@m.yaprak_epli
|
Otobüsten indiğimde kısa bir süre kabristanı süzdüm. Otobüs uzaklaştığında ise bu sefer onun arkasından baktım. Sonra da önümdeki ağaçları baştan aşağı, aşağıdan yukarıya süzdüm durdum yine. Gözlerim istemsizce kapandığında gönlümün huzurla dolduğunu hissetmem uzun sürmedi. Ne zaman gelsem mezaristana, o huzur hemen sineme yerleşiyordu. İnsanların çoğu korkardı halbuki buralardan. Bilmiyorlardı ki ölüden değil, diriden korkulmalıdır...
Kabristana girip adımlarımı gitmek istediğim yere yönlendirdim. Oraya doğru gittikçe gözlerim yaşlarla doluyordu yavaş yavaş. Furkan Doğan'ın kabrine vardığımda ise gözyaşlarım firar etmişti bile. Ayak ucunda durup mezar taşına dokundum. Ayak ucunda durulduğunda kabirdeki kişi bizi görebilirdi. Kim onu ziyaret ediyor, kim etmiyor, bu sayede bilirdi mefta. Önce bir Fatiha okuyup başta Furkan Doğan olmak üzere tüm kabristana teslim ettim. Sonra da ezberimde olan Yasin suresini okuyup aynı işlemi tekrarladım. En son derin bir nefes alıp dudaklarımı araladım.
"Furkan Doğan, şehit Furkan Doğan... Şimdi yaşasaydın tam 30 yaşında olacaktın. Bir de doktor olacaktın, göz doktoru... Ramazan Kayan hocamız ne güzel diyordu ama 'Yüce Allah Furkan'ı erkenden yanına aldı çünkü kirlenmesini istemiyordu. Kirlenmeden aldı onu yanına' Ben şu an 21 yaşındayım ama sen 19 yaşında şehit olurken ki o hal gibi temiz hissetmiyorum kendimi. Tertemiz şehit oldun. Şehit gibi bir yaşamın vardı zaten. Aşıktın şehitliğe. Özlüyordun şehitliği. Zaten şehit olduğunda gülümseyerek gitmişsin cennet bahçesine. Belli ki melekler sana selam verdi de o yüzden o cennet gülümsemeni yüzünde bırakarak gittin."
Gözyaşlarımı silip gökyüzüne, sonra da tekrar kabrine baktım.
"Furkan ağabey, her ne kadar yaşamasan da şu ahir zamanda benim gençlik içinde en örnek aldığım kişi sensin. Bunu biliyor musun? Galiba hep de öyle kalacaksın. Hoşçakal, önümüzdeki cuma yine geleceğim inşaAllah."
Kabrinden öyle güzel bir koku geliyordu ki gitmek istemedim. Şu gerçeği çok ama çok iyi anladım.
Şehitlere ölü demeyiniz. Zira şehitler ölmez...
***
Sonunda öğle arasına girdiğimizde Nuran ablayla kendimiz için sofra kurduk. Normalde öğle yemeği yemezdim sünnet gereği. Lakin bazen gün içinde ağır bir işte çalışıldığında öğle yemeği yemek şart ve gerekli oluyordu.
Güzelce karnımızı doyurup enerji topladıktan sonra mesaiye daha zaman olduğunu görünce dışarı çıkıp kitap okumak istedim ama hastanenin hemşirelerden yakın zamanda edindiğim bir kız arkadaşım, öğle arasında benimle önemli bir konu konuşmak istediğini söylediğini hatırlayınca kısa bir mesaj çekip bahçede olduğumu söyledim, 2-3 dakikaya geleceğini yazdı o da. Telefonu cebime geri koyup kitap okumaya dönüyordum ki gözlerime bir yerden yansıyan ışık rahatsız ettiği için bir türlü kitaba odaklanamıyordum. En sonunda dayanamayıp beni rahatsız eden şeyi bulmak için kitabı banka bırakıp aramaya koyuldum. Birkaç adım ileride bir yüzük görünce diz çöküp elime aldım. Demek güneş buna yansıdığı için gözlerimi rahatsız etmişti. Ama bir dakika? Bunun içinde bir şeyler yazıyordu. Yüzük parlak olduğu yazılı olan şeyi okumakta zorlanıyordum. Bunun üzerine ışığa doğru kaldırdığımda karşımda o Yalın denen hemşireyi görmeyi beklemiyordum. Zaten o da arkasını döndüğü gibi görmüştü beni.
