Yeni Üyelik
32.
Bölüm

~32.Bölüm~

@m.yaprak_epli

"Sana kötü bir haberim var İclal Ilgın. Benim sana hissettiklerimi sen de bana hissediyorsun. Benim sana kör kütük aşık olduğum gibi sen de bana aşıksın. Geçmiş olsun..."

Kelimenin tam anlamıyla donup kalmıştım. Tüm vücudum kaskatı kesilmişti. Kalbim çıldırmış gibiydi. Öyle hızlı atıyordu ki nefes alışverişlerim de ona eşlik ediyordu. Bunların yanı sıra ellerim titriyordu ve ne kadar gitmek istesem de Uraz inadına bırakmıyordu bileğimi. Onun gözleri gülümsemekten kısılırken ben sadece şaşkınlıkla ona bakıyordum. Hâlâ o sözlerini sindirmeye çalışıyordum. Doğru mu söylüyordu? Benim gerçekten de ona hislerim mi vardı?

"Benim gitmem gerekiyor. Mesaim başlayacak birazdan."deyince elini gevşetmiş, ben de hemen bileğimi kurtarıp ondan bir iki adım uzaklaşmıştım. Tam gitmek üzereydim ki unuttuğum Zeynep ve Ebru'yla karşılaşmıştım bir anda kapıda. Ben ve Uraz onlara, onlar da bize şaşkınlıkla bakıyordu. Aslında Uraz'ın yüzünde bir şaşkınlık ifadesi gördüğümü söyleyemezdim. Şu anda sadece ifadesiz bir şekilde bakıyordu.

"Kızlar nerede kaldınız? Ben de Uraz'ın damar yolunu çıkartmıştım. Serumu bitmişti de... Neyse, benim birimime gitmem gerekiyor. Kızlar sonra görüşürüz. Uraz sana da çok geçmiş olsun."dedim toparlamak adına. Zira kimse konuşamamıştı. İnşaAllah bizi yanlış anlamamışlardı. Zeynep'in Uraz'a olan hislerini görmezden gelemezdim çünkü.

"Teşekkürler İclal hanım!"dedi Uraz alaycı gülümsemesiyle. Bunun üzerine istemsizce yutkunmuştum ve maalesef o da bunu gördü ve gülümsemesi daha da genişledi.

"Ri-rica ederim." Harika! Üstüne bir de kekelemiştim. Uraz'ın keyfine diyecek yoktu artık!

"Tamam İclal, sonra görüşürüz. Zaten Hilal de burada değil, biz de gideriz birazdan."diyen Ebru ile de zoraki gülümsemiş ve hemen ardından oradan ayrılıp kendimi bulduğum ilk lavaboya atmıştım.

Ellerimi mermere dayayıp bir süre nefeslenmeye, sakinleşmeye çalıştım. Başımı kaldırınca aynadan yansımamı gördüm. Af, gerçekten de yanaklarım kızarmıştı. Kızlar bu yüzden şaşırıp konuşmamışlardı belki de. Gerçekten af! Uraz'a bunun hesabını soracaktım ama!

Kendime gelince kimseyle karşılaşmamaya özen göstererek asansöre bindim ve birimimin yolunu tuttum. Bakalım bugünün etkisini nasıl atlatacaktım? Zira aklımda sürekli Uraz'ın sözleri yankılanıp duruyordu. Acaba gerçekten de aşık mı olmuştum ona ben? İşte bunu hiç bilmiyorum...

***

Akşam eve gittiğimde yine rutin işlerle ilgilenip kafamı dağıtmaya çalışmıştım. Düzgün olan evimi bir daha toparlamış, yemek yapmış, çay demlemiş, çalışma masamda vakit geçirmiş ve kitap okumuştum. Bunun gibi bir sürü küçük işle uğraşıp durmuştum işte. En sonunda yorulup oturmuştum ki apartmandaki hanımlarla olan WhatsApp sohbet grubuna mesaj geldiğini görmüştüm. Özgül beni etiketleyip şöyle yazmıştı.

