Yeni Üyelik
2.
Bölüm

HANÇER

@lyssalareys

''Bu bizim sonumuz değil, bu senin sonun.''

 

 

 

..👸🏻..

 

 

 

05.12.2000 ~ BRİTANYA

Kuzeydoğunun en soğuk kış mevsiminde yağan şiddetli kar, bütün şehri beyazlar altına alabilecek güçteydi. Yüksek yamaçlarda ki büyük çam ağaçları karın etkisiyle beraber eğilmiş, hayvanlar ise beyaz yorganın altında kalmamak için kaçışıyorlardı.

Beyaz perde altındaki ormanın silüeti belirsizleşmiş, her ağaç sanki kendi masalsı dünyasına çekilmiş gibiydi.

O gece her şeyden habersiz olan Rose ve minik kızı Vanessa küçük evlerindeki eski şöminenin başında oturuyorlardı. Odanın içini aydınlatan gaz lambası, loş bir ışık yayarken bu onların dışardan göze batmalarını engelliyordu.

Rose küçük kızıyla oyunlar oynarken gözleri saate takıldı. Bu saate kadar gelmesi gereken kocası Rian, hâla ortalıklarda yoktu. Kocasının başına bir şey gelmemesi adına tanrıya dualar ediyordu.

Fırtınadan dolayı sallanmaya başlayan küçük kulübe evleri daha fazla kar fırtınasını kaldıramayacak kadar eskimiş ve tahtaları çürümeye yüz tutmuştu. Fırtına yüzünden korkan Vannessa, elinden hiç düşürmediği tahta atını eline alarak annesinin kucağına sokuldu.

Kızıl kabarık saçlarıyla tıpkı annesine benziyordu. Gözleri ise babasının yeşile çalan koyu ela gözleriyle neredeyse birebir aynıydı. Tombul yanakları ve beyaz teni ise şimdiden çok güzel bir kadın olacağını müjdeliyordu.

İçindeki huzursuzluğun dolup taştığı Rose ise kızının ipeksi saçını okşarken, kızını son defa sevdiğinin farkında değildi.

Birden evin dışında duyulan büyük ve hızlı adım sesleriyle birlikte Rose, kucağındaki kızı ile hızla ayağa kalkıp camın önündeki perdeyi aralayarak dışarıya gizlice göz attı. Bu adım seslerini tanıyordu. Kocasının adım seslerini nerde olsa tanırdı.

Rose kocasının siyah, iri silüetini gördüğü an koşarak kapıyı açtı. İçindeki o kötü his biraz olsun azalırken huzursuzluk hala yerini koruyordu. Hissettikleri anlamdıramayacağı kadar büyüktü. Gölgesizlerin geçen gece yaraladığı bacağının acısı her adım atmasında biraz daha sızlıyordu.

Rian ise nefes nefese büyük bir hışımla içeriye girip kapıyı örterken karısının kucağındaki kızını kolları arasına alarak kocaman bir öpücük kondurdu yanağına. Vanessa'nın yüzü gülerken tek bir kelime çıktı ağzından.

"Babba"

Rose sabırsızlıkla kocasının ne diyeceğini beklerken kötü bir şey olmamasını diledi. Rian ise kötü sonun onlara yaklaştığını bilirken ne söyleyeceğini düşünüyordu. Gergin hava bütün odaya dolarken her şeyden habersiz olan küçük Vanessa ise atıyla oynamaya devam ediyordu.

Karısını endişelendirmek istemeyen Rian karısının gözlerinin içine baktı.

"Gölgesizler izimizi buldu."

Rose duyduklarıyla gözleri büyük bir hüzünle kaplandı. Yıllarca kaçmak artık ikisini de fazla yormuştu. Yüreğine çöreklenen ağrı dayanamaz dereceye ulaşırken düzgün düşünmeye çalışıyordu.

Hiç birşey söylemeden hızla Vanessanın eşyalarını çantaya doldurmak için evin içinde koşuştururken kocası kolundan tuttu.

" Güzel Rose'm, Vanessayı Elenanın yanına götürmeliyiz."