"İlk defa evlilik teklifi eden bir kız görüyorum. Daha önce birçok kızdan çıkma teklifi aldım ama evlilik teklifi eden ilk kız sensin."
Ne diyordu bu? Kafası mı güzeldi, neydi? Ayağa kalkıp "Ne?" diyebildim sadece.
"Oh! Utandın tabi değil mi böyle söyleyince? Ben anlamıştım ama benden hoşlandığını. Kim kime böyle sataşır ki tanışır tanışmaz? Öyle değil mi?"
Yüzüğe baktığını görünce neyden bahsettiğini anlamıştım. Ve gülmeden edemedim. Tabi belli sınırlar içinde.
"Yüzüğü yerde buldum. İçinde bir şeylerin yazılı olduğunu görünce okumak için ışığa kaldırmıştım." diye açıklamada bulundum.
Yalın kıpkırmızı olmuştu. Yalancı bir kahkaha atıp "Ben de şaka yapıyordum canım. İnandın mı yoksa? İnandım deme, vallahi çok gülerim." diye savunmaya geçti ama yüzü onu fena ele veriyordu. Hâlâ kıpkırmızı idi.
"Ben de öyle tahmin etmiştim zaten." deyip yüzükle birlikte oturduğum banka geri döndüm. Oturur oturmaz yüzüğün içine baktım tekrar, okumak için.
"İ.U." yazıyordu.
Çok önemsemeyip yüzüğü cebime attım. Çıkışta güvenliğe teslim ederdim artık. Onlar sahibini bulurdu nasıl olsa. Yahut sahibi kaybettiğini anlayınca alırdı.
Tekrar kitap okumaya geçiyordum ki Zeynep geldi. Elinde de iki tane kahve vardı.
"Selamün aleyküm?"
"Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve berektuhu. Nerelerdeydiniz Zeynep hanım?"
"Ay çok acıkmıştım. Yemekhanede biraz oyalandım. Çok bekletmedim değil mi? Bir de kızlar epey bir lafa tuttu ya sorma."
Az önce yaşananlar aklıma gelince gülüp "Yok yok. Takılıyorum ben. Aldırma sen." deyip ekledim. "Hayırdır lafa tuttukları konu neymiş?"
"Hastaneye yeni bir paramedik çocuk gelmiş de onu konuşuyorlardı. Yok aman çok yakışıklı, çok karizmatik imiş, yok çok tatlı imiş!"deyince kendimi tutamayıp güldüm.
"Sen niye bu kadar bozuldun buna peki?"
"Ya sabah biz bu çocukla çarpıştık ve tartıştık. Ona sinir oldum."
"He, ben de hoşlandığın için bu kadar bozuldun zannettim. Tamam ya, sorun yok."
"Ay ne münasebet İclal. Tamam, yakışıklı ama hiç tipim değil bir kere."deyince yine güldüm. Karnım ağrımıştı.
"Gülme İclal ya!"deyip hafifçe elime vurdu.
"Tamam tamam. Gülmüyorum."deyip topladım kendimi. Zira etraf gülmek için çok da uygun sayılmazdı. "Ee neymiş bu konuşmak istediğin önemli konu peki?"
"Dur canım. Bu ne acele? Önce bir kahveni al."
