@m.yaprak_epli
|
"Uluslararası bir din düellosu mu dediniz?" Heyecanlanmıştı İclal. "Evet. Normalde derneğimize İslam temsilcisi almıyoruz ama notlarınızı okuduktan sonra oldukça etkilendim diyebilirim." "Nasıl bir dernek bu? Biraz bahsedebilir misiniz lütfen?" "Tabi. Derneğimiz tek şubedir ve İstanbul'da yer almaktadır. Yeni kurduğumuz bir dernek aslında. Bir-iki yıl oldu diyebiliriz. Çağımızda birçok insanın farklı din ve inanç arayışında olduğunu biliyorsunuz. Biz de buna bir çözüm getirmek istedik. Derneğimize din arayışında olan herkes başvurabiliyor. Başvuran kişiler için her din ve inançtan hatta akımlardan en güçlü temsilcileri Dünya'nın farklı yerlerinden derneğimize çağırıyoruz. Çağırdığımız temsilciler inandığı şey her ne ise onu başvuran kişilere anlatıyor. Hangisi daha iyi ikna edebilirse sonuçta başvuran kişi derneğimizden mutlu ve aradığını bulmuş olarak ayrılıyor. Bu düello büyük bir salonda gerçekleşiyor. Her temsilcinin bir masası olur sahnede. Başvuran bir kitle elde edildi mi, onu da salondaki koltuklara yerleştiriyoruz. Konferans gibi düşünün. Temsilciler sırayla savunmasını yapar. Hangisi daha ikna edici konuşursa seyirciler o dine veya inanca yöneliyor. YouTube'da videolarımız var, izleyebilirsiniz. Derneğimiz iki yılda o kadar ilgi gördü ki Dünya'nın her yerinden temsilciler memnuniyetle gelmektedir. Derneğimizin kurucusu oldukça zengin olduğu için hiçbir masraftan kaçınmamaktadır. Ben şahsen bir hümanizm savunucusuyum. Yani halk dilinde ateist. Ama bazı insanların ruhu inançsızlığı kabul etmediği için intihar girişiminde bulunuyor. Bilirsiniz, din demek aslında insanlar için anlam arayışını karşılayıp umudunu ayakta tutmak demek. Fakat benim gibiler hümanizmi kendine uygun gördüğü için dine ihtiyaç duymaz. Biz de bu intihar girişimlerini engellemek, insanların anlam arayışına yardımcı olmak için bu derneği kurduk." Çok etkilenmişti genç kız. "Bir dakika, yoksa sizin derneğiniz IFC mi? Uluslararası dinler derneği?" "Ta kendisi. Demek biliyorsunuz?" "Ününü çok duymuştum. Videolarını izlemek nasip olmadı ama Instagram'da çok bahseden vardı." "Öyledir. Biz normalde İslam dininden temsilci alamıyorduk ama dediğim gibi sizi gördükten sonra fikrim değişti." "Neden İslam'dan temsilci alamıyordunuz?" "Tüm Avrupa'da İslam'ın terör örgütü bir din olduğunu biliyor muydunuz? Herkes bu dinden korktuğu için otomatikman iptal ettik." Sinirle güldü İclal. "Ama çok saçma. Dinimizi daha tanımadan böyle bir hüküm vermek doğru mu? Din düşmanlarının açıkça bir yerme oyunu olduğunu en başta sizin bilmeniz gerekiyordu. Bütün dinlerden temsilci alıp İslam'dan almamak ayrımcılığa girmiyor mu?" "Haklısınız kendinizce fakat bizlik bir durum yok bu konuda. Dediğim gibi İslam'dan korkan kitle ağırlıkta olduğu için derneğe alma gereği duymadık. Biz kitleye göre hareket eden bir kurumuz." "Anlıyorum. Peki neden İstanbul'da kurdunuz