@m.yaprak_epli
|
054* *** **: Nereye gittin? 054* *** **: Hep gidiyorsun zaten. Bir kere de gitmesen olmaz mı? 054* *** **: Ağabeyinle çok mu samimisiniz? 054* *** **: Umarım çok samimi değilsinizdir yine. (14.45) En son bunu yazmıştı ve ben de görüldüde bırakmıştım. Açıkçası ne yazacağımı da bilmiyordum. Ağabeyim yemek yedikten sonra oturma odasına, şömine şeklinde olan elektrikli sobanın önündeki tekli koltuğa yığılmıştı. Evdeki en güzel köşe orası olabilirdi. Zira karşısında şömine, yanında boydan cam, diğer yanında sehpa. O köşeyi şöyle hayal ederek yapmıştım, lapa lapa kar yağarken sehpamın üstünde kitabım ve kahvem olacak, ben de bir yandan kar yağışını izlerken bir yandan kitap ve kahve keyfi yapacaktım. Kar yağışına daha vardı. Ben de o gün geldiğinde çok güzel değerlendirecektim inşaAllah. Tuğba'yla konuştuktan sonra mutfağa geçip bulaşıkları halletmiş, sonra da ağabeyimle kendime koca kupalarda kahve yapmıştım. Oturma odasına geçtiğimde ağabeyimin arkadaşlarıyla şu, hiç sevmediğim oyunu oynadığını gördüm. Kahvesini sehpaya bıraktım ve "Ağabey ben çalışma odamdayım."dedim. İnşaAllah duymuştur beni. "Tamam bir tanem. Kahve için de sağ ol."dedi kafasını kaldırmadan. "Şifa olsun ağabeyciğim."deyip odama geçtim. Kayıt olduğum bazı bilim okumaları okulu vardı. Hocaların verdiği yönergelere araştırma yapıyor, okumaları sürdürüyor, bazen de sunum hazırlıyorduk. Müslüman toplulukların bu tarz eğitimlere önem vermesi beni gerçekten çok mutlu ediyordu. Ben de ödevlerimi yapmak için oturdum ve bir saate yakın çalıştıktan sonra ikindi ezanı okundu. Kış geliyordu artık. Günler gittikçe kısalıyordu. Ezanın bu kadar çabuk okunması bu yüzdendi. Namazımı büyük bir huzurla kılıp dönünce telefonuma bakayım dedim, yine o kayıtlı olmayan numaradan mesajlar gelmişti. 054* *** **: Böyle olacağını bildiğim için sesini duymayı tercih ediyordum. 054* *** **: Senin bu tarz konuşma ve mesajlaşmalardan hoşlanmadığını biliyorum çünkü. 054* *** **: Ama sen engelleyince başka bir çare bulamadım ve yazdım. 054* *** **: Aslını itiraf etmek gerekirse ağabeyini kıskandım. O adamın ağabeyin olduğunu bilmiyordum. 054* *** **: Bu yüzden kan beynime sıçradı ve kendimi sana yazarken buldum. 054* *** **: İclal artık geri dönülmez bir yoldayım. 054* *** **: Ben... 054* *** **: Benim artık sana ulaşmam gerekiyor. Artık geri dönüş yok. Görüldü... Neyden bahsediyordu bu? En önemlisi kimdi bu Ademoğlu? Ben: Karşıma çıkarsan seni kovacak değilim. Ben: Evlenmek istiyorsan hemen reddedecek değilim. Ben: Bana karşı hislerim varsa seni azarlayıp gönderecek değilim. Ben: Gel adam akıllı konuşalım, nasipse yol alırız. Ben: Değilse herkes kendi yoluna... Görüldü... Yazıyor... 054* *** **: Ne kadar kolay söyleyebiliyorsun bütün bunları. 054* *** **: Her şey çok kolaymış gibi. Yazıyor... 054* *** **: Şunu anla artık. 054* *** **: Ben senin için yabancı biri değilim. Görüldü... Ben: Kimsin o zaman oğlum sen! Ben: Delirtirsiniz adamı! Amacın ne? Ben: Neyin peşindesin? Bütün bu saklambaç oyunu niye? Ben: Bak ben böyle saçmalıklara gelecek bir insan değilim. Ben: Kim olduğunu söyle ya da kaybol! Ben: Benimle oynamadığını nereden bileceğim? Görüldü... Bir daha da cevap vermedi. Aniden çevirim dışı olup gitti. Ne döndüğünü bilmiyordum ama merak etmiyor da değildim. "Senin için yabancı biri değilim" derken ciddi miydi acaba? Yoksa bu, öylesine söylenmiş bir cümle miydi? Af, içim çok sıkılmıştı. Bunalmıştım da. Balkona çıkıp biraz hava aldım. Neden içimdeki ses bu mesaj atan kişiyi tanıdığımı söylüyordu? Tanıyorsam benden saklanmasının sebebi neydi o zaman? Bu hiç mantıklı değildi. Akşam yatana kadar sürekli mesaj gelip gelmediğine bakmıştım resmen. Her baktığımda da kendime çok kızıyordum. Ne diye bakıyorsun ki? Kimse seni sevmiyor işte, anla şunu! İşletiyorlar. Şimdi de canı sıkıldı bıraktı. Yarın iş başı yapacaktım tekrar. Erken yatıp erken kalkmam