
Günün sonunda öğrendikleri bu çarpıcı bilgiler kızları bir hayli sarstı. Zamanın sarkacı yüzyıllardır hızla akıp giderken dört kızın her biri gece düşünde farklı hayaletlerle boğuşuyordu. Kimisi uçan bir çalı süpürgesine tutunurken buldu kendisini. Kimisi korkunç benleri ve koca burnuyla insan kanı içen bir cadının pençesindeydi. Ama geceyi en kötü geçiren kişi yine Özüm’dü. Bu gece tam üç kez çığlık atarak uyandı. Gördüğü kabuslar bazen uyandığında da devam etti.
Annesini yanında hayal ederek sakinleşmeye çalıştı. Tıpkı evdeki kabus dolu gecelerde yaptığı gibi annesine sarılıp bütün kabuslarının son bulmasını diledi. Korkuyordu. Ne zaman bu kadar çok üst üste kabus görse hayatı kötüye giderdi.
...
Uzun gong sesi duyulup da Doğal Taşlar dersi bittiğinde kızlar Rektör Flora’yı görmek için hızla sınıftan çıktılar. Koridorda yürürken karşılarına çıkan Flora onları başı ile selamladı.
“Hocam biraz konuşabilir miyiz?” Gizay heyecanla saçlarını diğer tarafa doğru yatırdı.
"Geçen dersteki sorularınız bitmedi mi kızlar? Cadı avı konusu bir hayli ilginizi çekti sanırım."
“Aslında konumuz o değil hocam. Öğrenmek istediğimiz şey bambaşka. Bir süredir okulda konuşulan bir söylenti var. Beş Elementten Ruh Klanının varisinin bizlerden biri olduğu konuşuluyor.”
“Ve siz de bunun aslını astarını öğrenmek için benimle konuşmak istediniz. Gelin benimle. Odamda daha rahat konuşuruz.”
Beş kız odaya girdiğinde kapının karşısındaki duvarda yer alan devasa duvar kağıdından gözlerini alamadılar. Kızıldan kırmızıya dönüşen bir zemin üzerine devasa boyutlardaki gelincik çiçekleri yeşil iri yapraklar arasında boy gösteriyordu. Duvarın hemen önünde ahşap bir çalışma masası ve kiremit rengi rahat bir sandalye göze çarpıyordu. Misafir alanında ise aynı kiremit rengi ikili koltuklar vardı. Koltukların arasında çiçek desenli vişne çürüğü renkteki pufun üzeri cam ile kapatılarak masaya dönüştürülmüştü. Odanın sağ duvarında tavandan yere uzanan pencere bahçenin manzarasını içeri taşırken, sol duvarda ise boylu boyunca uzanmış her türden kitaba -en çok da büyü kitaplarına- ev sahipliği yapan bir kitaplık vardı.
"Odanıza hayran kaldık, muhteşem." diyen kızlara Flora'nın cevabı şaşırtıcıydı;
"Teşekkür ederim kızlar ama asıl odamı ileride göreceksiniz."
Birbirlerine bakan kızlar cevap veremeden Flora tekrar konuştu.
"Evet. Yanılmıyorsam Ruh Klanı ile ilgili soru sormuştunuz."
Onlar odayı hayran hayran incelerken hepsinin sade kahvesi vişne çürüğü puftan bozma sehpanın üzerinde yerini aldı. Bol köpüklü Türk kahvesini tek yudumda bitiren Flora konuşmaya başladı.
"Ruh Klanı yüzyıllardır şifacı özelliği ile ön plana çıkmıştır. İnsanların beden, akıl, kalp ve ruh ilişkilerindeki sıkıntıları çözüme kavuşturmada mahirdirler. Ama her Pomertalı kendini cadı ve büyücü olarak addetmek zorunda değildir. Tıpkı Ruh Klanının tek varisi Hazel gibi. Hazel anne ve babasının izinden gidip güçlü bir şifacı olmak yerine kendi ruhuna şifa veren şeyin peşinden gitti. Gerçek aşkının. Tıpkı Lavin'in babası eski bir Söğüt Klanı mensubu olan Tibet gibi."
“Peki ama neden kendi köklerinden bu kadar farklı hissediyorlar?” Çisil’in çilli yüzünde anlamayanlara has durağan bir ifade vardı.
"Biz cadılar da diğerleri gibi sıradan insanlarız. Atalarımızdan gelen büyü kökenlerimizin olması bizi sizlerden pek de farklı kılmıyor. Yüzyıllardır devam edegelen bitki bilimi çalışmalarımız ve doğaya olan aşkımızın bize yol göstermesi dışında sizlerden bir farkımız yok. Dolayısıyla gitmek isteyen bir şekilde gider ve Pomerta ile olan bağlarını kopartır."
“Hazel hanginizin anne ya da babasının adı?” kızlara dönüp soran Gizay’ın hayal kırıklığı gözlerinden okunuyordu.
