@m.k
|
Keyifli Okumalar..🖤
Tam karşım da Asil ve onun da karşısın da babası.. Asil bana döndüğü zaman gözlerinin dolu olduğunu ve gözlerinde ki hayal kırıklığını görünce omuzlarım düştü. Yetişememiştim. Anlatmıştı. Şok olmuş bi şekil de bana bakarken sol gözünden bi damla yaş aktı, ona doğru bi adım attığım anda aniden geriye bi adım atınca durdum. Tam konuşmak için ağzımı açtığım anda arkasına dönüp, hızla merdivenleri çıktı tam arkasından hızla çıkarken, kolumdan tutan Azad ağa "Defol evimden!" dediğin de onu o an öldürebilirdim. "Karımı almadan hiçbir yere gitmeyeceğim!" derken dişlerimi fazla sıktığım için sesim fazla kalın çıkmıştı. Alay eder gibi güldükten sonra "Ne sanarsın!? Asilin seninle geleceğini felan mı!? Kızım bu saatten sonra senin hiç-" demeden kolumu hızla çektim ve sesimin Asile ulaşmasını istediğim için bağırarak, "Burdan karımla beraber çıkacağım, sonucu kimin canına mal olursa olsun!" dediğim gibi yukarı çıkmaya başladım. Anlımdaki terlerden rahatsız olduğumdan elimin tersiyle hızla sildim. Asilin odasına doğru ilerleyip odaya girmek için kapıyı açmaya çalıştığım da kapının kilitli olduğunu anladım. Derin bi nefes aldım ve "Asil, asil aç şu kapıyı konuşalım güzelim, hadi." dediğim de cevap alamadım. Bi kaç saniye daha bekledikten sonra, "Asil, aç hadi. Konuşalım sonra kararın ne olursa açıklarsın ama aç da konuşalım." dedim ama ne bi ses ne de bi cevap vardı. Düşündüklerine kalbim sıkışırken, "Asil 3 saniyen var! Eğer ki 3 saniye için de açmazsan kapıyı kıracağım!" dedim ve beklemeye başladım. "1-2" tam üç diyecekken kapının kilidi açılınca derin bi nefes alıp içer girdim. Yatağın önüne çökmüş, dizlerini kendine çekip, sessizce ağlayan küçük karıma baktım. Derin bi nefes aldım ve onun yanına oturduğum da benden uzaklaştı. Derin bi nefes aldım, ne yapacağımı yada nerden başlayacağımı bilmiyordum. "Asil, baban sana ne anlattı bilmiyorum ama düşündüğün gibi değil. Ben- ben" diyemeden lafımı bölen ve geldiğimden beri ilk defa konuşan Asilin ilk cümlesi "Boşanmak istiyorum." Olmuştu. Beynimden vurulmuşçasına hızla ona döndüğüm de elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve hissizce boş duvara baktığını gördüm. Bi süre ikimiz de sessiz kaldıktan sonra derin bi nefes alan Asil, bana döndü ve gözlerimin tam içine bakarak, "Senden boşanmak istiyorum." dediğin de, gözlerimin önü kararmaya başladı. Baktığım şeyler bulanıklaşmaya başladığın da gözlerim hala Asili arıyordu. "Asil" onu görememeye başladığım da sesini duymaya muhtaç kalmıştım. "Asil" diye tekrarladığım anda derin bi nefes aldığım anda gözlerim açıldı. Haddinden fazla hızla şişip-inen göğsümle oturdum. Baş ağrımı yeni yeni hissetmeye başladığım da elimle başımı ovuşturdum. Gözlerim açmak için kendimi zorladığım da etrafa bakmaya başladım. Tanıdık gelmeyen bu yeri hatırlamaya çalıştım ama baş ağrım bana yardımcı olmuyordu. Açılan kapıyla, gözlerimi o yöne çevirdiğim de içer giren erkek doktor bana doğru yürürken bana gülümsüyordu. "Uyandınız sonun da, günaydın." derken genç ve samimi bi doktordu. Kapıdan giren Ali, beni görünce şok olmuş gibi bi süre bana bakıp, hızlı adımlarla yanıma geldi. "Abi! Oh be. Uyanmışsın." derken rahat bi nefes almış gibiydi. "Başım çok ağrıyor doktor, bi ağrı kesici yap bana." dediğim de tekrar uzandım. Az önce gördüklerimin hepsi rüyaymış. Uzandığım anda aklıma gelenle hızla ayağa kalktığım da yaram beni fazlasıyla zorlamıştı. "Alaz Bey! Ne yapıyorsunuz?" diye bana kızan doktora bakmadan Aliye dönüp, "Üstlerim nerde lan benim! Kaç saattir burdayım?" dediğim de "Abi uzan-" diyemeden ona bağırıp, "Soruma cevap ver!" diye ona çıkışınca, dolaba yönelirken "Kurşun kalbine çok yakınmış abi, 3gündür burdasın." dediğin de duraksadım. "Ne saçmalıyorsun lan!? Ne 3 günü?" dediğim de hızla doktora döndüm. "Ali Bey durumunuzu anlattı, kurşunu kim sıktıysa iyi bi nişancı olmalı ya özellikle kalbe yakın bi yer seçmiş yada sadece tesadüf?" dediğin de küfür ettim. O piç özellikle yapmış olmalıydı, Asille bağlantımı kesip rahatça anlatması içindi. Doktorun durumunuzu anlattı dediğin de ona ters ters baktım, bu ucuz adamı belli ki Ali satın almıştı. "Çık dışarı." dediğim de kafasını sallayıp, çıktı. Ali'ye dönüp, "Asili izlettiriyor musun hala?" dediğim de kafasıyla onayladı. "Evet abi, dün alış-veriş yaptı, bu 3 gün için de hiç çıkmadı." dediğin de kafam karıştı. "Alış-veriş mi?" dediğim de şaşırmıştım. Eğer Azad ağa bir şey anlattıysa, Asil olanları bu kadar basit karşılamaz. Tekrar Aliye dönüp, "Asil beni hiç aradı mı?" dediğim de alacağım cevapdan korkmadığımı söyleyemezdim. Son ayrılışımızı hatırlarsak, aramasını mı yoksa aramamasını mı isterdim emin değildim. "Aradı abi." dediğin de yeni fark ettiğim, tuttuğum nefesimi bıraktım. "Çok defa aradı bizde.." dedi ve sustu. "Sizde?" dediğim de hayvan herif kafasını eğince içimden küfürü ettim. "Ne dediniz lan kıza! Sakın anlattığını söyleme andım olsun seni kurşu-" diyemeden lafımı böldü ve "Yok yok abi yapar mıyım? Biz sadece ona, yani yengeye seni merak etmesin diye, seninle konuşmak istemediğini söyledik." dediğin de "Siktir! Öyle bi bok yiyecek kadar aptal değilsiniz dimi lan!" dediğim de, "A-abi biz yenge için.." dediğin de "Ali siktir git gözümün önünden!" diye bağırdığım da hızla odadan çıktı. Ali'nin dolaptan çıkartıp yatağın üstüne koyduğu kıyafetleri biraz zorlanarak da olsa giyindim. "Ali" diye seslendiğim de Ali hızla içeri girdi. "Buyur abi." dediğin de ona bakmadan, "Telefonumu getir." dediğim de ceketinin içinden telefonumu bana uzattı. "Bizimkiler biliyor mu?" diye sorduğum da "Yok abi." diye cevap aldığım da korkmalı mıydım yoksa sevinmeli miydim bilemedim. "Ne dediniz?" dediğim de kafasını eğince sinirle, "Siktirgit Ali, siktir git yoksa ben seni sikicem!" diye bağırdığım da odadan çıktı. Orospu evladının ne dediğini duymaya hazır değildim. Telefonu elime alınca Mardindekilerin gereksiz fazla çağrılarıyla karşılaştım. Anamı arayıp halletsem iyi olacaktı. Anamı aradığım da fazla beklemeden telefon açıldı. "Alo, Alaz oğlum." diyen sesindeki endişeyi hissetmiştim. "Nasılsın daye?" dediğim de "Ohh, sesini duydum ya oğul daha iyi olmuşam." dediğin de sessiz kaldım. "Nasılsın oğul, ne diye aramadın hiç, kaç kere aradım hep Asilin yanın da dediler, yengenin yanın da sonra konuşacağmış dediler, akşam bile aradım uyuyo dedi densizler." dediğin de hem şaşırmıştım hem de Ali piçine kaç tane kurşun sıkacağımı düşünüyordum. Piç kurusu! ayak üstün de 40 tane yalan söyleyen şerefsizin yalanlarını dinliyoruz! "Ana, sen haklısın densizlik etmişler. Karımla beraberdik, az Ağrıyı gezek dedik." diye yalan söylediğim de kısa bi süre sessizlik oldu. "Alaz ne diye yalan söylersin oğlum?" dediğin de bu sefer duraksayan bendim. "Ne yalanı ana?" dedim bozmadığım ciddiyetimle. "Kuzuyla konuştum, onun da senden haberi yokmuş kaç gündür. Küs müsünüz?" dediğin de küfür ettim. "Ana Asil sana demeye utanmıştır ondandır da indi işim vardır sonra seni aram ben. Hadi Allah'a emanetsiniz." dedim ve anamın cevabını beklemeden suratına kapatmak zorun da kaldım. Burnumdan soluyordum. Telefonumdan karım yazısına bastım ve çalmasını beklerken hızla kapattım, vazgeçtim. Aramayacaktım. Şimdi işlerimi halledip sonra onunla konuşacaktım. Odadan çıktığım da hızla ilerledim. Arkamdan bi ordunun geldiğini biliyor hatta hissediyordum. Arkamdan hızlı adımlar atarak bana yetişen Ali, "Nereye gidiyoruz abi?" dediğin de, ona kısa bi bakış atıp "Azad AREYİZ'e!"....
