@m.yaprak_epli
|
"Ah Mucize ah!"dedim kendi kendime. Bir yandan da oturmuş, tıkanıyordum. Umut geceden beri yoktu evde. Hangi ara gitti, onu bile bilmiyordum ama sessizliğinden anlamalıydım evde olmadığını. "Aptal!"deyip hafifçe şakağıma vurdum. "Bunları hazırlamadan önce baksaydın ya odasına akıllı Mucize!" "Şimdi bunları tek tek yiyip bomba ol da gör!" O kadar hazırladım, çöpe de atamam ya. Günahtır, israftır. Kıyamam ki ben. Mecbur yiyeceğim. Af af! "Ov böreg! Çok lezzetvi yapmısım seni ama bev hepsivi nasıl yiyicem?"dedim ağzım dolu dolu. Annen sana ağzın doluyken konuşmaman gerektiğini söylemedi mi? "Haklısın iç sesim. Kusura kalmayasın. Akılsız başımın cezasını ayaklarım- yok! Ne ayağı? Sahi cezasını nerem çekecek? Amaaan! Düşündüğüm şeye bak! Sanki Dünya üzerinde çok büyük bir sorunmuş gibi. Düşünecek başka bir şey mi yok? Mesela Umut nerede? Bunu düşünebilirim." Yedikçe sarhoş gibi saçmalıyordum. Kendi akıl sağlığım için en iyisi susmak. Kahvaltıyı bin bir zorlukla bitirip topladıktan sonra bugünkü işlerim için aklımda kurduğum planı yapmak için odama gittim. Tabi Umut'un o dağınık odasını toplamayı da aklımın bir yerine not etmeyi unutmadım. Af ya! Şimdi de çok yediğimden dolayı karnım ağrıyordu. Ona rağmen odamı temizlemeyi bitirmiş ve mutlu olmuştum. Hem yediklerimi bu şekilde de eritmiş de oldum elhamdülillah. Kapı eşiğinde durup düzenlediğim odamı incelemeye başladım. Odam kocamandı. Kapı iki duvarın tam ortasında, pencere ve balkon da kapının karşısındaydı. Sol tarafımda yatağım ve banyom vardı. Sağ tarafımda ise çalışma masam, dolaplar ve kitaplıklar duruyordu. Burası çok lükstü. Ah Sadık amca ah! Beni böyle bir şeyin altına ne diye soktun ki? Ne güzel yurt odamda kızlarla kalıyordum. Burası her ne kadar göze hoş gelse de Efendimiz (SAV)'in hasır bir yatakta yattığını düşününce içim parçalanıyordu. Koskoca Kainatın Efendisi (SAV) hasır bir yatakta yatarken benim lüks içinde yaşamam ruhumu daraltıyordu. Gözyaşlarım akmak üzereyken besmele çekip geri gönderdim. Allah bizi affetsin. Odadaki tüm işleri bitirmenin rahatlığıyla kapıyı kapatıp aşağı indim. Üst kat bitmişti. Şimdide alt katı temizlemeliydim ama bu evi temizlemek sandığımdan da zormuş. Bir yandan da Umut'u düşünerek daldığım için başıma neler geldi neler... Mesela salonun o koca camlarını silmek isterken camsilin bulunduğu spreyin başı ters dönmüştü. Bu yüzden bütün sıvı cama değil, yüzüme boşalmıştı. Sonra yerleri sileyim derken süpürgeyi kovaya sıkıştırdım. Çektim çektim, bir türlü gelmedi. Gücümü arttırınca süpürgenin elimde bulunan sopası aşağıya, bezli tarafıda yükselip yüzüme yapıştı. Sonrası daha kötüydü. Telefon çalmıştı. O telaşla ev telefonuna yürürken bacağım kovaya daldı ve süpürge gibi sıkıştı. Ne sıkıntısı vardı şu kovanın anlamıyorum ki! Ya da ben çok sakardım. Bacağımı çıkaramayacağımı anlayınca o şekilde telefona yürüdüm. "Alo? Selamün aleyküm?" "Alo? Mucize? Sen misin kızım? Aleyküm selam." "Sadık amca? Ay yani baba? Ne oldu?" "Umut evde mi kızım?" "Şey..." "Yok değil mi? Akşamdan beri