@m.yaprak_epli
|
Şoktan çıktığımda kısa sürede Umut'tan uzaklaşıp yüzüne tokadı basmıştım. Onun başı yana düşerken ben sinirden burnumdan soluyordum. Ellerim yumruk haline gelmiş, ateş saçan gözlerim onun üzerindeydi. Nasıl böyle bir şey yapabilmişti! Nasıl beni zorla öpmeye cüret ederdi! Tamam, belki nikâhlı kocamdı ama boşanma sürecinde bunu yapması tamamen benim duygularımı sabote etmek istemesinden sebepti. Başka hiçbir açıklaması yoktu bunun. Yoksa beni öpmeye meraklı olmadığına adım gibi emindim. "Bir insan, bir insanın gözünde daha ne kadar küçülebilir ki!"diye öfkeyle konuştuğumda yüzü tekrar bana dönmüştü. Kaşları çatılmıştı. Ona tokat attığım için sinirlenmiş olmalıydı. "Seni seviyorum diyorum, inanmıyorsun. Seni öpmek istediğimi, dokunmak istediğimi söylüyor ve uygulamaya koyuyorum, ona da inanmıyorsun. Ben sadece evliliğimi kurtarmanın peşindeyim Mucize. Ve bunun için de her şeyi göze alırım."deyip kararlı gözlerini gözlerime dikti. "Ölümü bile..." Son cümlesi ile kanım dondu adeta ama Allah'tan çok belli etmedim. "Bu evlilik yürümüyor Umut! Neden anlamak istemiyorsun! Devam etmek ikimize de zarar verecek. Bırak, ikimiz de yolumuzu çizelim. Ayrı ayrı..."deyip aynı kararlılıkla cevap versem de onun da benim de geri adım atmaya niyetimiz yoktu. "Bu kadar basit bir şeyi ölüme kadar getirmek saçmalıktan başka bir şey değil. Kendine gel ve sana yakışanı yap. Gerçek bir insan gibi yoluna devam et." "Benim yolum seninle başladı. Eğer sen yolunu ayırırsan da benim için o yol bitmiştir artık. Devam edemem hiçbir şeye, hayata. Ölüm benim için daha sevimli olur. Benim seçimim de bu. Herkesin farklı tercihleri var işte gülüm, yapacak bir şey yok." "Sen sadece duygu sömürüsü yapıp benim vicdanımla oynamaya çalışıyorsun! Ne olacaktı sanıyorsun? Sen beni kendini öldürmekle tehdit edeceksin, duygu sömürüsü yapacaksın, ben de vicdana gelip aman Umut beyimizin bir yeri incinmesin deyip senin kollarına atlayacağım. Bunu mu bekliyorsun?" Umut acı bir şekilde güldü. "Güzel taktikmiş."dedikten sonra donuk bakışlarını üzerime kilitledi. "Ama ben böyle bir şey yapmam. Annemden ayrıldıktan sonra hayata küstüm. Anneme benzetip sevdiğim kadını da kaybedersem benim için yaşamanın pek bir anlamı olmayacak. Yaşayan ölü gibi düşün. Her gün dua ederim Allah'a. Bir an önce canımı alması için. Senden sonra benim için en büyük ödül bu olur." "Kes şunu Umut!"diye istemsizce bağırdım. Sinirden gözlerim dolmuştu. Umut ise donuk bakışlarla bakmaya devam ediyordu. "Ne oldu, ağır mı geldi? Eğer bu kadar kolay boşanmaktan söz ediyorsan ölümümle de bu kadar ilgilenme Mucize. Seninle birlikte ne kadar zor olsa da hayata tutunmuştum bir şekilde. Senden sonra tutunacak bir dalım olmayacağına göre bence çözümüm gayet mantıklı." "Bana duygusal baskı yapma Umut. Ayrıca ne demek tutunacak bir dalım yok? Allah var Allah!" Daha fazla konuşacak gücü bulamamıştım kendimde. Bu yüzden söylemek istediklerimi yutup susmuştum. Bunun üzerine Umut bunu fırsat bilip usul usul yaklaştı bana. Aramıza çok az mesafe bırakarak gözlerimin en derinine baktı. "Çok fazla hata yaptım, seni çok kırdım, çok incittim, hepsini