~Asil AREYİZ~
Önümdeki tabağı karıştırırken babamın sesiyle irkildim. “Asil” dediğin de ona döndüm, bana anlamayarak baktığın da “efendim baba”dedim. “Ne düşünüyorsun öyle dalıp gitmişsin?” dediğin de “Hiiç öylesine bi şeyler.” dediğim de yalan söyleyip söylemediğimi ben de bilmiyordum. Alaz Ağayı düşünüyordum ama Alaz ağa öylesine bi şey miydi onu ben de bilmiyordum. “Öylesine şeyler düşünmeyi bırak da yemeğini ye o vakit.” derken kaşlarını çatmıştı, kafa sallayıp yemeğime odaklandım. Masanın üstün de duran telefonuma gözüm çarpınca saate baktım, saat öğlen 3’tü, miraç abimle göz göze geldiğimiz de kafası karışık bi şekil de bana bakıyordu. Bana sanki yanlış bi şey yapmışım gibi kafasını sallayınca bu sefer anlamayan ben oldum. “Ağam, izninle Asili bugün bi yere götürmek isterim.” dediğin de babam bana döndü ama benim de haberim yoktu. “Nereye götüreceksin?” dediğin de ikimiz de miraç abime döndük. “At binmeye, çiftliğe götürecem ağam.” dediğim de gözlerim kocaman açıldı. “Ne! At binmeye mi? Gerçekten mi?” diye sevinçle sorunca babam da gülümsedi. Miraç abi, “Gerçekten.” dediğin de hızla babama döndüm. “Eyi gidin de bu ihtiyarı da bu koca konak da tek bırakın.” diye huysuzluk yapmaya başlayınca gülerken ayağa kalktım ve yanına gittim. Onu sulu sulu öpüp, “Bu yaşlı ihtiyar isterse bize katılabilir, bize şeref verir.” dediğim de, yalandan alınmış gibi yapıp beni itti, anneme dönüp “Bak hatun görürsün değil? Demez ben babamla kalayım, beni de götürür.” dediğin de annem gülüp omuz silkti. “Ben sana dedim ağa, çok şımarttık biz bu kızı. Küçükken de dövmeme izin vermedin.” diye sitem edince anneme ne alaka bakışı attım. İstemsizce yüzüm biraz düşse de “İstersen kalırım baba.” dediğim de kahkaha attı. “İyi yalan da söyleyebilse bari. Siz gidin hem belki biz de akşam direk çiftliğe geliriz.” dediğin de gülüp, “Tamam o zaman, ben hazırlanayım.” deyip hızla merdivenleri çıkmaya başladığım da arkamdan babamın, “Az önce kalırım diyen kızına bak Eslem sultan, lafım bitmeden odaya vardı.” dediğini duyunca kıkırdadım. Odama girdiğim de dolabımı açtım, rahat bi şeyler giymek istediğim için ilk önce pijamalarımı çıkardım, dolaba baktığım da elime siyah bi tayt aldım, üstüme rahat ve salaş bi tşhört alıp yatağın üstüne bıraktım. Havanın soğuk olabilme ihtimaline karşı siyah bi hırka aramaya başladım. Arkamdan belime sarılan ellerle korkudan çığlık atacakken, ağzım kapatıldı. Korkudan gözlerimi açamazken nefes alışverişlerim hızlanırken titremem başlamıştı. Ayakda durmakta bile zorlanırken belime sarılan kişi kulağıma eğildiğini hissettim. “Benim Asil, ağzını açacağım ama bağırma güzelim.” diyen sesi duyunca derin bi nefes verdim. Kafamı salladım. Alaz ağaydı bu. 3 gündür telefonlarıma bakmayan, bi mesaj bile atmayan Alaz ağa.. Elini ağzımdan çektiği zaman arkamı dönemedim çünkü hala korkuyordum. Belimden tutup beni kendisine çevirdiği zaman, kafamı kaldırıp ona bakmaya başladım. Dolu gözlerimi görünce, içi gidermiş gibi baktı. “Korkmanı istemedim ve ne tepki vereceğini kestiremediğim için sessizce arkandan yaklaştım.” bunları söyleyince gözüm pencereme takıldı, açıktı. Bu 3 gündür pencerem hep açıktı.. Cevap vermeden ona baktım, özlemiş miydim? Yüzü nasıl da solmuştu, sanki hasta gibiydi. Parmaklarının tersiyle saçlarımı kulağımın arkasına koydu. Yüzümü hafifçe okşadı ve “Çok özledim be kızım, yoksa gelmezdim.” dediğin de kalbim sıkıştı. Özlemişti. Kafasını eğip boynuma gömdü ve uzun denebilecek bi süre boyunca kokumu içine çekip küçük bi öpücük bıraktı. “Kokun” dedi ve derin bi nefes aldı, “Kokuna bağlanmışım Asil..” dediğin de titredim. “Alaz” derken canım yanıyordu. Bu 3 gün boyunca onu görmemiştim ve onu özleyip özlemediğimden bile emin değildim ama onu görünce anlamıştım ki ben de ona bağlanmıştım. Ben.. Ben onu özlemiştim. “Güzelim” derken yanağımı okşuyordu. “Be-ben..” dedim ama devamı gelmedi, baş parmağını dudaklarıma bastırdı ve “Hiçbir şey söyleme Asil, biliyorum.” dediğin de aslın da hiçbir şeyden haberi yoktu. “Alaz-“ dediğim de “Şşş” dedi ve anlını anlıma yasladı. “İhtiyaç Asil, sen ve kokun. Seni görmek ve kokunu solumak benim için bi ihtiyaç. Bunu çok görme bana.” derken yalvarır gibiydi. Üstümü değiştirmek için çıkarmıştım ve üstümde sadece iç çamaşırlarım vardı. Eli belime indiğinde dudağıma varla yok arası bi öpücük bıraktı ve geri çekildi. Yeni fark etmiş olmalı ki vücudumu kısacık süzdü ve hızla arkasını dönüp yatağın üstündekilerini bana uzattı. “Üstünü giyin, üşüyeceksin.” dediğin de bi şey diyemedim çünkü son konuşmamızdakilerden dolayı böyle yaptığını biliyordum. Taytımı giydikten sonra tşhortü kafamdan geçirdiğim de Alaz ağa hala arkasına dönüktü. Bi süre bekledim ama beni beklediğini anladım. O an içimden geldiği için arkasından ona sarıldım. Vücudu kaskatı kesildiğini karın kaşlarının daha belirgenleştiğinden anladım. Bunu beklemiyordu anlaşılan. Gözyaşlarım daha fazla dayanamadığından aşağı süzülmeye başladılar. “Ben seni bekledim ama sen gelmedin Alaz.” derken hem ağlıyor hem de isyan ediyordum kısık sesimle. “Beni istemediğini söyledin Asil, seni yalnız bırakmak ve kendi düşüncelerinin doğruluğunu tartmanı istedim.” dediğin de hala kendini fazla sıkıyordu. “ASİLLL” diye bağıran miraç abimin sesiyle korkudan hızla bi adım geri çekildim. Alaz ağa bana döndüğünde “Miraç abim beni bekliyordu ne diycem?” dediğim de kaşlarını çattı. “Bi yere mi gideceksiniz?” dediğin de gözyaşlarımı hızla silip kafa salladım. “Bizim çiftliğe gideceğiz bu günlük.” dediğim de kaşlarını çattı, “İkiniz!?” dediğin de “Hayır, biz erken gideceğiz, uzun süre oldu ata bilmediğim ve Miraç abim de bana sürpriz yapmış.” dediğim de, beni baştan aşağı tekrar süzdü. “Ve sen de dolaptan bu üstler giymek için çıkardın öyle mi?” derken kızmış gibiydi. “Evet?” derken şaşırmadığını söyleyemezdim. Odamda ki balkonuma yöneldiğin de hızla kolundan tuttum, “Ne yapacaksın?” dediğin de “Miraç abine şuan benimle olduğun için gelmiceğini ama çok istiyorsa kendisinin siktir olup gidebileceğini söylicem!” dediğin de şok olmuş bi şekil de ona bakıyordum. “Hı?” dediğim de sinirden kafasını yana atıp gülünce ben de güldüm. “Burda bekle lütfen.” dedim ve balkona çıktım. Avlu da sadece miraç abim vardı. “Miraç abi” diye ona seslenince kafasını kaldırıp bana baktı. “Şey benim başım ağrıyor da biz biraz sonra gidelim olur mu, hem sen de işlerini hallet istersen.” dediğim de bana anlamayan gözlerle bakıyordu. “Abii?” dediğim de göz göze gelince bana bakmadığını anladım. Arkama baktığım da Alaz ağanın Miraç abime çok pis baktığını görünce refleks gibi “Allah cezanı versin Alaz ne diye yalan söyletiyorsun bana.” diyerek onu hızla içeri ittim. Tekrar balkona çıktığım da Miraç abinin de kaşları çatık bana baktığını görünce 32 diş sırıtıp, “Abi şey, benim başım ağrımıştı da sonra konuşalım oldu bide görüşürüz.” diye aklıma gelen ilk ve bağımsız kelimeleri söyleyip içeri girdim ve hızla perdeleri indirdim. Derin bi nefes aldım ve Alaz ağaya döndüğüm de yatağım da oturduğunu gördüm. Yanına oturdum ve “Alaz hasta mısın?” dedim. Yorgun ve solgun görünüyordu. Bana döndü ve anlımı öptü. “Bi şeyim yok.” dedi ve yatağa uzandı. Sol kolunu açıp kafasıyla uzanmamı işaret edince gülümsedim ve yanına uzandım. Kafasını saçlarıma gömüp bi kez daha derinden kokumu içine çekti. “Asil, seninle konuşmak istediğim konular var.” dedi an karnıma bi ağrı girdi. Kendimi fazla sıktığım için olmalıydı. Alaz ağayı bölmek istemediğim için ona bi şey söylemedim. “Konu ne?” dediğim de derin bi nefes aldı. “Bugün burda konuşmayacağız ama en yakın zaman da seninle konuşmam gereken meseleler var.” dediğin de kafamı kaldırıp ona baktığım da fazla ciddi olması beni geriyordu. “Benden bi şey mi saklıyorsun Alaz” dediğim de anlımı tekrar öptü. “Şimdi konuşmicaz Asil.” dediğin de somurtup önüme döndüm. “Peki.” dedim ve sessizce onun göğsün de ve onun kendi kokusuyla uzandım. Alaz ağa da uzanırken sık sık saçlarımı öpüyor, kokumu içine çekiyordu. Kapı tıktıklayınca birden bağırdım. “Gelmee!” diye bağırıp ayağa kalktım ama Alaz ağa halen uzanıyor ve rahatından bi ödünç vermeyince daha da telaş yaptım. “Asil, kızım?” diyen annemin sesiydi. “A-anne ben, duşa giricem. Hiç müsait değilim.” diye bağırdığım da “Kızım sen Miraçla gitmeyecek miydin?” dediğin de daha da telaş yaptım. “Anne şey oldu, Miraç abinin işi çıktı biz sonra gitcez.” derken odanın için de sinirden ve stresten volta atıyordum. “Tamam kızım az hızlı ol o vakit de bi kahve içelim seninle ana kız.” dediğin de uzaklaşan adım sesleriyle “Tamamm” diye bağırdım arkasından. Hızla banyoya girip suyu açıp odama geri döndüğüm de Alaz ağanın sonun da ayağa kalktığını gördüm. “Zahmet oldu Alaz ağa! Niye kalkmıyorsun! Ya annem görseydi ne derdim ona!?” diye ona kızarken kaşlarını çattı, “Asil sen benim karımsın, seni özledim ve geldim tamam o ihtiyar babanla uğraşmamak için kapı kullanmıyorum ama anandan da kaçacak değilim herhal.” dediğin de somurttum. “Beni hiç düşünmüyorsun! Ben ne diyecektim peki?” derken gözlerim dolmuştu. Gülerken yanıma geldi ve çenemi tutup