@m.yaprak_epli
|
"Evvel vakitte bir diyar vardı. Bu diyarda yaşayan her kim varsa, sultanından kölesine, çocuğundan ninesine, atasından dedesine hepsi aşk ehli ademlerdi. Erkekleri Mecnun, kadınları Leyla soyundan gelmeydi. Aşkı bilir, aşkı aşk için isterlerdi. Padişahları dahi aşk yolunda bir köle farz ederdi kendini. Bir gün komşu ülkenin sultanı bu aşk ülkesindekilerin halini kıskandı da bir büyü yapmak istedi. Dileği oydu ki aşk diyarında yaşayan bütün insanlar aşkı unutsun da kalplerini bir et parçasına çevirsinler. Bu niyetle bir büyücüye gitti. Aldığı efsunu aşk diyarında yaşayanların içtikleri ırmağa karıştırdı. Hikaye bu ya, aşk diyarının padişahının bu halden haberi oldu lakin vakit az, çare hudutluydu. Saraydakilere her ne olursa olsun su içmemelerini söyledi. Bütün ahali ise çoktan o sudan içmiş, aşkı hiç etmişlerdi bile. Saraydakilerden çoğu da susuzluğa dayanamamış, kana kana midelerini o suyla doldurmuştu. Bir padişah kalmıştı o sudan içmeyen, bir karısı, bir de oğlu. Onlar da ellerinde bulunan tiryak karıştırılmamış sudan azar azar içiyorlardı. Gel zaman git zaman aşkı nisyana vurmuş, gönüllerini kara bir taşa çevirmiş halk, padişahlarının halini delilikten bildiler. Dediler ki sultanımız aşk diye kelam edip, kendini kaybetmiş, aklını elden vermiş de Mecnun olmuştur, deli olmuştur. Ve isyan ettiler padişahlarına. Padişah da başka bir çare bulamayıp, oğlunu ve karısını alıp ülkesini terk etti. Derler ki bugün deli diye ortalarda gezip, halden hale girenler, diğer insanların anamadığı sözler söyleyip de kendini bilmez halde gezenler o padişahın soyundan gelenlerdir... Şaşkın bir biçimde başımı kitaptan kaldırıp duvara diktim gözlerimi ama aklımdan geçenler çok farklı şeylerdi. Aşk kelimesini ne kadar da farklı anlatan bir kıssa idi bu böyle. Günümüz, aşkı elden ele sevgili değiştirmek gibi algılarken eskilerimizin aşka ne kadar farklı bir şekilde değer verdiğini bugün bir kez daha görmüş oldum. Atalarımız aşka öyle bir anlam yükleyip öyle bir paha biçmişlerdir ki dünyada neleri var neleri yok hepsini feda etmişlerdir. Sırf aşk için! Aşk ise bizzat Allah'a götürdüğü içindi bu halleri. Ne güzel, ne şanlı bir nasip... Allah bize de nasip eylesin. Amin. Telefonumun çalmasıyla korkuyla yerimden sıçradım. Öylesine dalmıştım ki telefonun melodisi ödümü kopartmıştı. Arayan Sümeyye idi. "Selamün aleyküm Süme?" "Ve aleyküm selam Mucitim. Biz Hatice'yle okula gitmek üzere çıktık haberin olsun. Bugün ortak dersimiz var ya, aynı anda varalım ki birlikte olalım bütün gün. Haftanın bu günlerini özellikle çok seviyorum. Sizinle aynı derslerde olmak beni çok mutlu ediyor. Keşke aynı bölümde de okusaydık ya."diye soluksuz konuşan arkadaşımla dayanamayıp gülmüştüm. "Bir! Keşke şeytanın lafıdır unutma. Allah böyle istemiş ve böyle olmuş, keşke demek sadece şeytanı sevindirir. İkincisi; tamam ben hazırdım zaten. Sizi beklerken kitap okuyordum. Şimdi çıkarım inşaAllah." "Ne okuyordun kız? Aşk kitabı mı?" "Nereden bildin?" "Bilmem. Attım tuttu