biliyorum ama ne olur, izin ver, hepsini düzelteyim. Hatalarımı telafi edeyim. Tüm kırıkları onarayım. Yeter ki acele karar verme. Yoksa çok pişman olursun Mucize. Neden biliyor musun? Çünkü hâlâ bana aşıksın. İleride ayrıldığımız için çok acı çekeceksin. Şimdi fırsatımız varken kaldıralım üzerimizdeki tüm enkazları." Benim cevap vermediğini görünce gözlerinde oluşan umutla devam etti. "Senin hiçbir şey yapmana gerek yok. Her şeyi ben yapacağım. Tüm sorumluluk bende. Sanki yeni tanışıyormuşuz gibi başlayalım. Sıfırdan yani." Heyecanı sesine yansımıştı. Bu konuşmadan sonra benim ikna olacağımı sanıyordu herhalde. "Bak, o zamanlar seni sevmediğimi zannediyordum, kafam çok karışıktı. Annemin ölümünden sonra Su'yun dibinde yaşayan taş gibiydim. Sen sevgini kalbime nakşettikçe yavaş yavaş Su'yun yüzeyine çıkmaya başladım. Ama sancılar çekerek. O sancılar canımı yaktığı için senin de canını yaktım Mucize. İnan, hiçbirini bilinçli yapmadım. Sadece araftaydım, bilinmezlikler içinde kaybolmuştum. Karanlıklar içinde yolumu bulmaya çalışırken senin verdiğin ışıkla yolumu bulmaya çalıştım ama yol hep dikenli, hep engebeli idi. O yolu bitirine kadar sana da, kendime de çok zarar verdim. İnsan karanlıktan bir anda ışığa çıkınca gözleri kamaşır, etrafını doğru göremez ve karanlığa alışan insan, aydınlığa çıkınca Su'dan çıkmış balığa döner tabiri caizse. Ben de tam olarak bunu yaşadım. Ama sonunda bitti bu sancı. Bak, yeni bir Umut doğdu dünyaya. Bunu sen başardın bir tanem."deyip elimi aldı ve yanağına yasladı. "Şimdi de o umudun üstesinden geçip tekrar mı Su'yun dibine gömeceksin, tekrar mı karanlığa hapsedeceksin? Yalvarırım, bunu yapma bize. Biz çok güzeliz be Mucize'm. Kıyma bize ne olur. Ben bilmeden yaptım. Sen bilerek yapma. Bu kararının kimseye bir yararı yok. Aksine herkes çok üzülecek. En çok da sen ve ben. Değer mi bunca acıya? Düzeltme fırsatımız varken değer mi bunca kaosa? Sadece senden ikinci bir şans istiyorum. Bana hemen geri dön, evliliğimize devam edelim demiyorum. Yalnızca ikinci bir şans..." Öfkeyle elimi yüzünden çektim. "Bitti mi?" "Ne?"dedi hayalkırıklığı ile yüzüme bakarak. "Bitti mi sıkıcı konferans vari konuşman?" "Ne dersem diyeyim senin için bir anlamı olmayacak değil mi?" Sesi değişmişti. Bir dakikada önümde yüz sene yaşlanmış gibi yorgun bir hale bürünmüştü. "Aynen öyle. Bunu anladığın iyi oldu. Benim sana verecek ikinci şanslarım tükendi, bitti haberin yok. Mahkeme günü gelene kadar Allah'a emanet ol."dedim, tam arkamı dönüyordum ki Umut'un cümlesi ile sarsıldım. "İnşaAllah o gün gelmeden ölürüm..." *** O günün üzerinden tam bir hafta geçmişti. Bu süre içerisinde Umut'u hiç görmemiştim. Kızlara da pek bir şey anlatmamıştım. İçimden gelmiyordu anlatmak. Sınavlara çalışmak, girip çıkmak ve ibadet etmek dışında pek bir aktivitem yoktu. İnsaniyet namına tüm sosyal faaliyetlerim durmuş gibiydi. Kendimi hiç olmadığı kadar yorgun ve yaşam sevinci tükenmiş hissediyordum. Haliyle de eski neşeli halimi özlemiyor değildim. Neşeliyken kafam daha rahattı sanki. Şimdi tüm Dünya'nın yükü benim omuzlarıma binmiş gibi hissediyordum. Yemek yemek, içmek, uyumak daha doğrusu