şubeyi?" "İstanbul'un dünyadaki devletler nazarında değerini anlatmama gerek yok diye düşünüyorum ama..." "Demek bundan dolayı. Anladım. Ben de çok etkilendim doğrusu. Çok güzel bir iş çıkarmışsınız. İçinde İslam'ın olmaması beni üzse de derneğinizin kuruluş amacı güzel. Birçok insan katılıyor mu peki düellolara, yani din arayışında olanlardan bahsediyorum?" "Şöyle söyleyeyim, artık başvuru yapanları salonlara sığdıramıyoruz. Bu yüzden bir iki tane daha salon açtık. Hafta içi başvuruları alıp haftasonları düelloları yapıyoruz. Tabi bunun duyurusu sosyal medya ekibimiz tarafından yapılmaktadır. Siz ne dersiniz peki? İslam'ın temsilci olarak derneğimize üye olur musunuz?" "Her dinden kaç temsilci alıyorsunuz peki?" "En fazla üç." Ağabeyimi ve medrese hocamızı da alırdım o zaman bu kadroya diye düşündü genç kız. Binlerce kişinin müslüman olmasına vesile olabilirlerdi. Allah'ım, bu çok heyecanlı! "Katılmayı kabul ederdim fakat YouTube kanalınızında yayınlanmasından sebep daha güçlü isimleri önereceğim size. Zira mahremiyet benim için çok büyük bir öneme sahip." "Elbette. Bizim misyonumuz öncelikle saygıdan gelir, saygıdan hareket eder. Temsilcilerimiz nasıl rahat edecekse o şekilde davranmayı uygun görürüz." "Çok teşekkür ederim. Peki ne zaman olacak düello?" "Önümüzdeki ay şimdiye kadar gerçekleşecek en büyük düellonun hazırlığı içerisindeyiz. Zira içine İslam'ı da katacağız ilk defa. Bu yüzden en büyük düello olacak. Bu durumda sizleri İstanbul'a davet etmem gerekecek." "Geliriz, sorun değil. Anladığım kadarıyla siz de ateistliğin temsilcilerindensiniz." "İyi tahmin ettiniz. Bizim derneğimizde kimseye saygısızlık yapılmaz. Bu yasaktır. Herkes birbirini saygı çerçevesinde dinleyip cevap vermem zorundadır. Bu düelloların kuralıdır. Kimse birbirini aşağılayıp argo kelimeler kullanamaz. Hoşgörü içerisinde savunmalar yapılır." "İşte buna çok sevindim. Mutlaka seyirci olarak katılacağım ama neden alimlerimiz dururken benim katılmamı istiyorsunuz?" "Sizce?"deyip elindeki notları işaret etti. "Anladım." "İslam'a dair en güçlü kanıtlarla karşıma çıkan ilk kişi olduğunuz için sizin katılmanızı istedim. Alimlerinizi tanımıyorum doğrusu. Önce halktan, sonra uygun görürsek tavsiye ettiğiniz âlimleri davet edebiliriz. Bizde temsilciler değişebiliyor. Sonuçta her din ve inanışın bir sürü güçlü temsilcisi var." "Muhakkak." "Sormadan edemeyeceğim. Bu notlarınızı neden kitap olarak bastırmıyorsunuz?" "Vardı öyle bir düşüncem lakin ilmi olarak eksik yönlerim var. O eksikleri kapattıkça notların içindeki içerik eksiklerini de tamamlayıp bu şekilde bir adım atmak istiyorum Allah'ın izniyle." "Yaratıcınıza da oldukça bağlı olduğunuzu görüyorum. Sizi tebrik ederim. Zira çok müslüman gördüm ama dinlerini yaşayan çok az kişiye rastlayabildim." "Bunun bir sebebi var elbette. Kıyamet yaklaştıkça gerçek müslümanların sayısı da azalacak diye gelecekten