Rose kaşlarını çatarak kocasına sorgularcasına bakarken devamını getirdi.

" Sadece gölgesizler değil Lilith de burada."

Duydukları Rose'un kalbinin yerinden çıkacak kadar hızlı atmasına neden olurken, acıyla yutkundu. Eski dostunun bu denli acımasız olması yüreğini yakıyordu.

Lilith zihni ve bedeniyle tamamen Umbra tarikatına ait olmuştu. Gece vadisine ve akademiye ihanet etmişti. Rose bir gece öğrendiği korkunç gerçeklerle yüzleşmiş ve bunun ardından Lilith peşine düşmüştü.

Fakat vazgeçmemiş canları pahasına gece vadisini kurtarmak için yemin etmişlerdi.

Rian Rose'un alnına küçük bir öpücük bırakırken daha fazla oyalanmamak adına Vanessayı da büyük bir battaniyeye sararak kar fırtınasının içinde kaybolarak yola çıktılar. Artık planlar yoktu kaçmak yoktu. Olacaklar bu gece dolunayın ışında gün yüzüne vurulacaktı.

Kader görünmez ellerin insan hayatını örerek belirlediği bir dokuma gibidir. İnsanlar ne kadar istedikleri yöne giderlerse gitsinler kendilerine yazılan kaderi değiştiremezlerdi. O an ne olacaksa olurdu. Ve bunu kimse durduramazdı. Bir şeytan veya bir melek bile..

Gecenin ıssız ve karanlık havası bütün insanlığa bir mesaj gibiydi. Sert fırtına devam ederken yüksek yamaçlarda ki çam ağaçlarının birkaçı yağan karın ağırlığına dayanamayarak çoktan yıkılmıştı bile.

Yıldızlar, siyah gökyüzünde parıldarken vadinin içinde yükselen sis, ormanın içindeki atmosferi daha gizemli kılıyordu.

Bu gece olanlar yıllarca dilden dile dolanacaktı. Bir devrimin bitimi ve diğerinin baslangıcıydı artık.

Herşey yerle bir olacak, şehir kıyamet şehrine dönecekti.

...

Rian kucağındaki Vanessa ile birlikte dağ yamacına tırmanmaya çalışıyordu.

Rose ise fırtınanın içinde sağa sola doğru savrulurken yanaklarından sıcak yaşlar akıyordu. Bunları hak etmiyorlardı. Tek istekleri yuvaları dedikleri gece vadisini korumaktı.

Ormanın ıssız bölgelerine indiklerinde çıktıları evlerinden epeyce uzaklaşmışlardı. Dev sekoya ağaçlarının arasına girdiklerinde Elenanın gizli sığınağının olduğu ağaca doğru ilerlerdiler.

Dev sekoya ağaçları yeryüzünün bu noktasında yükselen büyülü bir anıt gibiydi. Gökyüzüne uzanan büyük gövdesi, gümüş renginde bir kabukla kaplıydı ve bu kabuk üzerinde dolaşan işlemeler, geçmişin gizemli hikayelerini anlatır tarzdaydı.

Büyük gövdeli sekoya ağacının önüne geldiklerinde Rose içinde kalan son güçlerini kullanarak gözlerini gökyüzüne dikti ve o kelimeleri kullandı.

"Porta ambargus"

Sekoyanın gövdesinin küçük bir kısmı açıldığında zaman kaybetmeden ağacın içinde bulunan asansör ile aşağıya indiler.

Elena ise gözleri hafif uykulu bir şekilde elinde kitap, sallanan sandalyede otururken küçük yeraltı evinin içini dolduran alarm sesiyle irkilerek yerinden kalktı. Ne olduğunu anlayamayan Elena, yukarıdaki giriş kapısını hafifçe aralayarak açtığında Rose ve kocasını görmesiyle kaşları olabildiğince çatılırken gözleri küçük Vanessaya kaydı.

Şaşkınca " Rose?" Dediğinde,

yaptıkları küçük plan zihnine yüklenirken fırtınanın şiddetiyle tenlerine yapışan karlar vücutlarını uyuşturmuştu.

