Yeni Üyelik
37.
Bölüm

~37.Bölüm~

@m.yaprak_epli

Ilgın ailesinin evinde yoğun bir koşuşturmaca vardı. Tüm eş, dost, akraba toplanmış, akşam ki isteme için hazırlanıyorlardı. Ev dip bucak temizleniyor, misafir takımları çıkartılıyor, ikramlıklar ve yemekler hazırlanıyordu. İclal ve arkadaşları da bir yandan yardım da bulunuyor, Cihan bey, Fatma Hanım'ın ev için istediği eksikleri Teoman aracılığıyla eve gönderiyordu. Genç adam çarşı ile ev arasında adeta mekik dokumuştu bütün gün. Bu koşuşturmaca içerisinde onu rahatsız eden tek şey kız kardeşinin arkadaşı idi.

Hilal, Teoman eve her gelip gittiğinde genç adamı göz hapsine alıyor, bunu fark eden Teoman da özellikle onun olduğu ortamlara girmemeye çalışıyordu. Zira Hilal bakışlarıyla genç adamı ablukaya almıştı resmen. Teoman inatla kendisinden tarafa bakmadıkça daha fazla sinirleniyor ve fark etmese bile genç adamı izliyordu sürekli. Kendisine sıfır ilgisi olan bir adamı böylesine merak edip izlemek, her geldiğinde heyecanlanıp ona bakmak onun da hoşuna gitmiyordu lakin bir türlü kendine hakim olamıyordu.

Ne diye o fotoğrafı görmüştü ki!? O gün İclal'in telefonunda Teoman'ı gördüğünden beri aklından hiç çıkmamıştı genç adam. O fotoğrafı görmese belki şimdi böyle hissetmezdi. Arkadaşının ağabeyi bile olsa bir adama böylesine ilgili olmak onu çok kızdırıyordu fakat elinde olmadan Teoman'ı izliyordu sürekli. Neden kendisine bakmıyordu bir türlü? Bu kalbini kırıyordu. Bazen yanlışlıkla göz göze geldiklerinde çok mutlu oluyordu lakin çoğu zaman Teoman o bakışların farkında olduğu için Hilal'in olduğu her ortamı hızlıca terk ediyor, ondan tarafa bakmamaya çalışıyordu. Zira baksa yoğun bakışlarla karşılaşıyordu. Bu onu rahatsız etmişti doğrusu.

Hilal ise kendisine çok kızgındı. Bir çocuktan bu kadar çabuk hoşlanabildiğine de ayrı şaşırıyordu. Genelde talipleri onun peşinden koşardı. Şimdi ise o bir adamın peşine takılmıştı resmen, hem de isteği dışında! Bütün bu olanlara inanamıyordu. Sanki içine başka bir Hilal girmiş de onu kontrol ediyordu. Bu o değildi, biliyordu fakat Teoman'ı görünceye kadar bütün iradesi yok oluyordu. Bula bula arkadaşının ağabeyini bulmuş. Bu da yetmezmiş gibi muhafazakar birinden hoşlanası gelmişti! Bunlar aklına geldikçe çıldırıyordu. Öyle ki buraya geldiği için bile pişman hissetti, hissedecekti.

İclal'in annesi sarmaları için mutfak masasına yaprakları koymuş, dört arkadaş bunları sararken Hilal de bunları düşünüyordu. Canı çok sıkkındı. İlk defa bir çocuktan hoşlanmaya başlamıştı ama hoşlandığı çocuk ondan rahatsız oluyordu. Gerçekten hoşlanıyor muydu, ondan da emin değildi ya neyse. Sadece Teoman'ın onu bile isteye görmezden gelmesi, ondan kaçması genç kızın zoruna gitmişti. Belki de sadece hırs yapmıştı. Evet evet! Kesin hırs yapmıştı. Kayseri'ye dönünce geçecekti tüm bunlar. Teoman macerası bitecekti diye inanıyordu.

"Anneee? Babam ekmekleri de gönderdi. Şöyle koyuyorum."

Heeeh! Geldi yine o macera!

Diye içinden söyleniverdi.

"Tamam oğlum. Eksik olma paşam."

Bakma Hilal! Sakın ondan tarafa bakma! Kendini o kadar da önemli biri sanmasın bir zahmet!

