@m.yaprak_epli
|
Gecesi ayrı güzel, gündüzü ayrı güzel olan gökyüzüne dalıp gitmiştim. Geceleri dolunay çıktığında çok mutlu oluyordum. O kadar güzeldi ki. Odamdaki pencere büyük olduğu için ay ışığı o kadar güzel yansıyordu ki yüzüme, daha fazla dayanamadım ve mışıl mışıl uyuyan Umut'a bakıp yerimden kalktım. Aradan dakikalar belki de bir yarım saat geçmesine rağmen gözüme gram uyku girmemişti. Umut hemen uyumuştu. Uykusu vardı tabi çocuğun. Gece gece benimle uğraşmak zorunda kalmıştı. Dediğine göre bağırışlarıma uyanıp gelmiş yanıma. Sürekli "Hayır hayır!"diye bağırıp duruyormuşum. O da kabus gördüğümü anlayıp beni kaldırmış. Rüyam oldukça saçmaydı zaten. Yok baloya gidiyorum, yok Umut durup dururken benden nefret ettiğini söylüyordu. İşin komikliği buradaydı aslında. Pek bağdaşmıyordu zaten şu anki halimizle. Ancak ona duacıydım. Sırf ben korkmayayım diye yanımdan ayrılmamıştı fakat benim içim sıkılmış ve bir türlü uyuyamamıştım. Camın önüne çıkıp ne olur ne olmaz diye hırkamın kapüşonunu başıma geçirdim. Havanın çok soğuk olduğu belliydi ama buna rağmen ay parıl parıl parlıyordu. Anlamıştım içimdeki sıkıntıyı. Kalbim birini çok fena özlemişti anlaşılan. "Kalpler ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. (Rad-28)" Ayet işte. Bizzat insanın içini okumuyor muydu? Aya doğru başımı tekrar kaldırınca gözlerimin dolmasını engelleyemedim. Kurban olduğum Rabb'im ne de güzel yaratıyordu yarattıklarını. Ne de güzel her şeye bir ölçü koyuyordu. Umut'u sevmemin bile bir ölçüsü vardı. Ben onu Rabb'im bana eş kıldığı için seviyordum. Ben onu Rabb'im sevdirdiği ve sevdiği için sevdim. Fazlası yok! Benim kalbimin gerçek sahibi elbette yüce Allah'tır. O'nun hiçbir şeye ihtiyacı yokken benim O'nu sevmeye ve O'na secde etmeye ihtiyacım vardı. Bu düşünceler arasında banyoya gidip güzelce bir abdest aldım. Odama geri dönüp Umut'un üzerinide güzelce örtükken sonra namaz elbiselerimi giydim. Rabb'imin karşısına pijamalarımla çıkamazdım ya. Sıradan bir insanın karşına çıkarken bile üstümüze başımıza dikkat ediyorsak namazda da alemlerin ve bütün her şeyin Rabb'i olan Allah'ın karşısına çıkıyorduk. Ona daha özenli giyinerek çıkmalıydık hatta. Sade, şık ve gösterişten uzak... 10 kere salavat ve kelime-i tevhid getirip zihnimi ve kalbimi namaz atmosferine alıştırmaya çalıştım. Sonra da gelsin sonsuz huzur... "Allah-u Ekber!" Önümde sönmeksizin duran dolunay ışığı ile kıldığım teheccüd namazı bana dünyanın tekrar ve tekrar yalan olduğunu hatırlatmıştı huşu içinde. Az önce gördüğüm rüya ne ki? Ben asıl dünya denen bir rüyadaydım ve uyandığımda pişman olmak istemiyorsam bu rüya bitene kadar Rabb'imin rızası için çalışmalıydım. En son selam verdiğimde başını komik bir şekilde yastığın altına sokmuş Umut'a baktım ve gülmeden edemedim. Üzerine çektiğim yorganı beline kadar indirmişti yine. Boşuna küçük bir oğlan çocuğu demiyordum işte. Tam da öyle davranıyordu. Hele o bebeksi yüzü bu düşüncemi daha çok onaylıyordu. Şu an önümde bana imamlık yapıp namaz kıldırmasını o kadar çok isterdim ki ama bugün Rabb'imle baş başa kalmak istemiştim. En yakın zamanda bu çocuğu mutlaka namaza alıştırmalıydım. Zorla değil, seve seve yapmalıydım ki bir gün, bir gece vakti o da kendi isteğiyle kalkıp teheccüd kılabilsindi. Namazla yetinmeyip kitaplığımın en üst rafında duran Kur'an'ı Kerim'i alıp rastgele bir sure açıp okumaya başladım. Rahmân suresi çıkmıştı karşıma. Ne de güzel bir tevafuktu böyle. Sureyi okuduktan sonra mealini açıp okumaya başladım. Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla... 1,2. Rahmân, Kur'an'ı öğretti. 3. İnsanı yarattı. 4. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti. 5. Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. 6. Otlar ve ağaçlar (Allah'a) boyun eğerler. 7. Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu. 8. Ölçüde haddi aşmayın. 9. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın. 10. Allah, yeri yaratıklar için var etti. 11. Orada meyve(ler) ve salkımlı hurma ağaçları vardır. 12. Yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler vardır. 13. O hâlde, Rabb'inizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? 14. Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı. 15. "Cin"i de yalın bir ateşten yarattı. 16. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? 17. O, iki doğunun ve iki batının Rabb'idir... Yüzüme geniş bir gülümseme yayıldı. Tam da az önce düşündüklerimi ve hissettiklerimi tarif etmişti ayetler bir nevi. Meali bitirdiğimde sabah ezanına 50 dakika kaldığını görünce başka neyle oyalanabilirim diye etrafıma bakındım ve gözüme kitaplığımdan bir kitap çarptı. Benim güzel sahabi ansiklopedim duruyordu orada. Sahabilerin hikayelerini anlatan bir kitaptı ve ben de ara sıra okumaya çalışırdım. Sahabi hayatlarını okumayı çok seviyordum. Sonuçta kendime çıkaracak bir ders buluyor ve o insanları daha çok benimseyip seviyordum. Kim istemezdi ki Allah velisi olmayı? Kitabı alıp tekli koltuğuma geçtim ve az önce yaptığım gibi rastgele bir yer açtım. Bakalım karşıma hangi sahabi çıkacaktı? Ukbe bin Amir (r.a) çıkmıştı. Ben de besmele çekerek okumaya başladım. Medine otlaklarında koyun güden, içi iman ile dolu bir çoban... Ukbe bin Amir (r.a). Rasûlullah'ın (SAV) Medine'ye hicret ettiğini duyunca soluğu huzurunda aldı. Kâinatın Efendisi (SAV)'ni görünce o güne kadar yaşamadığı bir sevinç, ruhunda değişiklikler ve aydınlanmalar yaşadı. Rasûlullah (SAV) ona yüce dinin esaslarını anlatmıştı ve hiç tereddütsüz müslüman olmuştu. Suffe ashabının içinde yer aldı. İlme çok meraklı Ukbe, Rasûlullah'ın (SAV) sürekli sohbetini dinlerdi. Rasûlullah (SAV) da bu merakını bildiğinden onunla hususi ilgilenirdi. Hz. Ukbe (r.a) bilmediklerini öğrenmek için sormaktan çekinmezdi. Bir defasında nefse ağır gelen fakat cenneti kazandıran bir bilgi öğrenmişti. Rasûlullah'a (SAV) "Kurtuluş neydedir ya Rasûlullah?" diye sordu. Peygamber Efendimiz (SAV) "Diline sahip ol. Evin sana dar gelmesin (sırrını yayma). Günahların için ağla." buyurdu. Evet, Cennet kolay kazanılmıyordu. Nefse ağır gelen amelleri işlemekle mümkündür. Hz. Ukbe (r.a) bir gün 12 arkadaşıyla Rasûlullah'tan (SAV) bir şeyler öğrenmek niyetiyle yola çıktılar. Aralarından biri, develeri otlatma ve koruma işini üzerine almalıydı. Hz. Ukbe (ra) nefsini tercih etti. Diğerleri, Rasûlullah'a (SAV) gittiler. Arkadaşları uzunca bir süre gelmemişlerdi. Develeri bırakıp, şehre gitti. Yolda biriyle karşılaştı, ona