Yeni Üyelik
30.
Bölüm

~30.Bölüm~

@m.yaprak_epli

İki gündür dışarıya çıkmıyordum. Etrafta ruh gibi geziniyordum. İki günde o kadar zayıflamıştım ki bu kadarını ben bile beklemiyordum. Zira kendimi epey koyuvermiştim. Ne doğru düzgün yemek yiyor, ne de bir şey içiyordum. İbadetlerim dışında hayatla irtibatım kopmuştu adeta bu iki gün...

Yalın'a sözüm olduğu için kendimi iyi hissetmediğimi söyleyip gitmemiştim. Arkadaşlarım da sürekli bir etkinlik için çağırıyorlardı ama reddediyordum. Onların aksine Uraz ne bir kere aramış, ne de mesaj atmıştı. Oysa telefonum cevapsız aramalarla, cevapsız mesajlarla dolu olması gerekmiyor muydu? Ama yok, Uraz son konuştuğumuz günden bu yana hiç iletişime geçmemişti benimle. Aslında bu bir bakıma iyi bir şeydi. Zira kendimi dinlemeye ihtiyacım vardı. Yıllardır bastırdığım geçmişimin acısıyla yüzleşmem gerekiyordu artık. Yoksa bu durumu atlatamayacaktım. Bir yandan da arasın istiyordum. Sesini duymak istiyordum. Neden bilmiyorum ama o yanımda iken sanki her şey daha kolay, daha iyi gidiyordu. Böyle saçma düşünceleri kafamdan çıkarmam gerekiyordu. Uraz'a çok kızgın ve bir o kadar da kırgındım.

Yarın mesaim vardı. Bu kafayla nasıl işe gideceğim bilmiyordum lakin kendimi toparlamam gerekiyordu artık. Sahipsiz değildim ben. Acımın da Rabb'i Cenab-ı Allah, benim de Rabb'im Cenab-ı Allah idi. Veren de O, alan da O. O neylerse güzel eyler. Benim acımın sebebi başkaydı. Uraz yıllardır içimde saklı kalan bir acı tomurcuğuydu. Bugün o tomurcuk bir anda filizlenip büyüdü, ortaya çıktı. Öyle ki beni hazırlıksız yakalamıştı. Gafil avlanmış gibiydim bir bakıma. Ama iyileşecektim inşaAllah. Her şeyin bir sonu vardır. Acıların ve imtihanların da...

İşte akşam oluyordu... Mutfağın balkonuna ikindi namazını kıldıktan sonra oturmuş, bir daha da kalkmamıştım. Güneş batıyordu. Bir iki dakikaya kalmaz ezan da okunur derken müezzin "Allah'u Ekber!"diye okumaya başlamıştı bile. Yanık sesli müezzini dinledikten sonra ezan duasını okuyup namaz kılmaya gittim. İçeriye girdiğimde öyle bir titreme geldi ki vücuduma, sabahtan beri o soğukta oturduğum aklıma geldi bir anda. Öyle dalmışım ki düşüncelere, soğuk bile işlememiş bana.

Namaz kıldıktan sonra seccademi toplarken ağabeyimin görüntülü aradığını gördüm ve aramayı yanıtladım.

"Selamün aleyküm ve rahmetullahi ve bereketuhu güzelim?"

Ağabeyimin sesi çok neşeli geliyordu.

"Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve bereketuhu ağabey."

Onun aksine ben ruh gibiydim hâlâ.

"Senin sesin niye öyle kötü geliyor İclal? Hasta mısın yoksa?"

"Kendimi pek iyi hissetmiyorum. Önemli bir şey değil. Sen niye öyle neşelisin peki?"

Ağabeyim sırıtmıştı.

"Bak sana kimi göstereceğim."dedikten sonra kamerayı değiştirdi. Arka kamera işlemeye başladıktan sonra görüş alanıma annem ve Uraz girdi. Annem Uraz'a sıkıca sarılmış, hüngür hüngür ağlıyordu.

"Oğlum!!!"diye feryatları gökleri inletiyordu adeta. Gözlerim dolmuştu.