işte."diye güldü deli kız. "Ee konusu neymiş bakalım?" "Şimdi anladım. Sen aşk kitabı derken sıradan bir aşk romanı gibi bir şey anladın ama bu kitap öyle bir kitap değil." "Nasıl bir kitap peki?" "Aşkın gerçek manasını eskilerimizle ve atalarımızla anlatan tasavvufi bir roman serisi. Şu an üçüncü kitaptayım. Tuhaf olan ne biliyor musun? Bunu Umut'un salondaki kütüphanesinde buldum. Duyduğuma göre annesinin kitaplarıymış. Umut da annesine ait her şeyi sakladığı için kitaplıkta hemen gözüme çarptı ve ben de alıp okudum. İkinci tuhaf olan şey ne biliyor musun peki Süme? Umut buna hiç kızmadı. Yani normalde annesinin eşyalarına dokundurmayan adam, bu kitapları elimde gördüğü halde hiç kızmadı." Sümeyye gülüp "Ee seni seviyorsa demek ki."deyince iç çekip "Bana 'keşkeee' dedirtme Süme. Hadi okulda görüşürüz. Ben şimdi evden çıkıyorum. Allah'a emanet."dedim. "Tamam. Ben de fakülteye yürüyorum zaten. Hatice de otobüsteymiş. Görüşürüz. Sen de Allah'a emanetsin."dedi ve kapattık selamlar eşliğinde. Kitabımı daha doğrusu Umut'un annesinin kitabını özenle çantama yerleştirip telefon ve anahtarımı da aldıktan sonra çıktım evden. Arabaya yerleşip gazlarken aklıma dün gece ve bu sabah geldi. Tabi ki Umut mesajıma cevap vermemişti! Öylece görüldüde bırakmıştı. Ben de saf gibi ondan cevap beklerken uyuyakalmıştım. Sabah bütün aile fertleri ile birlikte sabah namazından sonra kahvaltı yapmıştık Umut'suz! Sonra da herkes işinin olduğunu söyleyerekten erkenden çıkmıştı. Annemlerle aynı şehirde otursak da farklı ilçelerdeydik. Bu yüzden erkenden gitmeyi tercih etmişlerdi ne kadar kalmaları için ısrar etsem de. Ablam malum sağlıkçı, ağabeyimin de okulu olduğu için onlar da çıkmışlardı. Sadık baba zaten dün geceden beri gitmişti. Sadece babamları görmeye gelmişti. Geriye kızlar kalınca kahvaltıdan sonra çay-sohbet yapmıştık. Öğleden sonra ortak dersimiz olduğu için onlar da üzerlerini değiştirmek için çıkmışlardı. Herkes gidip de evde yalnız kaldığımda önce bir güzel tüm evi toparlamış, ardından duşa girip okul için hazırlanmaya başlamıştım. Kıyafet, çanta, ayakkabı, diğer eşyalar derken her şeyi hazır edip aşağı inmiş ve bir şeyler atıştırmıştım. En son saate bakıp daha çıkmama vakit olduğunu gördüğümde kendime kahve hazırlayıp kanepeye çökmüş ve kitap okumaya dalmıştım. Son kitaptı ve sonuna geliyordum ama hiç bitsin istemiyordum. Öylesine doyuruyordu ki aç ve susuz ruhumu. Ve dahi gönlümü... Okula yaklaştığımda düşüncelerimden sıyrılıp açtığım radyoyu kapattım. Adamın biri yine patlatmıştı acıklı bir ilahi. Ben de duygulanmış ve böyle derin düşüncelere dalmıştım tabi yine. Böyle sık sık dalmamın bir sebebi de aslında Umut idi. Özlemiştim onu ama o hep benden kaçıyordu. Hem de her seferinde yanlış anlayarak! Arabamı otoparka bırakıp indim ama sağımdaki arabadan Ece'nin de indiğini görünce moralim bozulmadı değil. İner inmez itici gülümsesi ile bana bakmaya başladı. Ben sıkıntıyla iç çekerken arabamın etrafından dolaşıp yanıma geldi. "Naber?"dedi hâlâ aynı itici