@m.yaprak_epli
|
"Dünya zor. Değil mi? İmtihan edilmek... O da zor. Ahir zaman, o çok daha zor... Dünya'nın kalan son ömründe doğan bir ümmet olarak ne çok zorluk içinde kalmışız değil mi? Ama her zorluk beraberinde bir kolaylık ve büyük bir ödül getirir. Ne kadar zor ise, ödülü o kadar büyüktür. Gecenin en zor, en karanlık vakti, şafak doğmadan öncedir. Kıştan sonra hep ilkbahar gelir. Zor olmadan kolaylık verilmez. Zira Dünya'da hiçbir şey kolay değildir ama her şey de zor değildir. Hayatta bir şey zor gitmeden kolaylık bulunmaz. Ve dahi Dünya'da her şey zıttı ile bilinir. Yani ki, zor olmasaydı kolayın kıymeti bilinmezdi. Tıpkı kolaylık olmadan zorluğun bir anlamı olmayacağı gibi..."
Derin bir nefes alıp çalışma odasından çıktım ve mutfağa geçtim. Çay demlenmiştir şimdi güzelce. Ah... Ah ki ne ah... İyi ki çay var. Kırk yıllık hatırı yok belli ama ömürlük muhabbeti vardır çayın. Dolaptan çay bardağı ve tabaklık alıp tezgaha koydum. Çayımı ince belli bardağa doldurup çaydanlığı ocağa koydum tekrar. Bayılıyordum şu ince belli bardaklara. Çay sadece bu bardağa en çok yakışıyordu. Öyle bir hava veriyordu ki, çay sevmeseniz bile içeseniz gelir. Bugün izin günümdü ve hava da çok güzeldi. Vakit ikindi sonrası idi, en sevdiğim vakit. Sakinlik ve sekinet havası idi zira ikindi sonrası. Çayımı ve okuma kitabımı alıp balkona çıktım ve masaya oturdum. Önce biraz gökyüzünü izledim, biraz da şu güzel manzarayı. Yatsı namazını kıldıktan, Kur'an okuyup gerekli sünnetleri yaptıktan hemen sonra uyuduğum için 6 saatlik bir uyku yetiyor ve kolaylıkla teheccüde kalkabiliyordum elhamdülillah ki. Zira Efendimiz (SAV)'in neden yatsı namazından hemen sonra erkenden uyuduğunu ve bu sayede her gece nasıl teheccüde kalkabildiğini insan bu sayede anlayabiliyordu. O'nu örnek almak muhteşem bir şeydi. Sallallahu aleyhi ve vesselem... Teheccüd, tövbe ve kaza namazlarını kıldıktan sonra oturup yine her ay yaptığım gibi hatim için Kur'an okuyup tefsir çalışmaları yapıyordum. Sabah ezanı okununca da namaz kılıp güneş doğana kadar hem tesbihat yapıyor, hem de ilmi çalışmalarda bulunuyordum. Fıkıh ilmi, hadis ilmi, siyer ilmi, sahabe ilmi, tasavvuf ilmi ve daha bir sürü ilim ismi... Tabi belli plan-program ile bu ilimleri çalışıyordum. Zira plan-program yapmayınca bu ilimler ağır gelirdi ki ağırdı da. Hepsinden her gün azar azar ama istikrarlı bir şekilde çalışıyordum. İlim öğrenmek hem farz idi müslümana, hem de ayrıca benim hayatımdaki anlamlardan bir mana idi... Saat 7-8'e gelince egzersiz ve yürüyüş yapıp sonra duş alıyor, en son da keyifli bir kahvaltı ile de kapanış yapıyordum. Ev için tüm eksiklerimi tamamlamıştım hamdolsun. Kahvaltıdan sonra da küçük çaplı bir temizlik yapıp öyle güne devam etmiştim. Sonuçta tüm işlemlerimi bitirmenin mutluluğuyla şu an huzurlu bir şekilde oturabiliyordum. Çayımı yudumlarken bir anda telefon çaldı. Allah'ım, yoksa özel numara mı arıyordu? Neden bir anda bu kadar heyecan yapmıştım ki? Herhalde geçen sefer konuşacak olup da benim biten şarjım yüzünden konuşamamasından sebep idi bu heyecan. Masadaki telefonu çevirip ekrana baktım. Yüzüm düşmüştü. Tuğba imiş tüh. "İCLAL!!!" Telefonu kulağımdan uzaklaştırdım hemen. Allah'ım bu kız her gün çiğ yumurta mı yiyordu da sesi bu kadar güçlü çıkıyordu? "Sana da merhaba Tuğba." "Ya bırak merhabayı. Bu bana gönderdiğin fotoğrafı açıkla. Bu yazıyı cidden özel numaradan arayan hayranın mı göndermiş?" "Ne yazdığına baksana? Aklıma başka kim gelecekti?" "Yoruyor konuşmak, yazmak. Bırak, sadece