Uraz'ın orada ne işi vardı? Demek iki gündür sessizliğinin sebebi buymuş. Ailemin yanına gitmiş meğerse.

Kamera tekrar değişti.

"Bak İclal, Uraz dönmüş kardeşim. Kıymetlimizin kıymetlisi geri döndü."diyen ağabeyimin de gözleri dolu dolu idi.

Daha fazla dayanamayan gözyaşlarım yanaklarıma hücum etmeye hazırken son anda engelledim.

Kamera tekrar değişti ve yine görüş alanıma annem ve Uraz girdi. Annem bir türlü bırakmıyordu Uraz'ı. Bağrına basmış, öylece ağlıyordu. Sanki Ekin geri dönmüştü de Uraz'ı onun yerine koyuyor gibiydi. Hoş, annem için ikisi de birdi. Uraz da onun oğlu olmuştu. Ekin'den farksız...

Uraz'ın yüzü görünmüyordu. Bana arkası dönüktü ama o da sıkı sıkı sarılmıştı anneme. O da çok özlemişti bizimkileri belli ki. Zaten Uraz'ın gerçek ailesi biz olmuştuk. Öz ailesini bırakalı çok olmuştu. Onun gerçek anne babası, bizim anne babamızdı.

Ablam annemi Uraz'dan ayırmıştı zar zor. Bu sefer babam sarılmıştı ona. Ekin'i görüyordu herkes onda. O yüzdendi bu kadar acı, bu kadar özlem...

Daha fazla gücüm yetmedi gözyaşlarıma. Hüngür hüngür ağlamaya başladım yine. Yüreğim öyle bir sızlıyordu ki, sanki içinde bıçak gezdiriyorlardı.

Sadece ben değil, herkes ağlıyordu herkes... Zira herkesin acısı birdi, ortaktı. Herkesin yüreği aynı sebepten kavruluyordu.

"İclal güzelim bari sen yapma..."diye ağabeyimin sesi geldi. Salondan odaya geçmişti.

"Ağabey onu affedemiyorum. Nasıl gidip bu kadar kolay geri dönebiliyor? Mahvolduk bu acıyla biz. Her yerde onu aradık, hiç vazgeçmedik. O ise çareyi kaçmakta mı buldu? Hepimiz kaçıp gidelim o zaman! Daha mı iyi bu daha mı iyi!"

"Güzelim sakin ol lütfen. Onu da anlamaya çalışalım. Onun için de kolay olmadı hiçbir şey. Neden gittiğini, ne yaptığını her şeyi anlattı bize. Önemli olan iyi olması, geri dönmesi değil mi zaten? Annem ve babam bir daha onu bırakır mı sanıyorsun? Uraz da bir yere gitmeye niyetli değil zaten. O bundan sonra bizimle. En güzeli bu. Ne kadar şükretsek azdır."

Hele bir gitsin! İşte o zaman gösteririm ona Dünya kaç bucakmış!

"Peki ağabey. Ne zaman geldi peki?"

"Bir-iki saat oldu herhalde. Selamını söylerim."

"Söyleme ağabey. Ona hâlâ çok kızgınım, kırgınım. Öfkem geçsin, bakarız sonrasına."

"Peki çiçeğim. Şimdi kapatıyorum. Birazdan akşam yemeği yiyeceğiz. Şu keratayı bir hesaba çekelim bakalım. Varsa bir sevdiği, evlendirelim anlayacağın."

Fark etmeden tek yumruğumu sıktım. Bu cümle neden kalbime oturmuştu ki? Çok saçma!

"Sen de doğru düzgün beslenmiyor musun nedir? Yüzündeki tüm kan çekilmiş. İyi bak kendine. Getirme beni oraya."

Üzülünce kilo kaybedenlerdendim ben de. Elimde değildi.

"Merak etme ağabey. Ben kendime bakarım. Sen de kendine ve bizimkilere iyi bak, Allah'a emanet olun hepiniz."

"Sen de bir tanem. Hayırlı akşamlar."

"Hayırlı akşamlar."deyip kapattık karşılıklı selamlarla.

