkayamayız!"

 

"Madem öyle birdahakine dilinize sahip çıkın Uraz bey!" Yanımda kıs kıs gülen Asena'ya baktım.

 

"Sen neye gülüyorsun acaba? Cezayı tek başıma yemedim, ikimiz yedik ve sen de bütün gece orada bulaşık yıkayacaksın!" Kısık gülüşü kahkahaya dönüştü ve sonunda gülmeyi bıraktığında nefes nefese konuştu.

 

"Ula siz benle dalga mı geçiysiniz, ben Ordu'da oturmuş, iki koğuşun bulaşığını bi başıma üç saatte yumuşum!" Orhan komutan da ben de Asena'ya deli görmüş gibi bakıyorduk.

 

"Kızım bari bulaşıkçı olsaydın, sana o hızla memur maşını verirlerdi zaten!"

 

"Ee Uraz aga, bi marifetli kendun mi sandiydun?" Komutandan başıyla izin aldıktan sonra silahını sallaya sallaya yanımdan geçip bulaşıkhaneye doğru gitti. Bu kadın dişi terminatör herhalde, yüz askerin bulaşığı bir gecede yıkanır mı arkadaş, hem de tek başına? Valla helal olsun!

Yürürken arkasına doğru seslendi.

 

"Ne bakaysun öyle ufo görmiş masum köyli gibi, tez davran daha nice işimiz var!" İçimde Asena'ya karşı bir sıcaklık hissetmiştim. O da bana benziyordu, dışardan ne kadar ciddi ve suratsız biri gibi görünse de çok eglenceli biriydi bence. Ben de koşarak peşine düşmüş bulaşıkhaneye gidiyordum. Bu kadın ya kafadan kontaktı yada askerlikten sıkılmış, görevden men etsinler diye deli taklidi yapıyordu, bu hallerinin başka bir manası olamazdı!

Yolda koşarak Asena'ya yetişmiş, durdurmak için kolunu ufaktan dürtmüştüm.

 

"Ne dürteysun kolumi?" Hala bana sinirliydi belliki.

 

"Şey, kusura bakma." İnsanları kızdırmayı sevsem de üzmeyi sevmezdim ve sanırım Asena'yı üzmüştüm.

 

"O vakit önumden çekil de bakmayayum saa!" Karadeniz'de inatçı olmayan kız var mı acaba?

 

"Of! Özür diliyoruz onu da kabul etmiyo, ey Rabbim acı bu kuluna da bu kız beni görevin ortasında terörist diye alnımdan vurmasın!"

 

"Valla baa belli olmaz, elum kazara bi giderse tetuğe deluk deşuk ederum seni!" Yüzünde gerçekten yapabilecek gibi bir ifade vardı.

 

"Yahu özür diliyorum işte daha ne yapayım?"

 

"Sen bunlari o fışkıyi yemeden evvel düşüncedun." Bu kızın diline hayranım arkadaş ya!

 

"Aman tamam be!"

 

"Hayde yürü de bitirelum şu başimiza sarduun cezayu!" Tekrar arkasını dönmüş, yürümeye başlamıştı. Karadeniz inadı diye buna diyorlardı herhalde, kız Nuh diyor Peygamber demiyordu! Bulaşıkhaneye gidip çeşmenin başına geçtim bir elimde sünger, diğer elimde deterjan öylece bulaşık yığınına bakıyordum Asena ise çoktan başlamıştı bile.

Yaklaşık bir buçuk saat kadar sonra yirmi beş-otuz askerin bulaşığını yıkayabilmiştim ama ellerim ve bacaklarım isyan etmeye başlamıştı. Bir süre dinlenip tekrar devam etmeye karar verdim ve ellerimi duruladıktan sonra bir sandalye çekip oturdum.

 

"Nooldi yoruldun mi?" Sesi alay eder gibiydi.

 

"Ne yorulması geberiyorum!" Asena elindeki son tabağı da durulayıp yanımdaki sandalyeye oturdu.

 

"Valla sen nasul askersun ben anlamadum, devamli öldum bittum deyip duraysun?"

 

"Bizi askeriyeye sokarken bulaşık mı yıkatıyolar?"

 

"Tamam da nöbetlerde beş saat ayakta dikilmekten yorulmadin da buna mi yorulaysun?"