Diye kendini o kadar sıkmıştı ki dirseği aniden telefonuna çarpmış, cihaz anında yeri boylamıştı. Rezilliğine içinden söverken eğilip telefonunu yerden alıyordu ki başka bir el ondan önce davrandı.

Karşısında Teoman ona telefonunu uzatırken o, hummaya tutulmuş gibi titriyordu. Bu kadar heyecan yapması normal miydi?

"Te-teşekkür ederim."deyip aldı telefonu.

"Rica ederim."diyen Teoman ise anında mutfağı terk etmişti bile. Arkasında bir enkaz bıraktığından bir haberdi tabi.

İlk defa karşılıklı konuşmuşlardı. Hilal bunu düşünüyor ve istemsizce sırıtıyordu elinde olmadan.

"Kızlar baksanıza, Hilal sarmalarla aşk yaşıyor."

"Niye öyle dedin Ebru?"

"Baksana İclal, nasıl da sırıtıyor?"

"Ya ne alakası var!"diye kızdı Hilal. Kızlarsa güldü hep birlikte.

"O zaman niye sırıtıyorsunuz Hilal hanım?"

"Tuğba sen yapma bari!"

"Ağabeyim ona centilmenlik yaptı ya bence hoşuna gitti kızımızın."

"İclal sussana, annenler duyacak."diye fısıldadı genç kız. Gülümsediğine bin pişman olmuştu. Hepsi o Teoman'ın yüzündendi. Ne diye gidip geliyordu ki!? Onun yüzünden hem düşünceleri işgal altına giriyor hem de rezil oluyordu. Biraz daha onu düşünürse saçlarını çekiştirip "Çık aklımdan çıkkk!!!"diye bangır bangır bağıracaktı artık!

"Ooo Hilal çoktan örümceğinin ağına yakalanmış da biz fark edememişiz. Geçmiş olsun hepimize."

"Yok öyle bir şey Ebru! Uydurma artık. Hem bana diyorsun ama inşaAllah bugünden tezi yok o kadar aşık olursun ki birine, benden beter hale gelirsin inşaAllah!"dedi ve ne dediğini fark edip gözlerini büyüttü. Salak Hilal! Diye kafasına kafasına vurmak istiyordu.

"Ne? Aşık olmak mı?"dedi Ebru.

"Benden beter hale gelirsin mi?"dedi İclal hemen ardından. Hem şaşırmış hem de sırıtıyordu.

"Bu bir itiraf mı?"diyen Tuğba ile de daha fazla dayanamadı Hilal. Biraz daha burada kalırsa yanakları volkan misali alev saçacaktı etrafa.

"Be-ben lavaboya gidiyorum, müsaadenizle."deyip hızlıca ayağa kalktı.

"Kaç bakalım kaç sen."diyen kızlara arkasından bakarken mutfak kapısı önünde bir şeye çarptı her şey üst üste geliyormuş gibi.

Neye çarptığını görmek için kafasını kaldırmıştı ki Teoman'ın siyaha yakın göz bebeklerine yakalandı. Bir insan daha ne kadar rezil olabilirdi ki?

"Ben çok çok özür dilerim. Birden şey oldu ve-"

"Önemli değil."diyen Teoman kızın yüzüne bile bakmadan dışarı çıktı.

Genç adamın bu umursamaz tavrı kendisini değersiz hissettirdiği gibi kalbini de kırmıştı. Lafını tamamlamasına bile izin vermemişti üstelik. Göz pınarları yanmaya başladı. Hiç bu kadar kırılmış hissetmemişti. Hızla lavaboya geçti. Ağlamamak için yüzüne soğuk su çarptı. Bu kadar zayıf davrandığı için kendisine çok kızıyordu. Çocuğun ona hiç ilgisi yoktu, farkındaydı ama neden bünyesi bunu kabullenip eski yaşamına dönmüyordu bir türlü!

İlk defa böyle bir şey yaşıyordu. İlk defa birinden bu kadar etkilenmişti ama o da hayalkırıklığı ile sonuçlanmıştı işte! Bir günde neyin etkisi ise bu! Onu da anlamış değildi. Tek bildiği şey, bir an önce kendine gelmesi gerektiğiydi. Verdiği bu kararla daha iyi hissedip çıktı lavabodan.