"Hanımlar biliyorsunuz ki bir gün sonra günümüz var. Her hafta bir hanım kardeşimizin evinde toplanıp İslami sohbetler yapıyoruz. Bu hafta Ayşegül'ün evinde toplanacağız inşaAllah. Apartmanımıza yeni bir aile taşınmış. O ailenin hanımlarını da davet edeceğiz inşaAllah, daha doğrusu davet etmek istiyoruz fakat kendilerinin helal ve tayyip gıda hakkında pek bir bilgisi yokmuş. Bu yüzden aramızdan bir hanım kardeşimizin konuşmacı olmasını istiyoruz. Ben ve birkaç kişinin aklına tabiki @iclalılgın kardeşimiz geldi. İclal de kabul ederse bu hafta helal ve tayyip adlı sohbetimizde konuşmacı olsun. Bilmeyenleri aydınlatsın, bilenlere de hatırlatma yapsın. Hepimiz de İclal'in bu konudaki bilgisine birçok sohbet ve toplanmada şahit olduğumuz için onu istiyoruz esasında. Hepimiz genel şeyler bilirken İclal'in daha derin bilgilere sahip olduğunu fark ettik. Sen ne dersin İclal?"

Herkes "Evet, İclal konuşmacı olsun."diye yazmıştı çoktan. Ben de bekletmeden yazmıştım ayıp olmasın diye.

"Hanımlar çok teşekkür ediyorum güzel düşünceleriniz için ve estağfurullah, siz ne kadarını biliyorsanız ben de o kadar biliyorumdur muhakkak ki. Lakin madem hepiniz benim konuşmacı olmamı istiyorsunuz, o halde sizi kıramam, başta Allah sonra da sizin hatırınız için olurum elbette."

Diye yazınca hepsi de çok sevinmişti ve buna yönelik mesajlar atmışlardı. Ben de çok sevinmiştim. Zira yine tebliğ yapma imkanına sahip olmuştum çok şükür ki.

Hanımlarla olan sohbet grubundan çıkar çıkmaz sayfada bir mesaj daha belirdi. Uraz'dandı!

"İclal ben yarın akşam uçağıyla İstanbul'a dönüyorum. Sabah konuşamazsak bir daha bu fırsatı bulamayacağız belki de. Konuşabilecek miyiz artık?"

Okur okumaz parmaklarım klavyede dolaşmaya başlamıştı bile. Ne demek yarın dönüyorum?!

"Neden bu kadar acele gidiyorsun? Bir şey mi oldu?"

İçimde bir boşluk oluşmuştu sanki. Gitmesini istemiyordum. Onu yeni bulmuştum. Kaybetmek istemiyordum.

"Uzun hikaye. Sonra anlatırım. Sen buluşacak mıyız, onu söyle."

"Tamam, buluşalım. Madem bu kadar önemli, konuşalım o zaman. Peki ne zaman döneceksin?"

"Gitmemi hiç istemediğini biliyorum sevgilim, ben de seni çok özleyeceğim ama gitmek zorundayım. Hemen döneceğim, söz veriyorum. Bu sefer seni alıp öyle döneceğim ;)"

Ben doğru mu okumuştum? Sevgilim mi yazmıştı o? Kalbimi yumruklamak istiyordum. Şu çocuğun her saçmalığında ritmi şaşıyor, bir anda hızlanıveriyordu.

"Ne sevgilimi ya! Nereden sevgilin oluyorum ben senin acaba?! Seni özleyeceğimi kim söyledi ayrıca! Ben başka bir şey için ne zaman dönersin diye sormuştum bir kere."

"İkimiz de birbirimizi seviyoruz ve yakında evleneceğiz. O yüzden her türlü sevgilimsin sevgilim. Ne için sordun peki tam olarak? Dur, ben cevap vereyim. Seni ne zaman babandan isteyeceğimi merak ediyorsun. O yüzden sordun değil mi?"

Şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Bütün erkekler mi bu kadar cüretkardı yoksa bu Uraz'a mı özeldi?

Bütün aşık erkekler böyledir muhtemelen İclalciğim...