"Hiçbirinin ebeveyninin adı değil Gizay. Çünkü Hazel evlenmeden hemen önce ismini değiştirdi. Şimdi söyleyeceklerimi iyi dinleyin. Burada bana sormaya çalıştığınız sorunun cevabını muhatap kişiye ailesi açıklayacaktır. Ben sizlere sadece şunu söyleyebilirim. İçinizden biri daha tıpkı Lavin gibi Köknar Klanının bir ferdi iken; diğer iki kişi de atalarından gelen gen aktarımı yoluyla melez sayılıyorlar."
“Nasıl yani?” Çisil konuyu anlayamamıştı.
"Şöyle yani, büyük annen ya da büyük baban veyahutta büyük büyük dedelerinden biri belki de birkaçı cadı ırkından geliyor. Hiçbirinizin bu konuda hiç bir şey bilmiyor oluşu beni bir hayli şaşırttı. Ama bütün gerçeklerin su yüzüne çıkması için okula kabul töreni sonunda bir haftalık izninizde ailelerinizle bu konuyu görüşmeniz gerek. Her şeyi öğrendiğinizde tekrar burada sizlerle sohbet etmek isterim."
Konuşmanın sonunda hepsi allak bullak olmuş bir şekilde odadan çıktılar. En çok da Özüm. Babasının onu buraya bırakırken neden gözyaşlarını tutamadığını artık az çok anlıyor gibiydi. Babası burayı biliyordu, bu kesindi. Ona bir açıklama borçluydular. Nasıl olur da hiçbir şeyden habersiz olarak buraya gelmesine izin verebilmişlerdi? “Ah belki de annemin hiçbir şeyden haberi yoktur! Beni sıradan bir bitki bilimi okulunda zannediyor olabilir... Babamın köklerinden haberdar bile olmadığına eminim. O, o kadar masum ki... Annemi çok özledim.” Lavin’in kollarına atıldığında arkadaşı onun saçlarını okşuyordu.
"Tamam sakin ol. Baban her şeyi açıklayacaktır eminim. Şu an ailelerimizi suçlamanın zamanı değil. Karar verme zamanı. Eğer burada kalmak istiyorsak kendimizi kanıtlamalı ve burayı hak ettiğimizi göstermeliyiz."
Her zamanki gibi Lavin’i onaylayan kızlar son kararlarını bu hafta sonu vereceklerdi. Özüm dışında herkes kararını verdi. O ise evini ve eski hayallerini özlüyordu. Bir yandan da ona yapılan bu emrivaki davranışa başkaldırmak istiyordu. Ama ya Ruh Klanının meşhur varisi kendisi ise? Bunu öğrenmek için can atıyordu.
“Hadi ama Esen. Ne demek kalmayacağım?” Çisil’in gözleri dolu doluydu. Esen'in gitme kararı onu yaraladı. Buradaki en samimi olduğu kişi olan Esen giderse kendisini tamamen yalnız hissedecekti.
"Kararımı verdim. Ayrılmak ve eski yaşantıma dönmek istiyorum. Burası bana göre değil. Dağ, bayır tırmanıp dikenli dallar arasından ot toplamak ya da doğal taşların adlarını ezberleyip onların enerjisinden medet ummak bana göre değil. Bu şehirden kopuşu ailemden her kim ilk kez akıl ettiyse ona şükranlarımı sunuyorum. Benden bu kadar..."
"Beni burada yalnız bırakıyorsun öyle mi?"
"Birlikte gidelim Çisil. Görüşmeye devam ederiz olur mu?"
"Ben kararımı verdim burada kalıp hayatıma atalarımın yolundan devam edeceğim."
"Peki ya yapamazsan, ya dönmek için çok geç olursa?"
"Hiçbir şey için çok geç değildir."
Esen kalan son haftasında derslere girmeme kararı aldı. Sadece kızlarla ilgilendi. Tırnağı kırılan Gizay’ın manikürünü yaptı. Çisil'in hoşlanmadığı çilleri için özel bir krem hazırladı. Lavin'in tüm kitaplarını toparlayıp kitaplığını temizledi. İkisinin Pomerta'da kalışının sonucu için açtığı Tarot falı aklını karıştırıyordu. Burası onun için hayırlı değildi ve bunu Çisil'e anlatmanın imkanı yoktu.
"Gitmeden bana da kart açar mısın canım?" diyen Özüm düşünceli gözüküyordu.
"Tabii canım sen de mi hala kararsızsın burada kalma konusunda?"
"Aslında o konuda kararımı eve dönüp ailemle konuştuktan sonra vereceğim. Ama şimdilik kalmak istiyormuşcasına çalışıp kendimi kanıtlayacağım."
Yetmiş sekiz adet kartı uzun bir süre karıştırdı Esen. İçi sıkılıyordu. burayla ilgili ters giden bir şeyler olduğu açıktı.
"Hislerine o kadar güveniyorsan yerin belli bence tatlım, tam bir cadı özelliği değil mi bu? Öyleyse burada kalmalısın." dedi Gizay muzipçe.
"Belki de bu kötü hisler yüzünden kalmıyorumdur."
"Seni korkak cadı. Hadi karıştırmayı bırak da aç artık şu kartları." Gizay elindeki kırmızı kalpli yastığı Esen’e fırlatırken "Elini çabuk tut. Bana da bak hemen Pamir’im ile aşkımız ne zaman alevlenecek?"
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.39k Okunma |
209 Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |