@m.yaprak_epli
|
"Umut gelmiyor mu baba?" Sadık baba derin bir nefes alıp yere baktı ve bir süre cevap veremedi. Sonra masaya oturup "Gel, otur kızım."dedi eliyle çağırarak. Ben de edeben gitmek zorunda kaldım ve oturup ellerimi önümde bağladım. "Bak kızım, Umut yaşıtlarından ve hem cinslerinden farklı bir çocuk olmuştur hep. Annesini kaybetmemizden sonra iyice içine kapandı. Bugüne kadar Can dışında kalbine gerçekten girmeyi başaran olmadı. Küçükken yaşadıkları onu çok sarstı ve bunları hiçbir zaman unutamadı. Bu yüzden farklı bir çocuk diyorum ya ona. Öyle ki beni bile kendinden uzak tuttu. Kalbinin en ücra köşelerine bıraktı belki de babasını. Ama sen hayatına girdiğinden beri iyileştiğini görüyorum. Bu benim için inanılmaz bir mutluluk. Fakat Umut iyileştiğinin farkında olmadığı için kabullenmekte zorlanıyor. Bu yüzden kaçıyor. Tekrar yanmaktan, canının yanmasından korkuyor. Bunun için sakın ha üzüleyim deme. Çünkü o seninle iyileşiyor. Bunu yakında o da kabul edecek. Sen sadece sabret olur mu Mucize? Ben inanıyorum. Umut'u kazanmamıza çok az kaldı. Sen onun Mucize'sisin."deyip başımı okşadı en son. Sonra da kim bilir belki de beni kendimle baş başa bırakmak için mutfağı terk etti. Sadık baba söylediklerinde çok haklıydı lakin üzülüyordum işte, elimde değildi. Umut'un bana soğuk davranması ve benden uzak durması beni çok üzüyordu. Derin bir nefes alıp bakışlarımı pencereden görünen yıldızlara çevirdim. Güzellikleri ile beni mest etmişlerdi. Bugün herkes uyuduktan sonra teheccüd ya da bir gece namazı kılsam iyi olacaktı. Değil mi ki dertlere derman en iyi Allah'u Teâlâdır? O vakit secdeye değdirmezsek alnı, küsmez mi bize gönül... Rabb'imle konuşmaya, yol istemeye ve dertleşmeye çok ihtiyacım vardı ve insanoğlu bunu en çok yalnız kaldığında yapmak isterdi. Sadece Rabb'i ve kendisi kalsın ister. İşte İslam buna teheccüd veya gece namazı derdi. Farz namazların ne kadar cemaat halinde kılınması caizse teheccüd gibi nafile namazların da bir o kadar yalnız kılınması caiz olur. Fıtrat bu ya, insanoğlu da böyle ister. Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar ne de olsa... *** "Yine kağıt başındayım adam... Evvela bir selam vereyim. Zira selam vermeden selamet gelmez... Selamün aleyküm ve rahmmetullahi ve bereketuhu Rabb'imin hem gönlüme sevdalık diye koyduğu hem de eş kıldığı adam... Herkes uyuyor şu an. Bir ben uyanığım. Belki de sen de uyuyamamışsındır benim gibi, kim bilir... Yalnız ben bilerek uyumadım. Neden mi? Önce Rabb'imle konuşmak istedim, sonra da seninle. Ne kadar kağıt üzerinden olsa da... Ve evet, senin de alıştığın üzere yine mektup yazıyorum. İnsan derdini kağıtlara dökünce tam olamasa da boşaldığını hissediyor. Bunu bir yazardan dinlemiştim ve çok hoşuma gitmişti. Sen dertlerini boşaltmak için kağıtlara döküyorsun, insanlar alıp bunu okuyor ve adına kitap diyorlardı. Böyle söyleyince ilginç geliyor insana değil mi? :) Bilmem bu kaçıncı yazdığım mektup. Artık müptelası oldum. Sana söyleyemediklerimi, seninle sohbet etmek istediğim konuları böyle yazıya döküyorum işte. Sen okumayıp