Yeni Üyelik
26.
Bölüm

~26. Bölüm~

@m.yaprak_epli

"Uraz gitmiş!"

"Ne demek gitmiş?"dedim şaşkınlıkla. Böyle bir şey nasıl olurdu?

"Gitmiş işte. Hastaneden ayrılmış..."

"İyi de..."deyip durakladım bir an. Hâlâ şokun etkisindeydim. "Durup dururken neden böyle bir şey yapmış ki? Bir şey mi oldu?"

"İnan, bilmiyorum İclal. Herkes çok şaşkın. Uraz kısa sürede herkese kendini çok sevdirdi. Şimdi birden bire gitmesi çok tuhaf. Erdal gelsin, ona soracağız. Hastanede en çok ona yakındı. O mutlaka biliyordur sebebini."

"Erdal şu hep yanında olan çocuk değil mi, o da paramedik idi?"

"Evet evet. Ambulansla vakaya çıkmıştı. Salih ağabey aradı, birazdan gelecekmiş hastaneye. Ha bu arada..."deyip kulağıma fısıldadı Yalın burada olduğu için. "Zeynep o gitti diye epey kötü oldu. Gidip bir baksak iyi olacak İclal."deyince başımı salladım.

"Yalın çok üzgünüm, gitmem gerekiyor. Sana anlatmak istediğim başka şeyler de vardı ama şu an acil bir durum söz konusu. İnşaAllah başka bir sefere konuşuruz."

"Tamam, önemli değil. Ben bulurum seni."deyince başımı salladım ve Hilal ile birlikte içeriye girdik. Acile, hemşire odasına gittiğimizde Zeynep'in üzgün bir şekilde oturduğunu gördük. Hemen yanına oturduk biz de.

"Zeynep, iyi misin canım?"

"Bilmiyorum İclal. Sanki bir kanadım kırılmış gibi hissediyorum."

"Aranızda bir şey mi oldu? O yüzden mi ona bu kadar bağlandın böyle?"

"Hayır, sadece ben ondan hoşlanıyordum ama onun bana pek yüz verdiği yoktu. Bana başka gözle baktığını hiç görmedim. Buna rağmen hislerime engel olamadım işte."dedi üzgünce.

"Belki de böylesi daha iyi oldu Zeynep. Ona daha çok bağlanıp daha çok acı da çekebilirdin."dedi Hilal. Başımı salladım ben de gayri ihtiyari. Zeynep ise cevap veremedi. O sırada odaya Ebru girdi aniden.

"Kızlar Erdal gelmiş vakadan. Hadi acile gidelim de Uraz neden hastaneden ayrılmış öğrenelim."

"Bir dakika bir dakika kızlar? Uraz tamamen istifa mı etmiş yani? Bu gidişi geçici değil?"

"Evet İclal. Maalesef öyle. Hadi gidelim de öğrenelim şu meseleyi."diyen Hilal ile Zeynep'i de alıp acile gittik.

Hemşire odasına girdiğimizde çoğu kişi Erdal'ın etrafını sarmıştı bile. Herkes Uraz'ın neden kimseye bir şey söylemeden, veda etmeden, apar topar gittiğini soruyordu.

Erdal ayağa kalkıp "Arkadaşlar!"diye isyan etti ve tam devam ediyordu ki bizi fark etti ve gözlerime baktı sinirli bir şekilde.

"Arkadaşlar bilmiyorum. Bana da bir şey söylemedi. Sadece 'gidiyorum' dedi ve gitti."

"Peki başka bir şey demedi mi? Yani buradan aniden gitmesi için iyi bir sebebi olmalı diye düşünüyoruz."

"Belki de sadece değmediğini fark etti, hayal kırıklığına uğradı ve gitmeyi seçti."

Sorulan soruya cevap verirken neden bana dönmüştü? Bu bir ima mıydı? Ama neden ima edecek bir şey olsun ki ve neden ben? Ne alakam var ki? Diye diye aklımda bir sürü sordu döndü durdu. O sırada Erdal devam etti konuşmaya.