Demişti içimdeki ses. Bir senin yorumun eksikti zaten iç sesim, sağ ol!

"Seni uçsuz bucaksız hayal gücünle baş başa bırakıyorum ve yarın görüşmek üzere Allah'a emanet ediyorum. Hayırlı geceler Uraz bey!"

Anında görüldü olmuştu.

"Allah'a emanet ol hayallerimin kraliçesi. Seni seviyorum..."

Yazıp çıkmıştı sohbetten. Benimse şu son cümleye bakmaktan gözlerim kocaman olmuştu. Allah'ım Sen kalbime mukayyet ol. Sakinleşmek için gidip abdest alıyordum ki bu sefer de Yalın mesaj atmıştı. Ne oluyordu bu akşam böyle?

"İclal kusura bakma ama yine seni rahatsız edeceğim. Öncelikle selamün aleyküm ve rahmetullahi ve bereketuhu."

"Ve aleyküm selam ve rahmetullahi ve bereketuhu. Ne oldu Yalın, bir sorun mu var?"

"Bir arkadaşım var. Benim eskiden olduğum gibi bir hristiyan. Ben onun müslüman olmasını istiyorum ancak beni aşan sorular soruyor. Benim cevaplayamacağım kadar zor ve karmaşık sorular."

"Neymiş o sorular?"

"Örneğin Hz. Muhammed (SAV)'in neden bu kadar çok eşi olduğunu soruyor. Tabi bu soruyu biraz ağza alınmayacak tabirlerle ifade etti ama bilmiyor İclal. Bilse böyle konuşmazdı inan."

"Muhakkak. Başka?"

"Kur'an'ın hak kitap olduğunun bir kanıtı var mı diye soruyor. Kur'an'ın bir insan eliyle yazılmadığını nereden bilebiliriz? Tanrı tarafından gönderildiyse bile diğer ilahi kitapların tahrif edildiği gibi değiştirilmiş olamaz mı gibi sorular soruyor."

"Anladım. İslam'da çok eşliliğin nedenini ve Kur'an'ın tüm hâliyle gerçek bir ilahi kitap olup olmadığının kanıtını istiyor öyle mi?"

"Tam olarak öyle."

"Yalın ben sana notlarımdan bu sorularla ilgili yazıların fotoğrafını çekip atayım. Sen de onu arkadaşınla paylaş olur mu? Kendin de oku ama önce."

"Olur, çok sevinirim :)"

"O zaman biraz bekleteceğim seni. Gidip önce defterimi bulacağım, sonra da o sorulara ilişkin yazıları. Dolayısıyla biraz uzun sürebilir."

"Sorun değil İclal. Beklerim ben. O notları okumak için sabırsızlanıyorum. Gerçi Tuğba bahsetmişti böyle bir defterinin olduğundan. Ben de fotokopi çekebilir miyim?"

"Elbette. Mesaimin olduğu gün getiririm sana."

"Bak işte buna çok sevindim. Teşekkür ederim."

"Rica ederim. Siz Tuğba ile konuşmaya devam ediyor musunuz?"

"Evet. Yani sayılır. Tuğba caiz olmadığını söyleyip kısa kısa konuşuyor benimle. Bu biraz canımı sıkıyor doğrusu."

"Peki ne yapmayı düşünüyorsun?"

"Tuğba'yı en kısa zamanda ailesinden istemeliyim."

"Ne! Gerçekten mi? Ciddisin yani?"

"Elbette İclal. Daha önce de söylemiştim bunu ama belli ki sen ciddiyetimi anlayamamışsın. Ben sabırlı bir adam değilim. Sevdiğim kadını ölene kadar hatta ölümden sonra da yanımda istiyorum."

"Vay be Yalın. Kırk yıl düşünsem sen ve Tuğba'yı aynı kefeye koyamazdım. Hayat nelere gebe değil ki. Ama helal olsun. Efendimiz (SAV) hayırlı işlerde acele edilmesini buyurur. Bu yönden çok takdir ettim seni. Tuğba en iyi senin yanında mutlu ve huzurlu olur diye düşünüyorum artık bu saatten sonra."