ve küçümseyici gülüşü ile. "Bak! Hiç seninle uğraşamayacağım tamam mı? Yoluna git." "Aa ayıp ediyorsun ama. Ben de seninle dertleşmek için gelmiştim oysa ki. Malum dün gece Umut gelmemiş eve." "Sen nereden biliyorsun bunu!" Allah'ım ne olur, düşündüğüm şey olmasın! "Ee birlikteydik de ondan."dedi sırıtarak. Titreyen sesim ve ellerime aldırış etmeden "Na-nasıl yani? Senin evinde mi kaldı dün gece?"diye sordum. Gözlerim dolmak üzereydi. "Yok. Ama birlikteydik işte. Sen orasını karıştırma da Umut'la aranızın neden bozulduğunu söyle." "Nereden duydun bilmiyorum ama bence nedenini gayet iyi biliyorsun!"dedim yumruklarımı sıkarak. "Evet. Umut ve Güney pek birbirlerini sevmiyorlar."dedi üzülmüş gibi yaparak. "Bir dakika! Tabi ya! Ben de Güney bizim adresimizi nereden biliyor da geldi diye düşünüp duruyordum. Bu işte senin parmağın var değil mi!" Ece tek yanak gülümseyip bir süre yüzümü inceledi. "Basit bir savaş için fazla zayıfsın Mucize. Bence yol yakınken aradan çekil." "Neden yapıyorsun bunu!" "Senin yüzünden okulda adım; Umut bir yobazı Ece'ye değiştiye çıktı. Bunun bir bedeli olmalı değil mi?" "Sen Umut'u sevmiyorsun! Sadece hırslarının kurbanı olmuşsun, farkında değilsin. Bunların hiçbiri sana bir şey kazandırmaz." "Yanlış bebeğim. Kazandıracağı çok şey olacak. Mesela tüm sevdiklerin senden soğuyup uzaklaşacak. Mesela Umut senden ayrılıp yeniden bana dönecek. Sen de bunları izleyecek ve hiçbirine engel olamayacaksın."deyince dayanamayıp üstüne yürüdüm. Nefsim yapış boğazına dese de indirdim elimi. Allah'a sığınıp öfkemi dizginlemeye çalıştım. "Allah dilemediği sürece boş konuşuyorsun diyorum ben de sadece." "Yani ben sonra üzülme diye baştan uyarmaya geldim ama sen kendin kaşınıyorsun. İlla ki bela istiyorum diyorsun. Oysa bunun kolay bir yolu var. Aradan çekileceksin ve eşittir herkes mutlu." "Ben hayatım boyunca hiçbir savaşı hakkımla kazanmadan ya da kaybetmeden geri çekilmedim. Senin bu sözlerin bir sinek vızıltısı gibi geliyor anlayacağın. Elinden geleni ardına koyma. Ben karşı koyamasam da her şeye gücü yeten Allah sana her türlü engel olur. Benim bundan hiç şüphem yok. Şimdi git başka yerde kafa şişir tamam mı güzelim!"deyince kahkaha attı. "Ya çok tatlısın biliyor musun? Çok acıyorum sana ama yapacak bir şey yok. Doğanın kanunu bu. Birileri kazanacak, birileri kaybedecek sonuçta değil mi?" "Evet haklısın. Hak her zaman kazanırken batıl kaybetmeye mahkumdur. Yani öyle çok ümitlenme. Kursağında kalır, boğulursun." "Neyse Mucizeciğim. Sohbetine doyum olmaz ama benim dersim var. Sonra tekrar bu saçma muhasebeleri yaparız tamam mı?" "Her şeyi bu kadar alaya alıyorsun ya, asıl ben sana acıyorum. Ve ne söyleyeceğim biliyor musun?"deyince yine alayla "Hımm?"gibi bir mırıltı çıkardı. "Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi ve onlar iman edenlerle alay ediyorlar. Oysa korkup sakınan müminler, kıyamet gününde onlardan daha üstün olacaklardır. Allah dilediğini hesapsız/sınırsız rızıklandırır. (Bakara-212)." -Bölüm sonu- |
0% |