@m.yaprak_epli
|
Bazen sadece susmak istersin, Bazen sadece dinlemek istersin, Şu kâinatın güzelliğini ancak yüreği hüzünlüler en iyi görür, duyar ve anlardı... Dışarıda lapa lapa kar yağarken tek hissettiklerim bunlardı. Susuyordum, dinliyordum ve hissediyordum ancak bir türlü ağlayamıyordum. Üzgündüm, içim çıkana kadar ağlamak istiyordum ama yapamıyordum. Bir haftadır Umut benden kaçıyordu. Eve gelmiyordu. Gelse de geç gelip erken çıkıyor, karşılaşmayalım diye elinden geleni yapıyordu. Tıpkı ilk başlardaki gibi olmuştuk ve bu şüphesiz benim yüzümdendi! Eğer o gün mektupları karıştırmasaydım bunların hiçbiri olmayacaktı ancak olan olmuştu. Belki de hayırlı olan buydu. Fakat bu, Umut'un benden kopacak derecede uzaklaşmasına neden olmuştu ne yazık ki. "Benimle dalga mı geçiyorsun?"demişti. Odama gittiğim zaman ise ilk işim masanın altına bakmak olmuştu. O anda bir kağıt bulmuştum masanın altında. Açıp baktığımda Umut'a vermek istediğim asıl mektup olduğunu görmüştüm. Meğerse ilk başta kutuyu fazla karıştırdığım için itiraf mektubum içinden çıkıp masanın altına düşmüş, en sonunda asıl almak istediğim mektubu bulup da elimden düşürünce de ikisi karışmıştı. Çünkü elimi masanın altına uzattığımda elime geçen ilk kağıdı alıp inmiştim aşağıya. Meğerse o kağıt itiraf mektubummuş. Nasip diyordum. Sadece nasip... Aynaya bakıp üstümü başımı kontrol ettim. Birazdan okula gidecektim. Umut benden kaçtığından beri bir hafta geçmiş ve sömestr tatili de sona ermişti. Allah biliyor ya, hiç gitmek istemiyordum okula. Aslında gidersem Umut'u görmeyi umuyordum ancak şimdi onu görmeye de cesaretim yoktu. Dahası Güney meselesi de canımı sıkıyordu bir yandan. Ne yapacağımı bilmiyordum ve bu çaresizlik yüreğimi daraltıyordu. Ağlayamadığım için de bir haftadır sıkça yaptığım gibi ibadete veriyordum kendimi. Çantamı yatağın üstüne bırakıp seccademi serdim yere. Çıkmadan önce sevgiler sevgilisi ile konuşmaya ihtiyacım vardı. Umut beni reddetmişti ama beni yaratan her şeye rağmen, her zaman kapısını açık tutuyordu bana. İşte bu merhamet karşısında ne yapsak, ne kadar şükretsek azdır. Derin bir besmele çekip namaza başladım. İlk secdede beklemediğim bir şekilde göz pınarlarım açılmış ve sonunda beklediğim o yaşlar dökülmüştü yanaklarıma. Ağlamak şüphesiz çok rahatlatıyordu insanı. Derdimi O'na anlatıyor, O bildiği halde yine de beni dinliyor, başımı okşar gibi gözyaşı vererek rahmetini sunuyordu alemlerin Rabb'i. Namazın sonunda o kadar ağlamış, o kadar rahatlamıştım ki çok daha güçlü hissetmeye başlamıştım. Elhamdülillah! Rabb'im Sen ne büyüksün, ne merhametlisin de bu aciz kuluna vakit ayırıp derdini giderebiliyorsun? Sonsuz hamdler olsun. Seccademi toplayıp gözlerimi kurulamış ve çantamı alıp bir haftadır çıkmadığım evden en sonunda çıkmıştım. Kızlardan artık hiçbir şey saklamıyordum. Bu yaşanılanların hepsinden haberleri vardı. Bir saat önce arayıp halimi sormuş ve beni okulda beklediklerini söylemişlerdi. Gün içinde sürekli arıyorlardı zaten. Rabb'im razı olsun onlardan. Cansız cansız arabama binip yola koyuldum. Güçlü hissediyorum demiştim ama okula yaklaştıkça bu güç azalıyordu. Nefesim de öyle... Okula vardığımda sürekli Ayet-el Kürsi okuyup rahatlamaya çalıştım ama arabamı otogara bırakıp indiğimde daha çok stres basmıştı. Allah'ım ne olur, şu günü kazasız, belasız atlatmayı nasip eyle. Derin bir nefes alıp hiçbir yere, hiç kimseye bakmadan kendi fakülteme geçmiş ve amfiye çıkmıştım. Bugün kızlarla ortak dersimiz vardı. Yani birlikte olacaktık. Bu beni rahatlatmıştı. En öne oturmuşlardı. Beni görünce hemen el sallayıp yanına çağırdılar. "Selamün aleyküm?" "Aleyküm selam. Nasılsın?"diye sordu Sümeyye. "Hamdolsun. Siz?" "Biz iyiyiz de seninki hâlâ gelmedi mi eve? Döveceğim artık bu çocuğu. Bu ne canım? Öcü görmüş gibi bir o yana, bir bu yana kaçıp duruyor." Sümeyye Hatice'yi dürtüp beni gösterdi. "Boş verelim şimdi Umut'u değil mi Haticeciğim? Ne güzel uzun zaman sonra birlikte derse gireceğiz işte." "Evet evet. Sen benim dediğime bakma Mucize. Dönem sonu tezini ne yapmayı düşünüyorsun?" "Hâlâ gelmiyor eve kızlar ve böyle davranmanıza gerek yok. Ben iyiyim elhamdülillah. Lütfen istediğiniz gibi konuşun." "Belki de daha sindiremediği için böyle davranıyordur." "Öyle olsa niye bir hafta boyunca eve gelmesin Süme? Yok. Bence bu işin altında başka bir şey var. Umut'un aklında bir şeyler olmalı." "Apaçık belli işte. Onu sevdiğimi öğrendiğinden beri bana kızgın. Bizi arkadaş biliyordu hep. Beni sevmediği için bu tavrı." "Kız Mucize, nasıl karıştırdın o mektupları, hâlâ aklım almıyor. Resmen taş üstüne taş sektirmişsin be kızım."dedi Hatice. "Bence iyi oldu böyle. Bundan sonra sana senin onu sevdiğini hatırlayarak yaklaşır."diyen Sümeyye'de haklılık payı vardı aslında. Düşüncelerime dalmışken Sümeyye'nin "Kızlar kapıya bakın."diye işareti ile kafamı çevirdim ve Güney'le göz göze geldim. Alnının köşesi küçük bir bandajla sarılıyken sol kolu alçıya alınmıştı. Beni yakan bakışlarıydı. O kadar duygu yüklü bakıyordu ki tam olarak ne hissettiğine karar veremedim. Kızgınlık, kırgınlık, üzüntü, hayal kırıklığı... Şu an her şey vardı yüzünde ve bu hepsi banaydı. Çekinerek bakışlarımı ellerime indirdim. Güney ve Savaş sınıfın geçmiş olsunları ile birlikte bizim arkamızdaki sıraya geçtiler. Bu beni daha da gerginleştirmişti. Kızlar Güney'e tekrar geçmiş olsun dileklerini iletirken ben hâlâ çekindiğimden dolayı ağzımı açamamıştım. Ben de hal, hatırını sormak istiyordum ve Güney'in bunun için beni beklediğini biliyordum ancak beni azarlar korkusuyla bir şey söyleyemiyordum. Bir süre sonra hoca gelip de blok yaparak ders anlatmasına ve aradan neredeyse bir buçuk saat geçmesine rağmen gerginliğimi üzerimden atamamıştım. Şükürler olsun ki hoca ara verdiğinde Güney ve Savaş dışarı çıkmışlardı da birazcık olsun rahatlayabilmiştim. Onlar gidince ben de elimi yüzümü yıkamak için lavaboya gitmeye karar verdim. Soğuk su şu yanan yüzüme iyi gelirdi belki. Daha kapıdan çıkmamıştım ki aniden karşıma çıkan Güney'le neye uğradığımı şaşırdım. Tam karşımda duruyor ve bir an bile kırgın gözlerini ayırmıyordu yüzümden. Yanından geçmeye çalıştım ancak sağlam olan eli ile bileğimi yakalayınca durmak zorunda kaldım. "Nereye gidiyorsun? Daha