hiçbir yaşam faaliyeti bana keyif vermiyordu. Sürekli düşünüyordum. Sadece düşünüyordum. Umut'un söyledikleri zihnime kilitlenmiş gibiydi. Kafamı karıştırmayı başarmıştı sonunda. Bu yüzden mahkemeye kadar onunla muhatap olmak istememiştim. Bir şekilde beni dolduracağını biliyordum çünkü. Onu çok iyi tanıyordum. Eğer düşüncelerime çomak sokarsa kararımı yeniden düşüneceğimi biliyordu. Ve şu an bunu düşünüyordum ne yazık ki. Umut haklı mıydı peki? Yanlış bir karar mı veriyordum? Boşandıktan sonra şimdiki halimden daha mı çok üzülecektim? Her şey mahvolur muydu gerçekten dediği gibi? Aklım darmadağındı. Bunları bir kenara bırakırsam eğer bir de söz ettiği ölüm bahsi vardı. Kimsenin benim yüzümden ölmesini istemiyordum. Ölene kadar vicdan azabı çekerdim. Buna izin verecek miydim? Peki ya onu hâlâ seviyor muydum, aşık mıydım hâlâ? Boşandıktan sonra biter bu aşk diye düşündüm hep. Ya bitmezse? Bu ihtimal beni ürkütüyordu. Eğer ondan onu sevdiğim halde boşanırsam ve pişman olursam bunun geri dönüşü olmayacağını çok iyi biliyordum. Bu yüzden kafam bu kadar bulanık ya. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Ama onunla devam da etmek istemiyordum. Ne yana dönsem ihtimaller elimde kalıyordu. Ben boğulmayayım da kim boğulsun? Haftasonunu fırsat bilip şu düşüncelerimden kaçarım diye ümit edip sahile, yürüyüşe çıkmıştım ama nafile. Düşünceler zihnimi istila etmiş durumda ve ben hâlâ bir çözüm bulmuş değildim. Derin bir nefes alırken yüzümü yalayıp geçen rüzgarla hafifçe üşümüştüm ama bu serinlik az da olsa ferahlatmıştı. Birkaç dakika sonra ezan da okununca yüzümü kıbleye dönüp Rabb'imin bana yol göstermesi için dua etmiştim. Ezan bitince de bana en yakın camiye geçip cemaate katılmıştım. Tabi kadınlar tarafında. Huzurlu bir namazın ardından yanıma çarşaflı, genç bir kız yaklaşıp selam verdi. Selamını alınca yanıma oturdu. "Caminin hemen ilerisindeki hanımlara özel bir yerimiz var. Sohbet verilecek. Katılmak ister misiniz? Çok sıkıntılı görünüyorsunuz. Belki de derdinizin dermanının formülünü bulmaya vesile olur bu sohbet sizin için." İstemsizce gülümsedim. "Çok isterim." Kız da gülümsedi. "O halde bizi takip edin lütfen." Çok güzel gözleri vardı. Erkek olsam bu kıza talip olurdum kesin. Hem imanı hem de yüzü nurluydu. Daha ne ister mümin bir erkek? İsmini de öğrenmiştim. Ravza idi ismi. Tam kendisine yakışır bir isim. Özenmiştim doğrusu ona. Tek derdi Allah'ın rızasıydı. Bir de kendime bakıyorum. Dünyalık dertlerim dünya kadar büyümüş, manevi dertlere bile yönelemiyordum. Ravza'nın bahsettiği yere gidene kadar epey konuşmuş ve tanışmıştık. Bu kadar kısa bir tanışma içerisinde bana bunları düşündürecek izlenimi verdiyse, Allah bilir arkadaş olsak ona hayran kesilirdim kesin. Gözlerim dolmuştu. Ben de tamamen Allah'ın rızasını derdim yapmak istiyordum. Ravza ve arkadaşları Kudüs davası için bile bir sürü büyük çalışma yapıyormuş. Ben niye bu güzelliklerden uzaktım? Bir de orada burada hayalim şehit olmak diye övünürüm. Bu hayal için ne yapıyorum peki? Koca bir hiç. Anca oturup Umut'la ne yapacağımı düşüneyim! Aferin Mucize, böyle devam et! Hanımlara özel sohbetlerin verildiği yere geldiğimizde bizi küçük bir konferans salonuna almışlardı. Bir sürü hanım gelmişti. Ravza beni ve arkadaşlarını öne oturtmuştu. Oturur oturmaz çantalarından defter kalem çıkardıklarını görünce ben de hemen çıkarmıştım. Sohbetin bereketinden faydalanmak için not alacaklardı. Bayılmıştım bu insanlara. Kendimi burada o kadar huzurlu hissediyordum ki dışarıdaki dünyaya hiç çıkmamayı diledim bir an. Hatice ve Sümeyye'yi de mutlaka buraya getirmeliydim. Buraya alışınca bir daha çıkmazdık. Sonunda sohbeti verecek hanım gelmiş, birkaç kitabı masaya bıraktıktan sonra gülümseyerek bize dönmüştü ve selam vermişti. Ben de bu arada kadını inceliyordum. Toz pembe geniş bir elbise giymiş, kafasında da aynı pembenin bir koyusu ve üstünde çiçeklerin bulunduğu uzun bir başörtü takmıştı. Bembeyaz bir teni vardı. Simsiyah gözleri, uzun-gür kirpikleri vardı. Gözlerinin akı öylesine berraktı ki gözbebeklerinin koyuluğu daha bir göze çarpıyordu. Hafif tombik ve pembemsi yanakları, ayrıca gamzeleri de vardı. Dudakları ince, küçük ve pespembeydi. Boyu uzundu ve zayıftı da. Bir insanda pembe rengi ancak bu kadar zarif durabilirdi herhalde. Kadın baştan aşağı çok güzeldi ve oldukça genç olmasına rağmen sohbet verecek olgunluğa erişmişti. Yine özenmiştim. Üstelik kadınlar arasında olsa da yine de tesettürüne özen göstermesi de gözümden kaçmamıştı. Bütün dikkatim ondaydı. Ben onu incelemeyi bitirirken o çoktan sohbete başlamıştı bile. Konunun "Kader" olduğunu belirtmişti ilk baş. Ancak daha konuya giremeden arkadan bir kız elini kaldırıp soru sorma ihtiyacı duymuştu. "Hocam kusura bakmayın bölüyorum ama bence soracağım soru vereceğiniz sohbetin temeli niteliğindedir. İzin verirseniz sorabilir miyim?" Sohbet verecek kadın merakla gözlerini kısmıştı. Bu onu daha bir güzel göstermişti. Şu salondaki herkes çok güzeldi aslında ama ben bu kadar güzelin bir arada olmasına nedense şaşırmıştım. "Tabi, buyurun." Kız elindeki kağıda bakaraktan sordu sorusunu. "Hocam Kur'an-ı Kerim, Bakara-177, Bakara-284/285 ve Nisa-136. Ayetlerde iman esaslarından 5 tanesini sayarken neden kadere imanı saymaz?" Sonra hemen başka bir kız söz aldı. "Evet hocam. Kur'an'ın açıkça saymaması, kadere imanın sonradan iman esaslarına eklenmiştir iddiasını güçlendirmez mi?" Ardından başka bir el kaldırıp konuştu. "Arkadaşlara katılıyorum hocam. Bu kader konusunu çok araştırdım, özellikle de Kur'an'ın bu konuda ne dediğine bakarak ayetleri inceledim ve şunu fark ettim. Ayetlerin hiçbiri kadere imandan açıkça söz etmez. 'Takdir, ölçü, miktar, yasa, kanun vesaire.' şeklinde geçiyor ayetlerde. Ben bulamadım ama belki siz bulmuşsunuzdur diye soruyorum. Kur'an'da kadere imanı açıkça söyleyen ayetler var mıdır?" Bunlar oldukça zor ve iddialı sorulardı. Hocanın nasıl cevaplayacağını merak ettiğim için gözlerim hemen ona dönmüştü. Fakat o başını hafifçe eğmiş, sadece tebessüm ediyordu. "Arkadaşlarımız çok güzel sorular sordular. Sizin de merakınızı celbetti ki hemen bahsettikleri ayetlere baktınız telefonlarınızdan. Öncelikle bunun için biraz zaman verelim. Herkes telefonundan ayetleri incelesin bakalım."dedikten sonra yine başka bir