@m.yaprak_epli
|
"Selamün aleyküm gönlümün sevdayla mütekabil, muhabbet beslediği tek ve özel insan... Bugün kitap okurken karşıma çok güzel bir hikaye çıktı. Okurken gözyaşlarımı tutamadım ve aklıma sen geldin. O yüzden hikayenin beğendiğim kısmını buraya yazmak istedim. 'Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki: Musa aleyhisselam zamanında hiç kimsenin sevmediği, günahkâr bir kimse vardı. Bu öldü. Bu da adam mı diye çöplüğe attılar. Allah-u Teâlâ Musa aleyhisselama emretti; benim falanca çöplükte bir evliya kulum var, onu oradan çıkar, temizle, namazını kıl ve defnet. Musa aleyhisselam adamı çöplükten çıkardı, güzelce yıkadı, kefenledi, namazını kıldı. Bu arada ahali şaşırdı, Allah'ın Rasulü bunların çöpe attığı adamı temizliyor, kefenliyor, namazını kılıyor. Definden sonra Musa aleyhisselam adamın evine geldi; - Ey hatun, bu adam ne yaptı, hangi hayırlı ameli yaptı? Kadın dedi ki: - Ya Rasûlullah, bu hiç kimsenin sevmediği, herkesin kendinden kaçtığı biri. Bunun iyi bir ameli yoktu. - İyi düşün, bunun hayırlı bir ameli, iyi bir işi var. Kadın yine; - Hiç bir iyiliği yoktu, hep günah işlerdi dedi. Üçüncü defa sordu: - Bunun mutlaka bir şeyi var ki, Allah-u Teâlâ bana bunu defnetmemi söyledi. Kadın dedi ki: - Bir gün Tevrat okuyordu, okurken Muhammed aleyhisselamın Ahmed ismi geçti. Bu ne güzel isim dedi, tekrar okudu, yine bu ne güzel isim dedi. Sonra ya Rabbi, ismi böyle güzel olanın kim bilir kendisi ne kadar güzeldir? Ben ona aşık oldum, dedi ve ismini öptü. Musa aleyhisselam da: -Tamam anlaşıldı buyurdu. Böyle bir Peygambere ümmet olmak en büyük nimettir. Bir kimse inanarak Muhammed aleyhisselamı bir defa görse, yandan hatta arkadan görse, eğer âmâ ise bir kere sesini işitse, bütün ilimler (fen ve din bilgileri ve bütün yükseklikler) ona verilir. Bu, boyaya batırılan kumaşın boyayı emmesi gibidir. Bütün üstünlükler ve ilimler böyle ona geçer. Bu yüzden Eshab-ı kiramın hepsi müctehiddi. Onların derecesine hiç kimse ulaşamaz, bu üstünlük onlara mahsustur. Sevgi itaattir. Tam seven, tam uyar. Bu dünya öyle de geçer böyle de geçer, son durak bizi bekler. Çalışmak ibadettir. Çalışan Allah'ın dostudur. Boş durmamalı. O'nun dostu olmak, rızasını kazanmak için boş durmamalı. Bir gün, Peygamber Efendimiz (SAV) bir yerden geçerken boş duran birine selam vermedi. Dönünce aynı adama selam verdi. Eshab-ı kiram: -Geçerken selam vermediniz, dönünce niye selam verdiniz? diye hikmetini sordular. Buyurdu ki: -Giderken hiçbir iş yapmıyordu. Boş duranı Allah sevmez. Allah'ın sevmediğine ben niye selam vereyim? Dönünce ise bir çöple olsa bile yeri karıştırıyordu. Yani bir şeyler yapıyordu. Onun için selam verdim. Hani başta dedim ya okurken sen aklıma geldin diye. Umut buraya yazarken bile utanıyorum ama ben seni seviyorum. Çok seviyorum... Yanlış anlama, sevdiğimden utanmıyorum. Dile getirmekten utanıyorum. Buraya yazarken bile bu kadar zorlanıyorsam gerçekte sana nasıl söylerim bilmiyorum. O zaman da senin anlaman gerekecek ama sen odunun teki olduğun için anlamazsın! Özür dilerim, biraz kabalaştığımın farkındayım ama o arkadaşlık mevzusunu açtığından beridir sana çok kızgınım. Ben burada sana içten içe özel bir muhabbet