@m.yaprak_epli
|
"Hazır mısınız? Açıyorum..." Bugün büyük gündü. Bugün KPSS sonuçları açıklanmıştı. Yani bugün nereye atandığımı öğrenebilecektim sonunda. Ne zamandır bunu bekliyor ve bir an önce bu İslam dışı hayattan hayırlısıyla kurtulmak için dualar ediyordum. Şükür, Rabb'im yine cevapsız bırakmamıştı bu aciz kulunu. "Hadi aç kızım, şimdi heyecandan bayılacağım." "Anne sanki İclal değil de sen atanmışsın gibi en çok senin heyecanlanman tuhaf değil mi?"diye güldü ablam. "Heyecanlanacağım tabi. Kızım o kadar okudu, gözlerini kör etti. Sonunda hak ettiğini aldı. Heyecan yapmak benim de hakkım." Annem haklıydı ama bir konuda! O da çok okumaktan gözlerim görmemeye başlamış ve sonunda bir gözlüğe muhtaç kalmıştım. Sadece uzağı görmekte sıkıntı yaşıyordum o kadar elhamdülillah. "İnternet çekmiyor. Biraz bekleyeceğiz."dedim derin bir nefes alarak. Kalbim çok hızlı atıyordu ve bu beni daha çok heyecanlandırıyordu. Annem yüzünden de bir türlü sakinleşemiyordum. Sürekli sorular sorup beni strese sokuyordu. "Hah, sonunda açıldı."dedi babam. Bütün aile bilgisayarın başına oturmuş ÖSYM sayfasının açılmasını bekliyorduk. Burada internet çok ağır çekerdi. Bu yüzden ev interneti almıştık ama bazen o da sıkıntı yapıyordu. Sayfa açıldığı vakit şifremi ve TC kimlik numarasını girip beklemeye başladık yine. Açılınca da tercih kısmına girip sonuçlara baktım. "Kayseri devlet hastanesine atanmışım!" Birden evde sevinç çığlıkları koptu. Hele annem! Ablamın dediği gibi sanki o atanmıştı da en çok o seviniyordu. Hemen gelip yanaklarımdan öptü uzun uzun. Öpülmekten oldum olası hiç hoşlanmadığım için "Anne yapma şöyle lütfen. Bırak beni."diye söylensem de annem dinlemedi ve bağrına bastı beni. Bu haline gülüp başımı salladım yanlara doğru. Bunlar iflah olmazdı. "Bu kadar sevineceğinize bana dua edin kâfidir. Bu benim için en güzel hediye olur." O akşam annem ve babam sürekli telefonda birileri ile konuşup evlatlarının atanması ile ilgili övünüp millete hava atmıştı. Ne kadar uyarsam da tüm cümle âlem o günden sonra beni arayıp tebrik yağmuruna tutmuştu. Bütün aile içinde adamakıllı atanan bir bendim. Haliyle tüm akrabalar tebrik etmek için gitmeden evlerine davet etmeye başlamıştı. Zira 15 gün içinde görev yerinde olmam gerekiyordu. İçimde bir hüzün vardı. Yatsı namazını kıldıktan sonra bahçeye çıkmış, karanlığa inat hava almak istemiştim. İnsanın imanı güçlendikçe Allah'tan başka hiçbir şeyden korkmamaya başlıyordu. Annemin bundan sonra ki telaşı "Oralarda bir başına nasıl yaşayacaksın?" sorusu idi. Ben ise inadına korkmadığımı, aksine tek başıma yaşayacağım için sevinç duyduğumu söylüyordum. Zira İslam'ın uygulanmadığı bir yerde insanlar çok kırıcı ve şikayetçi oluyordu. Ben de bundan yıllarca çok yorulmuştum. Sonuçta ne kendime ne de başkasına sıkıntı ve yük olmayacaktım tek başıma yaşayarak. O zaman bu hüzün niye idi? Galiba nedenini biliyordum. Ailem ne kadar İslam dışı bir hayat yaşayıp bazen hayatı bana dar etseler de onları seviyordum. Allah nasip ettiği için seviyordum. Sonuçta insan hiçbir zaman kendinden üsttekilere bakıp şikayet etmemeli aksine altındakilere bakıp şükretmeliydi. Anne, babası olmayan, evi, ailesi olmayan, kardeşi, akrabası olmayan sürüyle insan vardı. Bunların değerini bilmemek resmen nankörlüktü. Ailemden tek şikayetim İslam