 

"Altı." Biz beş değil altı saat nöbet tutuyorduk.

 

"Anlamadum?"

 

"Bizim nöbetler altı saatti." Kaşlarını şaşırmış gibi yukarı kaldırdı ve ben de işime döndüm. Bir yandan bulaşıkları yıkamaya devam ediyor bir yandan da mırıldanıyordum.

 

"Ne mırıldanıup duraysun kedi gibi?"

 

"Hiç, aklıma takılan bir şarkı var da."

 

"Sesun güzel midur?"

 

"Bilmem, daha önce hiç birine gidip de sesim güzel mi demedim?" Dememiştim ama Işıl hep sesimi çok beğenirdi.

 

"O zaman aklundaki türküyü sesli söyle de ben de saa sesiun güzel olup olmaduğuni söyleyeyum."

 

"Yok!"

 

"Niye la? Utanaymisun yoksa sen?"

 

"Ne alakası var, her yapmadığımız şey utandıgımız için mi yapmıyoruz sanki?"

 

"Sen askeriyede yarı çıplak gezeymisun?"

 

"Hayır tabiki!"

 

"Niye? Utanduun için deil mi sanki?" Sanırım yine haklıydı. Elimi bulaşıkların olduğu yere atınca boş olduğunu fark etmiştim, bitmişti sonunda bu işkence! Ellerimi tekrar duruladıktan sonra gidip Asena'nın karşısına oturdum.

 

"Rize nasıl bir yer?"

 

"Hep dağluk, hep yeşilluk, hep bayur."

 

"Ne güzel işte, bol bol temiz hava, bol bol oksijen."

 

"İstanbul'dan Rize'ye döndümü sağlam çarpayi insani, iki gün yattuun döşşekten kalkamayisun."

 

"Hadi ya? Kötüymüş."

 

"Eh işte, oranun da cilvesi, nazi odur. Zaten ne olacadu, Konuk Sevmaz Deniz demuşlar zamanunda." Memleketini özlemiş gibi bir hali vardı.

 

"Özledin mi?" Cevabını bildiğim bir soruydu bu.

 

"Hem da nasil."

 

"En son ne zaman gittin Rize'ye?" Dört-beş ay olduğunu düşünüyordum.

 

"Beş sene evvel."

 

"N-nasıl? Sizin yılda üç kere izniniz yok mu?" Beş yıldır hiç izin almamış olamazdı, bunun imkanı yoktu!

 

"Var da Rize'ye gidup nedecem?" Az önce memleketini özlediğini söylememişmiydi bu kız?

 

"Ee ailen orada değil mi?" Uzaklara bakan gök mavisi gözleri bir anda gözlerime kenetlendi.

 

"Hangi ailem?" Gözlerindeki hüznü ve acımayı gördüm, o gün, o kendine acıyışını gördüm ben o gök mavisi gözlerde.

 

"Annen, baban işte." Bir türlü anlam veremiyordum ölmüşler miyi?

 

"Anam beni dünyaya getirurken yitip gitmiş, bubam da sert adamdur, asker olacagimu ögrendiğu gibi geldu yanima gitmeyeceksun dedi ben de inat ettum, gidecem dedum, o sa madem gideysun bir daha buralara gelmeyeceksun dedi ben de birdaha Rize'ye adumumi dahi atmadum. Bu bulaşık mevzusuna bakarsak o da bubam sayesunda, orada da baa devamli ceza verirdu ben de aliştum en sonunda." Şimdi bu erkeksi tavırlarının sebebi anlaşılmıştı. Belliki etrafında onu koruyacak biri olmayınca o da kendini korumayı öğrenmiş, bunun için de duygularını terk etmeye çalışmıştı ama ben o masmavi gözlerinde hissettiği herşeyi görüştüm az önce. Gizlediği, yani en azından gizlemeye çalıştığı o hislerin hepsine şahit olmuştum, bu bile benim canımı yakarken onun çektiği acıyı aklım almıyordu.

 

"Akrabaların seni yanlarına falan almadılar mı, bu yaşına kadar izin mi verdiler babanın sana eziyet etmesine?"

 

"Benden nefret ediyler. Bubam yüzunden." Kendine acıyarak güldü bu sefer, maviş gözlerinden birer damla yaş akarak güldü.

Loading...
0%