ona bakmamı sağladın da gözümden bi damla yaş aktı. “Kocam eşşeklik etti dersin güzelim olur mu?” dediğin de ona kaşlarımı çattım ve “Kocama eşşek deme!” diye kızarken ne dediğimi fark edince kendi kendime suratımı buruşturdum. Burnuma bi fiske vurup, “Kocana karşı olanları o kadar savunmaya hazır haldesin ki az önce bana karşı beni savundun.” derken hem sitem ediyor hem de gülüyordu. Ben de onunla güldüm. Alaz ağanın telefonu çalınca cebinden telefonunu çıkartıp kulağına koydu, bi süre karşı tarafı dinledikten sonra “Tamam, siz hazırlanın ben geliyorum.” dedikten sonra telefonu kapattı. Bana döndüğün de suratımı astım, “İşin var ve gitmelisin.” dediğim de güldü, “Gitmemi istemiyor musun?” dediğin gözlerimi kaçırıp omuz silktim. “Gitmek istiyorsan git.” dediğim de güldü. “Soruyu bana çevirme, sana soruyorum ben?” dediğin de “Cevabım aynı Alaz ağa.” dediğim de “İyi, ben işlerimi halledim belki akşam çaya gelirim.” dediğin de hızla ona döndüm. “Ne!?” dediğim de gülünce dalga geçtiğini anladım. Banyoya yönelecekken kolumdan tutup beni kendisine çektiği gibi dudaklarıma yapıştığın da kala kaldım. Küçük bi öpücük bıraktıktan sonra geri çekildi ve “Küs ayrılmayalım bi daha, hayat bu kime ne zaman ne olacağı belli olmuyor.” derken bunu lütfen der gibiydi. “Niye öyle söyledin ki şimdi?” derken yine ona kızıyordum. Ne diye beni gereksiz yere geriyordu. Anlımdan öptü ve geri çekilip yüzüme bakınca, "Bi şeyden demedim güzelim, sadece karımla bundan sonra küs ayrılmak istemediğimi söylüyorum." dediğin de somurttum ama sözlerinin hoşuma gitmediğini de söyleyemezdim. "Peki." dediğim de kaşları havalandı. "Küs değiliz değil mi?" dediğin de gülümsedim ve kafa sallayıp, "I-ıı değiliz." dedim ve parmak uçlarıma çıkıp dudağına küçük bi öpücük bırakınca gülümsedi. Yanağımdan öpünce içim bi tuhaf oldu. Alaz ağa sürekli anlımdan,boynumdan öperdi ama nedense herkese klasik gelen yanaktan öpülme beni heyecanlandırıyordu. Ona gülümseyince arkasına döndü ve pencereye yönelecekken birden durdu, tekrar bana döndü ve beni süzünce kaşlarını tekrar çattı. "Asil sakın bu üstlerle dışarı çıkmıyorsun." derken sesi keskindi, eğilip üstlerine baktım. "Ama Alaz-" diyemeden Alaz ağa lafımı kesti. "Yavrumm! O taytı dışarda giyme. He illa giycem diyorsan da eve gittiğimiz de bizim katta benim için giyebilirsin ama bunu dışarda giyemezsin." dediğin de gerçekten şaşırmıştım. Bi kez daha eğilip giydiklerine baktım. "Alaz, tşhortüm kalçamı kapatıyor nerdeyse!" diye karşı çıktığım da "Asil, giydiğin tşhört sen eğildiğin yada kolunu kaldırdığın anda tüm vücudunu gözler önüne seriyor zaten?" dedikten sonra beni süzdü ve bana bakmadan, "Şuan seni çıplak hayal edebilirim ve bunu bi başkası da yapabilir ki Buda onların ebelerini sikme-" diyemeden yastığımı alıp ona fırlattım. "Edepsiz! Seni çıplak hayal edebilirim ne be!" diye bağırdığım da hem şaşırmış hemde refleksle yastığı yakalamıştı. Sinirden diğer yastığı da elime aldım ve tam atacakken, "Yavrum ben seni kaç defa çıplak gördüm, dert ettiğin şeye bak." dediğin de inanamadım. Elimdeki yastığı daha sert fırlatıp, "Çık odamdan!" diye bağırdığım da diğer yastığımı da yakalamıştı. Rahat hareketlerle yastıkları bıraktı ve pencereyi açıp bana döndü, "Gidiyorum?" derken gitme dememi bekliyordu. Tam o sıra da etrafıma atacak bi şey ararken masadaki kalem dolu kalemkutuyu elime alıp ona döndüğüm de "Siktir! Mayak karı." dedi ve hızlı hareketlerle odadan çıkınca arkasından güldüm. Tabi ki atmayacaktım ama bu da ona ders olsun. Hayvan herif havadan sudan konuşur gibi beni süzüp seni çıplak hayal edebiliyorum diyor bide! Hem Alaz ağaya söylendim hem de üstlerimi çıkartıp banyoya geçtim. Açık bıraktığım suyun altına girdim ve ılık suyun altın da biraz bekledim. Rahatlamıştım, sudan dolayı değildi galiba. Sanki, sanki üstümden bi yük alınmış gibiydi. Galiba.. Aklıma Miraç abim gelince, onu daha fazla bekletmek istemediğim için fazla oyalanmadan hızlıca bi duş aldım. Duştan çıkınca vücuduma sardığım havluyla odama geçtim, hızlıca iç çamaşırlarımı giydikten sonra gri bi eşofman ve kısa kollu bi tişört giydim. Saçlarımı havluyla suyunu aldıktan sonra sadece taradım ve makyaj yapmadan tam odadan çıkacakken siyah bi hırka yanıma alıp aşağı indim. Salona baktığım da kimseyi bulamayınca avluya indim ama yine kimse yoktu, mutfağa yönelip tam içeri girecekken "Serçe!" diye bağıran annemin sesiyle irkildim. Arkamda duran annem ellerini göğsünde birleştirmiş beni izliyordu. "Ah! Korktum anne! Nerdesin ya, miraç abim nerde?" dediğim de gözü mutfağına kayıp duruyordu. "Burdayım." diyen sesle arkamı döndüğüm de mutfaktan çıkan Miraç abiyle kalakalmıştım çünkü elinde iki fincan kahve ile annemin mutfağından çıkmıştı! Annem net haşlayacaktı onu. Ona pis pis sırıtıp anneme döndüm. "Gelesin oğul, ellerine sağlık." diyen annem eliyle ona oturacakları yeri gösterince ağzım açık kaldı. "Nası ya?" dedim kendi sesimi bile zor duyarken. "Anne? Miraç abi senin mutfağından çıktı gördün mü!?" derken ona kızması için hala bi umudum vardı. "Gördüm, seni beklerken gidecekti ben de bize kahve yap dedim." dediğin de anlamak da ciddi anlamda zorluk çekiyordum. "Anne sen öz kızına yasakladığın mutfağına başkalarını mı sokuyorsun!?" derken ağlayabilirdim. Annem gülmemeye çalışırken, "Kuzu, miraç istese de mutfağımı yakamaz yada başkasını zehirleyemez ki." derken benimle açık açık dalga geçince ayağımı yere vurdum. "İyi size afiyet olsun!" dedim ve hızla merdivenleri çıkmaya başlamışken, Annemin "Kuzu, in aşağı." diyen otoriter sesiyle olduğum yerde durdum. Ne yukarı çıktım ne de aşağı indim, olduğum yerde ona omuz silkince kaşlarını çattı ve bana karşısına oturmam için başıyla işaret verince ayaklarımı yere vura vura aşağı indim. Karşısına oturup ayaklarımı kendime çektim. "Kocan gelmiş." dediğin de dona kaldım. Hızla kafam miraç abiye dönünce her iki elini hızla havaya kaldırıp kafasını ben söylemedim der gibi salladı. "Heç bakmayasın Miraç'a, kendim gördüm de söylerim." hah! Şive de geldi.. "Şeyy, sizi rahatsız etmek istemedi herhalde, galiba." dediğim de annem kaşlarını çattı, "Rahatsız etmeyeyim ama ırz düşmanı gibi pencereden gireyim mi demiş!?" dediğin de somurttum. "Irz düşmanı olmuyor ki anne, karısıyım ya ben. Şey, yani hani kavga olmasın diye yani." diye bi şeyler gevelediğim de kaşlarını alayla kaldırıp, "Ordan bizimkiler görse, yabancı sansalar sonra bi el de ateş açsalar ne olacak?" dediğin de yutkundum. "O-olmaz anne, şey yani inşallah." derken son kelimlerimi ben bile duymak da güçlük çekmiştim. Annem kaşlarını tekrar çattı ve miraç abime yönelip kafasıyla işaret verince Miraç abim yanımızdan kalktı ve bizi yalnız bıraktı. Anneme baktığım da dizine iki defa vurup, "Gelesin ürkek kuş." dediğin de kalkıp yanına gittim, ilk defa annemin dizine uzanırken çekindiğini fark etmiştim. "Şimdiye kadar sana bi kere bile ne yaşadığını sordum mu?" dediğin de kafamı hayır anlamın da salladım. "İstediğin zaman anlatmak istersen gel anlat dedim mi?" diye sorduğun da "dedin" derken sesim kısık çıkmıştı. "Eğer bu evliliği devam ettirmek istemezsen ki ben senin devam ettirmeni istemem, senin arkandayım canım pahasına ben ve babam seni kimseye vermeyiz dedik mi?" dediğin de gözlerim dolduğu için yanmaya başlamıştı. "Dediniz." derken sesim titremişti. "Sen hangisini seçtin?" dediğin de sessiz kaldım. "Hangisini seçtin kuzu?" dediğin de derin bi nefes aldım. "Be-ben zorla kalmıyorum anne, kendi kararımla kalıyorum." derken kendime yalan söylediğimi bile fark edememiştim. Alaz ağayı belki bi gün severdim ama onun yanın da sonsuza kadar kalma fikri beni gerçek anlamda ürkütüyordu. "Madem onu artık kocan olarak kabul ettin şimdi sıra insanlara kabul ettirmen de." dediğin de hiçbir şey anlamamıştım, taki annemin "Ve bu insanların en başında da baban vardır." sözüne kadar.. Kafamı kaldırıp anneme baktığım zaman, dolu gözlerini gördüm, "Senin de artık bi yuvan var ve artık bu yuvayı sen kabul ettiysen sıra bize ve herkese kabul ettirmen de kuzu. Bunu hem kendin için hem de kocan için yapmalısın, kocan senin düğünü yaparken, seni kabul ettiğini herkese duyurdu ve bunu istemediğini sorun çıkardığını da biliyorum ama bazı şeylerin yolu-yordamı olur ve Alaz ağa doğru olanı yaptı." dediğin de içime tuhaf bi his olmuştu. Alaz ağadan ilk defa birisine bahsetmiş ve ayrıca bu da annem olmuştu. Söylediklerin de haklı olabilir miydi? Annem benden cevap alamayınca "Asil, ben senin annenim kuzum, sence senin hakkında senden daha iyisini düşünmekten başka bi şey yapabilir miyim, senin neler çektiğini belki bilemem ama ben de burda düşünmekten kafayı yiyecektim kızım ama madem bi karar aldın o zaman o kararın arkasında dur." dediğin de gözümden bi yaş süzüldü. "Anne ben-" diyemeden annem lafımı kesip, "Seni tanıyorum Serçe ve sen Alaz ağayı kabul etmeseydin odana kesinlikle almayacağını da biliyorum. Sana bi şey soracağım?" dediğin de ağlarken kafamı salladım. "Alaz ağa sana zorla bi şey yaptırdı mı?" dediğin de dona kaldım. Annem bana evlendiğim adamın beni gerdeğe zorlayıp zorlamadığını mı