"Biliyor musun İclal? Sanki Allah müslüman olmamın ödülünü Tuğba ile tanıştırarak verdi. Bu benim için bambaşka bir şey. Tuğba'yı henüz canlı görebilmiş değilim ama ona karşı büyük bir sevgi var içimde. Şu arkadaşımın hidayetine vesile olabilirsem Allah'ın izniyle, sonra Tuğba'nın memleketine gideceğim. Yani haftaya pazartesi için bilet alacağım."

"Tuğba'yı kalpten götüreceksin :D"

"Var bizim de kendimize göre planlarımız."

"Peki oraya gittiğin gibi ne yapacaksın?"

"Önce Tuğba'yla buluşacağım inşaAllah. Niyetimin ciddi olduğunu bir de canlı canlı anlatacağım. Sonra onu ikna edebilirsem ailesiyle tanışacağım."

"Sonra peki?"

"Eğer her şey yolunda giderse Allah'ın izni ve yardımıyla, Tuğba'yla kısa sürede dünya evine girmeyi planlıyorum."

"Rabb'im yar ve yardımcınız olsun o zaman. Her zaman arkanızdayım. Neyse gideyim de notları çekeyim senin için."

"Teşekkür ederim İclal. Her şey için :)"

"Rica ederim."

Diye yazıp sonunda sohbetten çıkmıştım. Telefonu hırkamın cebine koyup kütüphaneme girdim ve çalışma masamın hemen yan tarafındaki kırtasiye kitaplığını karıştırmaya başladım. Heh! Bulmuştum işte.

Defteri alıp masama oturdum ve Yalın'ın istediği yerleri aramaya koyuldum.

"Kur'an-ı Kerim'in hak kitap olduğunun kanıtı..."

Diye bir başlıkla karşılaşınca ilk sorunun cevabını bulmuş oldum ve yazının devamını okumaya başladım. Herhangi bir eksik var mıydı, kontrol etmeliydim.

"Kur'an-ı Kerim, son peygamber olan Hz. Muhammed (SAV)'e inen ilahi bir kitaptır. Bu ilahi kitabın içeriğinde gelecekte keşfedilecek olan çeşitli bilim keşifleri yazmakta ve yaşam tarzına dair hükümler yer almaktadır. İnsanoğlu bu hükümleri uygularsa huzurlu, güvende ve mutlu bir yaşam sürer. Zira bu kitap, Allah'ın insanlar için beğendiği din olan İslam'ı nasıl yaşamamız gerektiğini anlatır.

Bunun yanı sıra yaklaşık 1400 sene sonra bulunan tüm icat ve keşiflerin hepsi zaten Kur'an'ı Kerim'de yer aldığı görülmüştür. Kıyametin nasıl kopacağından uzay bilimlerine, evrenin sırlarından insani duygulara kadar her şeye değinen ilahi bir kitap, o zamanlar okuma yazma bile bilmeyen birinin elinden çıkması mümkün dışıdır. O zat (SAV) sadece kendisine emredileni yapmış ve İslam dinini başarıyla tüm dünyaya yaymış, hâlâ da yaymaktadır.

Kur'an-ı Kerim ile hadislerdeki dili karşılaştırırsak bu ilahi kitabın insan elinden çıkmadığını yine çok rahat bir şekilde anlayabiliriz. Zira Hadis-i Şerifler Peygamber Efendimiz (SAV)'in ağzından çıkan sözlerdir. İkisinin dili, telaffuz şekli, kullandığı betimleme ve anlatım içeriği ile birbirinden oldukça farklıdır. Bunu herkes deneyip görebilir. Kur'an-ı Kerim'deki bilgileri, anlatımı şekillerini, kullandığı dili ve betimlemeleri Dünya'nın en zeki insanı dahi gelse aynısını bırakalım, benzerini bile yazamaz.