dışı yaşamaları idi. Ailem için ne kadar uğraştım ise ağabeyim ile tek başıma idim İslam'ı yaşamaya çalışırken. Evde belki alkol, sigara, kumara, hırsızlık yoktu lakin kola vardı, TV vardı, ahlaksız diziler vardı, küfürler vardı. Namaz, Kur'an okuma yoktu hatta o dereceye gelinmişti ki mushafa saygı bile yoktu. Helal lokma gelmiyordu eve. Bilinçsizce içinde ne olduğu bilinmeyen yiyecekler yemek zorunda kalıyordum. Kitap okuma alışkanlığı sıfırdı. Küçük çocuklarımıza Allah ve Resulü sallallahu aleyhi ve sellem anlatılmıyordu. Şuursuzca Batı'nın saçma sapan tüm gelenekleri evimi ve ailemi ele geçirmişti. En sevdiğim dostlarım olan kitaplarıma yer verilmemişti. Üniversiteden mezun olduktan sonra bunu daha net görmeye başladım ve sonuçta dayanamayıp dualara başladım buralardan gitmek için, içim yana yana, ağlaya ağlaya. O kadar uğraştım ki, bilinçlendirmek istedim onları tüm gücümle fakat dinlemek şöyle dursun benim deli olduğumu, Mecnun'a döndüğümü düşünüyorlardı. Bir kitapta okumuştum; kul Allah'ı ve Resulü'nü hayatına geçire geçire öyle bir hale gelir ki çevresi tarafından deli pozisyonuna getirilirdi. Sanırım bu bana da olmuştu. Elhamdülillah bu beni mutlu ediyor ve gururlandırıyordu ama ailem için üzülüyordum, kahroluyordum. Sadece onlar için değil vatanım için, milletim için, müslümanlar için hatta tüm insanlık için... O yüzden gitmek istedim. Bir yerin artık sana ait olmadığını hissettiğinde gitme vaktin gelmiştir demektir. Ve ben de bunu yaptım. Çünkü yapacak başka bir seçeneğim kalmamıştı. Eğer burada kalmaya devam edersem çürük meyve misali onlara benzemeye başlayacaktım. Sağlam bir meyveyi çürüklerin içinde bıraktığınız zaman çok geçmeden o da çürümeye başlardı. İslâm dini tek başına yaşanan bir din değildi. İslâm topluluk, beraberlik, cemaat dinidir. Çok istedim hidayet görmelerini, çok dua ettim ama belli ki Rabbim nasibim diye bana Kayseri'yi vermişti. Aslında ailem de müslümandı elhamdülillah ki fakat inandığı gibi yaşamıyorlardı. Yaşadığı gibi inanıyorlardı. Öyle bir müslümanlık vardı ahir zamanda. Bilinçli müslüman sayısı ne yazık ki o kadar da fazla değildi ama bu ümitsizlik sebebi değildi. Her şey gibi bu da, bunların hepsi de birer imtihandı. Bunun bilincindeydim elhamdülillah. Bir yarım saat dolaşıp tekrar eve girdim. Zira hava artık serin olmaya başlamıştı. Sonbaharın başları idi. Eylül'ün yedisi benim belki de miladım olmuştu. Zira burada kalıp İslam olmadan yaşamak ve maddi yönden tamamıyla aileme bağımlı olmak çok ama çok zoruma gidiyordu. O kadar çok dua etmiştim ki Rabb'im bir çıkış yolu göstersin de İslam'ı rahatça yaşayabileceğim bir yere göndersin diye. Dua ederken hep hayırlısını diledim Allah'tan. Zira benim için iyi veya kötü diye bir olgu olmayıp sadece ve sadece hayırlı olan vardı. Rabb'im Kayseri'yi belki de bu yüzden vermişti. Hiç gitmemiştim Kayseri'ye ama hakkında çok şey duymuştum. Özellikle Furkan Doğan! Kabri Kayseri'de idi. Gittiğimde ilk işim kabrini ziyaret etmek olacaktı inşaAllah o güzel şehit gencin. Saat geç olduğu için tüm ışıklar sönmüş, ben de en yakın arkadaşlarımdan biri olan Tuğba ile mesajlaşmaya başlamıştım. Babam bu saatte uyumadığımı öğrenirse fena kızardı. Aslında erken uyuyan bir insandım lakin bu haberden sonra zihnimde sürekli senaryolar dönüp duruyordu. Bu da uykularımı