"Arkadaşlar sadece şu kadarını söyleyebilirim. Uraz buraya çok değerli gördüğü bir amaç uğruna geldi fakat en son ne yaşadı bilmiyorum ama sanırım hayal kırıklığına uğradı ve gitmeyi seçti az önce dediğim gibi. Umduğunu bulamadı belki de bilemiyorum ama öğrenmeye çalışacağım. Size söz veriyorum."dedikten sonra sakinleşti odadakiler.

Neler oluyordu böyle? Uraz gerçekten neden gitmişti? Erdal'ın dediği gibi umduğunu mu bulamadı? Umduğu şey neydi peki? Erdal'ın o son sinirli bakışları da gözümün önünden gitmiyordu. Neden bana bakarak söylemişti ki onları? Bana mı öyle geliyordu yoksa? Belki de sadece aklımda kurduğum kuruntulardı, bilemiyorum. Bu sefer gerçekten her şey kördüğüm halini almış gibiydi. Başka bir konu daha vardı ki Uraz'dan helallik almam gerekiyordu. Lakin bunu nasıl yapacaktım, işte bunu hiç bilmiyordum...

***

İş çıkışı durağa doğru düşünceli bir şekilde ilerlerken arkamdan birinin seslenmesi ile döndüm. Yalın'dı bu yine. Şu an hiç konuşacak halim yoktu ama nazik bir şekilde geri göndermeye çalışacaktım.

"Efendim Yalın?"

"İclal sana güzel bir haberim var."

Uraz mı dönmüştü yoksa?

Heyecanla ne diyeceğini bekledim.

"Neymiş?"

"Hani bir kere bana 'Sana bu fikirleri aşılayan kim?' diye sormuştun ya?"

"Evet?"

"İşte ona senden bahsettim. Seni çok merak etti. Kabul edersen münazara yapmak istiyor."

"Nasıl olacak peki o?"

"Bu fikirlerin kimden tarafından aşıladığını merak ettiğin kişi benim eski sevgilim. Benden daha fanatik bir hristiyandır. Sırf davasını yaymak için kapı kapı dolaşıp hristiyanlığı anlattığını bilirim. Bazen de münazara yarışmaları yaparak insanları hristiyan yapar."

"Nasıl yani?"

"Karşıdaki kişi kabul ederse iki taraftan hakem tutuluyor. Küçük bir kitleden oluşan seyirci önünde münazara yapıyorlar. Seyircinin yarısı bir dinden, yarısı diğer dinden. Hristiyanlık ile müslümanlık gibi. Kim kazanırsa daha doğrusu daha iyi savunma yapıp kazanırsa öbür taraftakilerin hepsi o dine geçiyor."

"Bu yöntem Afrika'da çok meşhur. Burada bunu kullandıklarını bilmiyordum."

"Evet, Afrika'da çok meşhur dediğin gibi. Zaten oradan alıntılama. Biliyorsun din ve inanç arayışına giren bir sürü insan var. Bu yöntemi duydukları anda seyirci olarak katılıp akıllarındaki şüphe ve sorulara son veriyorlar. Dahası dinlerini, inançlarını buluyorlar."

Biraz düşünüp cevap verdim.

"Ne zaman müsait olur peki?"

"Eğer kabul edersen iki gün sonra."

"Cumartesi yani?"

Kafasını salladı.

"Nerede peki?"

"Kültür merkezinde."

"İzin veriyorlar mı orada münazara yapılmasına?"

"Katılan kişi çok olunca ses etmiyorlar. Hatta bazıları destekliyor bile. Ee ne diyorsun?"

Yalın benden daha heyecanlı görünüyordu.

"Sen de katılacak mısın Yalın? Yani eğer münazarayı ben kazanırsam müslüman olacak mısın?"

"Ben şimdilik tarafsız bir şekilde izleyen seyircilerin arasında olacağım."

"Peki, nasıl istersen."

"Yani?"