kız konuştu. "Hocam arkadaşlarımız ayetleri tekrarlayabilir mi acaba?"deyince ilk soru soran kız ayetleri yeniden dile getirdi. Ben de herkes gibi hemen telefona sarılmıştım ayetlere bakmak için. "Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz erdemlilik değildir. Asıl erdemli kişi Allah'a, âhiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlere iman eden; sevdiği maldan yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, yardım isteyenlere ve özgürlüğünü kaybetmiş olanlara harcayan; namazı kılıp zekâtı verendir. Böyleleri anlaşma yaptıklarında sözlerini tutarlar; darlıkta, hastalıkta ve savaş zamanında sabrederler. İşte doğru olanlar bunlardır ve işte takvâ sahipleri bunlardır. (Bakara-177) Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir. İçinizdekini açığa vursanız da gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder; Allah her şeye kādirdir. (Bakara-284) Allah'ın elçisi ve müminler, rabbinden ona indirilene iman ettiler. Her biri Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandılar. "O'nun elçileri arasında ayırım yapmayız" ve "İşittik, itaat ettik, bağışlamanı dileriz rabbimiz, gidiş sanadır" dediler. (Bakara-285) Ey iman edenler! Allah'a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve âhiret gününü inkâr eden kimse iyice sapıtmıştır. (Nisa-136)" Geçerli süre geçtikten sonra hoca yeniden konuştu. "Sanırım herkes ayetleri incelemiştir artık. Söyleyin bakalım iman esaslarından kaç tanesini saymıştır ayetler?" Karışık olarak "Beş."cevabını verdik hepimiz. "Peki, o zaman şöyle bir soru sorayım kardeşlerim." Herkes pür dikkat hocaya odaklanmıştı. Belli ki hepimiz bu konuyu nasıl izah edeceğini epey merak etmiştik. "Müslümanların gerçekten müslüman olabilmesi için Kur'an'ı Kerim'in hepsine, bahsettiği her şeye iman etmek şarttır. Değil mi hanımlar?" Herkes bunu onayladı. "O zaman ilk soruyu soran hanım kardeşim ayağa kalkabilir mi lütfen?" İlk soruyu soran kız elinde kağıt kalemle ayağa kalktı hemen. "İsminizi bahşedebilir misiniz lütfen?" "Adım Rabia hocam." "Rabia kardeşim, Hadid suresi, 22. ve 23. Ayetlerini açıp seslice bize okuyabilir misin?" "Elbette hocam. Bir dakikanızı rica edeceğim."dedi ve telefonunu açtı. Sonra da ayetleri okumaya başladı. "Yeryüzünde vuku bulan veya başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce bir kitapta yazılı olmasın. Kuşkusuz bu Allah'a göre kolaydır. (Hadid-22) Kaybettiklerinize üzülmeyesiniz ve O'nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye (böyle yapmıştır). Allah kendini beğenen, böbürlenen hiç kimseyi sevmez. (Hadid-23)" "Teşekkür ederiz Rabia kardeşim. Şimdi ikinci soruyu soran kardeşimiz ayağa kalkıp ismini söyleyebilir mi lütfen?"diyen hocayla birlikte o kız da kalkmış ve isminin Asiye olduğunu söylemişti. "Asiye kardeşim, Rabia kardeşimin okuduğu ayetlerin konusu nedir sence? Neyden bahsediyor olabilir?" "Kaderden mi hocam?" "Kesinlikle. Kur'an'da bahsedilen her şeye iman etmemiz gerekiyorsa, o halde Kur'an'da özellikle 'kadere iman'diye bir ayet mi olması gerekiyor? Bu ayetler tek başına bile kadere imanın açıkça bir göstergesi değil midir?" Ayağa kalkan iki