bölüyordu. Tuğba da mesaj atınca hiç uyuyamamıştım. Kendisi benim üniversitede sınıf arkadaşım olup en yakınlarımdan idi. O da kendi memleketine atanmıştı ailesinin zoruyla. Benim adıma çok sevindiğini söylüyordu. Uzun zamandır ikimizin de planı şehir dışında çalışıp aynı evde kalmaktı lakin ailesi yine galip çıkmıştı. Ben istesem de kendi memleketimde çalışamazdım. Çünkü bölümüm yeni çıkan bir bölüm olup bizim yaşadığımız yerde yoktu. Büyük ve gelişmiş şehirlerde vardı. Ameliyathanede çalıştığımız yeni bir bölümdü. Ön lisans sonrası ilk mezunlar olarak biz atanmıştık. "Ee ne hissediyorsun İclal?" "Ne gibi?" "Her ne kadar ben aynı yerde kalsam da istediğimiz oldu elhamdülillah. Atandık. Kimse inanmıyordu atanması çıkacağına bu bölümün, yeni olduğu için. Ama bak, Allah'ın takdiri yine üstün çıktı bütün bu olumsuzluklara rağmen." "Bakalım bizi neler bekliyor?" "Ben hastanenin lojmanında kalacağım o kesin. Biliyorsun babamla sürekli kavga ediyoruz. Artık kavga, gürültü duymak istemiyorum." "Hakkımızda hayırlısı olsun. Bizim kızlar ne alemde? Onlar nereye atanmış, öğrenebildin mi? Ben geç diye soramadım." "Onlar da kendi memleketlerine atanmış. Bir sen şehir dışına atandın." "O da bölümümüzün burada olmayışından biliyorsun. Yoksa ben de belki gitmek istemezdim." "Sen de bir tuhafsın ha! Bir gitmek istiyorsun, bir kalmak. Ne iş aslanım?" "Ah Tuğba! Ben memleketimi seviyorum biliyorsun hep ama insanlar burayı bana zindan ettiler de o yüzden kaçmak istiyorum. Üstelik buranın imkanları çok kısıtlı ama küçük ve huzurlu idi. Sadece insanlar işte sebep ve ailem..." "Bence Kayseri'yi daha çok seveceksin." "Neden öyle dedin?" "Bilmem ama öyle hissediyorum. Bazen öyle aileler olur ki çocuğuna zindan hayatı yaşatır ama her aile öyle değil tabi. Babam eğer bizi birazcık sevseydi ben niye yaşlı annemi bırakıp gitmek isteyeyim?" "Üzülme. Her şeyde vardır bir hayır." "Öyle. Neyse hakkımızda hayırlısı olsun. Ne zaman gidiyorsun?" "Bir haftaya kalmaz gideceğim inşaAllah." "Nerede kalacaksın peki? Onu ayarlayabildin mi?" "Bilmiyorum ama babamın orada arkadaşları varmış. Babam, ben ayarlayacağım bir şeyler, dedi." "İyi o zaman, sorun yok. Sen bir git de bir ara ben de seni ziyarete geleceğim inşaAllah." "Çok sevinirim Tuğba. Ama sayın bayan, şu an şarjım bitmek üzere. Yarın seni arayacağım inşaAllah tamam mı?" "Olur olur. Benim de çok uykum geldi zaten." "Tembel teneke!" "Sensin len o aslan kral." "Senin yüzünden herkes adımı aslan zannediyor. Sonra da nasıl bir kızın adı aslan olur diye tuhaf tuhaf bakıyorlar yüzüme." "Hahaha. Ne yapayım? Üniversiteden beri öyle alışmışım aslan kral." "Af Tuğba. Git, uyu hadi. Telefon ha kapandı ha kapanacak. Allah'a emanetsin." "Amin, sen de sayın kralım sen de." Gülerek WhatsApptan çıktım ve telefonu şarja taktığım gibi yatağıma koştum. Yarın çok başka bir gün olacaktı diğer günlere nazaran. Zira artık olaylar değişik bir boyut kazanmıştı. Her şeyin hayırlısı diye başlayıp uzun uzun dua ettikten sonra yumdum gözlerimi. Bu gece uyanıp teheccüd ile birlikte bir şükür namazı kılmayı aklımın bir köşesine not ettim. Bir duanın kabulü sonucu şükür ve namaz gerekliydi nefsime. Aksi takdirde nefsimin azmasından Allah'a sığınırım. Değişik bir rüya ile daldım uyku âlemine. Bilinçaltının gizemiyle... -Bölüm Sonu- |
0% |