soruyordu. Sakince oturdum, "Konuşmak istemiyorum anne." dedikten sonra ayağa kalkacakken annem kolumdan tuttu. "Tamam, özür dilerim biraz fazla fevri davrandım." dediğin de ses tonumu bile oynatmadan "Miraç abiyi çok beklettim anne, ayıp olacak." dedim ve ayağa kalkıp hırkamı giydim. Dış kapıdan tam çıkacakken anneme dönmeden "Görüşürüz." dedim çünkü dolu gözlerimi görmesini istemiyordum. Arabanın yanın da duran Miraç abim elinde sigarasıyla beni bekliyordu, telefona baktığı için beni fark etmemişti. Sessizce arabanın yanına geçince bana döndü, ona bakmadan arabaya binince bi süre bana baktığını hissetsem de ona dönmedim. Elindeki yarım sigarayı yere atıp, ayakkabısıyla söndürdükten sonra arabaya bindi. Yüzüme bi süre baktıktan sonra parmak uçlarıyla çenemden tutup kendine çevirdi, dolu gözlerimi görünce kaşlarını büktü. "Konuşalım mı abim?" dediğin de sol gözümden yaş aşağıya doğru süzüldü. Ağlamamak için kendimi fazla sıktığımda boğazımdaki ağrı konuşmama engel olunca ona sadece hayır anlamın da kafamı salladım. "Tamam, sen istediğin zaman konuşuruz bizde." dedi ve derin bi nefes alıp, "Kemerini takalım." dedi ve eğilip kemerimi taktı. Arabayı çalıştırıp sürmeye başladığın da kafamı sağa çevirip dışarıyı izlemeye başladım. Sessizce uzun bi süre devam ettikten sonra, aklıma miraç abinin bugününü özellikle bana ayırdığı aklıma gelince toparlanmaya çalıştım. Biraz gözlerimi yumdum ve derin bi kaç nefes aldıktan sonra kendimi gülümsemeye zorlayarak önüme döndüm. Hiçbir şey olmamış gibi "Ya abi ben sıkıldım radyoyu açalım." derken elimi radyoya uzatmıştım bile, şarkı kanalına girdiğim de biraz bekledikten sonra istek parçalar çalmaya başladı. Radyodan gelen ses, "Evet sevgili dinlediler ilk istek şarkımız, hayatın onu fazla yorduğunu düşünen Azra hanımın "Sezen Aksu -Vay şarkısını dinliyoruz." dediğin de duraksadım. Miraç abi tam değiştirecekken, "Bundan sonra değiştiririz abi" dediğim de sen bilirsin dercesine kafasını salladı. Şarkı, olmayan moralimle ağlamam için bile bi sebep olabilirdi. Sessizce şarkıyı dinlerken nakarat da ben de eşlik ettim. "Vay yine mi keder ama artık yeter yine kapı da kara geceler vay çileli başım ortasın da kışın iyice beter.." diye sessizce eşlik ederken telefonum çalınca cebimden çıkartınca "Kocam" yazısına şaşırdım. Müziğin sesini kısıp telefonu kulağıma koydum. "Efendim?" dediğim de "Napıyorsun yavrum?" diyen Alaz ağanın sesinden keyfinin yerinde olduğunu anladım. Gülümseyip, "İyiyim, Miraç abiyle çiftliğe geçiyoruz şimdi. Sen nasılsın?" dediğim de "İyi iyi sesini duydum ya daha iyi oldum." dediğin de yüzümdeki tebessüm artmış ve utanmıştım. "Asil yarın akşam seni güzel bi yere götüreceğim." dediğin de "Ama-" diye onu bölecekken o benim sözümü böldü. "Aması maması yok, hee illa olmaz diyorsan gelirim kapıya, girerim içeri, alırım karımı çıkarım." diye abartıyla sanki savaşa gideceğini anlatınca kıkırdadım. "Tamam." dediğim de o da güldü, "Hangisine tamam, geleyim mi, gelecek misin?" dediğin de "Gelicem." dediğin de "İyi, neyse yoldas-" derken aklına bi şey gelmiş gibi kendisi durakladı ve "Asil çıkarken ne giydin?" dediğin de kahkaha atmak istedim ama Miraç abiden çekiniyordum. "Öncekilerini giymedim." diye taytımı giymediğimi söyledim. "Tamam, peki şimdi üstün de ne var?" dediğin de kaçamak bi bakış Miraç abiye atıp, sessizce "Günlük ne giyiyorsam onu Alaz." dedim. Uzun bi süre sessizlikten sonra telefonun hala açık olup olmadığını kontrol ettim. "Siktir! Şortla mı çıktın?" dediğin de artık sinirlenmiştim. "Alaz eşofman giydim ne şortu!" diye bağırdım. "Yavrum sen hep şort giyiyorsun bana ne bağırıyorsun?" diye sitem edince "Bağırttırma o zaman!" dedim ve sinirle yüzüne kapattım. Derin bi nefes aldıktan sonra başımdan aşağı kaynar sular döküldü, ben az önce kocama Miraç abinin yanın da azarlamışmıydım! Siktir! Ben tam bir rezildim. Alttan bakış atınca bana tuhaf bi şeymişim gibi baktığını görünce hızla aklıma gelen ilk yalanla "Uykum var benim uyicam!" diye onu da azarladım ve kafamı cama yasladım. Ağzının içinden hem gülüp hem bana kızarken arabayı sürmaye devam etti. Daha fazla utanmak istemediğim için uzunca bi süre sessizce yolculuğa böyle devam ettik. Artık gerçekten sessizlikten ve sıkılmaktan dolayı uykum gelmeye başlamıştı. Esneyip yerime iyice yerleşirken, "Uyumadıysan şimdi uyuma 2 dakikalık yok kaldı." diyen miraç abinin sesiyle ona dönüp kafa salladım. "Peki." dedim. Çiftlik yoluna girince normalden çok daha fazla adam topluluğu görünce kaşlarımı çattım. "Bu kadar adam niye?" dediğim de o da sıkıntıyla nefesini çekti ve "Kocanın adamları bunlar, bi o kadarı da arkamız da" derken sinirlendiğini saklamıyordu, aynadan resmen bi konvoy ile ilerlediğimizi görünce kaşlarım havalandı. "Hayvan herif!" diye sessizce söylendiğim de "Efendim?" diyen Miraç abiye bakıp, "Hiç abi, sana demedim." dedim. Araba yavaşlayıp çiftliğin geniş bahçesine girdi ve yavaşça park edilince, arabadan indim. Derin bi nefes alıp, çiftliğin geniş bahçesine ve abartılı geniş evimize baktım. Baya olmuştu buraya gelmeyeli, en son Baran abim söz vermişti getireceğine.. Diğer korumalar da arabalardan inince kocaman bahçenin yarısı adamlarla dolunca dişlerimi sıktım. Gözüme çarpan Kutayı fark edince ona doğru yürümeye başladım. Beni gören Kutay ise yutkundu. "Kutay! Az olmadı mı bu adamlar!" diye sesimi yükseltip ona doğru yürürken, adi adam duymayacağım sanarak yanındaki Yasin'e "Oğlum bu hikaye de yanan niye hep ben oluyorum!" dediğin de Yasin gülmemek için yanaklarını ısırıyordu. Tam karşısın da durduğum da gülümsedi, ona sorarcasına kafa salladığım da "Iı, şimdi şöyle yenge hanım, sen de biliyorsun biz Allahın kuluyuz ama aynı zaman da Alaz ağanın da adamlarıyız yani o ne derse biz onu yapmamız gerektiği için yani-" Yasin'e dönüp, "Nası gidiyorum lan?" dediğin de şok olmuştum. Yasin ise çok normal bişey gibi, "İyi iyi devam et bozma." dediğin de Kutay tekrar bana döndü ve "Alaz ağa da bu kadar adamla gidin dedi ve bizde geldik çünkü Alaz ağa dedi yani biz onun adamlarıyız." dediğin de ona yüzümü buruşturdum. "Kutay, ben ordan bakınca salağa mı benziyorum?" derken çok sakindim. Kutay ve Yasin rahatsızcasına kıpırdanıp, "Yok yenge, estağfurlah." dediklerinde birden bağırıp, "O zaman ne diye bana aynı cümleleri sadece kelimelerin yerlerini değiştirerek söylüyorsun!" dediğim de bi adım geri gidip, "İşte yenge kızma diye, uzun olunca sanki daha az kızarsın gibi gelmişti bana." dediğin de elimi anlıma bastırdım ve "Bunu bi daha yapmayı düşündüğün de karşındakinin bi Avukat olmadığından emin ol!" dedim ve hızla onları arkamı dönüp yürürken aklıma gelenlerle, onalara döndüm ve "Bu bahçenin için de 5 adamdan fazla kişi olursa yemin ederim hepsini silahla vururum!" diye bağırırken işaret parmağımı onlara sallıyordum. Bi eli belinde diğer eli cebin de olan Miraç abim, beni sırıtarak izliyordu. Yanına gittiğim de elini omzuma atıp, "Hayırdır kızım, mafya mı olucan başımıza!?" derken saçlarımı karıştırınca eline vurdum. "Yok daha o kadar büyütemedim ama bizim de var çevremiz de bi adımız." deyip göz kırpınca ensemden tutup öne doğru itip, "Soytarı!" deyip gülünce ben de güldüm. Konağa giriş yapınca girişteki salona geçip yayıldık ikimiz de, anlaşılan ikizim de biraz yorgunduk. Mutfaktan sesler gelince miraç abiye döndüm, tam soracakken "Eslem sultan yemekler için birilerini ayarlayıp önden göndermişti onlardır." dediğin de bişey demeden oturduğum koltuğa tekrar yayıldım. "Biraz dinlen sonra at süreceğiz ona göre." dediğim de baktığı telefonu hafif sağına kaydırıp, sırıttı. "Yok öyle sürmek felan küçük müsün kızım sen, direk yarışa başlanılacak." dediğin de bu sefer gülen ben oldum. "Sen hiç akıllanmazsın değil mi, şu zamana kadar tek bir yarış bile kazanamadın ne diye zorlar durursun?" dediğim de bana yüzünü buruşturdu. "Sen küçüksün diye kıyamıyordum ben sana!" diye üste çıkınca kahkaha attım. "Yalan söyleme! Baran abim de beni hiç geçeme-" diyemedim. Gülen miraç abim de duraksadı. "İyi kazanana bu sefer ne alınacak?" diye hızla konuyu dağıtmaya çalışan Miraç abinin moralini bozmak istemediğim için gülümseyip, "Hmm, şimdiden hediyeni seç diyorsun yani?" dediğim de bana yastığı fırlatınca kafama çarpınca saçlarım dağıldı. Somurtarak ona bakarken "Hayırdır kızım! Ne bu özgüven, ilk ben,bana ne alacağını söylüyorum. Az bi alçakgönüllü ol be!" diye kızınca yastığı ona fırlattım ama o tabiki de tutmuştu, "Çocukları şekerle kandıran ebeveyinlerden değilim!" dediğim de dişlerini sıkınca dediğimi anladım. Siktir! Hızla koltuktan atlayıp, salondaki boydan pencereyi açıp çıktım. Kısa korkuluklardan atlayıp bahçe de koşarken kısa bi an arkama baktığım da nerdeyse dibim de olan miraç abiyi görünce "Aaağğğğ!" diye bağırdım. "Demek çocuk he! Bide utanmaz şeker de vermiyor!" dediğin de ne ben onu duyuyordum ne de o kendi sözlerini, "Ulan Asil, Ulan Asil!" derken tükürür gibiydi. "Yanlış anladın abicim, ben-" diyemeden tekrar sözümü kesti, "Lan sus! Bide yalan konuşacak, seni bi elime geçirim!" dediği gibi beni belimden yakalamıştı. "Aağğğ, Ağğğbiiii!" diye ona kızarken, beni kovaladığı için fazla yorulmuş olmalı ki belimi tutarken aynı zaman da ikimiz de hızlı hızlı nefesler alıyorduk. "Nefesimi kestin!" dediğin de benim de nefesim kesilmişti. Gülerek, "Övünmek gibi olmasın ama hızlı koşarım." deyip göz devirince ya sabır tarzı dualar okudu, biraz dinlenince "Lan insan hiç mi akıllanmaz! Sen de akıl yok mu!?" derken kafama tak tak yapınca somurttum ama bunu her buraya geldiğimiz de yapardık. Ben onu sinirlendirir kaçardım o beni yakalayıp sürekli benim akıldan yoksun olduğumu söyleyip durur en sonun da Baran abim araya girerdi. "Ben hep derim bu kız da akıl yok diye de herkes her defasında da yeni mi anladın diyor." dediğin de kaşlarımı çattım. "Oruspu çocukları!" dediğim de kafama yapıştırıp, "Küfür etme!" dediğin de kafamı kaldırıp ona bakıp, "Abi sen küçükken hepsini bana öğrettin ya! Küfür dersimiz bile vardı hala babama söylemedim! Hangi abi kız kardeşine küfür öğretmek için zaman ayırıp bide o zaman için isim verip Küfür dersi koyar!" dediğim de kafama bi tane daha vurup, "Hele bi Azad ağaya anlat! Bak o zaman ne yaparım sana! Ayrıca, sen küçükken daha çok salaktın, bide ben seni yetiştirmesem durumunu hayal bile etmek istemiyorum!" diye beni aşağılayınca "Yeter abi beni salaktan salağa çevirdin sabahtan beri!" dediğim de kafama bi tane daha yapıştırınca "Ahh!" diye bağırdım, "Kardeşler abilerine saygısızlık etmemeliler! Salak!" deyip konağa doğru yürümeye başlayınca arkasından onu öldürmek ister gibi bakıyordum. Hayvan herif! Ne nezaket ne kibarlık! Nerden tutsan elimde kalan bi parça gibiydi! Evleneceği kadına şimdiden üzülüyorum. Bana bakınca yürümeyi kestim, beni süzüp "Salak!" deyip önüne dönüp yürümeye devam edince kalakalmıştım. Bu hayvan herif Abi terörünü geçiyordu yavaş yavaş! Sanki bana salak demek ona zevk verir gibi nasıl bana dönüp salak derdi! Ayaklarımı yere vura vura ilerledim. Kapıya doğru yürüyen Miraç abiyi görünce yüzümü buruşturdum, sorsan ben salaktım! Balkonun kısa korkuluklarından atlayıp salona geçtim, koltukta uzandığım da Miraç abi içer girdi, beni uzanırken bulunca bi bana bi balkona bakıp bana döndü, "Sa-" demeden hızla ayağa kalkıp onun lafını böldüm. "Salağım! Yeter be!" dediğim de bana yüzünü buruşturdu. "Salak olmasan zaten salaklığını kabul etmezsin, salak!" dediğin de içimden ona küfür saydırıyordum. "Ama sana salak demeyecektim, sancak benim diyecektim." deyip sırıtınca gerçekten kendimi salak gibi hissetmiştim. Sancak atlarımızdan iyi koşan bi attı ama benim atım zaten hep belirli olduğu için omuz silkip utandığımı gizlemeye çalıştım. "Kalk hadi, geçelim. Eslem sultan çok duramaz, gelirler." dediğin de kafa sallayıp ayağa kalktım. Dışarı çıkıp atlarımızın olduğu yere gidince beyaz atım resmen parlıyordu, onu görünce gülümseyip yanına gittim. Ona en içtenliğimle sarılıp, "Şira, özledin mi kızım beni, he? Özledin mi?" diye onu sevmeye, okşamaya başladım. Uzun süredir Şirayla görüşemiyordum. Yan da benim için hazır eşyaları görünce, parmak uçlarıma çıkıp Şiranın kulağına "Bu yarışı kazanmamız lazım Şira, lütfen kızım." dediğim de bana karşılık verince onu öpüp geri çekildim. Miraç abiye baktığım da kask ve çizmelerini giydiğini gördüğüm de ben de hızla çizme ve kaskımı taktım. İkimiz de küçüklüğümüzden beri binicilik de çok iyi olduğumuz için diğer koruma elbiselerine gerek duymuyorduk. Ben Şirayı çözerken, o da Sancağı çözdü. Herzaman yarış yaptığımız boş araziye ilerlerken gözüme Baran abimin atı olan Kırat gözüme çarpınca içim burkuldu. Buraya ilk defa onsuz gelmiş ve ilk defa onsuz yarış yapacaktık. Üçümüz de atlarımızın isimlerini kendimiz koymuştuk. Düşünceler dalarken, Miraç abinin "Hazır mısın?" demesiyle kendime geldim. Gülümseyip kafa salladım. "Ben herzaman hazırım." dediğim de güldü, başlangıç çizgisini kararlaştıran sonra ikimiz de atlarımızın üstüne çıktık. "Bitiş çizgisi herzamn ki gibi aynı." diye bana sorarcasına baktığın da kafamı salladım, "Van gölünde ki o bitiş çizgisi değil mi?" dediğim de kafasını sallayınca, pozisyon alıp hazır olduğuma dair kafa salladım. "1-2-3 Baş-" diyemeden ben hızla başladım, arkamdan ettiği küfürlere gülerken hızımı dengeleyerek başladım. Çok kalmadan bana yetişen Miraç abi bana küçümseyici bakışlarını atıp daha da hızlandı. Aptal! Sanki ben hızlanmayı bilmiyordum, bu yaptığıyla sadece Sancağı yani atını daha çabuk yormuş olacaktı. Arkasına dönüp, "Paslanmışsın Serçe!" diye bağırdığın da ona gülümsedim, "Erken konuşuyorsun Miraç abi!" diye bağırarak cevap verdim, bana anlamayan gözlerle bakıp, "Anlamadım?" dediğin de tekrar "Erken konuş-" diyemeden lafımı kesip daha da hızlandı ve "Çok geridesin, sesin gelmiyor!" diyerek kahkaha atınca küfür ettim. Adi herif! Yaklaşık olarak 23-24 dakikalık bi yolumuz vardı bunun için Şirayı başlangıçta yorup sonlar da zorlamak istemiyordum, Miraç abiyi görecek şekil de ilerliyor ama hızımı kontrollü kullanıyordum. Saçlarımı uçuşturan rüzgar tenime huzur verirken kafamdaki kask rahatsız edince kafamdan çıkartıp attım. Kollarımı iki yana açıp rüzgarı bütün tenimle kucakladım, içim de anlamlandıramadığım huzur kadar huzursuzlukla gözlerimi kısa süreliğine kapattım. İçimdeki bilinmezlik ve boşluk hissi ilk defa hoşuma gitmişti, Şiranın üstündeyken şuan yönümü göremiyor ve göremediğim için korku ve heyecan arasında sıkışmıştım. "Asil!" diye bağıran Miraç abinin sesiyle gözlerimi hızla açıp, korkuyla dizgini sıkıca kavradım. Hızla ilerlerken sık sık arkasına bakan Miraç abi bana sinirle bakarken, "Ne halt ettiğini sanıyorsun!" diye bağırınca kaşlarımı çattım, "Bana bağırmayı kes!" diye ona kızdım. "Beni oraya getirme! Ne o hareketler, siktir! Kaskın nerde senin!" dediğin de gözlerimi kaçırıp omuz silktim, hızını yavaşlatınca hemen hemen yan yana gelmiştik. Bana ters ters bakarken kafasındaki kaskı çıkartıp bana uzattı, "Tak şunu hemen!" dediğin de "Gerek yo-" diyemeden sesini daha yüksek tutup, "Tak şunu dedim sana!" diye bağırınca dişlerimi sıktım. Ona cevap vermeden daha da hızlanıp, onunla aramdaki mesafeyi hızla açmaya başladım. Arkamdan duyduğum sesler net anlayamadığım için bana küfür mü ediyordu yada kızıyor muydu ayırt edemiyordum. Ağırlığımı ayaklarıma verip, üzenginin üstüne yüklendim ve ayağa kalkarak hızımı arttırdım. Arkama kısa süreliğine baktığım da bana yetişmeye çalışan Miraç abiyi görünce daha da hızlandım, bana ters ters bakan adamla göz kontağımı bitirip önüme döndüm. Tenimi üşüten rüzgar daha da hoşuma giderken, hırkamı çıkardım ve rüzgarı iliklerime kadar hissettim. Hırkamı arkama koymaya çalışırken yere düşünce omuz silkip önüme döndüm çünkü istemeyerek giymiştim zaten. Gerçek anlam da iliklerime kadar rüzgarı hissetmek bana inanılmaz derece de heyecan veriyordu. Arkama baktığım da Miraç abiyi görememek beni şaşırtmıştı anlaşılan ben hızımı ayarlayamazken, Sancak da yorulduğu için o da yavaşlamak zorun da kalmıştı. Ayaklarımın üstüne çıkıp, kollarımı her iki yandan açıp çığlık attım. Sesimin çıkabildiği kadar bağırdığım da hem ses tellerimi zorladığından hem de sert denecek kadar rüzgardan dolayı öksürmeye başlayınca oturdum. Hızımı kesmeden devam ederken, "Huzuru arıyorum!" diye bağırdım. "Çaresizlik çok zor! Bilinmezlik!" sesimi kimsenin duymadığını bildiğim için içimdekileri hiç düşünmeden tartmadan konuştum, kendi kendime. "Onu sevip sevmediğimi bile bilemiyor, kestiremiyorum! Neden!?" diye resmen çığlık atmıştım. Şiranın yorulduğunu anlayınca ve bitiş noktasına çok az kalınca hızımı biraz yavaşlattım ama kendimi durduramadım. "Korkuyoruum! Ben korkuyorum, hemde çok korkuyorum!" derken üşüyen tenimden akan soğuk gözyaşımı yere düşünce farkkettim. "Ama neyden korktuğumu bilmiyorum! Anlamıyorum!" derken bitiş kayasını gördüğüm halde hızımı yavaşlatmamıştım. Abime olan kırgınlığımı "Ben ona abi demeye utanırlen bile rüyama gitmesini istemiyorum! Çünkü! Çünkü ben daha onu affedemedim!" derken bitiş için karar verilen kayayı geçtiğim de arkama baktığım da halen Miraç abim görünmüyordu, sahilde hızla ilerlerken nereye gittiğimi bilmiyordum ama kendimi durduramıyordum da.. İşte buydu, Çaresizlik buydu! Berbat bi duygu yada histi. Kaybolmak! İnsan kendi hayatın da kayıp olabilir miydi? Ben kendimi kaybetmiştim. Hızımı biraz daha yavaşlattım, ellerim gözlerime çıkınca soğuk tenimdeki ıslaklığı sildim. Daha da yavaşlayıp biraz daha sakinleşmek için dert ortağıma derdimi anlattım. "Ben onu seviyor muyum Şira bilmiyorum, bu. Bu çok tuhaf bi bilinmezlik.." derin bi nefes alıp, kollarımı şiranın boynuna sarıp yarı uzanır bi halde onunla konuşmaya devam ettim. "Gitmesini istedim ama gelmeyince de alındım,üzüldüm hatta belki de kızdım." derken sesim artık fazla kısık belki de fısıltı gibiydi. "Ona bi söz verdim Şira, o sözümü yerine getirebilecek miyim? Sence kalbimin yanında geçmesine izin verecek miyim?" dediğim de Şira kişneyince yarım ağız gülümsedim, "Peki kalbim de bi yer edinirse kendime verdiğim sözü yerine getirir miyim?" dediğim de uzunca bi süre sessiz kalmama rağmen Şira ses vermedi. "O zaman onu seviyor muyum?" dediğim de tekrar