bilmesen de sürekli yazar oldum. Biliyor musun Umut? Bugün namaz kılarken aklıma senin secdesizliğin geldi. Gözyaşlarımı tutamadım. Hüngür hüngür ağladım. Sevdiğimin sevdiğimden uzak kalması tahmin edemeyeceğin kadar kötü bir şey ve can yakıyor. O yüzden o namazımın bütününde duayı sana ayırdım. Bol bol dua ettim senin için. Hidayet göresin diye, Rabb'ine dönebilesin diye. Gerisi Allah'a kalmış zaten. Ben ne kadar istersem isteyeyim O dilemeden hidayet görmen mümkün değil. Lakin O'nun dilemesi için elleri semaya kaldırmak şart... İlerde nasıl oluruz bilmiyorum ama artık seninle bir aile olmak istediğim kesin. Tuhaf bulacaksın, belki de kınayacaksın beni ama bir çocuğumuzun olmasını o kadar çok istiyorum ki... İkimizden bir parça, minik ellerini beraber tuttuğumuz küçük bir kız ya da erkek çocuğu, fark etmez. Yeter ki olsun ama olması için önce senin beni kabul etmen gerekiyor Umut. Oysa bugün çıktın gittin. Yüzüme bile bakmadın. Hassas olduğumu bile bile, çabuk kırıldığımı bildiğin halde beni bırakıp gittin. Yetmedi, gece de gelmedin. Senin yüzünden yanıyorum da gözlerime uykular haram oldu be adam. Seni ne ara bu kadar sevdim bilmiyorum. Tek bildiğim seni çok sevdiğim. Yanlış anlama! Ben aşık değilim sana, Hz. Mevlana'nın sözü. Ne de güzel söylemiş değil mi? Aşkın bizzat kendisi Allah olunca sen yalnızca aşkın gölgesi oluyorsun Umut. O güneş ise sen gölge. Beni güneşe götüren bir gölge... Sen sadece aşkın küçük bir parçasından oluşan ve suret haline bürünensin. Ben sana asıl aşkı duysam haşa aşka saygısızlık etmiş olurum aşkın ta kendisi olan sevgiliye. Bunu nihayet anladım. Sana yoğun olan bu sevgim yalnızca Allah'tan gelmektedir ve ben her zaman seni sevmekten gurur duyuyorum, gurur duyacağım. Sonuçta kalbime helali ile girdin. Nasıl sevmeyeyim ki? Aşk edep giysisini üzerine geçirmek demektir. Dünya'da sevmekten, aşık olmaktan daha güzel ne olabilir ki değil mi? O vakit sevdiğimi sevdiğime emanet edip kalemimi sonlandırayım. Sözün özü makbuldür en nihayetinde. Beni sevmen için dua etmeye gideceğim belki de kim bilir yine... Kûn fe yekûn emrinin gerçekleşmesi için bazen bir dua yeterlidir diyorlar ya, o misal ;) Söze besmele ile başlamak, emanet ile bitirmek şüphesiz en güzelidir... Selametle evvela ab-ı hayatta, dua ile de gönlümde kal... En güzel Umut'um..." Kağıdı güzelce katlayıp sessizce raftan mektup kutumu aldım. Zira kızlar benim odamda uyuyorlardı. Annemin ısrarıyla burada kalmak zorunda kalmışlardı. Annemin inadını biliyorlardı tabi, anında gafil avlandılar. Bu yüzden üç arkadaş benim odama geçmiştik. Onlar yatakta, ben ise kanepeye kurulmuştum. Ne kadar buna itiraz etseler de. Annemleri ise misafir odasına almıştık. Tuhaf bir şekilde Umut'la aynı odada kalıp kalmadığımızı sorgulamamışlardı. Sanırım bunun nedeni Umut'un burada olmamasıydı. Bunu hatırlayınca yine içime hüzün çökmüştü. Düşüncelerime bir duraklık getirip özenle katladığım mektubumu kutusuna, diğerlerinin yanına yerleştirdim. Saat bire yaklaşıyordu. Geceyi ibadetsiz geçirmemek için hemen gidip abdest aldım ve gece namazı