haber verirdi o zamanlar." "Kim?" "Peygamber Efendimiz, Hz. Muhammed (SAV)." "Oh evet. Yurtdışında gelmiş geçmiş en büyük devrimci olarak kabul edildiğini biliyor muydunuz?" "Elbette. Bazı hakkaniyetli insanlar var ki gerçeği yazabiliyor müslüman olmadıkları halde. Bu gerçekten bir insan olduğunun delilidir. Bakın mesela, bir sürü ateist, deist, agnostik ve farklı akımdan olan insanlarla tartıştım fakat hiçbiri sizin kadar nazik ve anlayışlı değildi. Bu konuda gerçekten sizi ve derneğinizi tebrik ettim. Farklı inançlara, vizyonlara sahip olsak da birbirimize saygı duymayı, hoşgörülü davranmayı öğrenirsek işte o zaman bu Dünya daha yaşanılır bir yer haline gelebilir." "Teşekkür ederiz. Ve kesinlikle size katılıyorum. Farklı din, dil ve ırka mensup diye hiçbir insanın hakları dümdüz edilemez. Hiç kimse birbirinden üstün değildir. Farklı düşüncelerimiz bizi birbirimize düşman etmemeli." "Çok doğru söylediniz. Neyse, benim birime gitmem gerekiyor. Malum, mesai saati. Lütfen siz detayları Yalın aracılığıyla gönderin, o bana iletir. Nazik davetiniz için tekrardan teşekkür ediyorum." "Rica ederim. Esas ben sizi tutmuş oldum burada. Kusura bakmayın ve lütfen işinizin başına dönün."diye gülümsedi. "Estağfurullah. Güzel günler dilerim." "Teşekkürler." İki genç ayrıldıktan hemen sonra İclal adımlarını başhekimliğe yöneltti. Artık izin almanın zamanı gelmişti... *** Sömestr tatili sezonunun başlamasıyla birlikte çoğu insan soluğu ailesinin yanında almıştı. Bu gruba daha çok öğrenciler dahildi demek yerinde olurdu. Zira otogar ellerinde valizlerle dolu bir sürü öğrenci ile kaynıyordu. Genç kız üniversite yıllarını hatırladı. O da her tatilde böyle heyecanlı bir şekilde eve gelirdi. Şimdi ise hem kendine ait bir mesleği olmuş hem de evi. Gerçi yakında bir hayat arkadaşı olacaktı ama önemli değildi. Sonuçta bulunduğu durumdan oldukça memnundu. Ellerini birbirine sürtüp saatine baktı. Nerede kalmıştı bu kız? Hava oldukça soğuktu ve Tuğba'nın otobüsü biraz daha gecikirse bu soğuk yazıhanede tir tir titremekten kendini alamayacaktı. Perşembe günü hastaneden izin aldığı gibi Cumartesi günü yola çıkmıştı. Bileti çok zor bulmuştu açıkçası. Uzak mesafe olmadığı için de uçak yerine otobüs tercih etmişti Tuğba gibi. Onun da memleketi çok uzak değildi. Tuğba da Pazar yani bugün yola çıkmıştı. Akşam ezanına bir saat vardı. Ağabeyi Teoman ne kadar ısrar etse de yalnız gidebileceğini söylemişti İclal. Tuğba önceden gelecekti ki hem hasret giderebilsinler hem de hazırlıklara yardım etsin diye. Hilal ve Ebru ise yarın gelecekti. Zeynep üzülerek gelemeyeceğini belirtmişti. İclal üzülmüştü bu tepkiye lakin onu anlıyordu ve bunu anlayışla karşılamıştı. Sonuç olarak tüm bu çaba salı günü olacak nişan içindi. Pazartesi akşamı isteme olacaktı tabi, o ayrı. Sonunda çalan telefonu ile rahat bir nefes aldı. Tuğba idi arayan. Gelmiş olmalıydı. Hemen dışarı çıkıp gözüne