Yine düşüncelere dalmıştım. Bütün bunların altında eziliyordum sanki. Şu birkaç günde yaşanılanlar, öğrendiklerim çok ağır geliyordu ama geçecekti. Geçmeyen hiçbir şey yoktu şu Dünya'da. Bu da geçerdi Allah'ın izniyle. Biraz sabır, biraz daha sabır...

***

Bir hafta geçmişti o günün üzerinden. Uraz hâlâ ortalıkta yoktu. Muhtemelen bizimkiler onu bırakmamıştı. Ki ağabeyim de aynı şeyi söylemişti. Ben de işe gidip geliyor, eski hayatıma, düzenime dönmeye çalışıyordum. Kolay değildi ama uğraşıyordum. Uraz'ın bir hafta ortalıklarda görünmemesi toparlanmamı kolaylaştırıyordu elhamdülillah. Onu görünce direncim kırılabilirdi zira.

Yılbaşı yaklaşıyordu. Yeni yıla giriyorduk artık neredeyse. Herkeste bir yılbaşı hazırlığı. Hristiyanları anlıyorum da bizim müslümanların derdi neydi? Neden ısrarla hristiyanların bayramını kutluyorlardı? Hristiyanlar Ramazan Bayramı'nı yahut Kurban Bayramı'nı kutluyor muydu? Onlar gibi neden dinimize sadık kalamıyorduk? Gerçekten anlamakta güçlük çekiyordum. Yalın da sabahtan beri bu sorgulamayı yapıyordu.

"İslam günümüzde hristiyanlık kadar etkili değil galiba İclal. Baksana? Sizinkiler bizim bayramı kutlamakta bizden daha heyecanlı görünüyor."

Kantinde su almak için sıraya girmiştim. O da sonradan gelip kantindeki sohbet gündemini göstermişti. Herkesin dilinde yılbaşı kutlaması vardı çünkü. Haklıydı Yalın.

"Ahir zaman öyle bir şey ki bu çağın müslümanları ne tam müslümanlar oluyorlar ne de tam kâfir. Hep ortadalar. İslam'dan kopmuyorlar ama İslam'ı da tam anlamıyla yaşamıyorlar. Oysa Peygamber Efendimiz (SAV) özellikle uyardı. 'Kim bir kavme benzerse o da ondandır' diye. Göz ardı ettiler ya da hiç bilmiyorlar. Kaç kişiyi uyardım bilmiyorum ama bazılarının cevabı acımasızdı. 'O dediğin İslam Arap kabilesinde kaldı asırlar önce. Bu ise modern müslümanlık' diyenlere şaşkınlıktan ağzımı açamadım bile. Modern müslümanlık he! Ne tuhaf. Velhasıl kelam Yalın, İslam öyle bir din ki müslümanım demekle de nasip olmuyor gerçekten. İslam nasipli olanlara verilir. İslam'ın gerçek tadını herkes anlayamaz, bilemez. Çünkü değerli şeyler azınlıkta kişilere, hak edenlere, özel kişilere nasip olur. Öyle olmasaydı bu kadar çok müslüman sizin bayramınız için bu kadar heyecan duymazdı."

"Haklı olabilirsin ama şaşırıyorum gerçekten. Müslümanlar nasıl olur da biz hristiyanların bayramını kutlayabiliyor diyorum kendi kendime. Bir cevap bulamıyordum. Ve sanırım senin açıkladığından başka da mantıklı bir cevap yok."

Başımı salladım.

"Yalın o gün sözleştiğimiz gibi kafede buluşsaydık bana ne soracaktın?"

"He o konu... Sadece bir değil ki. Birden fazla sorum vardı. Senden mantıklı cevaplar almak istediğim için ayak üstü konuşmak istemedim.

"Yarın *** kafeye gel öğleden sonra. Artık gerçek bir müslüman yapalım seni. Canıma tak etti bu durum yani."

Yalın güldü.

"Kendinden o kadar eminsin yani?"

"Benim güvenim Allah'a Yalın kardeş."der demez WhatsApp'a mesaj geldi. Açıp baktığımda Tuğba'nın bir fotoğraf attığını gördüm.

"İclal bak, yeni Medine eşarbı aldım. Yakışmış mı?"