kıldım. Uyuyup teheccüde kalkamayabilirdim. Gündüzünü geceyle hazırlamayanların günü pek iyi geçmezdi. Bunu bildiğim için her daim teheccüd kılmaya özen gösterirdim. O da olmazsa gece namazı kılardım. Sonuçta gecesini ibadetle ihya edenler, gündüzünü sağlama alırmış. Bu da önemli bir ayrıntıydı benim için. Tesbihatımı ve duamı bitirdikten sonra seccademi katlayıp kanepenin sırtına bıraktım ve yatağıma yattım. Sonra yine gelsin düşünceler... Umut'la evlendiğimizden bu yana neler yaşadığımı düşündüm. Güzel anılar yanında, hatırlamak istemediğim anılar da biriktirmiştim şüphesiz. Mesela Umut'un projesini mahvettiğim ve onun benim üzerime bağırdığı zaman hiç hatırlamak istemediğim anılardandı ama bana yakın olup ilgi gösterdiği zamanlar ise en güzel anılarımdı. Sonra birdenbire aklıma Güney geldi. "Eğer Umut'la evlenmemiş olsaydın benimle olmayı kabul eder miydin? Sonsuza kadar..." Bu sorusunu uzun uzun düşünüp tarttım kafamda fakat Umut'suz bir dünyayı düşünmek şöyle dursun, ihtimal dahi vermeye cesaretim yoktu. Ona çok alışmıştım ben. Kokusuna, sıcaklığına, varlığına... Her şeyiyle çok alışmıştım ve gönül bu ya, kolay kolay vazgeçemiyordu insan. Lakin şunu da dile getirmeliyim ki Umut'tan önce Güney vardı ve ben ne yalan söyleyeyim başlarda ondan hoşlanıyordum, tamam ama gelip geçici bir heves olmalıydı ki bitti içimdeki Güney. Çünkü Allah bana eş olarak Umut'u vererek sınırımı koymuştu. Bundan gayrısının yolu yoktu. Dua ve zikirlerimi bitirdikten sonra sağıma yatıp yanağımı sağ elime dayadım. Efendimiz (SAV)'in sünneti olduğu için. Ancak çok geçmeden yine düşünce okyanusumun derinliklerine daldım. Annemlerin gelmesi bir yandan iyi olmuştu aslında. Bir gün de olsa ailecek yemek yemiş, çay içmiş ve cemaatler halinde namazlarımızı eda etmiştik. Bir gün de olsa ben evde ilk defa yalnız başıma kalmamıştım Umut olmasa da. Şu an ne yapıyordur acaba? Uyuyor mudur? Merakıma yenik düşüp telefona sarıldım. WhatsApp'a girip çevirimiçi olup olmadığına bakacaktım ve çevirimiçi olduğunu görünce bir yandan sevinsem de bir yandan içime şüphe düşmüştü. Bu saatte niye hala çevrimiçi idi sorusuydu içime şüphe tohumları eken ama bir yandan uyanık olduğu için sevinmiştim de. Mesaj atmak istiyordum ama biraz çekiniyordum. Beni terslemesinden korkuyordum bir nevi. Bir süre daha bekleyip hâlâ çevrimiçi olduğunu görünce sonunda yazmaya karar verdim. İnceldiği yerden kopsun modunda hissetmiştim kendimi. "Selamün aleyküm Umut? Nasılsın, ne yapıyorsun?" Bir tik... İki tik... Hâlâ iki tik... Ve hâlâ, hâlâ iki tik... Cevap versene be adam! Bu ne atar giderdir yahu! Telefonu tutmaktan elim yorulunca kollarım gevşesin diye cihazı yüzüme doğru havaya kaldırdım. Tam o anda mavi olan tik ile heyecandan telefon elimden düşerken ben de kanepeden düştüm. Yoksa telefon yüzümü patlatacaktı, orası kesin! Kızlar uyanmış mı diye bir baktıktan sonra sanki az önce düşen ben değilmişim gibi, hiçbir şey olmamış gibi geri yatıp heyecanla telefonu elime aldım ama gördüğüm şeyle hayal kırıklığına uğradım. Umut çevirim dışı olmuştu! Ah... -Bölüm sonu- |
0% |