"Elbette katılıyorum. Bu fırsatı kaçırır mıyım hiç? Belki de Cenab-ı Allah bir sürü hristiyana benim vesilemle hidayet nasip edecek. Bu sevaptan geri kalamam."

"Yalnız Yeşim çetin cevizdir. Dikkatli ol da sen hristiyanlığa geçmeyesin. Bugüne kadar onu yenen olmadı. Ben bile kendimi riske atıp münazaraya girmiyor, tarafsız seyirci kısmına geçiyorum."

Evet, bu demek oluyordu ki eğer kaybedersem hristiyanlığı kabul etmek zorunda kalacaktım.

"Merak etme Yalın. Ben kendime değil, Allah'a güveniyorum. Yeşim hanımı yenecek olan da Allah'tır. Lakin bu yenilgi onun için en büyük ödül olacak, emin ol. Şu an dinimi riske atıyorum, farkındayım ama inan zerre korkmuyorum. Çünkü arkamda çok büyük bir güç var ve önüme böyle bir fırsat çıkardıysa Rabb'im, içinde murad ettiği çok büyük bir hayır vardır. Yeşim hanıma çok farklı bir yöntem uygulayacağım."

"Neymiş o yöntem?"

Yarım ağız gülümsedim. Bu çok eğlenceli olacaktı.

"Musa Bangura yöntemi..."

***

Sonunda cumartesi günü gelmişti. Kültür merkezinin önündeydim, çok heyecanlıydım. Besmele ve dualar eşliğinde içeri girdim. Kapıda bekleyen Yalın ile karşılaştım. Beni bekliyormuş. Yolu gösterdi ve beni konferans salonuna götürdü. İçeriye girdiğimde seyircilerin yeni yeni geldiğini gördüm. Sağ taraf müslümanlara, sol taraf hristiyanlara ayrılmıştı. Ortadakiler de tarafsız olanlardı herhalde. Önlerinde yazan tabelayı görmeseydim de anlardım galiba. Bazıları çok belli giyinirken bazıları normal giyimle gelmişlerdi.

"Sağ tarafta müslümanların olduğuna bakma. Aslında onların da içinde şüphe, kuşku olduğu için buradalar. Aksi takdirde dinlerini değiştirmek gibi bir riske girmezlerdi. İki taraf da kafasındaki sorulara cevap bulmak için buradalar. Sen ve Yeşim iki temsilci olarak biriniz hepsinin hidayetine vesile olacak."

"Allah'ın izniyle o kişi ben olacağım. Yeşim hanım nerede?"

"Gel, seni onunla tanıştırayım. O da sabırsızlıkla seni bekliyordu."dedi ve beni sahneye yönlendirdi. Birkaç kişi sahnede konuşuyordu. Yalın içlerinden bir kadına "Yeşim?"diye seslenince onu gördüm. Yeşim oldukça genç ve güzel bir kadındı. Turuncu saçları, beyaz teni, uzun boyu ve fit vücudu ile bu güzelliğinin herkesin görmesi beni üzmüştü. Bu güzellik sadece helalinin hakkı olmalıydı. Şimdi zavallı kızın üzerinde bir sürü pis bakış geziyordu.

"İclal hanım?"diye elini uzattı yanımıza gelir gelmez. Başımı sallayıp uzattığı elini sıktım.

"Yeşim hanım?"diye karşılık verdim ben de. O da gülerek başını salladı.

"Yalın sizden çok bahsetti. Öyle ki sizi çok merak ettim ve bu günü iple çektim."

"Duygularımız karşılıklı Yeşim hanım. Sizinle münazarada buluşmak için sabırsızlanıyorum ben de."

"O halde yerlerimize geçelim. Seyircilerin çoğu geldi sayılır."

"Tabi."

Otururken "Eğer Yalın'ın bahsettiği kadar bilgili biri iseniz sizin hristiyan olmanıza vesile olmak beni ayriyeten mutlu edecektir. Sizin gibilere ihtiyacımız var zira."dedi Yeşim. Bunun üzerine gülmeden edemedim.