gerekiyordu. Ama aklım o kadar doluydu ki uyumakta güçlük çekiyordum. Bugüne kadar hep evlenmek istesem de reddedilmiştim. Kimse beni gizli veya açık sevmemişti. İnsan bazen sevilmek istiyordu işte. Cenab-ı Allah'ın sevgisi daima daha mutlu ve huzurlu kılıyordu, amenna ama ben evlenmek, çoluk çocuğa karışmak istiyordum. Fakat sorun şu ki, beni seven kimse yoktu. Ya da evlenmek isteyen... Ben evlenme teklifi etsem bile hep geri çevrildim, çocuğum olmuyor diye. Şimdi biri çıkıp bana karşı derin bir şeyler beslediğini, hatta onu tanıdığımı söylüyor ama karşıma da çıkmıyordu. İçimde ne kadar hep ümit olsa da sevilmeye dair, bu anonim işine inanmamam gerektiğini biliyordum. Çünkü ne kadar istersem isteyeyim beni sevecek birini bulamıyordum. Ya da bu şekilde daha hayırlı olduğu için olmuyordur. Değil mi ki Cenab-ı Allah her şeyi daha iyi bilirdi? O vakit bize düşen teslim olmaktı. Yatsı namazının ardından huzurla uyumayı başarmıştım. Tefekkür etmek her zaman çok iyi geliyordu. O anonim her kimse belli ki niyeti iyi değildi ve ben de ona bu fırsatı verip eğlenmesine izin vermeyecektim. Engelleyemiyordum belki ama ona da söylediğim gibi görmezden gelebilir, mesajlarını silebilirdim. Ey güzel Rabb'im... Sevilmesem de Senin tarafından sevildiğimi bilmek her şeye bedel... 054* *** **: Karşına çıkacağım İclal. 054* *** **: Ama bakalım sen beni tanıyabilecek misin? 054* *** **: Eğer tanırsan sana bütün bunların sebebini açıklayacağım. 054* *** **: Fakat tanımazsan o zaman hiçbir şeyin anlamı yok demektir. *** Sabah namazına kalkınca görmüştüm mesajlarını. Öyle şeyler yazmıştı ki aklımda bir sürü soru işareti birikmişti. Sabah tüm hazırlıklarımı yaptıktan sonra hastaneye gitmek üzere evden çıkmıştım. Tabi ağabeyime haber verip her şeye dair tembih ettikten sonra. Aytül teyze ve Osman amca ağabeyimin geldiğini duymuş, yarın bize akşam yemeğine gelin demişlerdi. Tek endişem, Emre'nin orada olması idi. Ondan nedense çekiniyor gibiydim. Bu yüzden o gelmese çok daha rahat olacaktım. İnşaAllah da gelmezdi. Bugün kızlar yiyeceğini de al, mesai başlamadan kantine gel, birlikte kahvaltı yapalım demişti. Ee tabi ben de tüm yiyeceklerimi evden hazırlayıp getirdiğim için kantinden yahut yemekhaneden bir şey tüketmiyordum. Onlar da artık buna alıştıkları için yanında getirdiklerinle gel, kahvaltı yapalım demişlerdi. Ben de kıramamıştım tabi. Hastaneye girer girmez eşyalarımı dolabıma bırakıp yiyeceklerimin içinde olduğu bez çantayı koluma takıp kantine gittim. Normalde insanlar yanında yiyecek taşımaktan utanırlardı ama benim için kimsenin ne düşündüğü önemli değildi. Önemli olan Rabb'imin rızası idi. Kızlar uzak bir masa seçmişlerdi. Yanlarına gidip özlem giderdikten sonra kahvaltımızı yaptık. Hepsi de bu bir haftalık tatilde beni çok özlediklerini söylemişlerdi. Zeynep bir sürü şey yaşamış, onları anlatıyorlardı bana. "Nasıl yani anlamadım? Siz bu yeni gelen çocukla niye sürekli kavga ediyorsunuz ki?" "İclal anlasana beni sinir etmek hoşuna gidiyor. Bu yüzden de benimle uğraşıyor işte." "Zeynep ondan çok hoşlanıyor ama bir türlü kabullenemiyor."diye güldü Ebru. "Ya ne alakası var? Ben sadece beğeniyorum onu o kadar. Bir sarışına göre çok tatlı."dedi ve son cümlede ne dediğini fark edince panikle ağzını kapattı. Hepimiz onun bu haline gülerken Hayal tuhaf bir şey söyledi. "Hatta şu an bizim masaya bakıyorlar." "Kim?"diye sordum. "Uraz'lar işte." "Allah Allah? Bir hafta gelmedim, neler olmuş böyle? Kimmiş bu Uraz?" "Zeynep'in sürekli atıştığı ama bir o kadar da hoşlandığı çocuk işte İclal." "Şu an İclal'in sırtına bakıyor Uraz."diyen Ebru ile dönmeden edemedim. Merak etmiştim şu çocuğu. Dönünce direkt göz göze geldik. Tuhaf tuhaf bakan iki çift gözle karşılaştım sadece. Daha fazlasına izin vermeden önüme döndüm zira harama girmeye lüzum yoktu. Çocuğu çok görmemiştim zaten. "Oha! Uraz niye sinirle kalkıp gitti?" -Bölüm Sonu- |
0% |