kişmeyince sinirlenip, oturdum ve onu durdurup, "Daha hikayemizi bile bilmiyorsun!" diye ona kızdım. Yavaş yavaş yürümeye başladığın da benim için deniz sayılan göle baktım. Gün batımı daha yeni başlarken tekrar Şiraya döndüm, "Şira abi-" diyemeden sinirle kişneyince şaşırmadığını söyleyemezdim. Şira gerçekten benim için çok değerli ve gerçek anlam da dert ortağımdı. Ben annem-babamı yada abimi şikayet eder ve o da sürekli bana tepki verirdi ama ben Şiraya hiçbir şey anlatmamışken bu tepkiler vermesi.. Gölün yanın da yavaş yavaş ilerlerken elim cebime gittiğin de telefonumu düşürdüğümü anladım. Kahretsin ya! Biraz daha ilerlemek ve eğer birisi ararsa akşam döneceğimi haber vermek istiyordum ama büyük ihtimalle çok hızlı ilerlediğim için telefonumu düşürmüş ve bunu farketmemiştim. Arkama baktığım da kimse yoktu, gün batımın da yalnız ben, Şira, tenimi okşayan rüzgar ve dalga sesleriydik. Gülümsedim çünkü hoşuma gitmişti sakinlik. Şirayla ilerlerken aklıma gelen bi sözle hafif gülümseyip bağırdım, "Ah şu benim bitmek bilmez sakarlığım. Yine, yırtık cebime koymuşum umudu!" diye bağırdım. Dostyosevski'nin sözüydü ve hoşuma giderdi. Hava iyice kararmaya başladığın da bile yavaş yavaş ilerlemeye devam ettim. İyi gelmişti galiba yalnızlık.. Orman gibi olan bi yer görünce gözüm oraya çarpıp durdu, fazla ilerlemiş olmalıydım çünkü bu yeri daha önce gördüğümü sanmıyordum. Şirayın üstündeyken geldiğim yola döndüm, yavaş yavaş geri dönmeye başladığım da gerçekten merak etmiştim. Merakıma yenik düşüp, geri dönmekten vazgeçtim ve Şirayla ormana daldım. Biraz bakıp giderdim hem kaybolma ihtimaline karşılık fazla derinliklerine ilerlemezdim. Ormanda gezinirken üstüme damlayan su damlacıklarıyla kafamı yukarı kaldırdığım da yağmurun başladığını anladım. Yağmur benim zaafımdı çünkü gerçekten çok severdim. "Şira biraz daha kalalım mı, hem toprak kokusunu sen de seviyorsun." dediğimde Şira sessiz kaldı. Yağmur beni ıslatmaya başladığın da fazla üşüdüğümü söyleyemezdim, hatta hoşuma bile gidiyordu. Sıkıldığım için Şirayı durdurup, indim. Dizgini elime alıp, önden yürümeye başladım. Fazla yüksek ağaçlar karanlık havayı daha da kapatıyordu. Bişey bulamayınca dönmeye karar verdim. "Dönelim Şira, bişey yokmuş." dedim ve geri döndük. Sessiz orman da cırcır böceğinin sesi ve uğultular beni germeye bile başlamıştı. Sahil yoluna girdiğim de son kez arkama baktığım da ormanın içinde bi ışık gördüm, galiba ateş yakılmıştı. Gidip gitmemek arasın da kalırken Şira huysuzluk yapınca merakım daha da arttı. "Hemen Şira, bakıp gelelim." dedim ve Şiraya binip ormana tekrar girdik. Yürürken Şiranın ayağı kaydığın da, dengesini kaybedince ikimiz de yere düşünce acıdan bağırdım. "Aaahhh, ayağım ahh!" derken Şira korkudan hızla ayağa kalkıp Ormanın içine dalınca ona seslendim. "Durr! Şiraaa! Şiraaa durr!" desem de ne sesimi duydu ne de durdu. Üstüm başım çamur içinde kalınca, oturdum. Yağmur yağdığı için toprak fazla yumuşamıştı. Bileğim fazla ağrıyordu, elimi uzatıp bileğime dokunduğum da biraz baskı yapınca acı içinde kıvrandım. Ağrımdan dayanamayarak ağlamaya başladım. "Şiraa! ŞİRAAAA!" diye hem bağırıp hem de ağlıyordum. Ayağa zar zor kalkıp ağaçtan destek aldım. İnce bi dalını alıp kırdım, yürürken zorlandığım için en azından o dal parçası bana yardımcı olurdu. Arkama baktığım da galiba sahil yolu olarak kalıyordu ama bu ayağımla sahile kadar ilerleyemezdim, ilk önce Şirayı bulmalıydım. Yavaş yavaş ilerlerken Miraç abilerin beni aramaya çıktığını düşünüp dua ettim. Ayağım ağrısından bi şey kaybetmeden yürümeye devam ettim, sol elimle gözyaşlarımı sildim. Aklıma şiranın üstündeyken gördüğüm ateş aklıma gelince hızla etrafıma bakındım, tek ayak üstünde etrafımda dönüp kafamı kaldırdım ama hiçbir şey görememiştim. Sinirlenerek devam ettim, gözyaşlarım karanlıkta görmeme hiç yardımcı olmuyordu! Ayakda durmak da zorlanınca bi ağaca yaslandım, yağmur hızlanmaya başlayınca üşümeye başlamıştım. "Şiraa! Şiraaaa!" diye bağırdım ama sadece kendi sesimin yankısını duyabildim. Destek aldığım ağaç dalından tekrar destek alıp yürümeye devam ettim. Uzunca bi süre yürümeye devam edince tekrar bağırmaya başladım, "Şiraaa, Şiraa, gel kızım Şiraaa!" dememle arkam da bi kıpırtı hissedince dona kaldım. Korkudan bacaklarımın titrediğini fark etmem uzun sürmemişti, arkamda birisinin olduğunu hissetmiştim. Ne ben arkamı dönebiliyorum ne de arkamda durak kişi hareket ediyordu. Yağmur hızlanmaya devam ederken, gözyaşlarım da eşlik ediyordu. Korkumla kafamı hafif çevirdikten nefesimi tuttum, arkamı döndüğüm gibi nefesimi bıraktım çünkü arkam da kimse yoktu. Akşamın bu saatinde daha ismini bilmediğim bi orman da artı bir de yağmur da bu kadar şiddetlenirken ve belki de gerçekte olmayan sesler duyarken ve atım beni ilk anda arkasına bile bakmadan gittiğini de eklersek kafayı yememe çok az kalmıştı! Sinirlerim ciddi anlam da bozulduğu için bi ağacın yanına çömelip ağlamaya başladım. Hem ayağım gerçekten çok ağrıyordu hem de çok üşüyordum. Ağlarken isyan eder gibi bağırıp, "Ya Şiraaa! ŞİRAAA!" diye resmen çığlık attım. Yürümem fazla yavaş olduğu için biraz dinlenmeye karar verdim, bi ayağımı kendime çekerken burktuğum ayağımı uzattıp, ağaca yaslandım. Kafamı arkama uzatıp, gözlerimi yumdum çünkü fazlasıyla yorulmuştum. "Esmer bir akşam vakti, senle yeniden doğdum. Benden çaldıkları "umut" dedikleri, kaybettiğim kaderi buldum. Dünya'nın yükünü yazsalar payıma, dost düşman bir olsa da çıksa da yoluma, vazgeçmem senden asla ben aşkla yürürüm ateşe, yeter ki sen ellerimden tut. Dünya'nın yükünü yazsalar bayımaa, dost düşman bir olsa da yolumaa, vazgeçmem senden asla-" derken, "Ben aşkla yürürüm ateşe, yeter ki ellerimden tut." diye arkamdan gelen ses bana eşlik edince sustum, ayaklanmaya çalışırken zorlansam da kalktım, elimdeki değnek olarak tuttuğum ağaç dalını haddinden fazla sıkarak tutarken, "Kim var orda!?" diye sesimi yükselttim, "Benim, korkma." diyen birisinin sesi vardı ama kendisi yoktu, korkumu saklamaya çalışırken tekrar bağırdım, "Ne-nerdesin, kimsin sen!?" dediğim de yaklaştıkça onu görmeye başlamıştım. Tam karşıma geldiğin de iki elini hava da tutup, "Ben Enes, sen galiba kayboldun?" derken ellerini indirmemişti, karşım da 25-26 yaşlarında genç bi adam vardı ama onu tanımadığım için dik durmaya devam ederken titreyen vücudum bana hiç destek vermiyordu. "Yoo, nerden çıkardın bunu!?" dediğim de gülmemek için yanaklarını ısırdı ve etrafına baktı, "Bu saatte, bu orman da ve bu yağmur da ne yapıyorsun, şarkı söylemeye mi geldin?" derken alay ediyordu, "Ne?" dedim anlamayarak, "Niye burdasın o zaman diyorum?" dediğin de kaşlarımı çattım ve başımı dikleştirip, "Sen niye burdasın!?" dediğim de güldü, "Benime evim burası." deyip omuz silkince etrafıma baktım, "Yakında bi yer de ev var gibi gözükmüyor?" dediğim de bana yüzünü buruşturdu, "Bi yer de ev olması için 4 duvar yeterli oluyor mu senin için?" derken beni aptal gibi gördüğüne emindim. "Öyle bi şey demedim!" diye cevap verince üstünde ki hırkayı çıkartıp, bana uzatınca bi adım geri gittim, "Al giy şunu hasta olacaksın." derken bana doğru adım bile atmamıştı. "İstemiyorum, gerek yok." dediğim de "Giy şunu yoksa zatürre felan olacaksın!" diye bana resmen kızmıştı, "Ben senin kızın değilim! Giymiycem!" dediğin de dişlerini sıktı, "Ula giysene! Pistir diye mi giymek istemiyorsun!?" dediğin de şaşırırken hızla "Hayır! Ne alaka?" diye ona kızdım, bu tür davranışlarım yoktu. "Tamam o zaman al giy şunu da sonra seni evine bırakim." dediğin de "Ben kaybolmadım!" derken sesim yükselmişti, beni ciddiye almazken, "He he, kaybolmadın al giy şunu!" deyince elindeki kalın hırkayı çekerek aldım ve giydim. Yere bakarak düşünürken, "Sen buralı değilsin anlaşılan, o zaman yukarıdan bi yerdensin de ne diye ormanın daha da içine giriyorsun." derken kafası karışmış gibiydi. "Atım ormana daldı, onu bulmadan gidemem." dediğim de kaşları havalandı, sonra gözler destek aldığım dala kayınca "Attan düşüp, bileğini burktun!" derken bana kızıyordu, gözlerimi kaçırıp kafa salladım. "La havle, ula madem bilmezsin ne diye biniyisın!" dediğin de kafam karışmıştı, "Sen Karadenizli misin?" dediğim de sanki tüm siniri kaybolmuş gibi göğsünü gerip, "He ya, nerden anladun?" dediğim de kıkırdadım. "Konuşmandan." dediğim de bozulmuş gibiydi. "Neyse, hadi seni ilk çiftliğe bırakayım sonra sabah gelip atını ararsın." dediğin de normal konuşmaya devam etti, "Bu karanlık da bulmazsın zaten, hele bu bacakla!" derken sonda yine bana kızmıştı, kaşlarımı çatıp "Olmaz, atımı almadan bi yere gidemem!" dediğim de "Ula bu karanlık da bu yağmurda nerede arayacasun!" dediğin de "Heryerde!" dediğim de "Hay senun inadunu ha! Ula sabah gelesun ha görmeyi misun halinu dilenci gibisun!" dediğin de eğilip çamurlu ve kirli üstlerime baktım, gözlerim doldu "Benimle dalga geçme! Görmüyor musun ne haldeyim!" dediğim de sinirinden hiçbir şey kaybetmezken, "Ha bende onu diyrum ya! Görmeyi misun halinu!" dediğin de tekrar yere oturdum ve ağlamaya başladım, "Sen gidebilirsin, ben atımı bulduktan sonra