Yeni Üyelik
27.
Bölüm

~27.Bölüm~

@m.yaprak_epli

O gün güzel bir sabaha uyanmıştım. Evli olduğum halde kocamın olmadığı bir evde güzel bir sabah karşılamıştı beni. Çok güzel de kar yağıyordu. Bunun üzerine hayal kurmadan edemedim. Umut ve ben kahvelerimizi elimize almış, salonda büyük camın önündeki tekli koltuklara kurulmuş, kar yağarken sohbet ediyorduk. Gülüşmelerimiz buğulu camın ardına karışıyordu. Ben ona kitap okurken o, hem dinliyor hem de beni izliyordu.

"Ah... Ah..."diye inledim. Ne güzel hayaldi değil mi? Adı üstünde hayal işte... Son zamanlarda çok hayal kurmaya başlamıştım. Hep kocam olacak adam yüzünden! Evde resmen bir Mecnun'a dönüştüm onun yüzünden ya da Leyla'ya mı? Sonuçta evde onu beklediğime göre Leyla olmam gerekiyordu. Leyla olmak da bir marifet... O derece seviyordum işte.

Kahvaltı ettikten sonra yağan karı biraz izleyeyim derken dalmıştım yine hayaller âlemine. Camın önünden çekilip odama çıktım. Öğleden sonra dersim vardı ama canım hiç gitmek istemiyordu. Bütün gün yatakta yatıp depresyona ve dondurma krizine girmek istiyordum ama bu müslümana yakışacak bir durum değildi. Hem zaman, hem de yiyecek ve para israfı. Hiç gerek yoktu böyle şeylere. İbadet ve tefekkür en büyük ilaçtı sonuçta. Niye nefsimi dinleyeydim ki?

Eşarbımı bağlayıp kitaplığımın önüne geçtim. Biraz kitap okusam iyi olacaktı galiba. Gözüme Umut'a yazdığım aşk mektubu çarptı. Masamın üzerinde rastgele bir okuma kitabımın arasına sıkıştırmışım, biraz dışarıya taşsa da.

Kitabı elime alıp kapağına baktım. Sahabeleri anlatan en sevdiğim kitaplardan biriydi. Mektubu kitabın içinden çıkarıp o anı hatırlayacağımı ve tekrar utanacağımı bilsem de açıp okudum. Yine ve yine...

"Selamün aleyküm gönlümün sevdayla mütekabil, muhabbet beslediği tek ve özel insan...

Bugün kitap okurken karşıma çok güzel bir hikaye çıktı. Okurken gözyaşlarımı tutamadım ve aklıma sen geldin. O yüzden hikayenin beğendiğim kısmını buraya yazmak istedim.

"Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
Kur'an-ı Kerim'i okurken Peygamber Efendimiz (SAV)'in ismi geçince hemen o mübarek ismi sevgiyle, saygıyla öpmeli. Çok nimete kavuşulur.

Musa aleyhisselam zamanında hiç kimsenin sevmediği, günahkâr bir kimse vardı. Bu öldü. Bu da adam mı diye çöplüğe attılar. Allah-u Teâlâ Musa aleyhisselama emretti; benim falanca çöplükte bir evliya kulum var, onu oradan çıkar, temizle, namazını kıl ve defnet. Musa aleyhisselam adamı çöplükten çıkardı, güzelce yıkadı, kefenledi, namazını kıldı. Bu arada ahali şaşırdı, Allah'ın Resulü bunların çöpe attığı adamı temizliyor, kefenliyor, namazını kılıyor.

Definden sonra Musa aleyhisselam adamın evine geldi;
- Ey hatun, bu adam ne yaptı, hangi hayırlı ameli yaptı?

Kadın dedi ki:
- Ya ResulAllah, bu hiç kimsenin sevmediği, herkesin kendinden kaçtığı biri. Bunun iyi bir ameli yoktu.

- İyi düşün, bunun hayırlı bir ameli, iyi bir işi var.

Kadın yine;
- Hiçbir iyiliği yoktu, hep günah işlerdi dedi.

Üçüncü defa sordu:
- Bunun mutlaka bir şeyi var ki, Allah-u Teâlâ bana bunu defnetmemi söyledi.

Kadın dedi ki:
- Bir gün Tevrat okuyordu, okurken Muhammed aleyhisselamın Ahmed ismi geçti. Bu ne güzel isim dedi, tekrar okudu, yine bu ne güzel isim dedi. Sonra Ya Rabbi, ismi böyle güzel olanın kim bilir kendisi ne kadar güzeldir? Ben ona aşık oldum, dedi ve ismini öptü.