arıyorum arıyorum, açmıyor beyefendi! Ama ben gösteririm ona. Neyse kızım. Sen kapat. Hadi Allah'a emanet ol." "Sen de baba."deyip telefonu kapadım. Bu Umut nerede ki Sadık amca bu kadar kızmıştı? Bir de şu sıkışan ayağım vardı. Onu da zar zor çıkardıktan sonra temizliği bitirdim ve öğle namazımı kılmak üzere yukarı çıktım. Pestilim çıkmıştı ama namaz dinlendirmişti bedenimi. Böyle şifa veren bir ibadetten insan kendini nasıl mahrum bırakır anlamıyorum. Umut'un şu kilitli odasını da temizlemek istemiştim ama yine kilitliydi. Sanırım o oda hep kilitliydi, hep de kilitli kalacaktı. Acaba içinde ne vardı? Namazdan sonra sünnet gereği feth suresini okuyup tam kapağını kapatıyordum ki aşağıdaki telefon sesi tüm odayı doldurdu. Bugün bir susmadı şu ev telefonu! Acaba bu sefer kim? Sadık amca bir şey söylemeyi mi unuttu? Kur'an-ı Kerim'i besmele çekip kitaplığın en üst rafına bıraktıktan sonra eteğimin uçlarından tutup koşa koşa aşağı indim. Biraz daha geç kalsam telefon kapanacaktı. "Alo? Selamün aleyküm?"deyip önü açılan yazmamı düzelttim. "Alo? Umut? Umut nerede? Sen kimsin?" Aman Allahım! Bu bir kız sesiydi. "Asıl siz kimsiniz hanımefendi? Umut'u nereden tanıyorsunuz?"deyince kız oflayıp telefonu yüzüme kapattı. Bu da neydi şimdi? Sakın bu kız Umut'un... Yutkundum acı acı ama gerçekler de acıydı. Allah'ım Sen korktuklarımın başıma gelmesine izin verme. *** Sabahtan beri televizyona boş boş bakıyordum. Zaten adam akıllı bir şey de yoktu. Aklım halâ cevap bulamadığım sorulardaydı. Bir, Umut iki gündür neredeydi? Tüm haftasonu onu bekledim ama gelmedi. İki, o kız kimdi ve Umut'u nereden tanıyordu? Üç, ben bundan sonra ne yapacaktım? Yarın okul vardı. Her zamanki huyum gereği önceden tüm hazırlıklıklarımı yapmıştım. Televizyonda yine bir hint dizisi vardı. Annemle ablam bayılırdı bunlara ama benim televizyonla hiç aram yoktu. Sırf evde biraz ses olsun diye açmıştım. İki gündür koca evde yalnızdım ve çok korkuyordum. Buna rağmen aklımı işgal eden düşüncelerden kurtulamıyordum. Sıkıntıyla elimdeki tabaktan bir fındık daha attım ağzıma. Telefonum çalınca neredeyse boğazımı tıkıyordu. Kısa kısa öksürdükten sonra açtım telefonu. Annemdi. "Selamün aleyküm Mucize'm?" "Anneciğim?" Gözlerim dolmuştu. "Aleyküm selam. Nasılsın? Babamlar nasıl?" "Hepimiz çok iyiyiz kızım, elhamdülillah. Sen nasılsın? Rahatın yerinde mi? Her şey yolunda mı?" "Elhamdülillah. Ben de çok iyiyim anneciğim. Her şey gayet iyi gidiyor, hamdolsun. Oturuyordum ben de işte öyle." "Umut ne yapıyor peki? Onun durumu nasıl?" Yalan söylemekten nefret ediyordum. Allah'ım Sen affet. Sadece bir sıkıntı çıksın istemiyordum. "Dışarıda işi vardı. Biraz önce çıktı. Selamını söylerim." "Tamam kızım. Şimdi kapatıyorum. Sonra tekrar konuşuruz. Rabb'ime emanetsin." "Sen de anneciğim. Güle güle." Telefonu kapar kapatmaz tuttuğum nefesi dışarı verdim. Böyle boş boş oturmaktan çok sıkılmıştım. Salondaki kütüphaneden bir kitap alacağım sırada gözüm yine o kilitli odaya kaydı. Giriş kapısının hemen sağ tarafında duruyordu. Ne meraklı bir melahattım