@m.yaprak_epli
|
"Güney trafik kazası geçirmiş!" "Ne..." Sesimi ben bile duyamamıştım. Sümeyye duymuş mudur, şüpheliyim. Allah'ım benim yüzümden! Hepsi benim yüzümden! Gözümden bir damla yaş düşerken sesimi ancak toparlayabildim. "Ben... Ben hemen geliyorum. Hangi hastanedesiniz?"diye çantamı alıp sınıfın dışına çıktım. "Gelme..." Ama bu cevapla adımlarımı durdurmak zorunda kaldım. Canım daha ne kadar yanabilirdi ki şimdi? "Sümeyye..." "Herkes sana çok kızgın. Keza ben de öyle! Eğer buraya gelirsen seni mahvederler Mucize. Gelme! Ben sana haber veririm." "Umurumda değil! Hastaneyi söyle Sümeyye!" "Neden anlamak istemiyorsun! Herkes burada ve hepsi de burnundan soluyor. Gelirsen ortalık karışacak. Daha fazla ortalığı karıştırma Mucize. Lütfen! Rica ediyorum..." "Sümeyye neler söylüyorsun böyle? Ben mi karıştırdım ortalığı! Ben ister miydim bunların yaşanmasını! Beni tanımıyormuş gibi konuşma." "Tanımıyormuşuz zaten. Bizden hayatının en büyük olayını sakladığına göre tanımıyormuşuz..." "Bence de hiç tanıyamamışsınız! Savaş ve Güney'e diyordum ama asıl sizler beni tanımıyormuşsunuz! Eğer gerçekten tanısaydınız önce beni dinler, ona göre yargılardınız ama siz bana belli ki hiç mi hiç güvenmemişsiniz kardeşim! Ben bunu anladım..." Sümeyye hiçbir cevap vermeyip sadece nefesini dışarıya bırakırken birden gelen ağlama kriziyle telefonu sertçe yüzüne kapattım. Çok canım yanıyordu çok... Tamam, kabul ediyorum. Benim de hatalarım vardı ama Allah şahidim! İlk gün gidip Umut engellemeseydi her şeyi anlatmayacak mıydım? Her seferinde dilimin ucuna geldi de yuttum, Umut'la kötü olmayalım diye. Evet! Belki de en çok burada hata yapmıştım. Umut'u kaybederim korkusu daha ağır basmıştı. O yüzden her seferinde susmak zorunda kalmıştım. Fakat ona rağmen kızlara gerekli açıklamayı yapmıştım ben o gün. Bana güvenin, ben yanlış bir şey yapmıyorum demiştim. Güney'e de hiçbir zaman umut vermedim. Buna rağmen ben suçlanıyorum Allah'ım. Sen görüyorsun kullarının yaptıklarını Allah'ım. Ben şimdi ne yapayım, ne yapmalıyım... Okuldan çıkıp arabama doğru gittim. Şu an hiç toplantı kaldıracak halim yoktu. Nereye gitmeliydim, bilmiyorum! Tek bildiğim canımın yandığıydı. Bir yandan da Güney'in durumunu çok merak ediyor ve üzerime çöken suçluluk duygusundan kurtulamıyordum. Gözyaşlarımı hiç durduramıyordum. O yüzden arabaya tutunmak zorunda kaldım. "Yenge değil mi o?" Bu Can'ın sesi değil miydi? Evet, onun sesiydi. "Ne?" Ve bu da Umut. Ah Umut... Birden başım dönünce aynı anda belimde bir el hissetmem bir oldu. "Mucize! Neyin var?" "Güney..."diye fısıldadım. "Ne?" "Benim yüzümden..." "Mucize kendine gel güzelim!" Ve her şey karanlık... *** "Can bak duyarsa öldürüm seni!" "Oğlum uyuyor yenge. Nasıl duysun?" "Sen onu bilmezsin. Cin gibi kızdır o. Bir anda hortlarsa şaşırma." "Hahahaha..." "Sürekli yenge deyip durma hem!" "Niye? Eşin değil mi o senin?" "Eşim ama aramızda bir şey yok. Biz sadece arkadaşız." "Bu magazinde sevgilinle yakalanıp kameralara 'biz sadece arkadaşız' demek gibi bir şey oluyor kardeşim. Her ne olursa olsun kardeşimizin eşi bizim yengemiz olur. Artık herkes öğrendiğine göre rahat rahat yenge diyebilirim. Hatta yengeciğim hahaha..." "Normalde suratın hep sirke satar. Bugün mizah yapasın gelmiş Can bey! Bu mutluluğunuzun sebebi acaba şu kız olabilir mi?" "Ne alakası var oğlum? O neşeli diye ben de mi hep neşeli olacağım? Hem hiç tipim değil bir kere." "Hahaha... İtiraz etmenden belli. Geçen gün tatlı kız derken duymadık sanki seni." "Tatlı kız dedim, ne var? Gerçekten de çok tatlı bir kız. Bunu saklayacak değilim ama..." "Ama ondan hoşlandığını bir türlü kabul etmiyorsun." "Sen kendine bak!" "Ne varmış bende?" "Mucize'ye hiçbir şey his-" "Dur lan, uyanıyor galiba." Ah! Gözlerimin kıpırdadığını görmüş olmalıydı. Uyandığımdan beri onları dinliyordum ama göz kapaklarım artık gözlerime ağır gelmiş olmalıydı ki Umut bunu fark etmişti. Ya da buradan beni izlediği anlamını mı çıkarmalıydım? Ve Can Umut'a ne soracaktı