ne kadar kaçmayı planlıyorsun?"diye fısıldadı. Hiçbir şey demeyip yere baktım. Sadece bıraksın, gideyim istiyordum. "Sevgili kocacığın mı istemiyor benimle buluşmanı? O yüzden mi gelmedin hastaneye?"diye devam eden fısıltılı sesiyle vicdan azabım yeniden gün yüzüne çıktı. Sesi o kadar acı çektiğini belli ediyordu ki kendimden nefret ettim. Acısının sebebi bendim çünkü. "Benden bu kadar mı nefret ediyorsun? Konuşmayacak kadar mı?" Gözünden bir damla yaş düştü. Bense hâlâ alttan alttan bileğimi kurtarmaya çalışıyordum. Daha fazla burada kalıp benim yüzümden acı çekmesini istemiyordum. Tüm sınıf ise durmuş, bizi izliyordu. "Sence bir açıklama duymaya hakkım yok mu? Bu yüzden mi susuyorsun!"diye bıktığını belli edercesine bileğimi çekiştirdi. "Tüm kalbimi paramparça ettin... Şimdi de üzerinden geçiyorsun Mucize..."diye gözünden bir damla daha döküldü. "Hayallerimi yıktın, canımı ateşe verip yaktın. Mutlu musun!"dedi ve yüzünü bana doğru eğip gözlerini kapattı. Buna rağmen gözlerinden yaşlar usul usul akmaya devam ediyordu. "Ben ne anne ne de baba sevgisi gördüm. Bunu en iyi bilenlerden birisi sensin. Bana sevgini verirsin diye kalbimi sana verdim, sana bel bağladım. Beni iyileştirirsin dedim o güzel yüreğinle, o masumluğunla... Ama sen de onlar gibi beni sevgiden mahrum bıraktın Mucize. Sen de onlar gibi bıraktın beni. Ne yaptım ben sana? Sırf seni sevdiğim için mi bu kadar acı çekmem ha! Allah kahretsin neden yaptın bunu bana neden... Dünyamı başıma yıktın, Allah kahretsin! Ama buna rağmen hâlâ seni çok seviyorum. Seni sevmeyi bırakamıyorum. En çok da bu yakıyor canımı... Kalbim hâlâ ilk günki gibi çarpıyor seni gördüğünde Mucize..." "Güney abicim tamam, hadi bir dışarı çıkalım."diye Savaş gelip onu götürmese olduğum yerde çöküp çocuk gibi ağlayacaktım ve kimse susturamayacaktı beni. Kızlar da benim yanıma gelmişti ama ben çantamı aldığım gibi koridorun bitişindeki asansöre bindim ve en üst katı tuşladım. O anda gözyaşlarımı durdurmak artık çok zordu. Güney'in dedikleri aklımdan çıkmıyor ve vicdanımı sonuna kadar zorluyordu. O çocuk benim yüzümden acı çekiyordu hem de en kötü şekilde. Ne yapacaktım ben Allah'ım? Ne olur, bir yol göster. Ne olur, Güney'e derman ol Allah'ım... Asansör durduğunda yavaş adımlarla yürüyüp terasa vardım. Zira hiç halim yoktu. Soğuk hava sertçe çarpıyordu yüzüme. Bu iyi hissettiriyordu. Şimdi tüm üniversite ayaklarımın altındaydı. Her şeyi görebiliyordum buradan. Hatta bugün hiç görmem dediğim Umut'u bile! Aşağı bakar bakmaz ilk o çarpmıştı gözüme zaten. Can ile birlikteydi ve bir şey konuşuyorlardı. Ne konuştuklarını buradan duyamıyordum. Sadece ne kadar istersem isteyeyim gözlerimi ondan çekemiyordum. Bir bere takmış ve alnındaki saçları biraz yana, biraz da arkaya doğru kıvrılmıştı. Şişme montundan sarkan beyaz kapüşonundan yarı kesik eldivenlerine kadar yine inceledikçe inceledim bana karşı hiçbir şey hissetmeyen kocamı... O anda üzerindeki bakışları hissetmiş gibi başını yukarı doğru kaldırdı ve bana baktı. Gözümden bir damla yaşın akmasına mani olamadım ve kimse gelip de silmedi... -Bölüm sonu- |
0% |