Musa aleyhisselam da 'Tamam, anlaşıldı.' buyurdu.

Böyle bir Peygambere ümmet olmak en büyük nimettir.

Bir kimse inanarak Muhammed aleyhisselamı bir defa görse, yandan hatta arkadan görse, eğer âmâ ise bir kere sesini işitse, bütün ilimler (fen ve din bilgileri ve bütün yükseklikler) ona verilir. Bu, boyaya batırılan kumaşın boyayı emmesi gibidir. Bütün üstünlükler ve ilimler böyle ona geçer. Bu yüzden Ashab-ı kiramın hepsi müctehiddi. Onların derecesine hiç kimse ulaşamaz, bu üstünlük onlara mahsustur.

Sevgi itaattir. Tam seven, tam uyar.

Bu dünya öyle de geçer böyle de geçer, son durak bizi bekler.

Çalışmak ibadettir. Çalışan Allah'ın dostudur. Boş durmamalı. O'nun dostu olmak, rızasını kazanmak için boş durmamalı. Bir gün, Peygamber efendimiz (SAV) bir yerden geçerken boş duran birine selam vermedi. Dönünce aynı adama selam verdi. Ashab-ı kiram:
-Geçerken selam vermediniz, dönünce niye selam verdiniz? diye hikmetini sordular.

Buyurdu ki:
-Giderken hiçbir iş yapmıyordu. Boş duranı Allah sevmez. Allah'ın sevmediğine ben niye selam vereyim? Dönünce ise bir çöple olsa bile yeri karıştırıyordu. Yani bir şeyler yapıyordu. Onun için selam verdim.-

Hani başta dedim ya okurken sen aklıma geldin diye. Umut buraya yazarken bile utanıyorum ama ben seni seviyorum. Çok seviyorum... Yanlış anlama, sevdiğimden utanmıyorum. Dile getirmekten utanıyorum. Buraya yazarken bile bu kadar zorlanıyorsam gerçekte sana nasıl söylerim bilmiyorum. O zaman da senin anlaman gerekecek ama sen odunun teki olduğun için anlamazsın!

Özür dilerim, biraz kabalaştığımın farkındayım ama o arkadaşlık mevzusunu açtığından beri sana çok kızgınım. Ben burada sana içten içe özel bir muhabbet beslerken sen kalkmış bana en iyi arkadaşım diyorsun! Bu hak mı Umut? Niye canımı yakıyorsun benim? Benim canım tatlıdır, biliyorsun. Sana karşı bir şeyler hissetmeye başladığımdan beri daha bir tatlı, daha bir incinmeye müsait oldu. O yüzden kalbimi parçalama daha fazla lütfen. Sen bana her arkadaşım dediğinde neler hissettiğimi biliyor musun? Kendimi dışlanmış, asla sevilmeye layık olmayan biri gibi hissediyorum. Senin yüzünden!

Şu an sana neden bu mektubu yazdığımı bilmiyorum!? Ya da yazarken neden ağladığımı!? Sen de sorma...

Sadece beni sev...

Ve o Ece denen insan müsveddesinden uzak dur! O sana her yaklaştığında kalkıp bedenini parçalamamak için kendimi zor tutuyorum. Sırf bunu yapmamak için kaç kere o ortamı terk ettiğimi biliyor musun? Beni katil etme adam! Evimin direği, çocuklarımın babası ol. O kadar!

Olursun değil mi Umut? Gerçi sen beni istemezsin. Beni sevmiyorsun bile. Bunu yazmak niye bu kadar acıtıyor? Bak gözümden bir damla daha düştü kağıda, yazdığım satırlara... Ve yazılar bulanıklaştı.

Belki şu an açılamayacağım sana ama bekleyeceğim. Sabırla beni seveceğin günü bekleyeceğim. Bol bol dua edeceğim.

Rabb'im gönlüme koyduysa seni,
Vardır bir bildiği...

Bak, sana karşı ne kadar çok şey biriktirmişim içimde. Ne kadar bu mektubu okumayacağını bilsem de döktüm içimi. Ama rahatladım biliyor musun? Her şeyi buraya döktüm ya, rahatladım. Şimdi hayata kaldığım yerden devam edebilirim.

Ama Umut... Senden bir şey isteyebilir miyim? Bana arkadaşım demeyi kes artık lütfen. Bu çok canımı yakıyor. Bir gün gelir, bana kardeşim demenden o kadar korkuyorum ki! Sadece karım diyemez misin? Adımı söylemene de razıyım. Yeter ki kankanmışım gibi davranma bana. Rica ediyorum...

Seni seviyorum. Seni Allah sevdirdi kalbime. Seni O'nun için çok seviyorum. Benim en saf duygum bu oldu. Bu saf sevgiyi ebediyete dökmeye benimle var ol, sen her zaman var ol gönlümün adamı...

Sevgiyle sevdiren en büyük Zat (Allah)'ın emanetindesin. Allah'a ısmarladık.

Çocuğa resmen odun demişim! Kağıdı alıp alnıma yapıştırdım. Neden böyle bir şey söylemiştim ki? Bu çok utanç verici ama okuyacağını nereden bilebilirdim? Nasip işte. Yalnız hikayeyi tekrar okuduğumda bile duygulanmadan edemedim. Ne güzel hikayeydi. Acaba o da okurken benim kadar etkilenmiş midir bu hikayeden? Bir şeyleri tekrar tekrar okumak beni sıkmazdı. Aksine dünya koşuşturmacasının bana unutturduklarını hatırlatır ve dersler verirdi.

Mektubu katlayıp masaya geri bıraktım ve elimdeki kitaba baktım. Mektubu sıkıştırdığım aralıkta bir yazı dikkatimi çekince okumaya başladım.

"Cenneti özleyen şair..."

Kimdi ki bu şair? Merak etmiştim. Kitabı alıp aşağıya indim ve hayal ettiğim gibi önce orta şekerli bir kahve yaptıktan sonra tekli koltuklardan birine geçip yağan kar eşliğinde kitabı okumaya başladım. Tek eksiğim Umut'tu. Karşımdaki koltuk boş olsa da Umut orada oturuyormuş gibi hayal ettim. Rabb'im gönderirdi belki onu...

"Abdullah Bin Revaha (r.a.) 'şair-i Resûlullah' ünvanı ile meşhurdur. Hazrec kabilesinden olup birinci ve ikinci Akabe beyatlerinde bulunmuştur.

Abdullah Bin Revaha (r.a.) İslâm'ın Medine'ye taşınmasında ve hicret-i Nebevi'nin hazırlanmasında önemli hizmetler görmüştür. Küba Mescid'i inşa edilirken hem bizzat çalışmış hem de şiirler söyleyerek Ashab-ı kiramın yorgunluğunu hafifletmiştir. O konuşmalarını daima şiir şeklinde söylerdi.

Oktan Daha Tesirli Söz...

Hudeybiye antlaşmasından sonra yapılan kaza umresinde sevgili Peygamberimizin (SAV) devesinin yularını tutan İbni Revaha (r.a.) Mekke-i Mükerreme'ye girerken şu şiiri okuyordu:

'Ey kafirler! çekilin Peygamberin (SAV) yolundan
Ki Allah Teala, O'na gönderdi Kur'anı
Her hayır ve iyilik vardır O'nun dininde
Bu din için ölmektir, en hayırlı ölümde...'

Kabe-i Muazzama'yı tavaf ederken de şiir okuyan İbni Revaha'ya Hz. Ömer (r.a.) dayanamayıp: 'Ey İbni Revaha! Sen Rasûlullah'ın (SAV) huzurunda ve Harem-i Şerif'te nasıl şiir okuyabiliyorsun?' diye serzenişte bulunmuştu. Fahr-i Kainat (SAV) Efendimiz de Hz. Ömer'e (r.a.):

'Ya Ömer! Ona mani olma. Allah'a yemin ederim ki, onun sözleri, müşriklere ok yağdırmaktan daha tesirlidir. Ey İbni Revaha devam et!' buyurdu. Hz. Ömer (r.a.) sustu. O da:

'Allah u Teala'dan yoktur başka ilah
Yoktur O'nun şeriki, la ilahe illallah
O'dur Müslümanların askerlerine güç veren
Ve O'dur kafirleri, dağıtan, mağlub eden...' diye devam etti.

Cennet'i Özleyen Şair...

Şiirleriyle olduğu kadar, savaşlardaki kahramanlığı, yiğitliği ve cesaretiyle de meşhur olan Abdullah Bin Revaha (r.a.) dünya malına ve rütbesine kıymet vermemiştir. Allah ve Resulü'nün emirlerini yerine getirmekte ölümü hiçe saymış, adeta ona aşık olmuştur. 'Ey nefis! eğer öldürülmezsen ölürsün!..' sözü onun parolası idi.

Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gazalarında bulunmuş, Mute savaşında da baş komutanlık yapmıştır. Mute onun destanı olmuştur. İki yüz bin Bizans ordusu karşısında sayıya bakarak ümitsizliğe düşen bir kısım İslâm mücahidini şu hitabesiyle kendine getirmiştir:

'Ey kavmim! Vallahi biz düşmanlarımızla, sayıca çok olduğumuzdan savaşmadık hiçbir an. Biz ancak şerefimizi yükselten İslâm için savaştık. Haydi ilerleyiniz. Ya gazi oluruz, ya da şehit.'

İbni Revaha (r.a.) çarpışırken parmağı yaralanmıştı. Kılıcını savurmasına mani olan bu sallanan parmağını atından inip ayağının altına koyarak: 'Sen ancak kanayan bir parmak değil misin? Bu kazaya Allah yolunda uğramış bulunuyorsun...' diye çekip koparmıştır. Bir ara kendi nefsine karşı da:

'Ey nefsim! bana boyun eğeceksin elbette,
Bugün şehit olurum, yemin ettim bu harpte,
Ya sen kendiliğinden razı olursun buna,
Ya kabul ettiririm bunu ben zorla sana'

Suriye'de Belka topraklarında savaş devam ederken, Medine'de Resûl-i Ekrem (SAV) Efendimiz, ashabıyla oturuyordu. Birdenbire sevgili Peygamberimiz (SAV) sustu ve gözlerini kapattı. Bir süre sonra üzgün bakışlarla gözlerini açtı:

'Sancağı Zeyd bin Harise aldı. Şehit düşünceye kadar savaştı.' buyurdular. Bir müddet daha sustular ve 'Sonra onu Abdullah aldı ve o da şehit edilinceye kadar savaştı.' dedi. Uzun bir sükunetten sonra: 'Onlar Cennet'te benim yanıma yükseltildiler!...' buyurdu.

Ne şerefli bir yolculuktu.

Ne mutlu bir anlaşmaydı.

Savaşa hep birlikte gitmişlerdi.

Cennet'e hep birlikte yükselmişlerdi."

***

Hâlâ bırakamamıştım o kitabı elimden. Sabah okuduğum o hikayeden sonra o kadar etkilenmiştim ki okula geldikten sonra bile okumaya devam ediyordum. Hoca gelene kadar belki birkaç sayfa daha okuyabilirdim.

Abdullah Bin Revaha (r.a.)

Parmağını savaşına mani olmasın diye kendisi koparmış bir mücahid. Kendimi onunla kıyas etmeye çalışıyorum da ben o kadar yürekli olamazdım. Sahabe nesli bambaşka bir nesil. Onlar ki Efendimiz (SAV)'in talebeleri. Onlar Asr-ı Saadet'te yaşamış insanlar. Biz ise Asrı Felakette yani ahir zamanda yaşayan insanlarız. Allah bize onların imanından ve ahlakından nasip eylesin. Amin.

"Selam?"

Kafamı kitaptan kaldırdığımda Güney'i gördüm. Arkadaki sıraya oturup bana baktı. Böyle sakin olmasına şaşırmıştım doğrusu. Ben yine köpürmesini bekliyordum oysaki.

"Ne yapıyorsun?"diye sorunca şaşkınlığım dilime yansımış olacak ki konuşamayıp direkt kitabı gösterdim. O da başını salladı ve kafasını başka yere çevirdi.

"Bana öyle bakma Mucize. Buraya kavga çıkarmaya gelmedim. Sadece konuşmak istiyorum."dedi ve devam etti.

"Seni o herif zorladı değil mi evlenmeye?"

Hızla başımı salladım yanlara doğru.

"Güney bak bilmediğin şeyler var."

"Anlat o zaman!"diye sıraya vurup bağırdı. Bunun üzerine herkes dönüp bize baktı.

"Güney lütfen sakin ol."

"Kafa bırakmadın bende Mucize. Kaç gündür kendimi yiyip bitiriyorum."dedi bıkkınlıkla. "Bu işi anlayamıyorum. Seninle ben evlenmeliydim, o herif değil! Ben seni ondan çok daha seviyorum. Hatta onun seni sevdiğinden bile şüpheliyim."

Güney'in bu sözleri kalbimi hiç olmadığı kadar kırmıştı. Gözlerim dolmuştu istemeden. Bunu gören Güney "Ve sen de bunu biliyorsun değil mi?"diye sorunca yutkundum. Güney beni iyi tanıyordu.

"Peki ya sen?"diye devam edince hızla ona döndüm. "Sen onu seviyor musun?"

Öyle bir bakıyordu ki duyacağı cevap her an onu yıkacak gibi diken üstünde bekliyordu.