acaba? Üstelik cümlesi benimle başlamıştı. "Mucize?" "Umut?" Okulun revirine getirmişlerdi beni anlaşılan. Kolumda bir serum ve üzerimde bir pike vardı. Yatağın etrafı beyaz perdelerle sarılıydı. Bu beni rahatlatmıştı. Böylece Can beni görmüyordu. Özellikle ben rahatsız olmayayım diye perdeden içeriye girmemişti zaten. "İyi misin?" "Hı hı." "O zaman bana neler olduğunu anlatmak ister misin?"diye ellerini göğsünde birleştirip kaşlarını çatan Umut'la üstünü süzdüm. Şişme, siyah bir mont giymiş ve o bebeksi yüzüyle çok tatlı olmuştu. "Daha çok kesecek misin?"deyince utanıp gözlerimi ellerime indirdim. Yanaklarım yanıyordu. Umut beni boş anımda yakalamıştı. "Ben dışarıdayım kardeşim. Geçmiş olsun yenge."diye arkasına dönük bir şekilde el sallayan Can ile gülümsedim. Bana yenge demesi hoşuma gidiyordu ama Umut bundan hoşlanmamıştı. Can çıkarken ters ters bakmıştı. "Galiba sizinkiler evli olduğumuza pek şaşırmamış gibi duruyorlar." "Can zaten baştan beri biliyordu." "Öyle mi? Nasıl?" "Babam söylemiş. Babamla pek yakınlar kendileri! Benim de haberim yoktu. Evliliğimizin ilk zamanlarından beri biliyordu. Ben zorladım susması için. Diğerleri elbette şaşırdı." "Demek o yüzden yenge derken o kadar rahattı."dedim kendi kendime. "Manyak herif! Sen ona bakma. Hadi anlat, ne oldu?" "Güney..." Yine gözlerim dolmuştu ve hâlâ ellerime bakmaya devam ediyordum. Umut derin bir nefes alıp "Ne olmuş Güney'e!"dedi kızgınca. "Kaza geçirmiş. Hem de benim yüzümden!"deyip gözlerimi sildim. "Allah Allah! Neden senin yüzündenmiş?" "Evli olduğumuzu öğrenince..." Sesim sona doğru kısılmıştı. "Sırf o kıl herif seni rahat bıraksın diye söyledim her şeyi. Yoksa meraklı değilim milletin evli olduğumu bilmesine!" Umut yine kırıyordu. Üstelik onca zaman birbirimize iyiyken özellikle bugün yaşadıklarım üzerine kırması çok daha acıtmıştı. O yüzden sustum istemsizce. Zaten canım konuşmak da istemiyordu. "Niye susuyorsun!"diye söylendi. Benden bir cevap alamayınca elini yatağa koyup birden üzerime özellikle yüzüme doğru eğilince yine nefes alamadım. Hatta göz bebeklerim mümkünmüş gibi daha da büyüdü. Gözlerime çok kızgın bakıyordu ama bakışlarında başka bir duygu daha var gibiydi, derindi. Heyecandan dayanamayıp başımı daha da indirdim. Umut buna sinirlenip çenemden tuttuğu gibi kaldırdı. O sırada burnuma gelen ani bir kaşıntı ile direkt Umut'un yüzüne hapşırmak zorunda kaldım. Umut ise hazırlıksız yakalandığı için hemen geri çekilip yüzünü yana eğdi ve montuyla sildi. "Hiiii!!! Bı-ben çok özür dilerim." Resmen romantikliğimizin hepsini bozmuştum. Yok arkadaş! Benimle romantiklik falan yapılmazdı! Umut yüzünü sinirle silip "Ya sen ne bela bir kızsın böyle!"dedi. Sanki bilerek olmuştu! "Özür dilerim. Sen öyle yaklaşınca şey oldu..."diye yine sesim sonlara doğru kısılmıştı. "Delireceğim!"diye yukarı bakıp elini saçlarından geçirdi. Bugün Umut'a daha ne kadar rezil olabilirdim acaba? Utanmaktan ellerimden başka bir yere bakamıyordum. "Şey... İstersen gidip bir elini yüzünü yıka. Yüzün..." Umut öyle sinirli sinirli bakınca daha fazla bir şey diyemedim. Çok büyük pot kırmıştım çok... *** Dışarıda yine kar yağıyordu. Yollar yine gözümün önünden tek tek akıp gidiyordu ve radyoda sakin bir müzik çalıyordu. Ben ise serum bitip de eve gidiceğimizden beri utancımdan direksiyonu kullanan Umut'a bakamıyordum hâlâ. Nasıl bakabilirdim ki? Rezil olmuştum kaç kere. Bu çok utanç vericiydi. O yüzden camdan dışarıya bakmak daha iyiydi benim için. En azından yüzümü görmüyordu. Radyoda çalan müzik değişip adamın biri şiir okumaya başladı. "Balonlarımı anlattım mı sana? "Hah! Sen buna şiir mi diyorsun? Galiba bu arkadaş daha Nazım Hikmet'i tanıyamamış."diye radyoya doğru konuşan Umut beni çok şaşırtıp karşılık olarak Nazım Hikmet'in bir şiirini okumaya başladı. "Ve tıpkı o eski, Umut kendisine öyle şaşkınca baktığımı fark edince bakışlarını ağır çekimde bana çevirdi ve başka bir şiir okumaya başladı. "Dünya'nın nüfusu ikiye bölünüyor, -Bölüm sonu- |
0% |