kız da "Haklısınız hocam."dedikten sonra hoca onlara teşekkür edip yerlerine oturtmuştu. "Şimdi de rica etsem üçüncü soruyu soran kardeşimiz ayağa kalkar ve ismini söyleyebilirse çok sevinirim."dedi gülümseyerek. O kız da ayağa kalkmış ve isminin Meryem olduğunu söylemişti. "Meryem kardeşim, ayetleri incelediğini ve hiçbirinin açıkça kadere imandan söz etmediğini söylemiştin değil mi? Takdir, ölçü, miktar, yasa, kanun gibi kelimelerle tanımlandığını söyledin. Yanlış mıyım?" "Yok hocam. Aynen dediğiniz gibi." "İncelediğin ayetlerin tefsirine bakmış mıydın peki?" "Hayır hocam. Sadece meallerine baktım." "Bu yüzden göremedin desene. Hiçbir meal açıkça Kur'an'ın ne dediğini açıklamaz. Meal biraz daha sığ bir açıklamadır. Kur'an-ı Kerim'in dili biliyorsunuz ki Arapçadır. Arapça bir kelimenin yüzlerce anlamı olabileceğinden Kur'an-ı Kerim'i sadece mealden okumak yanlış olur kardeşlerim. Tefsirler bunun için vardır. Bir sürü farklı görüşü okuyarak Kur'an'ın bir cümlesinin ne demek istediğini öğrenmeye çalışırız. Meryem kardeşim kadere imanı açıkça söyleyen ayetlerin olup olmadığını sormuştu. Elbette vardır. 30'u aşkın ayet vardır hem de. Not alınız lütfen. Sırayla ayetleri açıklayacağım ancak lütfen meallerinin yanında tefsirlerine de bakınız. Ahzab-38, En'am-59, Enfal-42, Kamer-49, Kamer-52, Furkan-1/2, Hadid-22, Tevbe-51, Teğabün-11, İnsan-30." Hepsini defterime yazdıktan sonra hocaya baktım. Bizi bekliyordu yazmamız için. Sonra derin bir nefes alıp tekrar söze girdi. "Bu güzel sorular için kardeşlerime çok teşekkür ediyorum ama bu konuda Efendimiz (SAV)'in bir hadisini dile getirmeyi kendime borç bilirim."dedi ve önünde ne zaman açtığını bilmediğim bir sayfayı okumaya başladı. Hz. Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Biz kader hususunda münakaşa ederken Rasulullah (SAV) çıkageldi. Öylesine kızdı ki, öfkenin hasıl ettiği kızıllıktan, yüzünde sanki nar taneleri ortaya çıkmıştı. Bize şöyle çıkıştı. "Bununla mı emredildiniz, yoksa ben size bunun için mi gönderildim? Bilin ki, sizden öncekileri, dini meselelerdeki münakaşalarının çokluğu ve peygamberleri hakkında düştükleri ihtilafları helak etmiştir." Hoca bunu okur okumaz yine bir itiraz sesi yükseldi. "Ama hocam Kur'an'da çoğu ayette 'Düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz?'der. O halde sorgulamak niye yanlış olsun ki?" "O zaman Kur'an ile hadis çelişiyor mu demek istiyorsun?"diye sordu hoca. İtiraz eden kızın kafası karıştığı için bir şey diyememişti. Bunun üzerine hoca tebessüm edip tekrar konuştu. "Haşa, elbette Kur'an ile hadis çelişmez. Bizlerin sorunu da bu işte. Görünen yüzüne aldanıp arkasındaki hikmeti göremiyoruz. Öncelikle bu bahsettiğimiz ayet ve hadisler ne demek istiyor, onu anlamalıyız kardeşlerim."dedi ve itiraz eden kıza adını sordu. Kız, Derya deyince hoca konuşmaya devam etti. "Bahsettiğin ayetler tam olarak neyden söz ediyor, bir fikrin var mı Derya kardeşim?" "Sorgulamamızı isteyen ayetler değil mi hocam?" "Evet, öyle ama neyi sorgulamamız gerekiyor? Şu muhteşem kâinatı kimin yarattığını ve hayatı kimin devam ettirdiğini mi yoksa dinimizi mi sorgulamamız gerekiyor?"deyince