çarpan ilk otobüse baktı. Otogar bahçesine giriyordu otobüs. Durduğunda ise birkaç insandan sonra sonunda Tuğba'nın yüzü görünmüştü. İclal koşup biricik arkadaşına sarıldı. Birkaç dakika hasret giderdikten sonra Tuğba'nın bavulunu alıp bagaja yerleştirdiler birlikte. Tuğba'yı almak için ağabeyinin arabasını ödünç almıştı genç kız. Zira o ehliyeti boşuna almadığını düşünüyordu. Yola çıktıklarında söze ilk giren İclal oldu. "Nasıl geçti yolculuğun Tubira'm?" "Gayet rahattı elhamdülillah ki. Sana anlatacağım o kadar şey var ki İclal." "Evet, biliyorum. Yalın değil mi?" Tuğba heyecanla başını salladı. "Tahmin etmiştim. Benim de sana anlatacağım bir sürü şey var. Ama yorgun değil misin?" "Ha yok. Otobüste epey uyudum zaten. Şu an hem çok heyecanlı hem de enerji doluyum." İclal güldü. "O zaman eve gittiğimizde namaz kılıp yemeğimizi yiyelim. Odaya geçip sohbet edelim. Ha merak etme, ağabeyim sen ve kızlar gidene kadar bir arkadaşında kalacak. Rahat rahat takılabiliriz evde." "Bu çok güzel oldu ama o kızlar niye geliyor ki? Resmen beni aldatıyorsun."diye sitem edip yüzünü buruşturan Tuğba'ya, bu sefer bir kahkaha patlattı İclal. Arkadaşı şu haliyle oldukça tatlı görünüyordu. "Hilal ile Ebru'yu tanısan sen de çok seversin Tuğba, güven bana." "Öyle olsun bakalım."diye tepkisini devam ettirdi Tuğba. Eve yaklaştıklarında ailesi dışarı çıkıp Tuğba'yı karşılamıştı. Tuğba daha önce buraya üniversite yıllarında da geldiği için iki taraf da yabancılık çekmemişti. Aksine Tuğba da Uraz kadar olmasa da bu insanları kendi ailesi gibi görüp sevmişti. O akşam namazlar kılınmış, yemekler yenmiş, Teoman, Tuğba geldiği için müsaade isteyip arkadaşının evine gitmişti. Tuğba da bir süre evin hanımlarıyla ortak bir sohbet sürdürdükten sonra İclal ile birlikte ellerinde kahveleriyle odalarına çekilmişti. Şimdi uyuyana kadar sohbet edeceklerdi. Tabi yatsı namazı arası verildikten sonra. "Ee hadi seni dinliyorum Tuğba. Yalın ile neler yaşadınız, çok merak ediyorum."diye dirseğini koltuğa, başını da eline yaslamıştı İclal. Tuğba'yı uzun zamandan sonra bu kadar mutlu gördüğü için gözlerinin içi gülüyordu adeta. "Tamam tamam anlatacağım. Ama baştan söylemeliyim ki geleceğim derken onu çok fazla ciddiye almamıştım. Gelmesini beklemiyordum. Onu o gün karşımda görünce az daha küçük dilimi yutacaktım."diyen genç kızın aklı o güne gitmişti bir anda. Mesai çıkışı oldukça yorgun olan iki arkadaş sohbet ede ede dışarı çıkmışlardı. Tuğba yanındaki lojmanı paylaştığı ev arkadaşlarından birine her zamanki dertlerinden birini yakınıyor, arkadaşı da onun bu tatlı hallerine gülüyordu. "Kitabı alıyor, ya geri getirmiyor ya da zarar verdikten sonra teslim ediyor. Kitap katilleri ya bunlar! Bundan sonra and içeceğim kitaplarımı vermiyorum diye. Bu nedir ya? Kitaplarım benim çeyizim gibidir. En özel mahremiyetim. Ben sana bir eşyamı emanet ediyorum, sen böyle mi sahip