Umarım bu kararında başarılı olurdu...

***

"Kızlar ben galiba heyecandan bayılacağım. Bunlar geç kaldıkça daha bir gerginleşiyorum."

"Sakin ol İclal. Eli kulağındadır Uraz'ın. Birazdan burada olurlar."diyen Tuğba'nın ardından zil sesi evin içinde yankı oluşturmuştu.

"Ay geldiler galiba."dediler hep birlikte.

İclal koşup üstüne başına baktı ve kapıya yürüdü. Evet, gayet iyiydi. Zira isteme günü olsa da tesettüründen taviz vermemişti.

Kızlar mutfakta beklerken İclal kapıyı açtı ve karşısında takım elbisesiyle büyüleyen ve gülümseyen Uraz'ı gördü ilk. Hemen gözlerini yere indirip "Hoşgeldiniz."dedi.

"Hoş bulduk gelin hanım."dedi orta yaşlı bir adam. Uraz'ın hemen yanı başında idi. Bu adam bahsettiği amcası olmalıydı. Gelin hanım demesiyle utansa da "Buyurun lütfen, şöyle geçin."diye içeriye buyur etti misafirleri. Babası ve ağabeyi misafirlerin tek tek elini sıkıp salona buyur ederken amcasının karısını da ayrı bir odaya almışlardı. Onun dışında Hazar, Erdal ve hatta Yalın bile gelmişti. Uraz'ın en yakın arkadaşım dediği Ata'yı görememişlerdi sadece. Gelmemiş miydi acaba? Yalın'ın gelmesine de ayrı bir şaşırmıştı ya neyse. Büyük ihtimalle Tuğba burada olduğundan sebep gelmiş olmalıydı. Zaten Erdal'la da iyi arkadaşlardı.

Herkesi içeri buyur ettikten sonra annesi önde Nida, İclal ve kızlar; hanımlar için ayrılan odaya geçtiler. En sonda kalan Ebru da tam odaya geçiyordu ki kapı çaldı. Allah Allah, herkes buradaydı, kimdi ki bu? Diye düşünürken kapıyı açtı ve karşısında söylene söylene ayakkabılarını çıkaran bir adam gördü.

"Hay Uraz ben senin... Her şeyi bana yaptırdığın gibi arabayı da bana park ettir kardeşim. Çok sağ ol. Bunun hesabını soracağım sana ama neyse. Bugün en mutlu günün diye..."diye devam edemeden kapıyı açan genç kızın şaşkın bakışlarıyla karşılaştı.

"Ayı mı oynuyor burada hanımefendi! Öyle bakacağınıza elimdekileri alsanıza!"deyip elindekileri Ebru'nun kucağına bırakıp salona geçmişti.

Zavallı Ebru ise daha bir şaşırmıştı. Kimdi bu ve kendisini ne hakla böyle azarlardı? Normalde olsa ağzının payını verirdi de şimdi yeri değildi. Elindekileri mutfak masasına bırakıp hanımların olduğu odaya geçti. Herkes çoktan selamlaşmış, sohbet faslına geçilmişti bile. Ebru da kendini yenge hanıma tanıtıp sohbete dahil olmuştu. Erkekler ve kadınlar arasında ayrı ayrı çaylı, ikramlı sohbetler sürerken oldukça susayan genç adam mutfağa daldı. Hemen ardından Ebru da çayları tazelemek için gelmişti. Kapıya en yakın o oturduğu için kimsenin rahatsız olmasını istememiş ve kendisi çayları tazelemeye gelmişti. Geldiği gibi yine bu adamla karşılaşmıştı.

"Allah'ım bir su bu kadar mı güzel olur ohhh..."diye suyuyla aşk yaşayan adama yine hayretle baktı. Doğrusu hayatında ilk bu defa bu kadar şey biriyle karşılaşmıştı, gevşek...

Kendisine yine şaşkınlıkla bakan kıza döndü bu sefer genç adam.

"Ne? Hayatında ilk defa mı bu kadar yakışıklı bir erkek görüyorsun?"dedi ve bardağı bırakıp tekrar erkeklerin yanına döndü. Ebru'yu yine şok içerisinde bırakmıştı tabi, ondan habersizdi.

Neden şu çocuğa bir türlü cevap verememişti sanki! Şimdi içi içini yiyordu. Sinirden bardağı ısırabilirdi. Bir çatlakları eksikti zaten!

