@m.yaprak_epli
|
İnsan ne kadar rezil olsa da sevdiğinin yüzünde bir parça tebessüm olmaya razı olur bazen. Şu an ben de öyleydim. Umut bir saniyelik gülümsese de bu içimde baharlar esmesine sebep olmuştu. Ama hemen kendini toparlayıp yüzünü benden çevirmesi eski halime döndürmüştü beni. Yani tekrardan bir moral bozukluğu hakim olmuştu suretime. Ben de bakışlarımı çekip bizimkilere döndüm. Güney ve Savaş çay ve atıştırmalıkları getirmişti. Kızlarınkini Savaş bırakırken benimkini Güney bırakmıştı önüme. Teşekkür edince Güney içtenlikle gülümsedi. Güney'i gerçekten çok seviyordum ama arkadaş olarak, insan olarak, kul olarak. Eskisi gibi fazlası yoktu. Çünkü artık Umut vardı. Rabb'imden dileğim Güney'in bu işten üzülmeden en az zararla çıkmasıydı. "Çıkışta bir yerlere mi gitsek çocuklar? Bovling, AVM falan ne dersiniz?" Kafamı kaldırıp Güney'e baktım. Beklentiyle bana bakıyordu. Bu soruyu da bu yüzden sormuş olmalıydı. Çayımdan sıcak bir yudum alıp cevap vermek için ağzımı açıyordum ki; "Mucize gelemez!" Diye bir ses duydum. Az daha boğazıma kaçıyordu çay. Zorlukla yutkunup Umut'a baktım. Bizi mi dinliyordu o? "Siz nereye gitmek istiyorsanız gidin!"diye de ekledi. Masasından yüksek sesle söylenmek yerine buraya gelemez miydi? Sayesinde bütün kantin bize dönmüştü! "Neden gelemezmiş!"diye Güney de ona karşılık verince millet iyice dikkat kesildi. "Çünkü ben öyle istiyorum!"dedi Umut çenesini sıkıp. Allah'ım ne olur kavga çıkmasın ne olur! "Mucize hakkında karar verecek en son kişi bile değilsin!" "En son kişi bile değilsin dediğin insan kocası! Yani bu demek oluyor ki onun hakkında karar verecek ileri kişilerdenim."dedi Umut tek yanak gülümseyip arkasına yaslanarak. Bu gülümse daha çok intikam gülümsemesi gibi bir şey olmuştu ama neyse. Ece de oradaydı ve gayet ciddi bir şekilde olanları izliyordu. "Mucize istemediği sürece bu dediğin sadece kağıt üzerinde geçerli. Başka bir tutulur tarafı yok!" "Ne demek istiyorsun!" "Ne demek istediğimi bence gayet iyi anladın! "Güney lütfen yeter! Kes şunu."dedim en sonunda konuşarak. Susmam hataydı zaten. Umut susmuş bana bakıyordu. Sanırım onu savunmamı ya da tasdik edecek bir iki kelam etmemi bekliyordu ama ona kırgın olduğum için bu sefer yüzüne dahi bakmadım. Sonra da çayımı ve kendi atıştırmalığımı alıp ayağa kalktım. "Ben sınıfa gidiyorum. İsteyen gelsin."der demez ilk kalkan Güney oldu tabi ki. Bizimkiler de hemen arkamızdan geldi. Umut'ların masası kapıya yakın olduğu için biz çıkana kadar öyle bir göz hapsine almıştı ki elimdeki çay titreyip durmuş, az daha dökecek raddeye gelmiştim. Her zamanki kızgın bakışları benim üzerimdeydi. Biraz daha tutmasa kendini, kalkıp Güney'i boğazlayacaktı. O derece! Sonunda sınıfa geldiğimizde rahat bir nefes verdim. Hoca gelene kadar hiçbirimiz konuşmadık zaten. Şu ders bitsin, bir an önce eve gitmek istiyordum. Ne çok benimsemiştim o evi ama. Umut'la olan evimizi... Hoca geldiğinde direkt oturup slaytı açmaya çalışırken Sümeyye "Allah'ım o neydi öyle ya? Umut'un gözlerinden ateş fışkırıyordu resmen. Güney bir yere gidelim deyince bir bakışı vardı kızlar, sanırım onu sadece ben gördüm."dedi. Bunun üzerine Hatice de ekleme yaptı. "Kızım bizim masadan hiç gözünü ayırmadı