@m.yaprak_epli
|
Hâlâ Uraz'ın şaşkınlığı içerisindeydim. Yaptığı o harika savunmadan sonra Yalın daha fazla bir şey söyleyememiş "Mesaim var."deyip gitmişti. Giderken hem şaşkın hem de sinirli gibiydi. Şaşkın olan sadece o değildi, şüphesiz ki hepimiz en az onun kadar şaşkındık. Kimse Uraz'ın bu yönünü bilmiyordu anladığım kadarıyla. Herkese sürpriz olmuştu bir nevi. Belki de en çok bana...
Zaten istediğim yere de gelmiştim. Hastanede çalışmaktan epey yorulunca eve gitmeden önce kafede çay içip dinlenmek istemiştim biraz. Belki de biraz da kafayı toplamak için... Aklım karmakarışıktı ve düşünmeyi durduramıyordum. Bu kafeyi kızlarla birlikte birkaç gün önce keşfetmiştik. Beni etkileyen kısmı helal gıdaya önem verip servisi o şekilde yapmalarıydı. Bizzat kendim ürünlerini incelemiştim. Hepsi de helal sertifikalıydı. Kafenin çok güzel ve nezih bir ortamı vardı. Hanımlara üst kat, beylere de alt kat ayarlanmıştı. İşin en güzel yanı hanımlar ile beylerin girişlerinin de ayrı olmasıydı. Karşılaşma gibi bir dert yoktu yani. Ben de her zaman ki yerime, cam kenarına oturup çay ve tatlı istedim. Beklerken yine düşüncelerim beni fazlasıyla istila etmişti. Bugün çok tuhaf bir gündü. Üşüyor gibiydim ama bedenen değil. Hani insan kendini güvende hissetmediği zaman üzerinden soğuk bir rüzgar geçer de üşür gibi olur ya? Neden şimdi ben de öyle hissediyordum? Uraz'ı ne zaman görsem hem hakkında biraz daha şaşırıyor hem de geçmişim aklıma geliyordu. Bu soğuk rüzgar da geçmişimden esiyordu zaten. Ne zaman ki geçmişi düşünsem işte böyle üşüyordu kalbim... Derin bir nefes alıp önüme dönmüştüm ki çayım ve tatlım geldi. Tatlıdan bir çatal alıp üstüne çay içer içmez "Abla?"diye bir ses duydum. "Abla mendil almak ister misin?" Şu mendil satmaya çalışan küçük çocuklardandı bu çocuk da. Bir kadına mendil satmaya çalışıyordu. Üstü başı toz içinde kaldığı gibi yüzünden de tüm kan çekilmiş gibiydi. Kim bilir hangi sebeple mendil satmaya mecbur kalmıştı? "Hayır, istemiyorum."diyen kadınla çocuğun yüzü asıldı ve yan masaya yöneldi. Ben de dikkatlice onu izliyordum. Ondan da olumlu bir dönüş alamayınca dayanamadım, yanıma çağırdım. "Ben alırım mendil." Çocuk yüzündeki beliren ani sevinçle bana döndü, sonra da yanıma geldi hızlıca. "Gerçekten alacak mısın abla?"dedi umutla. Başımı salladım. "Ama bir şartım var." "Neymiş abla?" "Ben yalnız başıma bir şeyler yemeyi pek sevmem. Bana eşlik eder misin?" "Gerçekten mi abla?" Her halinden şaşırdığı çok belliydi. Yine başımı salladım. Biraz sonra tatlı çocuk oturmuş, ben de ona çay ve tatlı söylemiştim. Tatlısını büyük bir iştahla yemeye başlamıştı. O yerken başını okşadım istemsizce. Çok acıkmış olmalıydı, ona bir porsiyon daha istedim. Yüreğim titremişti. Oyun oynayıp ilim öğrenmesi gereken yaşta mendil satıyordu. Elimden gelse, tüm çocukları bu durumdan kurtarsam... Ne yazık ki ahir zaman böyleydi. Zenginler gittikçe daha da zenginleşirken fakirler de daha da fakirleşiyordu. Zekat yoksunluğunun acı bir tablosuydu bu. "Tatlı çok güzelmiş