dönücem eve!" dediğim de tam bi şey diyecekken, sustu. "Bak hava karamiştur, ailen seni merak da ediydur ha gelesun seni eve bırakayim sonra sağa söz vereyrum gelup kendim arayacağum atini." derken bi çocuğa şeker için antlaşma yapar gibiydi, omuz silkip, "Olmaz, Şirayı almadan gitmicem." dediğin de bi küfür savurup, "Ne halun varsa gör ula! Kurda kuşa yem olasın da aklun belki azcuk başına gelur!" deyip arkasını dönüp gittiğin de arkasından bağırdım, "Enes!" derken ayağa kalkıyordum, bana dönerken dudağının köşesi kıvrılırken yüzünde hah şöyle yola geleceksin ifadesi vardı, üstümdeki hırkayı çıkartıp ona fırlattıp, "Şimdi gidebilirsin gönül rahatlığıyla!" diye bağırıp tekrar çömelip ağlamaya devam ettiğim de bunu beklemediği için küfür savuruken yüzüne attığım hırkayı çekti, "Tamam ula! Al giy şunu hasta olacasun! Kim bilir ne kadar burdasundur!" derken hırkayı geri bana atınca gözyaşlarımı silip giydim. Çünkü korksam da ona belli etmemem gerekiyordu ve gerçekten burda tek başıma kalmak istemiyordum. Hırkayı giyerken zorluk çekince bana doğru bi adım atınca hızla ona dönünce olduğu yerde durdu, “Sağa yardım edeceğum.” dediğin de şivesi yüzünden hala sinirli olduğunu anlamak zor değildi. “Gerek yok, ben hallediyorum.” dediğin de korktuğumu anlamış olmalı ki zorlamadı. Ben hırkayı giydikten sonra bana dönüp, “Atın nereye gitti?” dediğin de dudağımı büzünce bana ciddi misin der gibiydi, “At bu nereye gideceğini nerden bileyim?” diye kendimi savununca aklımla ilgili bi şeyler söylese de onu duymamazlıktan geldim. “Yürüyesun!” deyip kafasıyla bana önünü işaret edince destek aldığım daldan destek alıp yürümeye başladığım da topalladığım için burkulan ayağıma bakıyordu. Tam bi şey söyleyecekken susunca yavaşça önünden geçtim. “Biz senun bu ayağunla zor buluruk bu ati!” dediğin de tekrar onu duymamazlıktan geldim. Ayağım bu kadar ağrımasaydı belki onun şivesiyle uğraşırdım ama gerçekten iyi değildim. Arkamdan söylenen adam beni resmen konuşmam için zorlarken ben de sessizliğimi koruyup onu delirtmekte ısrar ettim. “İsmin nedur!” diye bana bağırınca arkamı dönüp sinirle “Bağırma bana!” dediğim de “O nası isimdur ula!” dediğin de karşımda ki akıldan yoksun adama yüzümü buruşturdum. “Asil! İsmim Asil!” deyip yürümeye devam ettim, arkamdan gülme ve homurdanmaya karışık sesler duyunca onu tekrar duymamazlıktan geldim. “Sesin de güzelmiş.” dediğin de şiveyi fark etmeden bırakmıştı. Ona cevap vermeden hem yürümeye çalışıyor hem de bu karanlık da önümü görmek için çabalarken ona laf yetiştiremezdim. Biraz daha ilerledikten sonra biraz durup dinlenmeye başladım çünkü yorulmuştum. “Hadi, ne bekliyorsun?” dediğin de “Yoruldum.” diye sızlandım. "Bak gel anlaşma yapalı-" diyemeden lafını kestim, "Sakın bana seni eve bıraktıktan sonra atını aricam yalanla-" diyemeden bu sefer bağıran o oldu, "Ula kafadan sorunli! Ne halt edeceğum ben senunle, daha iki adım atayik ben yoruldum diyeysun ha nereye kada sürecek bu saçmaluk!" dediğin de gözlerim doldu. "Geldiğinden beri bana bağırıyorsun! Babam gelince seni söylicem! Hem görmüyor musun ayağımı burktum, ıslandım, korktum, üşüdüm, yürüyemiyorum ama sen sürekli bana bağırıp duruyorsun!" dedikten sonra yere çöküp ağlamaya başladığım da tepem de dikilirken ağza alınmayacak küfürler söyledi. "Bağa bak, bak bağa! Ula ben lazum laz! Ha benim sinirlerumla çok oynamayasun benim bile kendime çok güvenim yoktur!" diye bağırdığın da bu sefer de kolumu dizime yaslayıp, kafamı eğip ağlamaya başladım, "Git burdan! Bana sürekli bağıracaksan kendi başımın çaresine bakarım!" dediğim de "Kot kafali!" dediğin de söylediği şeyi anlamamıştım ama ona da sormamıştım. Birden üstüme eğilip beni kucağına aldığın da çığlık atmaya başladım, "Ne yapıyorsun sen! Dur, sapık herif! İndirrr!" diye bağırdığım da dişlerini sıkıyordu, "Ha o sözleruni adam akilli seç benum asabumla oynamaysun! Madem atum atum dedin sus arayik işte!" dediğin de sustum, çünkü bu sefer birazcık haklı olabilirdi. Bu ayakla değil 10 adım, 3 adım attığım da bile fazlasıyla zorlanıyordum. "Hala çok üşiyi misun?" dediğin de kafamı kaldırıp ona baktım, "Hayır." dediğim de küfür savurup, "Yalan söylemeden önce titreyup titremeduğuna bak!" dediğin de bedenimin tir tir titrediğini yeni fark etmiştim. "Ha sağa bi teklufum vardir ama bağurup çağırma, dinime imanıma atar giderum senu!" dediğin de kaşlarımı çattım, "Bak çok üşüyirsun, ha benum evum yakindir bacum sağa bi çorba yapsun üstünü değiştir ha bende o sıra da senun atini arayim da." derken gerçekten de benim için bana yalvarıyordu gözleriyle resmen, ayağıma baktığım da ağrısını artık çok fazla üşüdüğümden hissetmemeye başlamıştım. Gözlerim dolunca, kafamı sallayınca o da bana gülümseyip kafasını salladı. Düz yürümeye devam ederken, kafamı dik tutmaktan boynum da ağrımaya başlamıştı ama kafamı tanımadığım bi adamın göğsüne yaslayacak da değildim. "Az kaldu." dediğin de elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim, "Çok mu ağriyi?" dediğin de gözleriyle benim için üzüldüğünü, o fark etmeden kaşlarının büküldüğünü görmüştüm. Kafamı hayır anlamın da sallayınca, "Az kaldi" dedi tekrar, bi süre yürüdükten sonra küçük denemeyecek bi kulübenin önüne geldik. "Asiye! Asiyeee!" diye bağıran adamın sesinden kısa bi süre sonra hızla kapı açıldı, kıvırcık saçlı oldukça genç gösteren en fazla 21-22 yaşlarında saçları belinin biraz üstünde sevimli bi kız açtı kapıyı. Bi abisine, bi de abisinin kucağındaki kıza yani bana bakıp duruyordu. "A-abi?" derken korkmuş gibiydi. "Bi şey yoktur, ha sen koltuğun üstünde bi şey varsa onlari alasun acele." dediğin de bi kaç saniye sonra kız yeni algılamış olmalı ki hızla kafasını sallayıp içer girince, Enes de kapı da durup ayakkabılarını çıkartıp içeri girdi. Evin içine girdiğim gibi sıcak havayla buluşan tenim, ağlayabilirdi. Beni yavaş ve dikkatlice koltuğun üstüne uzatan Enes, hızla kıza dönüp "Asiye'm kızın üstünü değiştir, sonra da üstüne battaniye getir." dediğin de kız hala şok da gibiydi, "Abi-" demeden Enes onun lafını kesti, "Abim sen getir, anlatıcam. Kız zatüre olacak kaç saattir dışar da bilmiyorum." dediğin de bi bacağımı kendime çekince, kız üşüdüğümü fark edince hızla yukarı çıktı. Etrafına bakan Enes, karşı koltuktaki battaniyeyi hızla açıp üstüme attı, elini anlıma koyduğun da küfür savurdu, battaniyeyi aldığın da tam olarak ne yaptığını bilmiyordum çünkü gözlerim artık açık kalmak da zorlanıyordu. "Uykum geliyor." diye fısıldayınca, "Sakın, sakın uyumayasun!" derken beni kucağına alınca, "Bırak, uyicam." dediğim de "Uyursan atını aramam! Uyuma!" dedikten sonra merdivenleri çıkmaya başladı, "Asiye! Asiye!" diye tekrar bağırdı. Üst kata çıkınca hızla bi odaya daldı, banyo olduğunu anlamıştım. Kız içeri girince "Vücut sıcaklığı çok düşüktür, sıcak suyu aç hemen." dediğin de kız gözlerini hızla açıp, suyu açtı. "Bırak artık beni, uyumak istiyorum." diye ona kızmak için sesimi zorladım ama o bana kısa bi süre bakıp, önüne döndü, "Su ısındı Abi." diyen kızla, Enes suyun altına girince sıcak suyla irkildim, bi elimi onun boynuna atıp, kafamı göğsüne çevirdim. Hızlı hızlı nefes alırken, "Sıcak" diye söylendim ama tenimin hoşuna gidiyordu. Uzunca bi süre suyun altında ikimiz durduktan sonra, kız kardeşine baktı. "Bak bakim." deyip duştan çıkmadan ona uzanınca, kız elini anlıma koyunca rahat bi nefes aldıktan sonra "Daha iyi" dediğin de Enesin sesli nefes verişini duymuştum. "Kendisine gelsin, giydirirsin onu." diyen Enese baktım ama cevap verecek halim yoktu. "Uyusam biraz." diye söylendiğim de bana baktı, bi abi şefkatiyle kucağın da tutarken "Uyursan atını aramam." derken gülümsediğin de ben de kendimi gülümsemek için zorladım. "Halsizim, biraz da yorgun galiba." dediğim de derin bi nefes alırken, "Laf dinlemiyorsun ki" diye söylendikten sonra devam etti. "Vücut sıcaklığın sürekli artıp düşünce uykunu getirip pes etmek istemiş bi nevi, ama sen uyumayacaksın yoksa atını aramam." dediğin de yüzümü buruşturunca güldü. Karşımız da gülerek beni izleyen kıza utanarak baktığım da "Selam, ben Asiye." dediğin de gülümsedim, "Ben de Asil." dediğim de kafasını salladı. Enese dönüp, "Beni bırakır mısın, daha iyiyim galiba." dediğim de kaşlarını çattı, "Galiba?" dediğin de kaçamak bakış Asiye'ye atıp, "Asiye bana yardım ederse halledebilirim." dediğim gibi Asiye bi adım atıp, "Evet evet abi, biz hallederiz. Sen çık." dediğin de utanmış olduğumu anlamış olmalı ki kafasını sallayıp beni yavaş ve kontrollü hareketlerle taburenin üstüne bırakıp son kez bana baktıktan sonra banyodan çıktı. Asiye ıslanacağını hiç umursamadan yanıma geldi ve çekinerek, "Üstlerini çıkartalım mı?" dediğin de kafamı salladım. Tişörtümü çıkardıktan sonra dizinin üstüne çöktükten sonra eşofmanımı çıkarmamda fazla hassas davranarak, canımı yakmamaya özen gösterdi. İç çamaşırlarım ile taburenin üstünde çekingence otururken, o ise arkama geçip saçlarımı yıkamaya başladığın da şaşırmadığını söyleyemezdim. Saçlarımı yıkadıktan sonra taramaya başladı, canımı yakmamak için küçük ve dikkatli hareketlerle tararken