Kur'an-ı Kerim gelecekten haber verdiği gibi geçmişten de haber verir. Bugün Dünya tarihi bu şekilde yazılmıştır. Gayrimüslimlerin çoğu Kur'an'ı okuyup kopyalamışlardır. Kur'an'ın geçmişten haber verdikleri de araştırılıp keşfedildikçe doğru çıktığı apaçık görülmektedir.

Kur'an'daki söz bilimi ve söz dizimi hiçbir kitapta ve hiç kimsenin bilgisinde yoktur, olamaz da. Bu yüzden asırlardır farklı farklı tefsirler yazılmıştır. Arapça dil olarak diğer dillerden şu şekilde üstündür. Arapça bir kelimenin birçok hatta binlerce anlamı olabilir. Bu özellik hiçbir dilde yoktur. İşe bir de Kur'an Arapçası ile bakarsak tefsirlerin sayısının neden bu kadar çok olduğunu anlayabiliriz. Kur'an bu yüzden Arapça gönderilmiştir, sadece Arap kabilelerine indiğinden değil. Kur'an-ı Kerim'in bu kadar eşi ve benzersiz olması bir insanın elinden çıkmadığının kanıtı olup dahası hak kitap olduğunu da ispatlar.

Tahrif edilip edilmediğini nasıl anlayabiliriz peki? Cenab-ı Allah Kur'an-ı Kerim'in kıyamete kadar değişmeyeceği, korunacağının garantisini vermiştir. Örnek olarak en basitinden hafız olan milyonlarca müslümanı görebiliriz ve bu gelenek asırlardır devam etmektedir. Kur'an'ın ilk indiği zamanlar kağıt oldukça pahalı olduğu için insanların çok güçlü hafızaları baz alınarak ezberletilmiştir. Kur'an-ı Kerim'in Arap yarım adasına inmesinin bir sebebi de budur. O zamanlar Araplar şiir ezberi kabiliyetleri ile öne çıkmaktaydı. Kabileler arasında yapılan şiir müsabakaları Arap topluluğun şiire ne kadar önem verdiğinin bir göstergesidir. Bu kadar güçlü hafızaları olan bir topluma o dönemde ayetleri ezberlemek hiç de zor olamamıştır. Günümüzde bile hâlâ milyonlarca hafız vardır, Kur'an'ın mushaf halinde bulunmasına rağmen.

Diğer bir yandan tek bir ayet yoktur ki insan kelamına benzesin. Bu Kur'an'ı Kerim'in tahrif edilmediğinin en büyük kanıtıdır. Diğer ilahi kitaplarda insanlara ait cümleler çok rahat bir biçimde göze çarparken Kur'an'ı Kerim'de böyle bir şey söz konusu değildir. Kur'an'daki hiçbir ayet insan kelamına benzemez. Zira oldukça üstün olan o kelimelerin bir insanın elinden çıkmasının mümkünatı yoktur. İsteyen her insan bunun deneyini yapıp farkı görebilir. Sonuçta iman etmekle kalır ve Allah'a teslim olur. Peygamber Efendimiz (SAV) okuma yazma bile bilmemesine rağmen Kur'an'ı Kerim gibi eşi ve benzeri olmayan bir kitabı nasıl o yazmış olabilir?"

Müthiş! Neler yazmışım be! Dedim içimden. Elhamdülillah. Bu bilgilerin hepsi çok okumanın ve araştırmanın ürünüydü şüphesiz. Yazan ben olsam da yazdıran Allah'tı. Şimdi Efendimiz (SAV)'in çok eşlilik yapmasının nedenlerinin olduğu bölümü bulmalıydım. O kadar uzun zaman olmuştu ki şu defteri yazalı, yeni birikimleri eklemenin zamanı da gelmişti muhakkak. Bütün bunları düşünüp sayfaları çevirirken çoktan bulmuştum bile istediğim yazıyı. Niye bir fihrist eklemediğimi düşünüyordum şimdi.

"Hz. Muhammed (SAV)'in çok eşlilik yapmasının nedenleri...