ki. Sürekli diken üstünde bekliyordu zaten. Patlayacak yer arıyordu dün akşamdan beri." Hocanın derse başlamasıyla benim birşey söylememe fırsat kalmamıştı. Bakalım Umut aklımdayken dersi ne kadar dinleyecektim? Allah bilir... *** Bir ders gününün daha sonuna gelmiştik ve sonuçta herkes evlerine dağılırken ben de otoparktaki arabama gittim. Binmeden önce etrafa iyice bir göz gezdirdim ama hiçbir yerde ne Umut'u ne de onun arkadaşlarından birini görememiştim. Güney okul çıkışında bir yerlere gitmemiz için yine çok ısrar etse de Savaş'tan onu ikna etmesi için rica buyurdum. O da bugünü erkek erkeğe geçirelim deyip benim yüzümden morali bozuk Güney'i alıp götürmüştü. Arkalarından çok dua etmiştim ama. Savaş'a Allah razı olsunlar sıralarken Güney'e yardımcı olması için Rabb'imden niyazda bulunmuştum. Ve sonuç olarak huzur bulduğum, her zerresi ben koktuğum, kısa sürede alıştığım arabamın içindeydim. İlk baş sahile gidip biraz yürüyüş yapma fikri cazip gelse de hem bedenen hem de mental olarak yorulduğum için direkt eve sürdüm. Lakin daha okuldan uzaklaşamadan araba arıza çıkartmaya başladı. Korkmuştum. Böyle sürmekle eve varamayacağımı anlayınca yakınlardaki bir oto tamircisine park ettim arabayı. Oradaki amca bakım zamanı gelmiş deyince rahatladım. Yarına hallolurmuş sorun. Ben de başka bir şey sanmıştım. Ayrıca buraya gelene kadar kaza yapacağım diye ödüm kopmuştu. Tamirci amca ile araba hakkında gerekenleri konuştuktan sonra oradan bir taksiye binip evin yolunu tuttum. Aslında otobüsle gidecektim ama otobüs durağı benim çok uzağımda kalmıştı ve ben ulaşana kadar hava kararmaya başlamıştı bile. Akşam olduğunda mutlak evde olmak isterdim, dışarıda değil! Bu beni tedirgin ederdi. Aslında yalnız başıma taksiye binme fikri de tedirgin etmişti ama yarı yola girmeden durakta, elinde poşetlerle bekleyen bir kadını görünce taksiciden rica ederek kadını da bindirmiştik arabaya. Kadın taksiye verecek o kadar çok paranın üzerinde olmadığını söyleyince benden olduğunu söylemiştim. Taksiciyle hem dinim istediği hem de korktuğum için yalnız kalmak istememiştim ama sonuçta bir insana yardım ederekten de sevap kazanmıştım hamdolsunki. Hava iyice karardığında anca eve varabilirmiştim. Kapıyı açtığımda karşımda burnundan soluyan, ateş saçan gözlerini dikmiş bir adet Umut'u görmeyi açıkçası beklemiyordum. Bir gittiğinde uzun bir süre gelmediği için şaşırmıştım evde olmasına. "Neredesin sen! Lanet olası telefonunu neden açmıyorsun!"diye birden üzerime bağırınca korkudan sırtımı kapıya yaslamış buldum. O da durmayıp üzerime yürüdü. Kalbim deli gibi çarparken açıklama yapmak için ağzımı açıyordum ki kollarımdan çekip sarılınca şaşkınlıktan dilimi yuttuğumu hissettim bir an. "Sana bir şey olduğunu sanıp burada kafayı yedim..."diye fısıldadı ve burnunu eşarbıma gömüp derin derin nefes aldı. Sonra ne olduysa kendine gelip bıraktı beni. "Neredeydin!"dedi sessiz ama sert sesiyle. Yakın ama tehlikeli duruyordu. Cevap vermeme fırsat tanımadan kendisi devam etti yine. "Dur ben tahmin edeyim! Okul çıkışında sevgili arkadaşlarınla gezmelere gittin değil mi? O kadar eğlendiniz ki saatin farkına varamadın. Telefonuna bakmak aklına dahi gelmedi değil mi!" Biraz gözlerimde