beslerken sen kalkmış bana en iyi arkadaşım diyorsun! Bu hak mı Umut? Niye canımı yakıyorsun benim? Benim canım tatlıdır, biliyorsun. Sana karşı bir şeyler hissetmeye başladığımdan beri daha bir tatlı, daha bir incinmeye müsait oldu canım. O yüzden kalbimi parçalama daha fazla lütfen. Sen bana her arkadaşım dediğinde neler hissettiğimi biliyor musun? Kendimi dışlanmış, asla sevilmeye layık olmayan biri gibi hissediyorum. Senin yüzünden! Şu an sana neden bu mektubu yazdığımı bilmiyorum!? Ya da yazarken neden ağladığımı!? Sen de sorma... Sadece beni sev... Ve o Ece denen insan müsveddesinden uzak dur! O sana her yaklaştığında kalkıp bedenini parçalamamak için kendimi zor tutuyorum. Sırf bunu yapmamak için kaç kere o ortamı terk ettiğimi biliyor musun? Beni katil etme adam! Evimin direği, çocuklarımın babası ol. O kadar! Olursun değil mi Umut? Gerçi sen beni istemezsin. Beni sevmiyorsun bile. Bunu yazmak niye bu kadar acıtıyor? Bak gözümden bir damla daha düştü kağıda, yazdığım satırlara... Ve yazılar bulanıklaştı. Belki şu an açılamayacağım sana ama bekleyeceğim. Sabırla beni seveceğin günü bekleyeceğim. Bol bol dua edeceğim. Rabb'im gönlüme koyduysa seni, Bak, sana karşı ne kadar çok şey biriktirmişim içimde. Ne kadar bu mektubu okumayacağını bilsem de döktüm içimi. Ama rahatladım biliyor musun? Her şeyi buraya döktüm ya rahatladım. Şimdi hayata kaldığım yerden devam edebilirim. Ama Umut... Senden bir şey isteyebilir miyim? Bana arkadaşım demeyi kes artık lütfen. Bu canımı çok yakıyor. Bir gün gelir, bana kardeşim demenden o kadar korkuyorum ki! Sadece karım diyemez misin? Adımı söylemene de razıyım. Yeter ki kankanmışım gibi davranma bana. Rica ediyorum... Seni seviyorum. Seni Allah sevdirdi kalbime. Seni O'nun için çok seviyorum. Benim en saf duygum bu oldu. Bu saf sevgiyi ebediyete dökmeye benimle var ol, sen her zaman var ol gönlümün adamı... Sevgiyle sevdiren en büyük Zat (Allah)'ın emanetinde olasın. Allah'a ısmarladık..." Kağıdı katlayıp renkli zarflarımdan birine koyup mektuplarımı sakladığım sarı kutuma koydum. Kutuyu da kitaplığımın en üst katına kaldırdım. Tekrar masama oturduğumda dayanamayıp başımı kollarıma koydum ve ağlamaya başladım. Şimdi anlıyordum roman okurkenki o karakterlerin duygularını. Meğer ne kadar ön yargılıymışım, hiç benim başıma geleceğini düşünememişim. Mesela bir kızın sevdiği adam için sürekli üzülmesine ve ağlamasına pek anlam vermezdim. Hatta saçma bulurdum ama şimdi ben de aynı durumdayım ve artık neyin, neden olduğunu anlayabiliyordum. Demek ki yaşamak, bu duyguyu tatmak gerekiyormuş. Yoksa şu an içim çıkana kadar ağlamazdım. Kötü olan ise ağlamayı durduramamaktı. İnsanın depresyona giresi geliyordu. Kollarım uyuştuğunda başımı kaldırıp gözlerimi sildim. Gözlerimi açtığımda karşımda duran yazıyla dikkatimi oraya verdim. "Güneşin sana ulaşmasını istiyorsan gölgeden çık. (Konfüçyüs)" Gölgesinden çıkıp ona hislerimi mi söylemeliyim? O zaman mı güneşe ulaşırım? Ama eğer gölgesinden çıkarsam ya bir daha ona hiç ulaşamazsam, o zaman ne olacak peki? Hayır hayır! Bunu yapamam. Henüz hazır bile değildim. Beni alaya alabilir. Hislerimi alaya alırsa işte o zaman hiç dayanamam. Mektupta yazdığım gibi bekleyeceğim