ne öğrendiğini sordu. Sonra Hz. Ömer (r.a) ile karşılaştı, ona da Rasûlullah'tan ne öğrendiğini sordu. O esnada Rasûlullah (SAV) geldi ve ondan yüzünü çevirdi. Hz. Ukbe (r.a) nedenini sorunca, Rasûlullah (SAV) "Sence bir kişinin istifadesi mi daha kıymetli, yoksa 12 kişinin mi?" buyurunca Hz. Ukbe hatasını anlayıp kalktı. Hz. Ukbe (r.a) içtihat edebilecek seviyeye gelmişti. Ukbe, mü'min kardeşlerinde gördüğü kusur ve kabahatleri açığa vurmaz, vurulmasını da istemezdi. Hadis, miras takvimi ve hitabet gibi sahalarda müstesna bir yeri vardı. Kur'ân'ı güzel okuyan, sesiyle süsleyen sahabelerdendi. Öyle ki o Kur'ân okurken Hz. Ömer (r.a) ağlardı. Ukbe (r.a) Peygamberimiz'in (SAV) İstanbul'un fethi için verdiği müjdeyi kalbinin derinliklerinde bir sır gibi saklıyordu Hicretin 58. yılında vefat eden Hz. Ukbe, Peygamberimiz'in (SAV) şu hutbesini rivayet etmiştir: "Ey insanlar! Sözlerin en doğrusu, Allah'ın kitabıdır. Sünnetlerin en hayırlısı, benim sünnetimdir. Sözlerin en değerlisi, Allah'ın zikridir. Kıssaların en değerlisi, Kur'ân'dır. Amellerin en iyisi, farz olan amellerdir. Herşeyin en kötüsü, sonradan ortaya çıkanlar (bid'atlar)dır. Davetlerin en güzeli, peygamberlerin davetidir. Ölümlerin en şereflisi, şehitlerin ölümüdür. Körlüğün en kötüsü, hidayete erdikten sonra tekrar sapıklığa düşmektir. İlmin en iyisi, faydalı olandır. Veren el, alan elden üstündür. Az ve yeterli olan mal, çok olan ve azdıran servetten iyidir. Pişmanlığın en kötüsü, kıyamet günü duyulan pişmanlıktır. İnsanların bazısı namazını vaktin sonunda kılar. Kimisi de Allah'ı ara sıra hatırlar. En büyük hata, yalan söylemektir. En hayırlı zenginlik, gönül zenginliğidir. En iyi azık, takvadır. Hikmetin başı, Allah korkusudur. Kalpte yer alan şeylerin en iyisi, hakiki imandır. Şüphe ve kararsızlık, küfürdendir. Ölüler için yüksek sesle ağlayıp dövünmek cahiliye adetlerindendir. İçki kötülüklerin anasıdır. Kadınlar şeytanın tuzağıdır. Gençlik bir çeşit deliliktir. Kazançların en kötüsü faizdir. Yiyeceklerin en kötüsü yetim malıdır. Bahtiyar insan, başkasından ders alabilendir. Hepiniz nihayet birkaç metrelik toprağa gireceksiniz. Her iş neticesiyle değerlendirilir. Amellerde geçerli olan, amelin sonudur. Gelmesi muakkak olan şey, uzak da olsa yakındır. Mü'mine sövmek fasıklıktır. Mü'minin etini yemek (gıybet) Allah'a karşı gelmektir. Kim kötü bir iş yapmak için Allah adına yemin ederse, Allah onu yalancı çıkarır. Kim bağışlayıcı olursa Allah da onu affeder. Kim öfkesini yenerse, Allah ona sevap verir. Kim musibete sabrederse, Allah kaybettiklerinin yerini doldurur. Kim sabrederse, Allah sevabını kat kat verir. Kim Allah'a karşı gelirse cezaya çarptırılır. Allah'ım, beni ve ümmetimi bağışla! Allah'ım beni ve ümmetimi bağışla! Allah'tan beni ve sizi affetmesini dilerim. Âmin. Rabbimiz bu duâ hürmetine affeylesin. Rahmetullahi aleyh... Hikâyenin sonuna geldiğimde dışarıda yükselen ezan sesiyle saatime baktım. Ah tabi ya, sabah ezanı vakti gelmişti. Ezan bitene kadar dinleyip öyle namaza durdum. Doğrusu böyle bir günden sonra namaz ve Kur'an ruhuma birer ilaç gibi gelmişti. Ki zaten fıtratta da öyleydi ya. Namazım bitince uzun uzun dua ettim. Kendimi o kadar hafiflemiş hissediyordum ki ağzımı bir