Peygamber Efendimiz (SAV) Hz. Hatice (r.a) ile evliyken başka kimseyle nikah kıymamıştır. Bu Hz. Hatice annemiz vefat edene kadar devam etmiştir. Ancak Peygamberlik geldikten ve Hz. Hatice annemiz vefat ettikten sonra İslam'ı yaymak için çeşitli kabilelerin hanımları ile evlenmiştir ki İslam kolayca yaygınlaşsın. Bir önder olarak bunu en ziyade O'nun yapması gerekiyordu çünkü yeni bir din iddiasını ortaya koymasından dolayı insanlar bu tür şeyleri elbette O'ndan beklerdi.

Eğer Peygamber Efendimiz (SAV) haşa zevk ve şehvet için çok evlilik yapmış olsaydı o zaman bunu gençlik yıllarında yapardı. Peygamberlik gelmeden önce hiçbir bakire kadınla olmamıştır, böyle bir niyeti de hiçbir zaman olmamıştır zaten. 25 yaşında, gençlik kanının en hızlı aktığı bir dönemde kendinden 15 yaş büyük, dul bir kadınla evlenmesi Hz. Muhammed (SAV)'in çok eşliliği zevk ve şehvet için yapmadığının en büyük kanıtlarından biridir. Nitekim Mekke'nin ileri gelenleri amcası aracılığıyla bu davadan vazgeçmesini, isterse O'na en güzel kadınları ve reislik gibi büyük makamları teklif ettiklerinde Peygamber Efendimiz (SAV)'in sözü tarihe geçmektedir. 'Bir elime güneşi, bir elime ayı koysalar da bu davadan vazgeçmem...'

Bunun yanı sıra özellikle dul ve yaşı büyük ve çocuklu kadınlar ile evlilik yaptığı göze çarpar ki bu da, onları himayesi altına almak içindir.

Kendinden küçük kadınlarla evlilik yapmasının sebebi ise şudur. Biliriz ki insana herkesten en yakın kişi eşidir. Onun her halini bilir. İslam da böyle bir dindir. İnsanın her haline hitap eder. Diğer dinler gibi dini kiliseye kapatmaz. Tuvalet eğitiminden cinsi münasebete kadar her şeyi kapsar ve ne yapmamız, nasıl yapmamız gerektiğini öğretir İslam. İslam dininin peygamberi ise Hz. Muhammed (SAV)'dir. Hz. Ebubekir (r.a) onun en iyi, en yakın dostu olmasına rağmen bir eşi kadar yakın olamazdı O'na. Keza bu diğer sahabiler için de geçerlidir. Yine İslam'ın kendisinden sonra yayılması için genç eşlerine burada çok iş düşmektedir. Örnek vermek gerekirse Hz. Aişe (r.a) yaşının genç olması sebebiyle Hz. Muhammed (SAV) vefat ettikten sonra bile İslam'da çözülemeyen kimi konulara çözüm getirmek için ön plandaydı. Hz. Aişe annemiz aynı zamanda büyük bir kadın âlimdi ve Ebu Hureyre (r.a)'dan sonra en çok hadis rivayet eden kişidir. Bunun nedeni ne peki? Peygamber Efendimiz (SAV)'in en yakınında olduğu için İslam'ı nasıl yaşayacağına dair O'ndan en çok faydalananlardan biri de o olmuştur."

Evet, bu da oldukça doyurucu bir yazı olmuş elhamdülillah ki. Lakin eklemeleri de hak etmiyor değildi. Belki biraz daha ayrıntı. Yalın'ın acelesi olduğu için ona şimdilik bu yazıları gönderecektim. Detayları ekleyince de yine gönderirdim ona Allah'ın izniyle. Böylece yazıların fotoğraflarını çekmiş ve sonunda Yalın'a gönderebilmiştim. Yalın hemen görmüştü mesajımı. Birkaç dakika sonra da o mesaj atmıştı.

"Vay canına İclal. Çok etkilendim gerçekten. Bunları sen mi yazdın sahiden?"

"Elbette Yalın. Beğenmene de çok sevindim. İnşaAllah arkadaşın da beğenir ve kalbi İslam'a ısınır."