***

Akşamın ilerleyen saatlerinde İclal kahveleri yapmış, hanımlarınkini kendisi dağıtırken erkeklerin kahvesini de Teoman dağıtmıştı. Bununla birlikte esas meseleye geçilmişti.

"Efendim ben Muğla'da yaşadığım için Uraz'la çok ilgilenme fırsatım olmadı. Dolayısıyla ağabeyim ve yengemin ona yaptıklarından da çok geç haberim oldu. Uraz'ı kendi evlatlarımdan asla ayırt etmem. O da benim bir oğlum ve bugün oğlumun en mutlu günü. Sevdiği kıza yıllar sonra kavuşacak sizlerin de müsaadesi olursa. İclal kızımıza olan hasretine ben de bizzat şahit oldum diyebilirim. Bütün bunların ışığında sadede gelecek olursak efendim, Allah'ın emri, Peygamberimiz (SAV)'in kavliyle kızınız İclal'i, oğlumuz Uraz'a istiyoruz..."

"Gökhan bey, Uraz bizim zaten öz evladımız gibi. Tüm aile günü geldiğinde onun İclal'le bir izdivaç kurmasını yürekten diledik. Allah'a şükürler olsun ki bugün duamız kabul oldu. Bu yüzden verdik gitti."diye gülerek kalkan Cihan beyle Gökhan bey kucaklaştılar.

Duygusal bir erkek olan Uraz ise bugünün ayrı bir hüznünü taşıyordu içinde. Ekin yoktu, öz ailesi yoktu ama öz ailesinden çok sevdiği herkes yanındaydı. En önemlisi de yıllardır beklediği sevdiği ile artık bir gelecekleri olacaktı. Bugün bu resmiyete dökülmüştü. Ekin de olsaydı, bugünleri görseydi... Dedi içinden. Ne mutlu olurdu ama. Gözlerinin dolmasını engelleyemedi. Biricik arkadaşını öyle özlüyordu ki.

"Uraz oğlum, kalkıp babanın elini öpsene evladım."diyen Gökhan bey, Uraz'ın bu halini fark etmişti hemen. Sarıldı güzel yürekli yeğenine. "Yapma be oğlum. Beni de ağlatacaksın şimdi. Annenle baban yüzünden mi kötü oldun böyle?"

"Hayır amca. Ekin..."dedi ve konuşamadı daha. Cihan bey Ekin lafını duyduktan sonra gözyaşlarına hakim olamamıştı. Ekin'den ayırt etmediği oğlu Uraz'ı omuzlarından tutup ayağa kaldırdı ve sıkı sıkıya sarıldı.

"Cihan baba... Ekin bugünü görseydi çok mutlu olurdu. Onun yokluğu yakıyor beni."diye yüzünü gerçek babası olarak gördüğü adamın omzuna bastırdı.

"Yapma oğlum. Ekin gittiği yerde zaten çok mutlu. Ömrü boyunca şehitliği hayal etti. Şimdi orada olduğundan çok daha mutludur burada olsaydı. Yaşasa yine orayı tercih ederdi. Ben de babası olarak onunla gurur duyuyorum. Sen de böyle düşün evlat. Böyle düşün ki yüreğin teselli bulsun."

"Babam haklı Uraz. Ekin bir şehit olduğu için zaten ölü değildir. Kur'an'ı Kerim bunun müjdesini veriyor, biliyorsun. O hala capcanlı. Sadece bedeni aramızda değil. Cennette buluşacağız inşaAllah onunla kardeşim."dedi Teoman da Uraz'ın yüreğini rahatlamak için. Uraz hemen gerçek ağabeyi gibi gördüğü Teoman'a da sarıldı.

"Ağabey iyi ki sizinle karşılaşmışım. Siz olmasaydınız bunca zorluğa nasıl göğüs gerebilirdim, hiç bilmiyorum. Allah'a ne kadar şükretsem azdır."

"Borcunu ödemek istiyorsan kız kardeşime çok iyi bak koçum. Başka bir şeye hacet yoktur."dedi ve göz kırptı Teoman.