Diye yazmıştı. Tam cevap yazacaktım ki Yalın'ın sesi geldi yanı başımdan.

"Oha! Bu güzel kız da kim?"der demez telefonun ekranını başka tarafa çevirdim.

"Yuh Yalın! Telefonuma mı bakıyordun? Çok ayıp gerçekten! Hiç yakışmadı sana!"

"Haklısın. Özür dilerim İclal. Kahve çeşitlerine bakıyordum. Birden gözüm oraya kaydı. Bağışla lütfen."

"Özrün kabul edildi ama dikkat et bundan sonra. Kim olursa olsun birinin telefonuna bakmak hoş değildir."

"Özür diledim ya İclal. Gözüm kaydı birden. Kız aşırı güzel. Dikkatimi çekti, ne yapayım?"

"Yalıııın!"

"Tamam tamam sustum. Sadece son bir soru soracağım."

"Ne?"

"Arkadaşın mıydı o?"

"Evet. En yakın arkadaşım."

"İsmi nedir?"

"Bence bu kadar bilgi yeter. Tuğba bilse onu sana anlattığımı, keser beni."

"İsmi Tuğba mı?"

Hemen ağzıma vurdum. Çam devirmekte üstüme yoktu.

"Yalın daha fazla konuşturma beni. Benim ağzımda bakla ıslanmaz pek."

"Tuğba... Güzel isimmiş. Instagram'ı var mı? Neyse ben senin hesabından bulurum onu."deyip telefonunu açtı ve kafasını kaldırmadan buradan uzaklaştı. Bense ağzım açık arkasından bakakalmıştım. Tuğba bu sefer gerçekten kesecekti beni...

***

Tuğba'ya Yalın yüzünden cevap vermeyi unuttuğum için akşam eve gittiğim gibi aramıştı. Şimdi telefonla bakışıyordum. Ne diyecektim ona? İnşaAllah çok kızmazdı bana.

"Selamün aleyküm ve rahmetullahi ve bereketuhu Tubira'm?"

"Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve bereketuhu İclal. Sana acil bir şey sormam gerekiyor."

Eyvah! Korktuğum başıma gelmişti anlaşılan.

"Evet?"

"Senin çalıştığın hastanedeki o Yalın denen çocuk... Hani hristiyan diye bahsettiğin..."

"Evet?"

"Bana istek atmış."

Alt dudağımı dişledim. Ah be Yalın! Bu kadar hızlı bulmuş olamazsın ama.

"Ee şey... Haberim var sanırım."

"Nasıl yani?"

"Senin bugün attığın fotoğraflı mesaj var ya?"

"Senin görüldü attığın mesaj, evet. Ne olmuş ona?"diye tribini de atmış oldu. Gazamız mübarek olsun.

"Yalın gördü fotoğrafını. Bu güzel kız da kim, dedi. Ondan telefonu saklamaya çalışırken sana cevap yazmayı unuttum sonra. Ardından adını sordu. Onu da ağzımdan kaçırdım tabi. Instagram'ı var mı, diye sordu. Ben ağzımı açmaya vakit bulamadan bulurum deyip gitti. Olan bu..."

Ses seda yoktu.

"Tuğba?"

"Efendim?"dedi sonunda.

"Bir tepki vermeyecek misin?"

"Yalın hristiyan ama. Onunla bir birlikteliğim olamaz. Tamam, yakışıklı çocuk ama olmaz."

"Biliyorum canım. Ama sana fena düştü."

Tuğba'nın gülümsediğini hayal ettim. Muhtemelen öyleydi. Canım arkadaşım ya. Hazar'dan sonra herkese kapatmıştı kendini.

"Bana mesaj atmış biliyor musun?"

"Instagram'dan mı?"

"Evet."

"Ne demiş peki?"

"Merhaba demiş sadece. Henüz kabul dahi etmedim. Önce seninle konuşmak istedim."

"Bence cevap ver ve ona olmayacağını söyle. Gerçi Yalın müslüman oldu olacak gibi. Müslüman olursa bakarız bu işin oluruna da senin kalbinde bir de Hazar var. Onu ne yapacağız?"