çıkacaksın? Öyle değil mi ama?" "Kesinlikle katılıyorum." "Kız senin sesine ne oldu? Hasta mısın?"diye durup arkadaşına baktı. Arkadaşı arka tarafı işaret edince Tuğba arkasına döndü ve hiç karşılaşmayacağını düşündüğü biriyle göz göze geldi bir anda. "Ya-yalın?" "Merhaba Tuğba."diye gülümseyen genç adama öylece bakakalmıştı. Hiç bu kadar şaşırdığını hatırlamıyordu doğrusu. Tuğba zorla kendine geldikten sonra arkadaşı durumu anladığını gösterircesine "Evde görüşürüz Tuğba."diye göz kırpıp yanlarından uzaklaşmıştı ki Yalın'ın sesiyle tekrar ona dönmek zorunda kaldı. "Yakından daha güzelmişsin." Genç kız bir anda çok utanmış ve bakışlarını kaçırmıştı. Yetmiyormuş gibi alev alev yanan yanakları ile başını da eğmek zorunda kalmıştı. Zira ne zaman utansa yahut gerginleşse yanakları al al oluyordu. Yalın hiç iyi bir zamanda çıkmamıştı karşısına. Hem neden haber vermezdi ki geliyorum diye!? "Se-senin ne işin var burada?" Ah! Bir de heyecandan çıkamayan şu kelimeler vardı. "Sana geleceğimi söylemiştim. Ailenle tanışmak istediğimi de söylemiştim. En önemlisi seninle ciddi bir yola adım atmak istediğimi de defalarca dile getirmiştim." "Şey ben bu denli ciddi olacağını tahmin edemedim." Yalın'dan bir ses çıkmaması üzerine kafasını kaldıran genç kız yoğun harelerle karşılaşmıştı. Yalın tam bir aşık adam gibi bakıyordu kendisine. Bununla birlikte vücudu da yanmaya başlamıştı bir anda. Şu ortamdan kaçmanın bir yolu yok muydu? Yeni müslüman olan birinden harama bakmama hassasiyeti beklenemezdi elbette. Bunu biliyordu. Zira bu gibi takvalık davranışlar zamanla yerleşirdi bünyeye. Bunu da biliyordu. Lakin Yalın'ın bu derece yoğun bakması kendisini çıkmaza sokuyordu. Hazar baktığında bile bu kadar kötü olduğunu hatırlamıyordu genç kız. "Bir yerlere gidip konuşsak mı al yanaklı kız?" "Ooo al yanaklı kız he? Ee sonra ne oldu?" "Benim her zaman gittiğim bir kafeye gittik. Oldukça işlek, kalabalık ama helal ürünleri olan bir kafe. Orayı da yeni keşfetmiştim zaten. Neyse oraya gittik. Uzun bir süre konuştuk. Malum, işin ucunda evlilik var. Eğer gerçekten olacaksa bu iş, her şeyi konuşmalıydık. Yalın tabi çok kararlı. Hemen istemeye geleyim diyor da ben önce bir huyumuzu suyumuzu öğrenelim diyorum." "İnan bana Tuğba, Yalın'dan daha iyisini bulamazsın. Şimdi müslüman oldu ya? Sen onu dinini tam tamına öğrendiği zaman gör. Eminim ki öğrendiği her şeyi yaşayıp yaşatmaya, yaymaya çalışacaktır. Yalın tam da böyle biri." "O yönden bir sıkıntım yok İclal. Ya anlaşamazsak diye korkuyorum." "Tuğba bir huyunu sevmezsen öbürünü seversin. Sevmediğin huyu olursa tatlı dille düzeltmesini söylersin. Dinimiz bunu tavsiye ediyor biliyorsun. Ki Yalın da hiç kötü bir huy görmedim ben. Sadece hristiyan olduğu zamanlar fazla sivri dilliydi ama o da müslümanlara olan kininden geldiği içindi. Onun dışında tertemiz, şık, tertipli bir genç oğlumuz. Arayıp da bulamayacağınız türden