ben yahu. Cidden bu merakım ve sakarlıklarım bir gün beni öldürecekti. Odanın içinde ne olduğunu hâlâ çok merak etsem de Umut'un oluşacak öfkesini düşünerek koltuğa uzandım ve kitabımı okumaya başladım. Ne olduğunu anlamadan kendimi uykunun kollarına bıraktım. Kafayı yemekten iyidir. Hem kaylule de yapmış olurdum. *** Bugün okulun ilk günüydü. Tabi Umut'tan hâlâ bir haber yoktu. Hemen duşa girdim ve giyinmeye başladım. Üzerime bir elbise geçirip üstüne feracemi giydim. Başıma da göğsümden aşağısına kadar örten koyu renkli şalımı taktıktan sonra en sevdiğim çantama ihtiyacım olabilecek her şeyi dizdikten sonra koluma takıp sünnet gereği aynadan kendime baktım ve aşağı indim. Hz. Fatıma'nın dediği gibi; hayırlı kadın, helalinden başkasına dikkat çekici şekilde giyinmeyen kadındır. Sabah namazını kıldıktan sonra neredeyse su içiyordum ki oruçlu olduğum aklıma gelince son anda bardağı ağzımdan çekmiştim. Sünnete göre yaşamaya alıştığım için pazartesi ve perşembe sünnet oruçlarımı da ihmal edemezdim. Çevremi de buna alıştırmaya çalışıyordum ama herkes uymuyordu ne yazık ki. Halbuki şimdiki müslümanlar olarak Kur'an ve sünnetten uzaklaştığımız için geride kalmıştık. Bu düşünceler arasında etrafı güzelce toplayıp tüm işlerimi bitirdikten sonra Sadık amcanın bana düğün hediyesi olarak aldığı harika, beyaz-siyah çizgili kırmızı arabama binip üniversitenin yolunu tuttum. Bu araba neden bu kadar gösterişliydi? İnşaAllah çok dikkat çekmezdim okulda. Aklıma birdenbire annemlerle vedalaştığım gün gelmişti. Kaç gündür evde yalnız olduğum için sanki Dünya'nın en yalnız insanı gibi hissetmiş ve biraz duygulanmıştım. Umut sağ olsun! Doğrusu ailemi çok özlemiştim. Aslında okul hayatım gereği onlardan uzun zamandır ayrıydım ama insan hayatında bir kere evlenirdi. Tamam belki iki, üç kez ya da daha fazla ne bileyim? Sonuçta ben ilk defa evlenmiştim. Artık okullar tatil olunca evime gidemeyecektim. Artık orada yaşamayacaktım da. Bu yüzden hep korktum ya evlilikten. Şimdi ise kocam beni yalnız bıraktı ve ben hem yalnız hissediyor hem korkuyordum. Ah Umut! Alacağın olsun. Bugün artık resmen PDR ikinci sınıftım. İnsan psikolojisine hep ilgim vardı. Severek seçmiştim bu bölümü. Çok şükür ki okulumuz bizi çok zorlamıyordu. Geç açılıp erken kapanır, vizeler veya finallerden önce tatiller ya da motivasyon gezileri yapılırdı. Derslerimiz de hep ilgi çekici ve eğlenceli olurdu. Hocalarımız alanında ünlü profesörlerdi. Bu üniversiteyi seçmemde bana ağabeyim yardım etmişti. Allah ondan razı olsun. Annemler de çok dua etmişlerdi benim için hayırlısı olsun diye. Allah onlardan da razı olsun. Benden de ve bütün mü'minlerden. Ee ben de eksik kalmayayım değil mi? Okula yaklaştığımda arabamı otoparkta uygun bir yere park edip derin bir nefes aldım ve indim. İnmemle moralimin bozulması bir oldu. Çünkü önüme Duygu çıkmıştı. İstemeden de olsa içime sıkıntı bastı. "Ooo... Araba yapmışız Mucizeciğim?"deyip alayla gülümsedi ve saçlarının ucuyla oynadı. "Hiç seninle uğraşamayacağım Duygu. Çekil önümden."dedim ve yana