"Nedense hep duygularımı dile getiriyorsunuz. Ben de aynı şeyi sizin için düşünüyordum. Doğru olan kazanacak zaten, şüphem yok."

"Kesinlikle. Sizi hakemlerimizle tanıştırayım. Müslüman hakemimiz Mustafa bey. Hristiyan hakemimiz ise Erol bey. İkisi de oldukça deneyimli ve dinleri hakkında donanımlı bilgilere sahipler."

İki hakem de 40'lı yaşlarda gösteriyordu. Yine sahnenin sağ tarafındaki masada Kur'an, meal ve tefsirler, sol taraftaki masada ise İnciller yer alıyordu. Bir 5-10 dakika daha bekleme ve sohbet kısmından sonra münazara başlamıştı. Çok heyecanlıydım, kalbim yerinden çıkacak gibiydi ama bir o kadar rahattı kalbim. Zira Allah'ın benimle beraber olduğunu biliyordum.

Yalın orta kısımdaki koltuklardan birine oturmuştu. Sunucu bir adam çıkıp ikimizi yani temsilcileri tanıttı ve böylece münazara resmen başladı. Önümüzde birer mikrofon vardı. Besmele çekip söz aldım.

"Yeşim hanım izin verirseniz ben başlamak isterim. Tabi bir sakıncası yoksa?"

"Hiçbir sakıncası yok. Aksine ben de bunu bekliyordum."

"Teşekkür ederim. Ben İncil'i birçok kaynaktan okudum ve birçok çelişkili yerler buldum. Tahrif olduğunu biliyorum ve bunu size kanıtlamak istiyorum. Bazı sorularım olacak."

"Tabi, buyurun."

"İncil'in bir yerinde Hz. İsa'dan Allah olarak bahsedilirken (haşa) bir başka yerinde de Allah'ın uyumayacağı, yatmayacağı ve dinlenmeyeceğinden bahsediliyordu. Başka bir yerde ise Hz. İsa'nın bir nehir kenarında ve serin bir havada uyuduğundan söz ediliyor. Şimdi Hz. İsa Allah mı (haşa)? Uyuyor mu, dinleniyor mu?"

"Orada dinleniyordu, uyumuyordu ki."diye savunmaya geçti hemen Yeşim. Seyircilerin kimi gülerken kimi onun gibi itiraz edince hakemler müdahale etti.

"Yalnız İncil'de nehrin karşı tarafına geçtikten sonra orada uyduğunu yazıyor. Uyumayıp yalnızca dinlense bile ne fark edecek? Allah'ın dinlenmeye ihtiyacı mı var?"

Yeşim itiraz etmeye devam edince hristiyan hakem müdahalede bulunup İncil'e baktı ve benim haklı olduğum ortaya çıktı. Böylece ilk oturumu ben kazanmıştım. Yeşim'in gerildiğini görmüştüm. Galiba biraz sinirlenmişti.

İkinci oturum hemen ardından başlamıştı. Üç oturum sonunda bitecekti münazara.

"Bu sefer ben başlamak isterim izninizle İclal hanım?"

"Estağfurullah tabi, buyurun?"

"İsa Mesih'te daha önce hiçbir insanda bulunmayan özellikler vardır. Örneğin bir babası olmadan doğması, daha bebekken konuşması, ölüleri diriltmesi, semaya yükselmesi... Bunlar bile Tanrı'nın oğlu olduğunun birer kanıtı değil mi? İnsani özelliklerin çok dışında, olağanüstü güçlere sahip, yalnızca insan görünümünde bir Tanrı İsa Mesih. Aksini nasıl ispat edebilirsiniz?"