abla, teşekkür ederim."diye gülümsedi. Senin o masum gülümsemen daha güzel ama. Ah bunu bir görüp de hissetse insanlar... *** "Bizim Salih ağabey var ya onun babası vefat etmiş."dedi Sedat ağabey. Kendisi hastanenin kıdemli sağlıkçılarındandı. "Aa o yüzden mi bir aydır yok?"diye sordum şaşkınlıkla. "Evet, izin almış." "Ee ne duruyoruz, hep birlikte taziyeye gidelim de adamın yanında olalım."dedi Yalın. "Yalın haklı arkadaşlar. Adamın babası vefat etmiş, hiçbirimize söylememiş, bir baş sağlığına gitsek çok iyi olacak."dedi Hatice abla. O da Sedat ağabey gibi hastanenin kıdemli sağlıkçılarındandı. "Neden hiçbirimize söylemedi ki?"diye sordu Zeynep. "İnsanlık hali, telaştan unutmuştur."dedi Uraz. "İnanılır gibi değil ya. Mevtanın kırkı çıkmış, biz şimdi öğreniyoruz. En azından yanında olurduk bu süreçte."diye sitem etti Hilal haklı olarak. Salih ağabey hastanemizin başhemşiresi idi. Başhemşire olmasına rağmen kimseye resmi ve katı olmayıp herkese birer ağabey gibi davranıyordu. Salih ağabey Antepli olduğu için şiveli konuştuğu gibi çok da samimi ve sıcak idi. Doğrusu onun adına çok üzülmüştük. Babasının vefat ettiğini öğrenince bir grup hastane kalmış, diğer grup taziyeye gitmeye karar vermiştik. Biz dönünce de diğer grup gidecekti. İdareden birkaç saatliğine izin almıştık zaten. Onlar da Salih ağabeyi çok sevdiği için izin vermişlerdi hemen. Sedat ağabey, Salih ağabeyin evini bildiği için onun peşinden gitmiştik. Kimi otobüse bindi, kimi kendi arabasıyla gelmişti. Sonunda bir apartman önünde inip Sedat ağabeyin peşinden yukarıya çıktık. Kapıyı çaldıktan sonra bir dakika geçmeden hemen açmışlardı zaten. Bizi Salih ağabey ve hanımı karşılamıştı. Yaşlı annesi de içerideydi. Sırayla baş sağlığı diledikten sonra salona geçmiş ve uygun yerlere oturmuştuk. Ben de Ebru ve Hilal'in ortasına oturmuştum. Bir süre oturduktan sonra çay ve atıştırmalık ikramında bulundular fakat kimse yiyemedi. Ortalıkta gezinen sessizliği Sedat ağabey bozdu. "Salih ağabey ben senin babanla daha önce tanışmıştım. Sapasağlam adamdı. Ne oldu da bir anda vefat etti böyle? Aklım almıyor." "Sorma Sedat'ım sorma. Kaza işte, geliyorum demez, biliyorsunuz çocuklar." Hepimiz içimizden ahlar vahlar ederken Ferhat ağabeyin bir sorusu oldu. "Ne kazası ağabey? Ne geldi başına Hasan amcanın?" "Sorma oğlum. Kahvede otururken çocuğun biri babama şaka yapmış. Oyuncak örümceği babamın üstüne koymuş." "Hiii yoksa korkudan kalp krizi geçirip mi öldü?"dedi Zeynep. "Yok. Öyle değil. Ama az kalsın kalp krizi geçirecekmiş korkudan." "Ee peki nasıl oldu vefatı?"diye sordu Yalın. "Babam çocuğa çok kızmış, kovalamış, o sırada ayağı bastonuna takılmış, düşmüş." "Ay düşerken kafasına darbe alıp mı vefat etti zavallı adam?"diye bu sefer soran Ebru olmuştu. "Yok ama kafasına darbe aldığı halde o şekilde ölmedi." "Adamın başına gelmeyen kalmamış, hiçbir darbe onu öldürmemişse ölümüne sebep olan şey ne, çok merak ettim. Herhalde çok büyük bir şeydir."diye kulağıma fısıldadı Hilal. Gülme isteği gelse de zor tuttum kendimi. "Ee