28. Bölüm

BİR GARİP SEREMONİ

M. P. K.
m.p_korkmaz

Fiziksel acıyı hissetmemenin tek yolu ondan çok daha acı verici olan ruhsal sancılar çekmektir. Hareketsizlikten uyuşmuş bir vücut sürekli aktif halde çalışan bir zihnin varlığına minnettardır. Beynin yazdığı senaryolar, geçmişin güzel günlerine duyulan özlem, bir de kurtuluşun var olduğuna dair küçücük bir umut kırıntısı var olan tüm bedensel acıları tek bir noktaya hapseder: yüreğe… Yüreğin acısı bir türlü dinmezse işte o zaman bedenle birlikte akıl da tutulur. Birbiriyle hemhal olmuş beden ve ruhu artık hiçbir güç incitemez. Bu kurban artık kendi sonunu kendi belirleyecektir…

İki günlük yoğun bir açlıktan sonra önüne gelen yarım kâse ısırgan otu çorbasını kaşık kullanmadan birkaç yudumda içti. Yanında gelen kuru ekmeği büyük bir hırsla çiğneyerek yuttu. Yarısı dolu görünen bardaktaki bulanık, suya benzeyen sıvıyı içip içmediğini hatırlayamayacak kadar halsiz bir şekilde paslı demirin üzerine atılmış bir süngerden ibaret olan yatağına uzandı.

Kendine geldiğinde ise başının üzerine geçirilmiş siyah bir örtü ile yürütülüyordu. Ne olduğunu anlamaya ihtiyacı yoktu. Kaderine razı gelenlere mahsus bir kabullenişle iki kolundan giren kim olduğu belirsiz kişilerin ritimlerine uydurdu kendi adımlarını. Bir seremoni havasına eşlik eden derin sessizlik vardı. Havadaki ağırlığı hissedebiliyordu. Gözlerini kapattı. Siyah karartılı örtüyü kırmızı bir gelin örtüsü olarak hayal etmeye başladı. Burada bulunduğu zamandan beri ilk kez gülümsüyordu. Koluna girenler anne ve babası olmalıydı. İkisi de sessizdiler. Çünkü biricik kızları bugün gelin oluyordu. Her genç kız bu anı hayal etmez miydi? Sevdiği adam gözlerinin önündeydi işte... İlk ve tek platonik aşkı onu süslenmiş lüks bir arabanın yanında bekliyordu. Kapısı açık olan araca yaslanmış, kendisine yaklaşan güzel gelinine elini uzatıyordu. Kırmızı çiçek işlemeli gelin örtüsü yüzündeki o utangaç ama bir o kadar da tatminkâr ve mutlu görünen yüzünü gizlerken elini beline bağlandığını umduğu kırmızı kuşağına doğru getirmeye çalıştı. Gelinliği üzerinde nasıl duruyordu acaba?

Birden kolundaki kilitli zincirin acısıyla gözlerini açtı. Siyah örtünün yarattığı karanlık hala etrafını sarmaya devam ediyordu. Yürüdüğü bunca yol boyunca bir kuş gibi hafif ilerleyen ayaklarının da demir zincirlerle bağlı olduğunu yeni fark ediyordu. Bu yolculuğun bir son olduğunu, çektiği acılarını artık bitecek olduğunu hissediyordu. Acıklı bir son değildi bu. Hayır, çekilen bunca çileli zamandan sonra çiçekli bahçelerine inandığı, Rabbi’nin vaadi olan cennetine kavuşacaktı. Sonsuz huzuru burada bulacaktı. Biliyordu. Müslüman bir ailenin kızı olarak girdiği o Cadılık Okulu’nda tıpkı diğer arkadaşları gibi özünden bir şey kaybetmemişti. Kendini teslimiyete bıraktı. Bugün, bu yolda içinden dua etmek gelmiyordu. Zira hücresinde bulunduğu tüm o korkunç zamanlar boyunca bir an olsun dilinden duası eksik olmamıştı. Biliyordu ki bu son yolculuk dualarının kabul vaktiydi. Belki son bir acı dalgası yalayacaktı bedenini. Sonrası ise sonsuz huzurlu yolculuk…

Yürüyüşü serin ve nemli bir alanda son buldu. O derin sessizlik yerini uğultuya bırakmıştı. Anlam veremediği kelimeler kulak duvarlarına düşük bir frekansla çarpıp, kayboluyor gibiydi. Soğuk ve net bir ses bulundukları alanı doldurduğunda geniş alanda yankılandı ya da Çisil öyle sandı.