"Çok kolay. Mucizeler ilah olduğu anlamını vermez. Hz. Süleyman'ın emrinde rüzgar, hayvanlar ve cinler vardı ama kendisi yine de bir peygamberdi. Hz. Musa'nın denizi ikiye ayırması, asasının yılana dönüşmesi de aynı şekilde. Keza Hz. Muhammed (SAV) ayı bir parmağı ile ikiye ayırmıştır. Bu da onun ilah olduğu anlamına gelmez. Konuya dönecek olursak siz Hristiyanlar Hz. İsa'nın Allah olduğunu söylüyorsunuz (haşa) ama İncil'in bir yerinde öldüğü ve üç gün boyunca gömülü kaldığı söyleniyor. Peki bu üç gün boyunca Allah kimdi? Ayrıca Hz. İsa'yı o mezardan kim kaldırdı?"

Cevap yok. Devam ettim.

"İncil'de diyor ki 'Hz. İsa mesajını anlatmak için bir yere gittiğinde arkadaşı olan İzoris ölmüştü. Geldiğinde ona arkadaşının öldüğünü söylediklerinde hıçkıra hıçkıra bebek gibi ağladı.' Eğer Hz. İsa Allah olsaydı (haşa) geldiğinde zaten durumu bilirdi ve ağlamazdı. Arkadaşını diriltir, canlandırırdı. Hatta ölmesine izin bile vermezdi. Bu nasıl oluyor?"

Yine cevap yok. Yine devam ettim.

"İncil'in bir yerinde Hz. İsa'yı ararlarken 'Allah'ım! Allah'ım! Beni nasıl ararlar?' şeklinde bir ağlaması var. Peki o, Allah ise (haşa) o zaman, niye orada ağlıyor? Bu cümleler, yani 'Allah'ım! Allah'ım!' Hz. İsa'nın cümleleri. Eğer o Allah ise (haşa) niye böyle ağlıyor?"

Yeşim yine cevap vermeyince ikinci oturumun süresi sonlandı ve ben kazandım yine elhamdülillah.

"Üçüncü oturuma İclal hanım başlayacak ve bir puan daha alırsa münazara sonlanacak ve kazanan müslümanlar olacaktır."diyen sunucu sonrasında Yeşim'e dönüp son öldürücü darbeyi indirmek için derin bir besmele çektim.

"Yeşim hanım birinci oturumda Hz. İsa'nın babasız bir şekilde doğduğundan bahsettiniz. Şayet Hz. İsa ilah ise (haşa) Hz. Meryem'den doğmadı mı? Bir ilahın 9 ay anne rahminde ne işi var? İlah olana yakışır mı anne rahminde 9 ay beklemek? Eğer Hz. İsa insan görünümlü bir ilah ise anne rahminde ne arıyordu?"

Yeşim donmuştu. Bir cevap verememişti. Süresi dolunca hakemler müdahale etti ve puan benim haneme yazıldı yine hamdolsun. Sunucu da müslümanların kazandığını ilan etmişti. Çoğu kişinin yüzünde şaşkınlık varken kimisi sevinçten uçuyordu. Yalın da şok içerisinde kalanlardandı Yeşim de. Böylece Yeşim ile birlikte sol tarafta bulunan bütün hristiyanlar müslüman hakem eşliğinde Kelime-i şehadet getirip müslüman olmuşlardı. O an gözyaşlarımı tutamayıp ağladım. Bu tür münazaraların burada yapıldığını bilseydim daha önce katılırdım. Bir seferde birçok kişinin hidayetine vesile olmak ne demekti? Bütün dünya mutluluklarına bedeldi adeta.

Bu mutlulukla ağlamaya devam ederken Yalın'ın o kalabalıkta yanıma gelip "Yeşim'i yendiğine inanamıyorum. Karşında hiçbir kelime edemedi üstelik."dediğini zar zor duymuştum.

Ben değil, Cenab-ı Allah yenmişti onu. Üstelik bu onun, onlar için bir yenilgi değil, adeta yeniden doğmak gibiydi. Zira hidayet vesile olmuştu hepsine. Elhamdülillah ki ne elhamdülillah...