peki nasıl öldü bu adam Salih ağabey?"diye sordu Sedat ağabey. "Babam ayağa kaldırmışlar, bir de bakmışlar ki ne görsünler?" "Ne?"diye sordu Hatice abla. "Babam öylece donmuş kalmış. Kahvedekiler onu oturtmuşlar, sarsmışlar, hâlâ kendine gelememiş. En sonunda orada bulunan Hüsnü amca babama şöyle en okkalısından bir Osmanlı tokadı atmış, adam yere yığılmış. İşte böyle öldü." Dayanamayıp elimle ağzımı örttüm. Sinirlerim bozulmuştu. Bu nasıl bir hikayeydi böyle? Gülme isteğim geçmiyordu. Kendimi bastırdıkça gözlerim yaşarıyordu. Sadece ben değil ki Hilal, Ebru, Zeynep, Yalın, Uraz ve yanındaki bir arkadaşı da gülmemek için kendini zor tutuyordu. Diğerleri ise bu dinlediklerine fazlasıyla şaşırmış duruyorlardı. Haksız da sayılmazlardı. Salih ağabeyin babasının başına gelenler, Allah affetsin ki biraz tuhaf ve komik olduğu için hepimiz türlü türlü tepkiler vermiştik. "Ama bu çok saçma."diye fısıldayan Yalın ile yüzümü önüme eğdim, güldüğüm görülmesin diye. Bizim tarafta, ayakta olduğu için onu sadece bizler duyabilmiştik. "Hüsnü amcaya şahitlik etmeseler hapse girecekti. Adamın tek amacı babamı kendine getirmekmiş işte. Nereden bilsin, bir tokatla öleceğini? Yalnız Hüsnü amcanın meşhur tokadını bilmeyen yoktur. Adam yaşını başını aldığı halde eli fazlasıyla ağır." Salih ağabey böyle ciddi ciddi anlatmaya devam ettikçe gülmem geçmiyordu. Kendimi kasmaktan bayılacaktım artık. Allah'ım Sen affet, resmen sinirlerim bozulmuştu. Sadece benimle kalsa iyi, benden beter durumda olanlar da vardı. "Eğer biraz daha oturmaya devam edersek adam güldüğümüzü anlayacak ve çok ayıp olacak. Taziye evi burası ya. Biz de kalkmış gülüyoruz."dedi Zeynep. "Böyle bir şeye gülünür zaten Zeynep. Eminim kimse gözyaşı dökmemiştir. Salih ağabey bile hiç ağlamış gibi durmuyor."dedi Uraz. Böyle bir şey söylemesi doğru değildi, bizim gülmemiz de doğru değildi ama maalesef elimizde değildi. En iyisi müsaade istemekti deyip Sedat ağabeye işaret edip kalkmamız gerektiğini söyledim. "Salih ağabey çocuklarla birlikte hastaneden sizin için izin aldık da artık gitsek iyi olacak." "Ayağınıza sağlık hepinizin. Çok sağ olun çocuklar." Tekrar baş sağlığı dileyip sırayla vedalaştık ve sonunda kendimizi dışarı attık. "Sedat ağabey kusura bakma ya içeride biraz güldük falan ama."dedi Hilal. "Kusura bakılacak bir şey çocuklar. Olay gerçekten komikti ve de tuhaf. Ben bir ara Salih ağabeyin bize takıldığını bile düşündüm. Hayatımda böyle ölüm şekli görmedim." "Yaprağı bol olsun."diyen Yalın ile hepimiz gülmeye başladık. Ben ise anlaşılmasın diye arkamı dönmüştüm. "Ne var? Ne gülüyorsunuz, yanlış bir şey mi söyledim?" "Yaprağı değil, toprağı bol olsun oğlum o. Allah iyiliğini versin."diye kahkahalara boğuldu Hatice abla. Onları izlerken yanı başımdan gelen sesle duruldum. Uraz idi bu. "Naber İclal?" Bana mı diyordu? Bir dakika benim adım İclal'di değil mi? Evet evet, gözlerime baktığına göre bana demişti onu. Peki ama ben neden bu kadar heyecanlanmıştım? İşte orası koca bir muamma idi... -Bölüm Sonu- |
0% |