anne şefkatiyle yapması, yüzündeki küçük tebessüm insanın gözüne daha da sevimli geliyordu. Banyo dolabından çıkardığı temiz havluyu alıp bedenime sarmama yardım ettikten sonra bile beni rahatsız etmemek için özellikle bana bakmamaya çalışıyordu. "Benden destek alabilirsin." dediğin de elini belime koydu, ben de onun omzundan destek alıp yavaşça banyodan çıktığımız da iki oda arasında gidip geldikten sonra "Şey- benim odam biraz dağınık da, Abimin odasın da giyinsen sorun olur mu?" dediğin de kafa sallayınca ilerdeki sağımız da kalan odaya geçtik, karanlık sayılabilecek odaya girince Asiye yatağa oturmam için bana yardımcı olduktan sonra, "Sana temiz kıyafetler getirim ben." dedikten sonra çıktı, etrafımdaki eşyaları bile pek net gördüğüm söylenemezdi. Bi kaç dakika sonra içeri giren Asiye, kıyafetleri yanıma koyduktan sonra, "Aa, kusura bakma abim genelde odasının ışığını açtırmaz, ee ben de alışmışım." dedikten sonra ışığı açınca "heh şimdi oldu." deyip gülümsedi. Yanımdaki kıyafetler gösterip, "Yardım etmemi ister misin?" dediğin de gülümseyip, "Teşekür ederim, ben halledebilirim." dediğim de kafasını sallayıp "Bi şeye ihtiyacın yada yardıma ihtiyacın olursa seslenmekten sakın çekinme tamam mı?" diye beni tembihledikten sonra gülümseyip kafa salladım. "Tamam." dediğim de o da gülüp odadan çıktı. Üstler elime alıp giyinmeye başladım. Elime aldığım geniş ve büyük kazağı giyerken zorlanmadım, altım için sıcak ve polar bi pijama getirmişti, ayağımı zorlamadan giymeye başladım. Gözüm sürekli odaya kaysa da fazla incelemek doğru gelmediği için bakmamaya çalıştım. Giyindikten sonra saçlarımı havluyla kurulayıp, örmeye başladım. Saçımı örerken uzun zamandan beri saçlarımı örmediğim aklıma geldi, ıslak saçlarım bana Alaz ağayı hazırlayınca ister istemez dudağım da küçük bi gülümseme belirdi. Asla ıslak saçla durmama izin vermeyen Alaz ağa ben daha giyinmeden kurutma makinasıyla beni beklediği aklıma gelince bu sefer de kıkırdadım. Giyinip, saçlarımı ördükten sonra biraz da olsa ısınmış ve yorgunluğum biraz azalmıştı ama uykum hala çok fazlaydı. Derin bi nefes alıp ayağa kalktım, arkama baktığım da yağan yağmur sesleriyle gözlerim kocaman açıldı. Sanki, sanki kova kova su dökülüyor gibiydi. Aklıma gelen Şirayla nefesimi huzursuzca verdim. Umarım iyidir ve umarım bizimkiler beni fazla merak etmemiştir. Duvardan yardım alarak yürümeye başladım. Merdiven başına geldiğim de koltukta oturan Enes beni fark edince hızla ayağa kalkıp bana doğru gelirken, "Ulan ne diye seslenmiysun! Hadi anladuk ayağun sakattur da kafandan da mi sakatsun!" diye hızlı hızlı konuşunca anlamadım, ona bakmadan bakarken söylediklerinin üstün de fazla durmadan, "Şey- ben inerdim." dediğim de güldü, "Anlamadun değul?" dediğin de gülümsemeye çalışıp utanarak kafa sallayınca tekrar güldü. Girişte ki geniş salona girince benim için hazırlanan koltuğa beni dikkatlice uzattıktan sonra üstündekilere bakıp, "Yorgana ne hacet, ha sen olmuşsun yürüyen yorgan." dediğin de yüzümü buruşturdum. Yorganı bacaklarıma kadar çekip, karşı koltuğa oturdu. Tam o anda elinde tepsiyle giren Asiye bana doğru gelirken yine yüzünde o tatlı gülümsemesi vardı. "Bugün yaptım taze, için ısınır." diyerek tepsiyi kucağıma koyunca, "Şey ben çok aç değildim zahmet ol-" diyemeden üçümüz de benim karnımın gurultusunu duyunca o an yerin dibine girmeyi tercih ederdim. İkisine kaçamak bakışlar attığım da Abi,kardeş gülmemek için yanaklarının içini ısırıyorlardı. "He he, aç olan sen değilsun anlaşilan ama miden pek öyle demiyi ama." dediğin de ikisine bakmadan çorbayı karıştırınca güldüler, "Sen çorbanı içene kadar ben de sana ağrı kesici bakayım." diyen Asiye'ye hızla dönüp, "Asiye, lütfen ben geldiğimden beri benimle ilgileniyorsun, sen de yoruldun otur biraz." derken gerçekten mahçup olmuştum. Bana gülümseyip, "Ya sıkma kendini, ben sana ilaç getireyim bol bol oturup sohbet ederiz. Alerjin olan herhangi bi ilaç varmı?" dediğin de utanarak kafamı hayır anlamın da sallayınca geldiği yöne ki galiba mutfak olmalıydı oraya dönünce, ben de çorbama limon sıkıp içine ekmek doğrayıp yemeye başladım. Bu süre zarfınca Enesin bakışlarını sürekli hatta kesintisiz beni izlediğini fark ediyor ve buda beni geriyordu. "Niye kaçtın yada şöyle söyleyeyim kimden kaçtın?" diye aniden sorulan soruyla elim havada kaldı, ona kısa bi bakış attığım da, dirseklerini bacağına dayamış ve gözlerini hafif kısarak beni incelediğini fark ettim, onun sorusunu duymamazlıktan gelip çorbamı içmeye devam edince kaşlarını çattığını yoğun bakışlarından hissetmiştim. "Gerçekten mi, hep böyle misindir? Herşeyden hatta konuşmaktan bile mi kaçarsın?" derken sesindeki alay bariz ama altında neden diye soran sinirli bi ses vardı. Gözlerimi kaçırıp, "Be-ben biraz daha ekmek alabilir miyim?" dediğim de önümdeki ekmek dolu tabağa baktığın da yutkundum, "Bu- az da." diye açıklama yapınca bi kaç saniye bana bakıp ayağa kalktı, tam çıkacakken tekrar arkasını döndü ve gözlerime bakarak "Hayatından yada hatalarından, bunlardan kaçamazsın sadece yüzleşmek yada kabullenmek için olan yolunu uzatırsın." dedikten sonra salondan çıktı. Derin bi nefes alıp cama baktığım da yağmurun hiç azalmadan hatta daha şiddetli yağdığını gördüğüm de korkum artıyordu. Elinde tam ekmek ile giren Enes, ekmeği tepsiye koyarken "Bence bu yeter." derken gülüyordu. Tekrar karşıma geçtiğin de "Enes, atım yani Şira onu aramaya çıktın mı?" derken çekingendim çünkü ters cevap vermesinden korkuyordum. "Sen duş alırken, dışarı çıktım tam onu aramaya başlayacakken onun buraya doğru koştuğunu gördüm, aslında ben onu bulmadım o seni buldu." derken atımla olan bağlılığımdan bahsedince gülümsedim. Tekrar cama bakarken, "Enes ailem, onlar endişelenmiştir onları aramalıyım, telefonunu kullanabilir miyim?" dediğim de bana "Ciddi misin?" dediğin de şok oldum, "Asil ormanın tam içindesin ve sen telefon ile konuşabileceğini mi sanıyorsun?" dediğin de yutkundum, haklıydı. Şebeke çekmezdi hatta çekemezdi ki! Tedirginliğimi fark etmiş olmalı ki "Sakin ol, sabah gideriz. Şuan ben iki sağlam ayağımla bile gidemem ve bu yağmurda benim bile kaybolma ihtimalim çok yüksek ve ayrıca attan düşmüş biri olarak iyi bilmelisin ki toprak fazla yumuşak." diye açıklama yapınca, gözlerim doldu. "Umarım annem ve babam çok endişelenmemiştir." dediğim de içeri giren Asiye, elimdeki ilaçları okumaya çalışaraktan içer girip Abisine doğru yürüdü, kafası karışmış gibi "Abi hangisi daha hafif olanıydı?" dediğin de Enes ilaçlara kısaca bakıp, "Soldaki" dediğin de gülümseyip kafa salladıktan sonra bana döndü ve elindeki ilacı mutlulukla gösterip, "Buldum, su alıp geliyorum hemen." dediğin de bende güldüm. Salondan çıkan Asiye'nin arkasından gülümseyerek baktıktan sonra Enese dönünce onun da bana gülümseyerek baktığını gördüm, "Kardeşin çok sevimli ve çok merhametli." derken tüm samimiyetimle söylemiştim, Asiye'nin arkasından bakarken, derin bi nefes alıp sesli verdi, "Çok merhametlidir, herkese anne şevketiyle yaklaşır. Saf kızım benim." derken kardeşine aşık gibiydi, sanki ona bakmaya bile kıyamıyordu, Enesin bakışları bana, bana kendi abimi hatırlatınca boğazıma bi yumru oturdu. Elin de ilaç ve su ile giren Asiye, ilacı elime verdikten sonra suyu uzattı, içtiğim ilaç ve suyu orta sehpaya bırakıp, abisinin yanına oturduktan sonra bana olan çekingen bakışlarıyla gülümseyince, "Sor sor, bende olsam evime bu saatte gelen kıza illaki soracak sorum olurdu." dediğim de hevesle gülümseyip tam soracakken, "Tamaam, yarın sorar şimdi uyku saati." diye ayağa kalkan Enes'le ikimiz de ona döndük, "Sen uyuyabilirsin, biz biraz Asiye'yle konuşmak istiyoruz, değil mi?" diyerek Asiye'ye dönünce o da hevesle kafasını salladı, Enes kaşlarını çatıp "Yorgunsun, şimdi uyu yarın kahvaltıda,yolda istediğiniz kadar dır dır edersiniz!" dediğin de yüzümü buruşturdum, "Bana ba-" diyemeden tekrar lafımı kesti, "Asıl sen bağa bak ula! Ula Karadenizliyim ben Karadeniz, benimle inatlaşmayasun çocuk gibi!" dediğin de şaşırarak ona bakarken Asiye'ye dönüp, "Kalk ula, marul kafa!" dediğin de kıkırdadım çünkü Asiye'nin saçları kıvırcık olduğu için ona marul demiş olmalıydı. Asiye ayağa kalkarken somurtarak, "Abim biraz haklı Asil, sen de dinlenmiş olursun yarın konuşuruz." dediğin de sen bilirsin dercesine kafamı sallayınca gülümseyip Enesin arkasından yukarı çıkmaya başladığın da tekrar dönüp, "Işıklar, ışıklar açık kalsın mı?" dediğim de kafa salladım çünkü yağmur sesi git gide artıyor ve biraz da korkunçlaşmaya başlamıştı. İkisinin yukarı çıktığından emin olunca ben de yatağıma iyice yerleştim, uykum ve halsizliğim uzandığım için bana teşekkür ederken hayal yada düşünceye dalacak bile halim yoktu. Tüm yorgunluğumun yarın bitmesi umuduyla gözlerimi kapattım ve kendimi kusa süreliğine uykuya teslim ettim...
Evett, bu bölümü nasıl buldunuz??? BU KADAR OLAY VE KARMAŞAYI BEKLİYOR MUYDUNUZ? YENİ KARAKTERLER HAKKIN DA NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ?? İKİ KARADENİZLİ'NİN AĞRI DA NE İŞLERİ OLABİLİR Kİ??
Bi sonra ki bölüm de görüşürüz..🫶🏽
|
0% |