Böylece mesele yine tatlıya bağlanmıştı. Teoman gidip hanımları çağırdı. İsteme olduğuna göre el öpme faslına geçilebilirdi. Zira yüzükler yarın akşamki nişanda takılacaktı zaten. İclal ve Uraz sadece kendisine helal olanlar ile kucaklaşmıştı.

Gitme zamanı gelince Uraz'ın gözlerinde hasret vardı. Zira Kayseri'den ayrıldığından beridir İclal ile hiç yalnız konuşamamıştı. Sevdiği kadın zaten telefonla konuşmalarına da izin vermiyordu. Bari bu akşam sevdiğimle iki kelam etseydim diye içten içe yansa da kimseye bu isteğini dile getirememişti. 'O kadar bekledik, biraz daha bekleyeceğiz. Ne yapalım?' Diye teselli etti kendini. En azından bu akşam sevdiğinin sesini duymadan uyumayacaktı. Bunun için kendini ve telefonunu çoktan şartlamıştı.

İclal ise onlar gittikten sonra oldukça yorgun düşmüş, yatsı namazını kıldığı gibi tam yatacaktı ki Uraz aramıştı.

"Alo?"

"Sevgilim..."

"Uraz! Sana kaç kere-"

"Özledim..."

Bir şey diyemedi genç kız. Utanmıştı yine.

"En azından sesini duyayım ama değil mi? Bugün istememiz olduğu halde hiç başbaşa kalamadık zaten."

"Doğrusu da bu Uraz. Biz daha helal değiliz birbirimize."

"O zaman hemen imam nikahı kıyalım."

"Olmaz. Resmi nikahtan önce kıyılacak imam nikahı."

"İclal o şart daha çok birbirini tanımayan kişi ve aileler geçerli değil mi güzelim? Biz seninle yıllardır birbirimizi biliyoruz. Dahası birbirimizi çok da iyi tanıyoruz. Aile desen, ailen ailem. Lütfen inat etme de kıyalım erkenden imam nikahını."

"Uraz sırf nefsi arzular tatmin olsun diye böyle bir şey yapmamız doğru değil ama haklılık payın var. Ben bir ağabeyimle konuşayım. O da din konusunda uygun görürse düşünürüz."

"Düşünürüz mü? İclal helal bir o nikah kıyılsın, yapacaklarımdan kork!"

"O da ne demek şimdi?"

"Bu kadar naz yaparsan göreceğin ceza demek gülüm. Bilmem anlatabildim mi? Bol bol öpücükler falan. Anlarsın ya?"

"Edepsiz şey! O güne kadar gözüme görünme. Seni fena çarparım."

"Öyle mi küçük hanım? Yarın nişandan önce oraya geleceğim. Fatma anne seninle buluşmama bir şey demeyecek zaten. Biliyorsun, kendisi benden yanadır hep."dedi genç adam keyifle.

"O izin verse bile yanına gelmeyeceğim Uraz. Evlilik sürecinde isek bunun ciddiyeti ile davranmalıyız. Böyle romantizm çok gereksiz geliyor bana."

"Ya sen ne odun bir kızsın böyle! Gerçi şaşırmamam gerekir tabi. Sen hep böyleydin! Neyse, keyif meyif bırakmadın zaten bende. Allah rahatlık versin odun İclal!"dedi ve telefonu kızın yüzüne kapattı. İclal önce şaşkınlıkla telefona bakmış, ardından bir kahkaha patlatmıştı. Uraz'ın tripleri çok komik oluyordu bazen.

Ertesi gün yine hazırlıklar erkenden başlamış, buna erkek tarafı da dahil olmuştu. Evdeki işler halledildikten sonra herkes nişanın yapılacağı salona gitmişti. Nişan organizasyonu bizzat Teoman tarafından ayarlanmıştı. Hanımlar ve beylerin masaları birbirinden ayrı olduğu gibi hanımlar rahatsız olmasın diye erkeklerin arka tarafına masaları konmuştu. Salon zaten küçük bir salon olduğu için tüm davetlileri rahatlıkla sığabilirdi bir nişan merasimi için. Kur'an tilaveti şöleni ile başlayacak olan bu merasimi daha sonra medrese hocalarının evlilik ilgili İslami bir konuşması izleyecek diye planlanmıştı. İclal Kur'an okumayı bizzat ağabeyinden istemişti. Zira Teoman'daki ses kimsede yoktu ona göre.