sesini dinleyeyim..." diye okudu Tuğba. "Allah'ım, çok romantik değil mi?" Sadece güldüm. "Ve senin de hoşuna gitmiş belli ki." "He Tuğba he. Çok hoşuma gitti! Allah'ım ya! Yahu ben daha kaç kere söyleyeceğim? Niyeti ciddi ise gelsin konuşalım. Ben demiyorum ki istemem, cebimde kalsın. Adam gibi gelse, 'Seni seviyorum kızım. Evlen benimle' dese, ben 'Yok, ben senin bildiğin kızlardan değilim tamam mı?' mı diyeceğim? Tövbe estağfurullah." Tuğba katıla katıla gülmeye başladı. "Alemsin kızım ya." "Ee ama haklı değil miyim? Böyle gizem yaparak nereye varmayı planlıyor? Amaaan! Aynı şeyleri söylemekten bıktım vallahi. Boşver, canımı sıkıyor artık bu durum." "İclal peki bu senin arayan kişi ile bana, senin için mesaj atan kişi aynı kişi mi dersin?" "Zannetmiyorum ama olabilir de. Af ya, kafam iyice allak bullak oldu. Başka bir konuya geçelim. Buraya geldim geleli gündemden hiç düşmedi şu saçma sapan gizemler." "Vallahi ne yalan söyleyeyim? Benim de kafam karmakarışık. En iyisi akışına bırakmak herhalde." "Aynen öyle. Su akar, yolunu bulur sonuçta." "Ee peki bir daha aramadı mı bu özel numaradan arayan kişi?" "Hayır. Muhtemelen son şansının bu olduğunu bildiği için aramaya korkuyor. Biliyor çünkü engelleyeceğimi."diye güldüm. "Ee peki sen?" "Ne ben?" "Hazar meselesi diyorum. Ne yaptın?" "Ya kaç kere anonim olarak yazmak istedim ama bir türlü cesaret edemedim. Fake hesap açıp uzun bir mesaj da yazdım ama elim bir türlü gönder butonuna gitmedi." "Ne diyeceğim bak sana?" "Hı?" "Şimdi İstanbul'da tam fuar sezonudur. Seninle buluşup İstanbul'a kaçalım bir hafta." "İclal ciddi misin? Gerçekten gider miyiz?" "Tabi kızım. Her yıl yaptığımız şey değil mi?" "Evet ama o zaman okul vardı. Şimdi mezun olduk." "Bu engel değil ya Tubira'm. Sen de, ben de bir hafta izin alalım. Hem fuar sezonunu kaçırmamış oluruz hem de birlikte bir hafta vakit geçirmiş oluruz. Çok güzel olmaz mı?" "Güzel ne demek? Muhteşem!!! Ne zaman gidiyoruz peki?" "Önümüzdeki hafta İstanbul'da olsak nasıl olur?" "Harika olur. O zaman ben şimdiden hazırlıklara başlayayım. Biletler?" "Ben hallederim merak etme." "Harikasın İclal. Bu iyiliğini hiçbir zaman unutmayacağım. Bana çok iyi gelecek bu. Babamla kavga etmekten bıkıp lojmana taşındım ama sen olmayınca tadı da yok başka eve çıkmak, onu anlamış oldum. Allah razı olsun." "Ecmain olsun. Bence de çok iyi olacak. Beyazıt'taki Osmanlı sahaflarına da uğrarız. Eğer bulabilirsem birkaç el yazması kitap almak istiyorum." "Ay şimdiden heyecanlandım vallahi. Sen ne yapıyorsun bu arada?" "Tüm işler bitince çayımı ve okuma kitabımı alıp balkona çıktım. Oturuyorum işte." "Yarın da tatil, değil mi? Yarın için planın ne?" "Aslında bir planım var. Yarın cuma olduğu için kabristana uğrayacağım inşaAllah." "Furkan Doğan'ı mı ziyaret edeceksin yine?" "Evet." "İclal 11 yıl önce vefat eden bir insanı niye bu kadar taktın, anlamıyorum?" "Ramazan Kayan'ın 'Mavi kırmızı' adlı bir kitabı var. Bilir misin? Furkan Doğan'ın şehitlik hikayesini anlatıyor. O kitabı ilk lisede okumuştum ve bitirdikten sonra kendime bir söz verdim. Eğer günü gelir, imkanım olursa her fırsatta onu ziyaret edeceğime söz verdim. Kabrini her ziyaret ettiğimde tarif edemediğim kadar huzurla doluyorum Tuğba. Asla ama asla Kayseri'ye atanacağımı düşünmezdim. Rabb'im hayır murad etti ve ben de şu an buradayım. Furkan Doğan gibi bir şehit, hiç görmesem de benim için çok özel biri. Bu yüzden onu ziyaret etmeyi hiç bırakmayacağım Allah'ın izniyle." "Değişiksin ama maneviyat dolu olduğu için