bir aday efendim, değerini biliniz."diye işi şakaya vurdu İclal. Tuğba'nın içini rahatlatmaktı niyeti. "Diyorsun?" "Kesinlikle. Adam sana aşık da. Ee daha ne olsun? Sen de ondan hoşlanmaya başladın zaten." "Haklısın aslında." "Neyse, sonra ne oldu? Anlat bakalım." "Her şeyi en ince detayına kadar konuştuk. Yalın evlenirsek İstanbul'a yerleşiriz diyor mesela." "Uraz da öyle diyor. Ay Tuğba, bakarsın komşu oluruz." "Daha ne isterim ki İclal. İnşaAllah olur. Onun dışında evin iç düzenidir, çalışma hayatıdır, şudur budur derken geç olunca kalktık. Konuşacak o kadar şey varmış ki meğerse evlilik söz konusu olunca." "Kesinlikle. Evlilik bambaşka bir okul çünkü. Ee devam et?" "Hesabı ödedikten sonra çıkıyoruz. Kafe ikinci katta. Yalın tabi biraz ön tarafımda yürüyor. O kadar gergindim ki İclal, o gün o halimi görmeliydin. Yalın Instagram'daki fotoğraflarından daha yakışıklı ve çekici imiş meğer. Bunun gerçekliği altında önümde iken ben bir andan heyecanlandım ve feracemin eteğine takıldım merdivenden aşağı inerken. Tam yüzüstü yere kapaklanıyordum ki Yalın nasıl yaptı bilmiyorum ama bir anda belimden kavradı çevik bir şekilde." İclal şaşkınlıktan ellerini ağzına örtmüştü. "O an o kadar utandım ki İclal, yer yarılsa da içine girsem dedim. Sakarlığım yüzünden resmen Yalın'ın kucağına düştüm. Aklıma geldikçe utançtan vücudum yanıyor resmen."diyen arkadaşının kıpkırmızı olmuş yanaklarını fark etti. Tuğba'nın öyle bir ten yapısı vardı ki soğukta bile yanakları kızarabiliyordu. "Başımı kaldırdığımda onun da çok şaşkın olduğunu gördüm. Ama yakınlıktan sebep gözlerinin rengi daha bir koyulaşmıştı. O an bunu nasıl farkettim hiç bilmiyorum. Zaten her şey çok hızlı olup bitti."diye halden hale giren arkadaşının tatlı utangaçlığına gülerek baktı İclal. Tuğba'yı çok iyi anlıyordu. Zira bu sahneleri o da Uraz'la yaşamıştı. "Onun kollarından çıktıktan sonra yanaklarım yine kıpkırmızı tabi, bunu fark etti hemen. Sırıtmaya başladı. Neymiş efendim! Çok tatlıymış hallerim. Bak bak!" Güldü yine İclal. "Tuğba kendini bir dışarıdan görseydin eminim, Yalın'a hak verirdin. Neyse, sonra?" "Sonra bana eve kadar eşlik etti akşam vakti olduğu için. Toplu taşıma ile döndük zaten. O günden sonra onu ne bir daha gördüm ne de haber aldım. O ara meğerse Yalın ailemi bulmuş, tanışmaya gitmiş. Babamla kahvede konuşmuşlar hatta. Nereden buldu bizimkileri hiç bilmiyorum. Ben, bana ilgisi kesildi herhalde diye üzülürken o ailemle tanışmakla meşgulmüş anlayacağın." "Sen bunu nasıl öğrendin peki?" "Mesai çıkışı annem aradı. Kızım yarın eve gel, görücü var sana dedi. Ben tabi Yalın olduğunu bilmiyorum. Direkt reddettim. Gelmeyeceğim anne dedim. Annem kızdı, olmaz öyle şey, en azından gel gör bir, ayıp olur, dedi. O kadar ısrar etti ki gidip çocuğun yüzüne olmaz diyeyim bari diye düşünüp eve gittim ki isteme akşamı Yalın gelmesin mi? Görücüleri öğrendi, evi bastı herhalde