Daha ağzımdan iki harf çıkmamıştı ki hocanın sınıfa girmesiyle hepten susmak zorunda kaldım. Hocanın gelmesine sevinmiştim doğrusu. Güney henüz bu cevabı duymaya hazır değildi. Tekrar yıkılıp üzülmesini istemiyordum. Benim aksime Güney hem hocanın gelmesine hem de cevabı duyamamanın siniriyle sınıfı terk etti. Hiç hocayı umursamadı bile.

Ah Güney ah... Ne yapacağız seninle?

***

Gökyüzü bugün hiç görünmüyordu. Ağır bir sis bulutuna mahkum olmuş gibiydi. O sis bulutundan ise yine beyaz beyaz karlar dökülüyordu. Durmadıkça da kar tipiye dönüşmüştü. Dersten sonra zar zor gelebilmiştim eve. Araba kayıp da kaza yapacağım diye o kadar korkmuştum ki eve gelene kadar sürekli Ayet-el Kürsi okumuştum.

Arabamdan indiğimde evin önünde bir arabanın daha olduğunu fark ettim. Evet, Umut'un arabasıydı bu. Sonunda gelmişti eve demek? O kadar heyecanlanmış ve sevinmiştim ki yüzüme çarpan bu tipili hava bile üşütmüyordu artık. Eve girdiğimde ise sürekli yanaklarımı tutmuştum sırıtmayayım diye. İnşaAllah onun yanında da böyle saçma saçma sırıtmazdım ama sürekli sırıtasım geliyordu ve bunu engelleyemiyordum.

Önce salona baktım ses çıkarmamaya çalışarak. Salonda olmadığına göre odasında olmalıydı. Ben de hemen üstümdeki kabanı çıkarıp mutfağa koştum. Eğer ocağa su koymadıysa ona bir kahve yapabilirdim. Su ısıtıcımız ve kahve makinamız vardı ama ben onları kullanmayı sevmediğim için ocağı tercih ediyordum. Umut da bana alıştığı için ocağı kullanıyordu. Bu benim için gurur verici bir şeydi.

Hızlıca kahve yapmaya giriştim. Umut soğuk havada kahve içmeye bayılırdı. Bu sayede ona anne ve babamın buraya geleceğini alıştıra alıştıra anlatabilir ve hem durumu hem de onu biraz yarıştırabilmeyi sağlayabilirdim Allah'ın izniyle.

Kahve pişince Umut'un kupasına boşaltıp tepsiye koydum ve heyecanımı yatıştırmaya çalışarak yavaş yavaş yukarı çıktım. Odasının kapısına gelince derin bir nefes alıp kapıyı çaldım.

"Gel."

Kapıyı açtığımda Umut'un masa lambası ışığında hâlâ aynı projeye çalıştığını gördüm. Saçı yine dağınık ama nefes kesiciydi. Ay tövbe! Ne diyorum ben durup dururken! Çocuğa aç aç bakmayı bırakıp odaya girdikten sonra ardımdan kapıyı kapattım.

"Selamün aleyküm?"

Umut beni yeni görmüş gibi dalgınlıkla kafasını kaldırdı. Gözleri kanlanmıştı. Çok yorgun görünüyordu. Dün gece hiç uyumamış mıydı bu çocuk?

"Aleyküm selam." Sesi bile ne kadar yorgun olduğunu gösteriyordu.

"Şey... Ben sana kahve yapmıştım da belki içersin diye-"

"İstemiyorum, sağ ol!"diye birden sözümü kesince incinmedim değil. Umut benim yaptığım kahveleri her zaman beğenir ve içerdi. Yorgun olduğu kadar gergindi de anlaşılan ama vazgeçmeyecektim! Benimle konuşmasını sağlayacaktım. Konuşmamız gerekiyordu çünkü. Artık bu kaçmalarından da bıkmıştım. Bugün benden bu kadar kolay kurtulamayacaktı.

"Aa olmaz öyle şey. Bu kahve içilecek. Hem baksana, çok yorgun görünüyorsun. Kahve iyi gelir sana. Hem bak en sevdiğinden yaptım."diye gülümseyerek kupayı alıp masasının üzerine koyarken Umut "İstemiyorum Mucize anlamıyor musun! Rahat bırak beni."diye tekrar itiraz edip üstüne bir de bağırınca bağırmasından öylesine korktum ki zaten sıcak olan kupayla ellerim titredi ve kupa elimden devrildiği gibi tüm kahve projesinin üzerine döküldü.

Kalbim korkuyla öylesine çarpıyordu ki o an zaman dursa da yine duyulurdu bu ses herhalde. Bu sefer öyle böyle değil, bildiğiniz kendi canıma okumuştum resmen.

Umut canıma okuyacaktı...

Ve ben bunu hak etmiştim...

-Bölüm sonu-

Loading...
0%