Rian zorlukla kollarında tuttuğu kızını Elenaya uzatırken ikiside kalbinin bir parçasını onunla bıraktıklarını hissediyordu. Konuşmalarına gerek yoktu.

O karanlık gecede o üç kişi neler olacağını çok iyi biliyordu. Elena hiçbir şey söylemezken, gözleri dolu olan Rose'un ağzından tek bir cümle çıktı.

" Vanessaya iyi bak Elena, ona bizden bahset cesur olmasını öğret. Ona öğretmen ol."

Elena hayat dostunun söyledikleriyle gözleri dolarken kucağında yanakları soğuktan kızarmış Vanessaya baktı. Küçük Vanessa ise herşeyden habersiz kocaman yeşile çalan ela gözlerini açmış etrafa bakınıyordu. Elena arkadaşına dönerek sadece kafasını sallamakla yetindi.

Etrafı tehtit dumanı kaplamıştı. Artık gitmeliydiler. Kızlarını da tehlikeye sokamazlardı.

Küçük Vanessa'nın umutları, yıldızlardı. Ve yıldızlarda beyaz bulutların ardına gizlenmişti. Oysa yıldızlar bulutların ardında yavaş yavaş kayboluyordu. Tıpkı küçük kızın umutları gibi hiçliğe bürünmüştü. Artık küçük kızın umutları yoktu. Kan kokan soluk bedenin rengine dönüşmüştü yok olan hayalleri.

Geçmiş acı veriyordu.

Rian ve Rose o gece o küçük gizli evde kızlarını bırakmışlardı. Herşey onu korumak içindi. Herşey onu yaşatmak içindi. Öleceklerini bilseler bile.

Fırtına dinerken gökyüzünde ağır hareketler ile yağan kar Rian ve Rose'un görüş açısını açmıştı. Dizlerine kadar gelen karı umursamayarak Elenanın evine zıt yönde ilerleyerek zihinlerinde dolaşan düşünceleri yok etmeye çalışıyorlardı.

Yürüdüler.

Yürüdüler.

Yürüdüler.

Saatler ağır ağır işlerken yorgunluktan ve soğuktan uyuşan bedenleri gölgesizlere karşı ters düşüyordu.

Ve birden Rian onlara doğru çekilen ok'un tınısını duyması ile karısının kolundan tutarak ağacın arkasına çekti korkuyla. Onlara doğru ateşlenen ok ise arkasına saklandıkları ağaca saplanmıştı.

Rose'un derin nefesleri ormanda yankılanırken kocası sırtındaki arbaleti elinde sıkıca tuttuğunda Rose ise eteğini kaldırarak bacağına sardığı bez parçasının içindeki hançeri çıkardı. Elleri titriyordu.

Rianın gözleri saniyelik karısının yüzüne çevrilirken, gözlerindeki ifade son vedanın izleriydi. Hâreleri karısının yüzünde gezindi.

Her karışını aklına kazımak ister gibi..

Oldukları ağacın üzerine bir ok daha ateşlendiğin de bu onlar için bir tehtitti. Kaçışları yoktu. Kalıp savaşacak ve ne olduğunu göreceklerdi.

Rian elindeki yay'ı sıkıca tutarak kafasını saklandıkları ağacın arkasından çıkaracağı sırada Rose kocasını geriye doğru çekti. Rian ne olduğunu anlayamazken gözleri karısına yöneldi.

"Bir sorun mu var Rose?"

Bu olanlardan ve olacaklardan daha büyük bir sorun mu olabilirdi? Evet.

O da Rose'un ve Rianın yıllara destan büyük aşkıydı.

Karısı karşısındaki adamın yeşile çalan ela gözlerine baktı bir süre evet bu yanlıştı. Oldukları konumdayken bunu yapması yanlıştı fakat kalbindeki bıçaklar onu öldürürken daha fazla geç kalmak istemiyordu.

"Seni seviyorum." Dedi kadın fısıltı gibi çıkan sesiyle. Biliyordu son vedalarıydı.