Derya denilen kız düşüncelere dalmıştı. "Madem biz bu kainatın yaratıcısının Allah olduğuna ve bizim için beğendiği dinin islam olduğuna iman ettik, o halde az önce okuduğum hadiste Efendimiz (SAV)'in uyarısı çok yerinde olmaz mı? Gayrimüslim ya da ateist biri İslam'ı sorgulasa anlarım ama müslümanların sorgulaması niyedir? İman etmek teslim olmak demek değil midir? İşittik, iman ettik ayetinin böyle durumlarda devreye girmesi gerekmez mi? Madem İslam dinine inandık, sorgulamak niye? Bunun neresi teslimiyet? Hadisi şerif tam olarak bundan bahsediyor işte." "Ama hocam Kur'an-ı Kerim'de, Musa Aleyhisselam kıssasında Musa Peygamber kalbi mutmain olsun diye Allah'ın cemalini görmek istemesi gibi biz de kalbimiz mutmain olsun, daha çok iman edelim istiyoruz. Bu yanlış mı?"dedi başka biri. "Hayır elbette. Aksine bir kere yapılan tefekkürün bin yıllık ibadetten hayırlı olduğunu bilincindeyiz elhamdülillah müslümanlar olarak. Ancak şu noktayı çok iyi anlamalıyız arkadaşlar. Merak etmek başka, şüphe duymak başkadır. Eğer merak edip sorguluyor ve daha çok iman ediyorsanız ne mutlu size ama kalbinizde, sizin bile bilmediğiniz ufak bir şüphe tohumu varsa işte o zaman yandık. Efendimiz (SAV) bunun için uyarıyor hadisi şerifte okuduğumuz gibi. Zira kader meselesi yanlış anlaşılmaya çok müsait bir konudur. Kader konusunda kalp bir şüphe duydu mu iman zedelenir. Bu yönden esas kalbimizi sorgulamamız gerekiyor önce." Ortalardan biri el kaldırdı. "Hocam peki kadere iman meselesi niye yanlış anlaşılmaya bu kadar müsait?" "Kader gayb ilmindendir arkadaşlar. Ve biliyorsunuz ki gayb sadece Allah'ın bilgisi altındadır. Sorgulamak bu yüzden tehlikelidir. Az önce dediğim gibi kalbiniz mutmain olsun diye araştırıyorsanız dikkat etmeniz şartıyla yine sözüm olmaz. Neden dikkat etmenizi istiyorum peki? Diyelim ki araştırma yaparken kader hakkında yanlış bilgiler veren bir kaynakla karşı karşıya kaldınız, kalbinizde ufak bir şüphe varsa gitti iman. İşte bu yüzden yanlış anlaşılmaya çok müsait bir konu. Çünkü herkes bu konuda farklı farklı yorumlar yapıyor. Bizim muhatap alacağımız kaynaklar Kur'an ve hadislerdir." "Hocam kalbim mutmain olsun diye sormak istiyorum. Madem Allah kaderi biliyor, her şeyi biliyor. O halde bizim irademizin bir anlamı kalıyor mu?"dedi başka biri. "Şöyle basit bir örnekle açıklayalım ki herkes anlasın o zaman."diyen hoca gözlerini salonda gezdirip en son benim üzerimde durdu. "Adın nedir güzel kardeşim?"diye sorunca aniden heyecanlanmıştım. "Mucize hocam." "Diyelim ki Mucize benim beş yıllık öğrencim. Bu süreçte ben Mucize'nin haylaz mı, çalışkan mı, tembel mi yoksa sorumluluk sahibi biri mi artık biliyorumdur değil mi? Mucize'nin önüne sınav kağıdını koyuyorum ve ailesine diyorum ki, Mucize haylaz ve tembel olduğu için sınavını yapamayacak ve sıfır alacaktır. Sonra bakıyorum ki Mucize gerçekten de sıfır almış. Bu örnekte olduğu gibi Allah bize irade verir ama tüm kullarını da çok iyi tanıdığı için ne yapacak, neye karar verecek, iyi biliyor. Sonuçta bizi yaratan O. Her şeyi bilmesi irademizin yok sayıldığı anlamına gelmez arkadaşlar. Var mı başka soru?"diye gülümseyip