"Hazar'dan yana ümit etmeyi kestim artık İclal. Bana acı vermekten başka hiçbir işe yaramadı bu sevda. Artık kurtulmak, bitirmek istiyorum. Artık sevilmek istiyorum gerçekten."

"Ben, Yalın seni çok beğendi deyince gururun okşandı tabi değil mi?"diye güldüm.

"Ne yalan söyleyeyim, evet. Yalın hoş da çocuk. Senin bahsettiğin kadarıyla zeki, araştıran, okuyan bir insan. Tek eksiği müslüman olmaması. Eğer müslüman olursa..."

"Düşünür müsün gerçekten?"

"Bakacağım diyelim. Onu tanımıyorum."

"Ben tanıyorum ama. Yalın'ın etrafında bir sürü kız olmasına rağmen, üstelik çok güzel ama maalesef çok makyajlı olan kızlar olmasına rağmen çocuk onlara hiç bakmadı bile. Yalın sürekli ilim peşinde koşan biri. Pek kızlarla ilgilenen biri değil gibi. İlk defa sana çok güzel bir kız dediğini gördüm bugün hatta. Bu da gerçekten sana tutulduğunun bir işareti. Hem de ilk görüşte. Eğer hidayet nasip olursa bu işe ben el koyacağım inşaAllah. Yarın buluşacağız biliyor musun? Bana kafasında takılan birkaç şeyi soracakmış. Bir de bakmışız ki yarın müslüman olmuş. Ne belli değil mi?"

"Onun adına çok sevinirim gerçekten İclal. İnşaAllah hidayet nasip olur."

"Yalın'da o potansiyel var, merak etme Tuğba. Ben inanıyorum, İslam'ı kabul etmesine çok az kaldı."

Yani inşaAllah...

***

Tuğba'yla konuştuktan sonra yemek hazırlamaya gitmiş, bir yandan da tablet bilgisayarımdan İslami bir sohbet açıp dinliyordum. Zamanı değerlendirmek çok önemliydi. Her an birden çok işle meşgul olmak gerekiyordu. Yemeğin pişmesini beklerken kitap okumak gibi.

Bununla biraz olsun düşünmekten kurtuluyordum. Bazen o kadar düşünüyordum ki zihnim yoruluyordu. O düşüncelerimin arasında da en çok Uraz vardı. Durup dururken aklıma sürekli o geliyordu. Onu yeni haliyle gördüğüm ilk günden bu yana her an film şeridi gibi gözlerimin önünden geçiyordu. Sonra bir anda kendimi geçmişte buluyordum. Uraz'ın eski hali canlanıyordu zihnimde. Söylediği her şeyi anlamlandırmaya çalışıyordum galiba. Yoksa bu kadar düşünmenin başka bir açıklaması olamazdı.

Yemek hazır olup da yedikten sonra çay demlemiş, kitabımı da alıp şömine başına geçmiştim. En sonunda kitap okumaktan da sıkıldığımda film izlemeye karar vermiştim. Defterimde kaydettiğim tavsiye filmlerden birini seçip izlemeye başladım. Film sayesinde düşüncelerimden kaçmıştım. O kadar etkileyici bir filmdi ki bakış açımı genişlettirdiğini fark ettim. Tıpkı Aamir Khan'ın bazı filmleri gibi. Onları da lisede izlemiştim. Onlar da beni çok etkilemiş ve bakış açımı değiştirmişti.

Film bittikten sonra abdest alıp yatsı namazını kılmış ve Kur'an'ı Kerim okumuştum. Yavaştan uykum gelmeye başlamıştı. Yatmadan önce sonuna yaklaştığım kitabımı yatağıma uzanarak okumaya karar vermiştim. Derken telefonum çalmıştı.

"Uraz arıyor..."

Şu yazıyı görmemle kalbim teklese de çabuk toparlandım ve cevap vermedim elbette. Kendi kendine çalıp susmuştu. Hemen ardından bir bildirim sesi. Mesaj mı atmıştı acaba? Ekranı açıp baktım hemen ve evet, yanılmamışım.

"Aşağıdayım. Konuşalım diyorum artık. Lütfen..."

-Bölüm Sonu-

Loading...
0%