"Ben beğeneceğine eminim ve amin. Ben şimdi ona senin attığın fotoğrafları atmaya gidiyorum. Seni de Allah'a emanet ediyorum. Tuğba'ya bol bol benden bahset olur mu? ;)"

Güldüm Yalın'ın bu haline.

"Sen hiç merak etme. O iş bende. Sen de Allah'a emanet ol. Görüşmek üzere."

Demiş ve bu sohbet de burada sonlanmıştı. Gerçi WhatsApp sohbetiydi ama neyse.

Yoğun bir akşam olmuştu. Yatsı namazımı kılıp uyusam artık iyi olacaktı. Zira oldukça yorulmuş hissediyordum.

"Sevgilim..."

"Hayallerimin kraliçesi..."

"Seni seviyorum..."

"Seni çok özleyeceğim..."

"İkimiz de birbirimizi seviyoruz..."

"Yakında evleneceğiz..."

"Seni ne zaman babandan isteyeceğimi merak ediyorsun..."

"Bu sefer seni alıp öyle döneceğim..."

Fakat o da ne? Tam kafam dağılmış, Uraz'ı unutmuştum derken bu gece söylediği tüm sözler bir anda aklıma dolmuştu. Nasıl kurtulacaktım şimdi bu durumdan? Bu şekilde namaza odaklanabilirsem çok iyi olacaktı. En çok da şu sözü çıkmıyordu aklımdan.

"Seni seviyorum..."

***

Sabah Uraz'ın mesajıyla güne başlamıştım. Buluşacağımız kafenin adresini atmıştı. Tabi bir de buluşacağımız saati de atmıştı. Yine gereksiz heyecan yapsam da sabahki rutin işlerimi hallettikten sonra hazırlanıp çıkmıştım evden. Belli ki konuşacakları uzundu ki sabah erkenden buluşmak istemişti. Af, bir de akşam uçağıyla İstanbul'a dönecekti. Bunu düşündükçe içimi afakanlar basıyordu. Neden gitmek zorundaydı ki sanki!?

Gelen otobüse bindikten sonra bir iki durak sonra inmiştim. Zira buluşacağımız kafe çok uzak değildi. Görüş alanıma giren kafeyle kalbim hızlanmaya başlarken heyecan dalgaları vücudumu çoktan sarmıştı bile. Sakin ol İclal sakin ol.

Besmele çektikten sonra içeriye girmiş ve Uraz'ın yüzünü seçmek için etrafı gözlemeye başlamıştım. Buldum derken kızın biri Uraz'ın önüne bir kağıt parçası bıraktı ve gitti. Uraz da alıp baktı ve sonra buruşturup attı. O bir telefon numarası olamazdı öyle değil mi!

Çatık kaşlarla gidip karşısına oturdum. Beni fark edince yüzü aydınlandı adeta.

"İclal? Hoşgeldin. Geldiğini fark etmemişim. Bazı insanlar sağ olsun!"dedi sondaki cümlesinde onun da kaşları çatılmıştı.

"Telefon numarası mıydı o?"

Memnuniyetsizce başını salladı. Hâlâ ona bakan kıza ben de ters ters bakınca kız sonunda o kirli bakışlarını çekmişti Uraz'ın üzerinden.

"Bıktım şu telefon numaralarından!"deyince tekrar ona döndüm.

"Epey alıyor olmalısın?"

"Maalesef. İnsanlar dış görünüşe işte bu kadar önem veriyor. Ama benim umurumda değil. Ne yaşadığımı ben biliyorum çünkü!"deyince geçmişte yaşadıklarını kastettiğini anladım.

"Neyse boşverelim bunları. İclal sana bir şey söyleyeceğim ama çok şaşırmak ve kızmak yok."dedikten sonra keyfi aniden yerine geldi.

"Neymiş o?"

"Sizinkiler... Yani annen, baban, ablan ve ağabeyin her şeyin farkındalarmış meğerse."

"Anlamadım, neyin farkındalarmış?"

"Sana olan duygularımı başından beri herkes biliyormuş meğerse..."

"Ne!?"

-Bölüm Sonu-

Loading...
0%