“İnitium fınis!” (Sonun başlangıcı)

“İnitium finis!”

Önce ayaklarındaki zincirler özenle açıldı. Ardından elleriydi özgürlüğüne kavuşan. Başındaki siyah örtüyü çekip aldı bir el. Uzun zamandır yıkanmamış saçlarından ipek gibi kaydı örtü. Bedeni uyumadan önceki gibi pis kokmuyordu. Tanrılara kurban edilecek olan bu beden, son içilen ısırgan otu çorbasındaki ağır uyku iksiri etkisini gösterdiğinde özenle temizlenmişti. Kurbanın bu kadar rahat hissetmesinin tek sebebi sadece iksirin uyuşturucu etkisi olamazdı kuşkusuz…

Burası büyük ve bakımlı bir mağaranın giriş kısmıydı. Üzerinde olduğunu fark etmediği cübbeyi de çıkarttıklarında çırılçıplak kalan Çisil’in beynini büyük bir şok dalgası sardı. Yürüyüşün başından beri iki yanında yer alan muhafız kılıklı adamlar siyah saten kumaştan oluşmuş bir cübbe içindeydiler. Başlarındaki kukuletaları o kadar büyük ve boldu ki yüzlerini gizlemek için kullanılmış maskelerini fark etmek zordu. Önündeki korkunç manzara mı, yoksa iksirin etkisi mi bilinmez kurbanın girdiği şoktan çıkmasına engel oluyordu.

İpek cübbeleri ve aynı muhafızlarınkine benzeyen başlıkları yüzlerini gizleyen güruh sanki onları hiç fark etmemiş gibiydi. Bu ne olduğu belli olmayan mahlûkların muhafızlardan tek farkları baştan ayakuçlarına kadar kırmızı giyinmiş olmalarıydı. Yüzlerini gizleyen maskeleri ise gümüş rengindeydi. Bir kürsünün ardında duran ve konuşan kişi bu güruhun başları gibi duruyordu. Onun etrafına sıralanmış toplamda sekiz kişi ellerinde altın kâseler tutuyordu. Tam ortalarında ise yanan mumlardan oluşturulmuş iç içe geçmiş İki üçgenden oluşan bir sembol duruyordu.

“Yüzyıllardır süre gelen çabamızla dünyayı istediğimiz şekle sokmayı başardık. İlahi olan her gücün ardına ustalıkla gizlediğimiz ucuz piyonlarımız sayesinde tüm semavi dinlerin içlerini çürüttük. Moda, müzik endüstrisi ve sosyal mecralardaki adamlarımız işlerini o kadar iyi yaptılar ki tahminimizden kısa sürede kitleleri para ve kolay yaşam hayalleriyle ahlaktan yoksun kıldık. Boş ideolojiler ve yaratılan küçük tanrı/tanrıçalar sayesinde sadece gençleri değil, orta yaşlı ve hatta yaşlı kesimden insanları da sadece bizim gibi düşünen ya da hiç düşünmeyen aciz hayvanlardan farksız kıldık. Yeni dünya düzenini istediğimiz gibi inşa ederken yaklaştığımız son bizi kutsayacak. Ateş ejderini de kendi savaşımıza kattığımızda geriye kalan öğretilerimize kanmamış, bize ayak uydurmayı bir şekilde reddetmiş olan tek tük insanoğlunu da yok etmiş olacağız. Bugün burada kurban edeceğimiz bu Ruh Klanı varisi olan bakirenin kanı hepimizi korunur kılacak.

Evrenimizin Yüce Mimarı bizi yenilmez kılsın!”

Konuşmacının son cümlesi tamamlandıktan sonra geriye kalan sekiz kişi o son cümleyi tekrarladı.

“Evrenimizin Yüce Mimarı bizi yenilmez kılsın!”

Yere eğik bir şekilde duran başını bir anlığına kaldıran Çisil tepedeki altından yapılmış tahtında oturan bordo cübbeli ve altın maskeli Lord’u gördü. Kadehini kurbanına doğru uzatan Lord ayinin başlama işaretini verdiğinde, kurban ortadaki iç içe geçmiş şamdanlardan oluşan sembolün ortasına getirildi.

 

Bölüm : 19.06.2025 21:56 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...