değişiksin zaten." "Bazı insanlar vardır. Bu zamanın insanları hissetmezler kendilerini. Sanırım ben de onlardan biriyim Tuğba." "Kesinlikle katılıyorum." *** Evin kapısını sıkıca kilitledikten sonra aşağı indim. Önce apartmandan, sonra da siteden çıktım ve otobüs durağına vardım. Beş dakikalık bir bekleyişten sonra otobüs gelmişti. Besmele çekerek sağ ayakla girdim ve orta sıralarda boş olan bir yere oturdum. Dinlediğim ilahi bitince değiştirmek için telefona girdim. O sırada saatin 9 civarı olduğunu gördüm. Bugün cuma idi ve ben de dün Tuğba'ya söylediğim gibi Furkan Doğan'ın kabrini ziyaret etmek için kabristana uğrayacaktım. Cuma namazı öncesi kabir ziyaretini yapabileydim ki camiye yetişebileyim diye hep erken giderdim zaten. Sevdiğim başka bir ilahi açıp okuma kitabımı çıkardım çantamdan. Yolum çok uzun değildi pekâlâ ama çok yakın da değildi. Bu yüzden vaktimi değerlendirmeliydim. Otobüs durak durak ilerledikçe içerdeki insan sayısı yavaş yavaş fazlalaşıyordu. Çoğu zaten üniversite öğrencisiydi anladığım kadarıyla. Kitap okumaya devam ederken ilahi bitip telefon susunca önümdeki iki kızın konuşmalarına kulak misafiri oldum gayri ihtiyari. "Kanka çok yakışıklı bir çocuk otobüse bindi az önce. Biraz sonra Hande'yi arayacağım, hoparlörü açacağım. Sen ona diyeceksin ki 'Biricik'in ınstagram hesabı *** idi diye tamam mı?" "Ulan Biricik! Ağzının tadını biliyorsun ha. Uzun zamandır böyle yakışıklısını görmedim vallahi." "Sarı saçları çok iyi değil mi?" "Ya gözleri? Öf be." "Yakında benim olacak ama. Hiçbir erkek bugüne kadar hayır demedi bana biliyorsun. Bu çocuk da diyemeyecek." Ağzım açık, ellerim havada kalmış, öylece şaşkın şaşkın konuşan o iki kıza bakıyordum. Allah'ım bu kulaklarım neler duydu böyle? Öyle ki yine gayri ihtiyari işaret ettikleri çocuğa kaydı gözlerim. Akbil bastırmıştı. Bazı insanların görünüşü güzel diye böyle konuşmak ne derece doğru idi?! Zavallı çocuk kendisi hakkında böyle konuştuğunu bilse ne üzülürdü? Ya da hoşuna da gidebilirdi bilmiyorum ama ben hüsnü zan etmeyi tercih ediyordum. Yine ilahi seçip kitabıma döndüm. İneceğim durağa daha vardı. Tam sayfayı çeviriyordum ki yanıma biri oturdu. İşin kötüsü ise bu o çocuktu. Önümdeki kızların gözleriyle yiyip bitiremedikleri çocuktu bu. Neden yanıma oturmuştu ki? İslam'ın kızı olduğumu göremiyor muydu? Kalkacağı da yok gibiydi. En iyisi benim kalkmamdı. Hâlâ inanamıyorum! Nasıl gelir, onca yer arasında yanıma oturur!? Kitabımla birlikte elimdeki tüm eşyalarımı çantama koyduktan sonra tam kalkıyordum ki feracemin düğmesi camın altında bulunan demir kısma takılıverdi. Hayır hayır! Şimdi değil, şimdi bunu yapamazsın sevgili feracem! Çekiştirmeyi bırakıp düğmeyi demirden kurtarmaya çalıştım ama bir türlü başarılı olamıyordum. Çıkaramadıkça panik oluyordum ve düğme benimle daha çok inatlaşıyordu sanki. Birden sağ elimin yanında bir el daha görünce gözlerim mümkünmüş gibi daha çok büyüdü. Bu benim elim değildi. Diğer elim solumdaydı. O halde bu el... Allah'ım burnuma gelen bu parfüm kokusu ne olur yanımdaki çocuğa ait olmasın ne olur! Hemen yanıbaşımda hissettiğim nefes ile bir çırpıda çıkardı düğmeyi. Sonra zaten dondum kaldım, sağıma dönemedim. Dönmeme de gerek kalmadı zaten. Allah'a şükürler olsun ki düğmeyi çıkardığı gibi inmişti otobüsten. Üstümden koca bir yük kalkmıştı resmen. Onun rehavetiyle yine önümdeki kızların konuşmasına şahit olmuştum. "Ne oldu Biricik? Çocuk yüzüne bile bakmadan indi hahaha." "Sus be!" Allah'ım ne dertler var şu dünyada!? -Bölüm sonu- |
0% |