kaydım. O da tekrar önüme geçti. Tekrar sıkıntıyla bir nefes veremeden edemedim. "Ne istiyorsun Duygu?" "Seni uyarıyorum Mucize! Güney'den uzak dur!" Af Allah'ım ya Rabb'im! Geçen seneden beri başımın etini yedi Güney de Güney diye! Güney ona bakmıyor diye benimle uğraşmak zorunda mıydı? "Daha öncede söyledim. Şimdi de söylüyorum sevgili arkadaşım! Güney'e yapışan ben değilim, sensin!" "Güney biraz peşinden koştu diye bana hava mı atıyorsun? Göreceksin, senden sıkılacak ve bana gelecek." "Hakkınızda hayırlısı canım o zaman. İnşaAllah öyle olur Duygucuğum. O günü iple çekiyorum!"deyip onu yana ittirdim ve direkt kafetaryaya gittim. Kızlarla akşam konuşmuştuk uzun uzun. Kafeteryada buluşacaktık. Kantine girdiğim gibi Sümeyye ve Hatice kırmızı görmüş boğa gibi üzerime atladılar. Neye uğradığımı şaşırdım. Dalağımı bırakacaktım neredeyse şuraya. "Kızlar durun! Aman Allah'ım! Nefes alamıyorum. Beni öldürmek mi istiyorsunuz? Durun yaw!" Sırıtarak benden ayrıldıklarında üzerimdeki ağırlığın azalmış olmasına o kadar rahatladım ki yamuk yumuk bir yüz ifadesiyle onlara baktım. "Demek intikamınızı böyle alıyorsunuz?" "Demek vefasızlığını kabul ediyorsun?"dedi Hatice beni taklit ederek. Sümeyye ise tekrar üzerime atladı ve "Dur Mucit ya! Zaten yaz boyunca hiç görüşemedik. Bari acısını çıkarayım."dedi. "Süme sana kaç kere diyeceğim, bana öyle deme diye!"derken Hatice Sümeyye'yi ittirip bana sarıldı. "Bırak Süme ya! Biz de sarılalım şu kıza. Yüzünü gören cennetlik zaten." Ne kadar birbirimizle şakalaşsak da gözyaşlarımız birbirine karışmıştı. "Ohooo... Bu ne duygusallık? Birbirinizden 10 yıl uzak kalmadınız ya?"diye dalga geçen Savaş'ı fark edince hemen kendimi toparladım. "Nasılsın Savaş?" "Çok iyiyim Mucize, teşekkür ediyorum. Otursanız da çaylarımızı içsek çok daha iyi olacağım."dedi yalancı bir sistemle. Bunun üzerine kantindeki her zamanki yerimize geçip koyu bir sohbete daldık. Okulun ilk günü ve derslere hemen başlanmaması sohbetimize daha bir keyif katmıştı. Sümeyye bana alayla gülümseyip Savaş'a döndü. "Güney nerede Savaş? O niye gelmedi?" Ah olamaz! Bunu tahmin etmeliydim. Sümeyye Güney'e olan eski ilgimi kullanıyordu. Bunu anlayan Savaş bana bakarak zorla gülmemeye çalıştı. "Yurt dışındaydı en son. Bir-iki haftaya kalmaz gelir." Oh! İşte bu iyi bir haberdi. Tabi bunlar benim son iki aydır neler yaşadığımı bilmiyorlardı. Bilseler böyle davranabilirler miydi? Sümeyye aklımı okumuş gibi "Ne oldu Mucize?"diye sordu. Tam anlatmaya hazırlanıyordum ki Sümeyye'yi bir yere dalmış görünce şaşkınlıkla onu süzdüm. Ağzı açık, öylece dondu bir anda. "Aa! Ne oldu bu kıza birdenbire? Süme?"diye dürtükledi Hatice onu. Sümeyye kendine geldikten sonra kekeleyerek "Bu... O çocuk... Magazindeki yakışıklı."deyince hepimiz kafamızı o yöne çektik. Şimdi şok sırası bendeydi. Yaklaşık 3 kızdan ve 4 erkekten oluşan bir grup kantinden içeriye girmiş, bizimle birlikte herkes o yöne dönmüştü. Benim asıl şaşırdığım nokta ise aralarında hatta grubun başında Umut'un olmasıydı! Ama... Bu nasıl olurdu? -Bölüm sonu- |
0% |