***

"İclal sana inanamıyorum. Hâlâ şoktayım. Yeşim diyordu ki 'Onun için çok farklı planlarım vardı. İslamiyet'te cevaplanamayan soruları soracaktım, köşeye sıkıştıracaktım ama Hz. İsa ile ilgili o söyledikleri ile ben de bir an İncil'i sorguladım,
hristiyanlığı sorguladım' Yeşim müslüman olduğu için mutlu gördüm ya ölsem de gam yemem artık. Kız hemen ertesi gün İslamiyet'i araştırmaya başladı. Tesettür emrini öğrenince ilk işi başını örtmek oldu. Onu dün öyle görünce şaşkınlığım iki kat daha arttı."

Münazara gününün üzerinden neredeyse 5 gün geçmişti. Pazar benim iş günüm olmasına rağmen Yalın'ın izin günü olduğu için bugün duygularını dile getirme fırsatı bulabilmişti. Yine her zamanki gibi öğle arasında.

"Eh Yalın ne diyeyim ben sana! Onca kişi o gün müslüman olmasına rağmen sen hâlâ hristiyanlıkta diretiyorsun. O gün gördün işte. Hz. İsa ilah falan değil. Sadece bir elçi, bir peygamberdi o kadar. Ve İslam'da peygamberlerin hepsine inanmak imanın şartlarındandır. Yani müslüman olsan bile yine Hz. İsa ve Hz. Meryem'in izinden gitmiş oluyorsun ama onlara ilahlık vasfı vermeden. Daha neyi bekliyorsun anlamıyorum ki?"

"Bilmiyorum İclal. Bir işaret bekliyorum sanırım."

"İşaret?"

"Hı hı."

"Al o zaman sana işaret."deyip telefonumdan bir yazı çıkarıp ona gösterdim. Yalın telefonu alıp okumaya başladı.

İŞARET AYETLERİ


16-Nahl, 9: Yolu doğrultmak Allah'a aittir, kimi (yollar) ise eğridir. Eğer O dileseydi, sizin tümünüzü elbette hidayete erdirirdi.

16-Nahl, 10: Sizin için gökten su indiren O'dur; içecek ondan, ağaç ondandır (ki) hayvanlarınızı onda otlatmaktasınız.

16-Nahl, 11: Onunla sizin için ekin, zeytin, hurmalıklar, üzümler ve meyvelerin her türlüsünden bitirir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir topluluk için İŞARETLER vardır.

16-Nahl, 12: Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için İŞARETLER vardır.

16-Nahl, 13: Yerde sizin için üretip türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için İŞARETLER vardır.

16-Nahl, 14: Denizi de sizin emrinize veren O'dur, ondan taze et yemektesiniz ve giyiminizde ondan süs eşyaları çıkarmaktasınız. Gemilerin onda (suları) yara yara akıp gittiğini görüyorsun. (Bütün bunlar) O'nun fazlından aramanız ve şükretmeniz içindir.

16-Nahl, 15: Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz.

16-Nahl, 16: Ve (başka) İŞARETLER de (yarattı); onlar yıldız(lar)la da doğru yolu bulabilirler.

30-Rum, 20: Sizi toprak bileşenlerinden yaratmış olması, O'nun İŞARETLERİNDENDİR; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.

30-Rum, 21: Onda huzur bulasınız diye, size kendi aranızdan eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun İŞARETLERİNDENDİR. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten İŞARETLER vardır.

30-Rum, 22: Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun İŞARETLERİNDENDİR. Şüphesiz bunda, bilenler için gerçekten İŞARETLER vardır.

30-Rum, 23: Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun lutfündan (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O'nun İŞARETLERİNDENDİR. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten İŞARETLER vardır.

30-Rum, 24: Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun İŞARETLERİNDENDİR. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten İŞARETLER vardır.

30-Rum, 25: Göğün ve yerin O'nun buyruğu doğrultusunda durması da, O'nun İŞARETLERİNDENDİR. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.

45-Casiye, 3: Şüphesiz, hakka inananlar için göklerde ve yerde nice İŞARETLER vardır.

45-Casiye, 4: Sizin yaratılışınızda ve türetip yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için İŞARETLER vardır.