esneme alıp geçti. Uykum gelmişti anlaşılan ancak yarını düşünmekten uyuyacağımı pek zannetmiyordum. Dün herkes evli olduğumuzu öğrenmişti. Kızlar, Güney, Savaş bana bundan sonra nasıl davranırlardı bilmiyordum ama duam, beni anlayıp onlardan böyle bir şeyi sakladığım için affetmeleri yönündeydi. Seccademi katlayıp tekli koltuğun sırtına bırakırken Umut'un üzerini örtmediğim geldi aklıma. İyice çekmişti bütün yorganı bedeninden. Her gece böyle yatıyorsa çok yakında hasta olması kaçınılmazdı Allah korusun. Yorganı elime alıp uyandırmamaya çalışarak üzerine örterken birden elimden tuttuğu gibi yanına çekti. Kafam yastığa düştüğünde yüzüne bakmak için başımı kaldırdım. O da o sırada gözlerini aralamıştı. Hâlâ uyku mahmurluğunda olduğu çok belliydi. "Niye rahat durmuyorsun sen? Hem korktuğunu söylüyorsun hem de yaramazlık yapıyorsun."dedi fısıltıyla. "Şey... Ben uyuyamadım da seni rahatsız ettiysem özür dilerim." "Şşş! Sadece uyu."diye başımı göğsüne bastırıp kollarını sırtıma doladı. Gözlerim kocaman aralanırken kalbim yine benden izinsiz dört nala çıkmıştı. Şaşkınlıktan mı heyecandan mı bilmiyorum ama nefesimi dışarıya veremiyordum. Umut'un gerçekten kalbime kastı vardı. Bunu artık çok iyi anlamıştım. İnsan alıştıra alıştıra kalp spazmı geçirtir değil mi? Tam nefesimi dışarıya vermeye çalışıyordum ki aniden bir hıçkırık tuttu. Umut uyanmasın diye hızla elimi ağzıma kapatırken bir kıkırtı sesi duydum. Çok komik Umut bey! *** Çok gergindim çok... Parmaklarımla sürekli direksiyona ritim tutup duruyordum. Hoca sporfest etkinlikleri için grubu bir arada istediği için okula gidiyordum. Toplantı yapacakmışız. Umut ne kadar ısrar ettiyse de beni bırakmasına izin vermemiştim. Dünden sonra okula birlikte gitmemiz olay olsun istemiyordum. O da sağ olsun çok üstüme gelmeyip şirkete geçmişti, Sadık amca çağırdığı için. Sonra hemen gelecekti okula zaten. Çünkü onun da sporfest grubu vardı. Hoca toplantıyı bitirdikten sonra onunla birlikte eve gitmeyi planlıyordum çünkü biraz korkuyordum. Her şeyden korkuyordum ama kendimi onun yanında güvende hissediyordum. Gerginliğimi üzerimden atamayınca Maher Zain'den Assubhu Bada adlı parçayı açtım. Bayılıyordum bu ilahiye. İlahiyi sonuna kadar dinlediğim süre boyunca okula da gelmiştim, ne kadar istemesem de! Arabamdan inip kimseyle muhatap olmamaya çalışarak sınıfıma geçtim ama göz ucuyla ortalığı kolaçan etmeyi de ihmal etmemiştim. Sorun şu ki kimse etrafta gözükmüyordu. Sınıfta bile bizimkilerden kimse yoktu. Sadece başka sınıflardan olan öğrenciler toplanmış çalışıyorlardı. Öyle ki beni bile fark edememişlerdi. İyice meraklanıp hiç düşünmeden Sümeyye'yi aradım. Uzun bir çalıştan sonra bana epey kızgın olacak ki açmıyordu. Herkesin evli olduğumuzu öğrendiğine emindim. Tam telefonu kapatıyordum ki sesini duyunca sevinçle gülümsedim. "Alo?" "Alo? Süme? Ee şey... Selamün aleyküm?" "Aleyküm selam. Efendim?" Sesi çok soğuk geliyordu. Bana bu kadar mı kızmışlardı? "Nerdesiniz? Ben okulda hiçbirinizi göremedim de..." Sümeyye sıkıntılı bir nefes verip konuştu. Böyle soğuk davranması canımı acıtmıştı. "Hastanedeyiz!" "Ne! Neden? Ne oldu?" Sümeyye bir süre sustu ve öyle cevap verdi. "Güney trafik kazası geçirmiş!" -Bölüm sonu- |
0% |