gezindikten sonra bu sefer fısıltıyla devam etti. "Ben de burada sana bir şey oldu diye kendi kendimi yedim ama hanımefendi gezmelere, tozmalara gitsin. Sana da bu yakışırdı Mucize hanım! Bravo! Böyle devam et! Hah! Güya bir de beni seviyormuş!.."diye kendi kendine söylenip yukarıya çıktı. Ben mi? Ben sanırsam hâlâ sarılmasının etkisinde olduğum için ona cevap vermek şöyle dursun, kıpırdayamamıştım bile. Bu ne yazık ki yine beni yanlış anlamasına neden olmuştu. Kafamı silkeleyip önce üzerimdekileri çıkarıp vestiyere astım. Sonra durup şöyle bir düşündüm. Şimdi ne yapmalıydım? *** Günler sonra hava biraz olsun düzelebilmişti. Genelde soğuk geçen günlerin ardından bugün yüzüme gülümseyen güneş ile bahar gelmiş gibi içimde tatlı bir mutluluk kol geziyordu. Uzun zaman sonra bir ilki yapıp otobüs durağına yürüdüm. Yurtta iken Sümeyye ile okula hep otobüsle giderdik. Arabam tamirdeydi maalesef. Umut'un beni okula bırakabileceğini düşünmüştüm ama sabah namazına uyandığımda onu odasında bulamadım. Yine! Bu çocuğu eve bağlamak için ne yapmam gerekiyordu, artık hiç bilmiyordum. Dakika bir ortadan yok oluyordu ve ben buna yetişemiyordum. Dün akşam yaşanılanlardan sonra bir araya gelip de bir kelam da etmemiştik. Ben de sinirli olduğu için yanına gidip de beni yanlış anladın diyemedim. Ki o sinirle beni dinleyemeyeceğini çok iyi biliyordum. Onu tanıyordum. Ama sonra aklıma bu sabah kızlarla konuştuğum konu geldi. Belki işe yarar diye onun odasının önünde yüksek sesle telefonda biriyle konuşuyormuş gibi yaptım. Umut sinirle kapıyı açtığında tam bir şey söylüyordu ki bir anda telefonum çalmasın mı? Rezil oldum!!! Umut'un planımı anlaması yetmiyormuş gibi gülme krizine girmesi beni o kadar utandırmıştı ki daha fazla rezil olmamak için odama kaçmıştım. Bu işi beceremeyeceğim çok açıktı zaten. Her şeyi yüzüme gözüme bulaştırmıştım yine! Sonra yorgun olduğum için de direkt yatmış ve sabahı böyle etmiştim. Otobüs durağına biraz yürüme mesafesi vardı. Ben de yürümeyi tercih ettim ve cihanın sesini dinlemek için kafamda ne varsa boşalttım. Evlendiğimden beri ilk defa bugün bu kadar yorulduğumu hissediyordum. Hocalarımızdan ünlü bir profesör hep şöyle derdi. "Eğer bir gün her şeyden yorulduğunuzu hissederseniz kâinatı dinlemek üzere bir yürüyüşe çıkın. Kendinizi, insanları ve tüm sıkıntılarınızı bir 10-15 dakikalığına unutun gitsin. Onun yerine kuşların cıvıltılarını, yaprak hışırtılarını, suyun akışını, rüzgarın sesini, kısacası cihanı dinleyin. Emin olun yaratılmış her şey bir mesaj taşır beraberinde. O mesajı almak herkesin harcı olmadığı gibi herkesin nasibi de değildir. Bu yüzden insanları dinlemek yerine cihanı dinlemeye daha fazla vakit ayırın. Farkı siz de göreceksiniz..." Evet. Farkı şu an ben de görüyordum. Mesela cihanı dinledikçe 'ne kadar güzel' yerine 'ne kadar güzel yaratılmış' demeye başladım. Çünkü cihanı dinledikçe insan, farkında değildi ama aslında Rabb'iyle konuşurdu. Dinledikçe konuşurdu insan ve dinledikçe konuşmak lazım gelirdi. Cihanı dinlemeye o kadar kaptırmıştım ki kendimi, durağa geldiğimi fark edemedim. Otobüs çok bekletmeden geldi. Zaten sabahtan dersimiz yoktu. Sadece arabamın durumunu öğrenmek için erkenden gitmeyi tercih etmiştim. Ders