45-Casiye, 5: Gece ile gündüzün ard arda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgârları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için İŞARETLER vardır.

45-Casiye, 6: İşte bunlar, Allah'ın İŞARETLERİDİR; sana bunları hak olmak üzere okuyoruz. Öyleyse onlar, Allah'tan ve O'nun İŞARETLERİNDEN sonra hangi söze iman edecekler?

51-Zariyat, 20: Yeryüzünde kesin bir bilgiyle inanacak olanlar için İŞARETLER vardır.

51-Zariyat, 21: Ve kendi iç dünyanızda da. Yine de görmüyor musunuz?

51-Zariyat, 22: Gökte rızkınız vardır ve size vaat olunmakta olan da.

51-Zariyat, 23: İşte, göğün ve yerin Rabb'ine andolsun ki, şüphesiz, o (size vaat edilen) sizin (aranızda) konuştuklarınız kadar, elbette kesin bir gerçektir.

"Yani bu ayetler sana kısaca şunu söylemeye çalışıyor. İşaret mi arıyorsun? Etrafına bak. Her yer, her şey Allah'ı gösterir. Zira hepsinde mührü vardır."

***

Uraz'ın gidişi üzerinden neredeyse bir ay geçmişti hatta belki daha fazla. İçime dert olan tek şey, helallik alamamış olmamdı. Defalarca mesaj atmayı denedim fakat bir şeyler beni hep geriye çekti. Belki de çekiniyordum, bilmiyorum. Her ne ise engel oluyordu işte bana. Oysa yüz yüze alsam belki de helalliği, bu kadar gerilmezdim. Mesaj atarken ruh halini ve ifadesini göremediğim için çekiniyordum. Ne yapacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu lakin dua ediyordum. Mutlaka bir şekilde helallik alacaktım.

Yalın ise o gün ona işaret ayetlerini gösterdiğimden beridir benden kaçıyordu. Neden kaçtığını çok iyi biliyordum. Aslında benden değil de yeni farkına vardığı gerçeklerden kaçıyordu. Bu gerçekleri de ben dile getirdiğim için otomatikman benden de kaçmış oluyordu. Sanki onu her yakaladığımda baskı yapacakmışım gibi bir hali vardı. Oysa din özgürlüktür. Zorla güzellik olmazdı. Varsa nasibinde hidayet, önünde sonunda bulurdu onu. Ben sadece arada vesile olabilirdim hepsi o kadar.

Hastanedekilere gelince Zeynep, Uraz gittiğinden beri aynı sessizliğini koruyordu. Keza Erdal da öyle. Biz kızlarla normal bir şekilde devam ediyorduk da hastanenin çoğu personeli Uraz'ın gitmesinden, onun hastanedeki varlığının güzelliğinden, onu özlediğinden bahsediyordu konu ondan her açıldığında. Onu insanlardan böyle iyi bir şekilde dinledikçe şaşırıyordum. Meğerse Uraz çok yardımsever bir insanmış. Fakir olan temizlik personellerin çoğuna maddi, manevi destek vermiş, hasta olan yakınları için elinden gelen en iyi seferberliği başlatmış ve daha niceleri... Bazıları kendisiyle dertleşip yine yardım ettiğini söylüyordu. Bu yüzden çok sevilmiş Uraz. Bunların hiçbirini bilmiyordum. Ama iyi ki öğrenmiştim. Gözümdeki değeri artmıştı.

Onun dışında ben de bu bir aylık süreçte yaptıklarımdan farklı bir şey yapmamıştım. Tuğba ve ailemle her gün düzenli olarak görüntülü konuşuyor, işe gidiyor, evimle ilgileniyor, arada komşularla bir araya geliyorduk. Sadece bu ay kütüphane gezilerimi daha bir arttırmıştım. Tablet bilgisayarımı, küçük klavyesini ve faresini küçük bilgisayar çantama koyuyor, mesaim olmayan günlerde kütüphaneye gidiyor, araştırmalar yapıyordum. Bu şekilde kafamın dağılması bir yana çok da eğleniyordum. Zira ilim daha doğrusu faydalı ilim öğrenip irfan derecesine çıkmaktı büyük amacım. İnşaAllah gerçekleştirecektim de. Kim bilir belki de çoğunu gerçekleştirmişimdir.