diye zannederken annem, kızım dağıtsana kahveleri deyince jeton indi. Yalın'ın keyfine diyecek laf yoktu. Babam beni ona verdi." "Ne ne ne! Nasıl?" İclal sırıtmadan edemiyordu. "Ne yaptı, ne ettiyse babamın ağzından girmiş, burnundan çıkmış. Bana fikrimi sordu tabi, o ayrı. Ben, nasıl uygun görürseniz babacığım der demez verdim gitti dedi adam, şok oldum." "Ay inanamıyorum!"diye kahkaha attı genç kız. "Dur dahası da var." "Aa neymiş?" "İsteme sonrası annem zorla beni Yalın'ı geçirmeye çıkarttı. Yalın bahçede bana evlilik teklifi edip bir alyans verdi." "Ciddi misin Tuğba!?" "Tabi ki de İclal. Bu çocuk beni ya şaşırtmak ya da kalpten götürmek için çıktı karşıma herhalde." "Şimdi siz nişanlı mı oluyorsunuz bayağı bayağı?" "Senin nişan haberin gelince babamlar geldikten sonra yaparız dedi. Ben de tamam dedim." "İnanılır gibi değil. İkimiz de resmen evleniyoruz..." "Ha şunu bileydin İclal..." *** Taksiden inen yüzlerle gülümsedi genç kız. Zira Tuğba'dan sonra en yakın arkadaşları olan Hilal ve Ebru gelmişti. Sarılma faslından sonra direkt eve geçmişlerdi. Hava oldukça soğuktu çünkü. İki genç kız eve girer girmez sobadan yayılan o tatlı sıcak hissi ile karşılaştıklarının yanında önlerine bir anda çay ve atıştırmalık konulmuştu. Hele sobaya hayran kalmışlardı. Soba sıcaklığı bambaşka idi, bunu tekrar hissetmişlerdi. Tuğba da bir süre onlarla sohbet ettikten İclal'in haklı olduğunu görmüştü. Kızlarla gerçekten de iyi anlaşmıştı. 6 hanım salonda uzun soluklu bir sohbet girdabına girmişken "Anne akaid kitabımı gördün mü?"diye seslenip bir anda salona dalan Teoman ile herkes suspus olmuştu. Ebru sırıtıp Hilal'e işaret vermişti bununla beraber. Hilal ise hiç oralı olmamıştı. Zira Teoman'ı karşısında canlı canlı görünce neye uğradığını şaşırmış, dili tutulmuştu. "Çok özür dilerim, herkesin burada olduğunu bilmiyordum. Anneciğim odama gelir misin lütfen?" "Tamam oğlum, geliyorum hemen."diyen Fatma hanım hızlıca oğlunun peşinden çıkmıştı. Kızlar ise hiçbir şey olmamış gibi sohbetlerine devam etmişti. Sohbetler bittikten sonra ise hep birlikte bulaşıkları mutfağa götürmüşlerdi. Ellerini yıkayan Ebru'dan sonra Hilal de koridora çıkmıştı ki karşısına bir anda Teoman belirmişti. Üstüne bir de göz göze gelmişlerdi tabi. Genç kız oldukça utanırken Teoman hemen evden çıkmıştı. Evde bu kadar hanım varken durması hiç uygun değildi. Akaid kitabı lazım olduğu için eve gelmek zorunda kalmıştı. Yoksa İclal'in arkadaşları gidene kadar gelmeyecekti eve. Sürekli medresede ders verdiği için kitaplarına ihtiyaç duyuyordu genç adam doğal olarak. Ayakkabılarını giyerken koridorda karşılaşıp göz göze geldiği kız geldi aklına. Niye öyle bakmıştı ki ona? Anlayamamıştı Teoman. Umarım yanlış bir şey yapmamışımdır diye düşünüp çıktı bahçeden de. O ara Hilal ise hızlanan kalp atışlarını sorguluyordu. Neden bir anda o kadar heyecanlanmıştı ki... -Bölüm Sonu- |
0% |