Gece bir kez daha hayran bırakmıştı kendisine. Maskenin ardında hiç olmamış gibi yeniden gösteriyordu tüm asaletini. Beraberinde ay'ı da getirmişti, karanlığına ışıldasın diye... oysa kendisi karanlıkların en parlağıydı...

Rianın kurumuş dudaklarında hafif bir tebessüm oluşurken karısının bu huyunu sevdiğini bir kez daha anımsadı. Ne olursa, hangi şartlarda olurlarsa olsunlar karısı bu iki kelimeyi kullanmaya asla çekinmezdi.

"Seni seviyorum güzel Rose." Diye karşılık verdi ve dudaklarının üzerine küçük bir öpücük kondurdu. Artık hazırdı. Etraflarındaki sesler artarken çevrelerinin sarıldığını hissediyorlardı.

Rian kuvvetli hisslerini dinleyerek elindeki yay'ı ağacın arkasından çıkararak hedefe hızlı bir atış yaparken adamın inleyen sesi ormanın içinde yankılandı. Bir kahkaha sesi acı ile inleyen adamın sesini bastırırken, bu kadını çok iyi tanıyorlardı.

Lilith.

"Ah yakışıklı Rian, atışlarda ki destansı atışların beni çok cezbediyor."

Bu ses bir şeytanın sesiydi.

Bu ses cehennemi isteyen sesin sahibiydi.

Lilith, öyle bir şeytandı ki..

Sesi sadece bir taraftan değil ormanın her yerinden geliyordu. Rian sırtındaki ok çantasından bir ok daha çıkardığında elindeki yay'ı öyle sıkı tutuyordu ki kırılacak gibiydi.

"Neden bu kadar acımasızsın bize, ailemize neden zarar veriyorsun Lilith!? "

Rose'un sesi ormanda yankılandı.

Lilith ise karanlığın içinden çıkarken gölgesizlerin aydınlattığı bölgeye ilerledi ve kendini gösterdi. Şeytanların annesi olarak bilinen Lilith'in gözleri öyle can yakıcıydı ki, kimse gözlerine bakamıyordu.

Onun gözleri kızıldı.

Onun gözleri ateştendi.

Onun gözleri cehennemdi.

Lilithin gözleri nefret ve eski bir acıyla doluydu. Rose ise Lilithe karşı kararlılıkla duruyordu.

" Bu sadece öyküdeki karanlık rollerden ibaret Rose. Amaçlarımın senin anlayışına sığması beklenemez. Gece vadisinin karanlığı etrafa yayılmayı bekliyor!." Dedi soğuk bir tavırla.

" Karanlığı seçmek zorunda değilsin! Beni, bizi öldürerek eline ne geçecek söyle bana?."

" Senin geleceğin en başından yazılmış bir öyküydü Rose bunu kabullen."

Ağaçların tepesinde dolanan karga sürüsü olacakların tek şahitleriydi.

Karşılarında eski dostları yoktu. Bir robot gibi Umbra tarikatının isteklerini ve yapacaklarını dile getiriyordu.

" Umbra tarikatı beni bu yolda ilerlemeye çağırıyor!" diye devam etti gökyüzüne doğru bakarak.

Etraftaki soğuk üstündeki ince giysileri esir alırken hiçbir duygu belirtisi göstermiyorlardı.

Rose artık eski dostundan umudunu kesmişti. O artık tamamen onlara aitti. Peki ya şimdi ne olacaktı?

" Karının kalbine o elindeki hançeri ne kadar saplamak istediğimi bilemezsin Rian, fakat bana nefret ile bakan yeşil gözlerin beni kendine daha çok çekiyor." Alaycı tavrı sinirlerini bozmuştu.

Rose dişlerini sıkarken sakin olması gerektiğini biliyordu. Onun oyununa gelmeyeceklerdi.

"Sen Lilith, sadece yok olmuş bir güvenin hayaletisin. Rose'un kalbindeki çiçekleri soluttun ve şimdi bu topraklara karanlık tohumlar ekmeye çalışıyorsun!"