ve sabredeceğim. Böylelikle de hayatıma kaldığım yerden devam edeceğim inşaAllah. Ne kadar zor olursa olsun... *** Güney'i tanımakta artık zorluk çekiyordum. Sürekli trip atıyordu. Amfide Duygu'yla ilgilenip beni kıskandırma çabaları, bilerek Ezgi hocanın dersinde samimi olmalar falan... Bununla da kalsa iyi! Onun yüzünden Savaş da artık bizim masada oturmuyordu. Aslında oturuyor ama ben geldiğimde Güney'in yanına gidiyordu. Demek ki samimi sandıklarımız en ufak bir olayda bile bize sırt çevirebiliyormuş! Bunu öğrendim. Artık biz kızlarla üçümüz yalnız, Güney ve Savaş da Duygu'larla takılıyordu. Canıma minnet, çok da umurumdaydı! Tabi arada Umut'la çok eğlenceli anlarımız oldu. Geçen sinemaya bir komedi filmine gittik. Gülmekten dört köşe olduk resmen. Bir ara önümüzdeki kilolu bir adam meyve suyunu içerken çok komik bir sahne çıktı. Adam gülmekten ağzındakikerin hepsini önündeki, zavallı gözlüklü bir kadına fışkırttı. Tabi bu bizi daha çok güldürmüştü. Filmden sonra alışveriş merkezinde bulunan bir kafeye oturduk. Umut ikimize de orta şekerli kahve istedi. O an nasıl mutlu olduğumu Allah bilir. Geçen sefer zevklerime ister istemez dikkat etmeye başladığını söylemişti çünkü. O aklıma gelmişti. Sonra kahvelerimiz eşliğinde sohbet ettik. Dışarıda ise lapa lapa kar yağıyordu. Son bir buçuk aydır hep kar yağıyordu ama bizim birlikte olduğumuz zamanlarda yağması daha bir güzeldi. Huzurlu hissettiriyordu. Ona olan hislerim bu kadar yoğunken Umut, inatla benimle vakit geçirmek istiyordu. Böyle etkinlikler yaptığımızda karşımıza Güney de çıkmıyor değildi. O da, Umut da sinirden dişlerini ve yumruklarını sıkıyordu. Günler böyle devam ede ede sonunda sömestr tatiline girmiştik. Bütün dönemin yorgunluğu üzerine kızlarla bir plan yapmış, tatilin başladığı ertesi gün yani cumartesi günü Hatice'nin evine gitmiştik. Hatice Savaş'ı gönderip ben ve Sümeyye'yi yatıya çağırmıştı. Pijamalarımızı giymiş, salonda kurduğumuz minderler üzerinde koyu sohbetlere dalmıştık. Dışarıda yine kar, elhamdülillah yerimiz sıcak, içeceklerimiz sıcak ve ekstradan özene bezene yaptığımız yiyeceklerimiz ve abur-cuburlarımızla birlikte doğruluk-cesaret oynuyorduk. "Sana geldi Mucize?" "Tamam, sor Hatice." "Doğruluk mu, Cesaret mi?" "Hımm... Doğruluk." "Çok düşündün. Peki söyle o zaman hoşlandığın biri var mı?" Şimdi ne diyecektim? Söylesem mi acaba? "Hadi Mucize söyle. Yine çok düşündün!" "Tamam Süme." "Ee?" "Evet, var." "Kim?" Hatice'nin gözleri kocaman olmuştu. "Sadece var mı diye sordun, ben de söyledim." "Yaaa Mucize! Hadi ama söyle. Çatlarım yoksa!" "Bana ne! Bana ne!"deyip gülerek omuz silktim. "Demek söylemeyeceksin ha? Hücum Hatice!" Üzerime gelip beni gıdıklamaya başladılar. Hatice belimden, Sümeyye karnımdan... Artık dayanamıyordum. Gülmekten çenem ağrıyacaktı. Sonunda benden laf alamayınca oyuna devam ettik. Bu sefer Sümeyye Hatice'ye soruyordu. "Doğruluk mu, cesaret mi?" "Hadi doğruluk olsun bakalım." "Az önce Mucize'ye sorduğun sorunun cevabını ver bakalım. Sen kimden hoşlanıyorsun?" Hatice'nin yüzü düştü birden. Sonra bana baktı. "Şey... Soruyu değiştirsek olmaz mı?" "Olmaz Hatice! Bak Mucize söyledi. Hadi?" Ben de merak etmiştim. "Şey, biri