salona göz gezdirdi tekrardan. "O halde şimdi ben bir soru sorayım. Sizce evlilik kader midir yoksa irade midir?" Her kafadan ayrı bir cevap çıktı. Kimisi kader kimisi irade dedi. "Bugün burada kaderi enine boyuna bu kadar çok konuştuğumuza göre diyebiliriz ki evlilik, evlenene kadar iradedir. Evlendikten sonra kaderdir. Aslında hepsi kaderdir..."dedi ve gülümsedi tekrar. Bu arada ben de düşüncelere dalmıştım tabi. "Hocam evlilik gibi boşanmak da boşanana kadar irade, boşandıktan sonra kaderdir. Aslında hepsi kaderdir diyebilir miyiz?"diyen bir kızla benim kalp atışlarım hızlanırken hoca çok mütevazı bir şekilde gülmüştü. "Birçok örnek gibi evet canım kardeşim." *** Sınavlar bitmiş, hocalar tekrar derslere başlamıştı. Bugün ders bitiminden sonra kızlar bir şeyler yapalım dese de benim canım istemediği için kabul etmemiştim. Onlar da benim yüzümden gitmemişti. Odamda yalnız kalmak bu aralar yapmak istediğim tek şeydi. Haftalardır Umut'u tek bir kere görmemiştim. Onu görmek istediğimden değil, sadece bahsettiği şeylerden dolayı endişe etmeden duramıyordum. İnşaAllah kendine bir şey yapmamıştır. Bazen Sadık amcayı arayıp ona Umut'un iyi olup olmadığını sormak istiyordum ama yapamıyordum. İçimden gelmiyordu. Seccade üzerinden kalkıp biraz uzanayım derken çalışma masamdaki zarf çekti dikkatimi. Yaklaşıp elime aldım. Mahkeme celbi idi. Evet, sonunda boşanma davasını açmıştım. Hem de Umut'un beni öpmesinin üzerinden bir gün bile geçmeden. Kafam karışmasın diye acele davranmıştım zaten. Gerçi o sohbetten sonra da aklım karışmıştı bu kararım konusunda ancak artık çok geçti. Çünkü dava başlamıştı artık. Önümüzdeki ay ilk duruşma vardı. Ne kadar benim isteğim olsa da mahkeme anını düşündükçe istemeden geriliyordum. Zarfı kitaplığıma kaldırıp telefonumu aldım ve yatağıma uzandım. Bildirim panelinden gördüğüm aramayla tekrar doğrulmuştum yerimden. Eş zamanlı olarak kaşlarım çatılmıştı. Can beni aramıştı. Hem de birkaç kere. En son yarım saat önce aramış. Telefonum saatlerdir sessizdeydi. Görmemişim aradığını. İyi de neden aramış olabilirdi ki? Bir şey mi olmuştu acaba? Endişeyle rehbere girdim. Tam onu arayacaktım ki birden kapı çaldı. Telefonu bırakıp kapıyı açmaya gittiğimde Sümeyye benden önce davranmıştı. Kapıyı açınca ikimiz de karşımızda Can'ı görünce şok olduk. Can gözleri parıldayarak Sümeyye'ye baktıktan sonra zorlukla gözlerini çekip bana döndü. "Can burada ne işin var? Burayı nereden biliyorsun ayrıca?" "Acil bir durum olmasa gelmezdim. Adresi de Savaş'tan aldım. Tabi başta vermek istemedi ama acil durum deyince verdi." "Acil olan ne, sorun nedir?" "Mucize Umut'un nerede olduğunu biliyor musun? Aradım kaç defa ama açmadın. Benim de acelem olduğu için buraya geldim." "Kusura bakma, telefonum sessizdeydi. Ve bilmiyorum. Ne oldu ki?" Can oflayarak elini ensesine attı. "Nerede o zaman bu adam ya! Çıldıracağım!" "Can neler oluyor, söyler misin artık lütfen?" "Umut günlerdir ortalıkta yok. Telefonuna da ulaşamıyoruz." "Nereye gidecek ki? Çıkar bir yerlerden. Koca adam nereye kaybolsun? Hem ne zamandan beri yok ki?" "Mahkeme celbi ona ulaştığından beridir..." -Bölüm sonu- |
0% |