Geldiklerinden beri ilk defa konuşan Rian, Lilith'in dikkatini çekmişti. Bir hareketi ile etrafta olan gölgesizler arkadan Riana yaklaşırken önlerine atlayan Rose ortaya açtığı ışık küresiyle gölgesizleri alt etmeye çalıştı fakat yararsızdı. Güçleri manipüle edilmişti. Artık eskisi gibi kullanamıyordu.

Rose zorla tutulan kocasına gözlerini çevirdiğinde ikisininde gözlerinde aynı şey vardı. Çaresizlik.

Gölgesizleri alt etmek zordu. Onlar ölümsüzlüğe en yakın varlıklardan biriydi. Maskelerinin altında bulunan siyah duman bulutu etrafa yayılıyordu. İşte bu tamamen saf kötülük ve karanlığı temsil ediyordu.

"Yaşamınızın ellerimde olduğunu unutuyorsun." Dedi Lilith elindeki uzun baston görünümlü bıçağı Rose"un şah damarının üstüne bastırırken.

Rian adamların ellerinden kurtulmaya çalışıyordu fakat çabası boşunaydı. Lilith, Rose'un elinden aldığı hançerini tek hamlede kalbine saplarken, fırtına kimsenin hiç görmediği kadar şiddetlenmiş ve karanlık gecedeki o cinayeti halkası içine almıştı.

Kalbine saplanan hançerin keskin metal kısmı kana bulanırken yere damlayan koyu kan, beyaz karı eriterek toprağın sert zeminine işleniyordu.

Elenanın kucağında uyuyan Vanessa bir anda gözlerini açarak bütün çığlığını yaymıştı etrafa. Elena korku ile Vanessayı susturmaya çalışırken ateşinin çıktığını fark etmişti. Küçük kız ise vücudunda yayılan acı ile daha fazla tepinmeye başladı.

Bu acı sanki kalbine saplanan bir hançeri andırıyordu.

Rose acı ile bağırırken gücünün son demlerini kaybettiğini hissediyordu.

Rian karısına yetişmek umuduyla etrafındaki adamları yere sermek için bütün gücünü göstermişti. Beyaz tenli karısının yüzüne bakamıyordu. Onu son kez de olsa görmek istiyordu fakat bakacak cesareti kendinde bulamıyordu.

Bir zamanlar dostum dediği insan onu kalbinden hançerlemişti. Kalbinin acısıyla son cümlesi çıktı ağzından.

"Bu bizim sonumuz değil, bu senin sonun."

Lilith kanlı hançeri çevirdi ve Rose'un bedeni karlı soğuk zemine devrildi. Rian'ın sesi bütün ormanda yankılanıyordu.

"Hayır!" Gözleri acıyordu.

Bunu küçük kızına nasıl açıklayacaktı. Karısının yanına koşmak istiyor ve o eşsiz kokusunu içine çekmek istiyordu fakat kan gölüne dönen bedeni kokusunu bastırmıştı.

Ölüm kokuyordu.

Rian'nın bedeni serbest bırakıldığında bir kanadı koparılmışcasına beyaz zemine yıkılıverdi. Lilith'in gözleri yıllardır beklediği bu sahnenin huzuru ile gülüşünü büyüttü. Kızıl gözleri daha önce hiç olmadığı kadar parlaktı. Fırtına etkisini kaybettirirken yere çökmüş Rian parmaklarını karısının yumuşak saçlarında gezdiriyordu.

Rianın hissizliği etrafına bir duvar gibi örülürken fırtına öncesi sessizliğin ufak adımlarıydı bunlar. Karısını kanlar içinde görmek canını yakıyordu.

Rose'un son bakışları ise yaşamının yavaşca silindiğini, elinden kayıp gittiğini hissettiriyordu. O an karısı, Rianı da

onunla birlikte ölüme sürüklüyordu çünkü o an sevdiği kadının kaybını sonsuza kadar hissettiği an olacaktı...

🕯️

Vay canına ne bölümdü ama..

Yorumlarınızı bekliyorum.

Yeni bölümlerde görüşmek üzere.

- Lyssa.

Loading...
0%