Bugün günlerden yine cumartesi idi. Günler çabuk geçiyordu. Bugün mesaim yoktu ve bugün evde kendimle baş başa kalmak istediğimden dışarıya çıkmamış, kütüphaneye gitmemiştim. Her zamanki rutin işlerden sonra öğle namazını kılmış, Feth suresini okumuş, ondan sonra bir kupa kahve yapıp şömine ve pencere karşısında kitap okumaya karar vermiştim. Böyle huzurlu bir saat geçirdikten sonra bitmiş kahvemi mutfağa götürüp yıkadım. Geri döndükten sonra telefonum üst üste ötünce oturup ne olduğuna baktım. Bizim hastane grubundan gelmişti mesajlar üst bildirimlerden gördüğüm kadarıyla. WhatsApp'a girip konunun ne olduğuna baktım.

Hilal: Salih ağabey Erdal iyi mi, durumu nasıl?

Zeynep: Nasıl oldu bu ya?

Salih ağabey: Yoğun bakıma alındı. Durumu ağırmış arkadaşlar.

Ne oluyordu yahu? Hiçbir şey anlamamıştım. Okumaya devam ettim.

Ferhat ağabey: Çocuklar bizim hastanenin ambulanslarından biri kaza yapmış diyorlar doğru mu? Ben yıllık izindeyim ya yeni öğrendim.

Sedat ağabey: Doğru Ferhat doğru. Paramediklerin durumu ağır. Özellikle Erdal ve Belgin'in.

Ferhat ağabey: Peki nasıl olmuş kaza?

Sedat ağabey: Nakil bir hastayı evine bırakıp dönerlerken kaza yapmışlar işte. Şoför zaten vefat etti.

Aman Allah'ım! Erdal Uraz'ın buradaki en yakını değil miydi? Ebru iç sesim gibi bunu dile getirmişti sonraki konuşmada.

Ebru: Arkadaşlar Uraz'ın haberi var mı bundan? Erdal onun en yakın arkadaşı sonuçta.

Salih ağabey: Ben konuştum onunla. Hemen bilet alıp geleceğini söyledi. Muhtemelen yarına burada olur.

Kalbim hızlanmıştı nedense.

Sedat ağabey: Nasıl tepki verdi Salih ağabey?

Salih ağabey: Çok üzüldü tabi yavrucak. Hatta yıkıldı bile. O yüzden bir an önce gelmek için acele ediyor.

Zeynep: Uraz yarın mı geliyor gerçekten? Keşke böyle geri dönmek zorunda kalmasaydı :(

Hatice abla: Keşke canım ama mukadderat işte. Umarım Erdal ve Belgin sağ salim çıkarlar yoğun bakımdan.

Ferhat ağabey: Hepiniz orda mısınız?

Sedat ağabey: Evet.

Hilal: Biz de birazdan oradayız.

Ferhat ağabey: Ben de geliyorum.

Mesajlar burada bitiyordu. Tam o sırada Hilal aradı.

"Geliyorum Hilal. Neredesiniz?"diye direkt söze daldım.

"Taksiyle seni almaya geliyoruz. Evinin önünde hazır ol 5 dakikaya İclal."

"Tamam."

Zor bir imtihan bizi bekliyordu. Rabb'im yar ve yardımcımız olsundu. Dahası yarın Uraz geliyordu. Onun yüzüne nasıl bakacağımı bilemiyordum. Sanki tüm bu olanlar benim yüzümdenmiş gibi kötü hissediyordum. Rabb'im tüm endişelerimden Sana sığınıyorum. Şimdi hedef hastane idi.

Bizi nelerin beklediğini bilmiyor fakat bir o kadar da merak ediyordum...

-Bölüm Sonu-

Loading...
0%