saatimiz haftanın bu günlerinde 10.30'da başlardı genellikle. Otobüs birkaç durak ilerleyip tamirci amcanın dükkanın oraya yaklaşınca indim. Selam verip tamirci amcaya arabanın durumunu sordum. "İkindi vakti gel, al."dedi. Ben de tekrar otobüse bindim ve bu sefer okulun yolunu tuttum. Erken geldiğim için ilk başta ne yapacağımı, nereye gideceğimi bilemesem de sonra aklıma iki yer geldi. Eğer bir ortamdan rahatsız olursam veya kendimi iyi hissetmezsem gideceğim iki mekan vardı. Ya mescid ya da kütüphane... Yanımda okuma kitabım olduğuna göre kütüphaneye gitmeme pek gerek yoktu, mescide gidebilirdim. Orada Kur'an-ı Kerim okuyarak vakit geçirebilirdim. Gökyüzünde güneş olsa da hava soğuktu, dışarıda duramazdım. Derslikler de dolu olduğuna göre en iyi yer mesciddi. Bugün bir cüz okuyarak ancak ders saatini ederdim zaten. *** Bugün okulda Umut'u göremediğim gibi Güney de gelmemişti. Savaş'ın dediğine göre ailesiyle bir iş yemeğine gitmesi gerekiyormuş. Güney hiç gitmek istememiş, üstüne bir de direnmiş ama ailesini ikna etmek nafile! Hem gündüz vakti ne iş yemeği? Onu da anlayamamıştım ya neyse. Hatice'nin evi ve Sümeyye'nin yurdu tamircinin dükkanına ters düştüğü için onlar başka otobüse ben başka otobüse binmiştim. Arabamın durumunu onlara söylemeyi unutmuştum nedense. Zihnimde o kadar çok şey barınıyordu ki aklıma gelmemişti söylemek. Sonunda tamirci amca arabamın düzeldiğini söylemiş, ben de ücretini ödeyip mutlu bir şekilde oradan ayrılarak eve doğru sürmeye başlamıştım. Meğer ne çok özlemişim keratayı. Arabamı yani. Radyodan ilahi veya sohbet ararken ileride, yolda arama olduğunu gördüm. Polis memurlarından oluşan birkaç kişi sırayla geçen arabaları denetliyorlardı. Ben de yaklaştığımda arabayı durdurdum. "Ehliyet, ruhsat lütfen?"diyen polis beye "Tabi."deyip gerekli belgeleri çıkarırken arabamı ve beni incelediler tuhaf bir şekilde. "Buyurun?"diye belgeleri uzattığımda alıp "Sizi biraz dışarıya alabilir miyiz lütfen?"dedi. "Olur da bir sorun mu var memur bey?"deyip aklım karışmış bir şekilde indim arabadan. "Bu araba sizin mi?"dedi içlerinden biri. "Evet?" Cevap vermediler ve verdiğim belgeleri incelemeye başladılar. Sanırım kimliğimi inceliyorlardı. Ne dönüyordu bilmiyorum ama korkuyordum. Umut'un yanımda olmasını ne çok isterdim. "Sizi göz altına alıyoruz." "Ne!" Şaka mıydı bu! Ne göz altına alması! Durup dururken nereden çıkmıştı bu böyle! "Nedenmiş o?" "Masum bir vatandaşa çarpmaktan aranıyorsunuz." "Kim, ben mi?"diye aynı şaşkınlıkla sordum. "Bakın bir yanlış anlaşılma olmuş olmalı. Ben kimseye çarpmadım. Üstelik arabam tamirdeydi. Az önce teslim aldım." " *** plakalı araç sizin değil mi?" "Evet?" "Mobese kameraları tarafından görüntülenenler oldukça açık. Dün akşam 8 sularında aşırı hız kullanmanız sebebiyle kırmızı ışıktan geçmenizin yanında bir de kazaya sebebiyet verdiniz. Ekrana yakalanan siz ve sizin arabanız hanımefendi. İtirazlarınızı merkezde yaparsınız. Şimdi bizimle gelmeniz gerekiyor." "Ne! Ama ben dün akşam evdeydim. Gerçekten! Doğruyu söylüyorum." Baktım beni dinlemiyorlar ben de "Kime çarpmışım, söyler misiniz lütfen?"diye sordum. Adam elindeki kağıtlara baktı ve öyle cevap verdi. "Sadık Tekinoğlu." -Bölüm sonu- |
0% |