"Zeynepciğim kırmak istemem ama-"
"Merak etme. Bu kahveyi helal marketten alıp kendim evde hazırladım da getirdim. Geçen sefer sen helal gıdanın önemini anlatınca artık helal marketten alışveriş yapıyor ve dışarıdan yiyecek-içecek almıyorum. Ya evde yapıyorum ya da helal marketten alıyorum. Teşekkür ederim bu arada. Bana bu farkındalığı ve şuuru kazandırdığın için. Aksi takdirde helal mi değil mi, şüpheli olan yiyecekleri tüketen bir müslüman olmaya devam edecektim hâlâ."
"Estağfurullah. Asıl sen hemen öğrendiğini uygulamaya geçirmekle beni çok mutlu ettin. Allah senden razı olsun. Herkes bu kadar hızlı nefsine kabul ettirip harekete geçmez. Gerçekten takdir ettim seni."
"Cümlemizden razı olsun. Teşekkür ederim iltifatların için ama gereği yok inan ki."
"Mütevazi hemşire seni. Ee versene kahvemi o zaman. Soğuyacak yoksa."diye takılınca gülüp uzattı kahveyi.
Kahvemden bir yudum alıp "Teşekkürler kahve için ama gerçekten merak ettim. Nedir bu önemli konu?" diye sordum.
"İclal bir konuda senden yardım istemek için çağırdım seni."
"Evet, dinliyorum seni?"
"İclal açıkçası seninle tanıştığımdan beri düşüncelerimi çok değiştirdin. İlginç tarafı ise bu benim hoşuma gitti. Senin benimsediğin yaşam tarzı çok hoş. Biliyorum, müslümanız ve bu yaşam tarzı zaten fıtratımızda var, diyeceksin. Haklısın da. Saçları kapatmakla tesettür olmaz demiştin. Bu beni en çok düşündüren şeyler arasında. Çünkü ben sadece başımı örtmüşüm, bedenimi değil, bunu anladım sayende. Pantolon giyiyorum, süslü püslü şeyler giyiyorum, şallarım hep ince ve sadece saçlarımı örtüyor, boynum bazen açıkta, göğsüm de açıkta. Sen Kur'an'a göre tesettür bu değil deyince gerçekten günlerce vicdan azabı çektim. Uzun lafın kısası, ben de senin gibi Kur'an ve sünneti merkezine alıp yaşamak istiyorum. Bugüne kadar her şeyi o kadar güzel, o kadar mantıklı açıkladın ki etkilenmemek elde değil. Aklımdaki tüm soruları, tüm şüphelerimi bir çırpıda yok ettin. Sen nefsten ve nefsi terbiye etmenin öneminden bahsetmiştin. Bunu nasıl yapabilirim peki? Bana bu konuda yardımcı olur musun?"
"Teşekkür ederim İclal. Çok naziksin." "Estağfurullah. Rica ederim. Öncelikle şunu söylemem gerekirse nefs ile başa çıkmak hiç kolay değil. Öyle acılar, öyle çileler çekip nefsini terbiye eden insan var ki bilsen, o zaman işin ciddiyetini zaten kavramış olursun." "Peki sen? Sen başarabildin mi bunu?" "Bunun cevabını sen verebilirsin. Bana ayna görevindesin şu an sen. Söyle bakalım, dışarıdan bakınca nefsini terbiye eden bir insan görüyor musun?" Zeynep elini çenesine koyup bir süre yüzüme baktı ve düşündü. "Bence evet ama şöyle, nefsini terbiye etmeyi az çok başarabilmiş ve hâlâ bunun için uğraşan, mücadele eden birini görüyorum." "Çok iyi tespit ettin Zeynepciğim." "Peki nasıl başardın bunu İclal?"deyince aklım geçmişe gitti. Gözlerimin dolması ise kaçınılmaz olmuştu. "Herkesin bir kırılma noktası, bir dönüm noktası olur ya? Benim de o gün yaşadığım şey, çok acı olsa da bana en büyük tokat oldu." "Ne oldu ki?" "Ben... Kardeşimi kaybettim..." -Bölüm sonu- |
0% |