var." "Birinin olduğunu biliyorum. Ben kimin olduğunu soruyorum." "Mu-Mucize..." "Mucize mi? Ondan mı-" "E Yuh Süme!"diye sözünü kestim ama "Hayır şapşal. Ağabeyi!"diyen Hatice ile "Ne!"diye istemsizce bağırdık Sümeyye'yle. Yaklaşıp Hatice'nin elini tuttum. "Özür dilerim Mucize ama kendime engel olamıyordum. Ağabeyine bir anda aşık oldum." "Aşkın özürü olur mu Haticeciğim? Kendimden biliyorum. Aksine ben sevindim. Hayırlara vesile olur inşaAllah. Ancak istersen ben ağabeyimle-" "Hayır hayır! Sakın söyleme. Yüzüne bir daha bakamam. Sakın ha!" "Peki tamam. İçin rahat olsun. Söylemem ben."deyip sırıttım. "Demek sen o yüzden geçen sene ne zaman Mucize bizi evine çağırsa hep bahane uydurup kaçıyordun?"deyince ben gülerken Hatice kıpkırmızı oldu. "Süme utandırma kızı. Senin Can'cağızını gördüğünde ayılıp bayılmanı anlattırma bana şimdi."deyince Sümeyye güldü "Seninkini bir öğrenelim Mucize, elimden çekeceğin olacak. Haberin olsun!" Bu sefer hep birlikte güldük ve toplu bir şekilde sarıldık. Allah'ım Sana şükürler olsun. Bana gerçek dostlar nasip ettiğin için... *** "Hadi kalkın tembeller! Namaz vakti!"diye sabah onları gıdıklaya gıdıklaya kaldırdım. Sırayla abdest aldıktan sonra cemaat halinde namazlarımızı kıldık. Daha sonra kaptığımız yastıklar eşliğinde birbirimizi kovalamaya başladık. Hole çıktığımız sırada dışarıya açılan kapı aralandı ve içeriye sırasıyla Savaş ve Güney girdi. Allah'tan hepimizin üstü müsaitti ama sinirlenmiştim. Bizim burada olduğumuzu bildikleri halde nasıl destursuz dalarlardı eve! Güney'le birbirimize öldürücü bakışlar atarken sonunda üçümüzün içini söze döken Hatice oldu. "İnsan gelmeden önce bir haber verir değil mi? Ya biz müsait olmasaydık, hem niye geldiniz siz?" "Haklısın kardeşim. Kusura bakmayın. Şarjımı unutmuşum hemen alıp çıkacağım. Gel Güney." Onlar gitmeden önce ben de kızlara fısıldamaya çalıştım. "Bizim böyle ortada dolanmamız doğru değil kızlar. Onlar gidene kadar biz mutfakta bekleyelim." Fakat ne yazık ki Güney beni duymuştu ve bana hâlâ sinirliydi. Bunun üzerine hışımla bana döndü. "Nedense yanlış yaptığın zamanlarda hep doğrularından bahsediyorsun ve bunun ardı arkası kesilmiyor! Değil mi Mucize?" "Çok fazla ileri gidiyorsun Güney! Daha fazla batmadan sus yoksa inan, ben susturmasını bilirim!" Güney söylediklerimi hiç kaale almadı ve yine üzerime yürümeye başladı. Neden kimse bir şey yapmıyordu? Hepside bön bön bakıyordu! "Öyle mi? Sustursana." Çok tuhaf! Şimdi de sırıtıyordu. Yoksa sinirlenmem hoşuna mı gidiyordu? Allah'ım ya Rabb'im! "U-uzak dur benden!" "Neden gözlerini kaçırıyorsun? Az önce epey cesurdun." "Yeter artık Güney! Bu hareketlerin seni havalı göstermiyor! Diklenmen bana sökmez. Senden rica ediyorum, benimle bir daha muhatap olma. Hatta görmezden gel!" "Sen de Umut Tekinoğlu ile bu sayede daha çok vakit geçirirsin değil mi?" "Ne? Umut Tekinoğlu mu?" Hatice ve Sümeyye şaşkındı. Çaresiz kalmıştım Güney yüzünden. Tam kızlara açıklama yapıyordum ki telefonum çaldı. Güney benden önce davranıp telefonu hızla elimden aldı ve hepimize ekranı gösterdi. Sanırım kimin aradığını görmüştü. Çok sinirliydi. "Bana inanmıyorsunuz değil mi? Alın kendiniz bakın!" "Umut arıyor..." -Bölüm sonu- |
0% |