Nişan salonu bir akrabalarına ait olduğu için personeli yoktu. Bu yüzden de kız ve erkek tarafı salonu kendisi temizlemek ve düzeltmek zorunda kalmıştı. İclal de böyle istiyordu zaten. Gösterişten uzak bir merasim...

Temizlik ve eşyaları yerleştirme işlemleri son hız devam ederken Hilal dün ki planına sadık kalmaya yemin edercesine Teoman'dan kaçıyordu. Ona göre Teoman bunun farkında değildi hatta umurunda bile olmadığını düşünüyordu ama olsundu. O planına sadık kalsın da başka bir şey istemiyordu. Şu nişan bitsin, gideceklerdi artık zaten. Böylece bir daha bu adamı görmek zorunda kalmayacak, aklı da kolay kolay karışmayacaktı.

Ebru ise masa örtülerinin olduğu kutuyu salona taşımaya çalışıyordu. Kutu biraz büyük ve hafif de ağır olduğu için ne önünü görebiliyordu ne de doğru düzgün taşıyabiliyordu. Şimdi herkes salonda iş yaparken çat diye yere düşerse fena rezil olduğu gibi çok da utanacaktı. Bu yüzden adımlarına ekstra bir dikkat ediyordu. İnşaAllah kimseyi çarpmazdı ve şu kutuyu sağ salim yere indirebilirdi.

"Küçücük boyu var, türlü türlü huyu var dedikleri bu olsa gerek. Bir insan kendisinden ağır bir şey de taşıyabiliyormuş, görmüş olduk!"diyen bir ses duymuş, ardından kutu ellerinden kurtulup birden havaya kalkmıştı. Ne oluyordu böyle?

Kutuyu elinden alan kişi Ata'dan başkası değildi. İsmini dün İclal söylemişti. Dediğine göre Uraz'ın en yakın arkadaşı imiş bu çocuk. Dün ki yaşadıklarını anlattığında arkadaşları buna ayrı bir gülmüştü tabi.

"Neden alıyorsunuz kutuyu, verir misiniz? Ben taşıyabilirim."diye kutuyu almaya çalıştı fakat genç adam buna engel oldu.

"Hı hı, taşırsın tabi canım. Sen daha kendini taşıyamıyorsun kızım. Git, kendi denginde bir kutu al."diye salona giren adamın ardından yine şaşkınlıkla bakakaldı. Ama bu sefer susmayacaktı! O da hemen salona girdi.

"Dün saçma sapan konuşmalarınıza bir şey demedim diye bu her istediğinizi söyleyebileceğiniz anlamına gelmiyor beyefendi!"

Ata kutuyu bir masanın üzerine bırakıp arkasına döndü ve ellerini ceplerine sokarak genç kıza bakmaya başladı. Ebru böyle bir şey beklemediği için gerilmişti. Neden öyle bakıyordu ki şimdi?

"Sen İclal'in arkadaşlarından biri olmalısın. Bu yüzden sana kabalık yapmamak için ekstra bir çaba sarf ediyorum, değerini bil! Zira normalde kaba biriyimdir."

"Hah!"diye sinirle güldü genç kız. "Sağ ol ya! Lütfettin. Sen bu özgüveni bit pazarından mı aldın arkadaşım!"dediği an Ata kahkaha atmıştı.

"Bu iyiydi."diye pat pat kızın omzuna vurduktan sonra uzaklaştı oradan genç adam. Ebru yine ardında şaşkınlıkla bakmakla kalmıştı. Nasıl bir insandı bu böyle?

Ebru Ata'nın arkasından sinirle bakarken başka bir kutuyu daha taşımaya çalışan Tuğba, kutuyu en yakın masaya bırakıp "Ah belim!"diye gözleri yumulu inlemiş, diğer eliyle de masaya dayanmıştı. Gözlerini açtığında karşısında bir adet gülen Hazar bulmuştu.

"Çok mu yoruldun?"

Tuğba kendini düzeltip başka yere baktı ve kafasını sallamakla yetindi.

"Tuğba biz Azra'yla ayrıldık."

Şaşkınlıkla genç adama döndü tekrar.

"Neden ki? Onunla evlenmek istediğini söylüyordun."

"Evet. Ama Azra hiç de hayal ettiğim biri gibi çıkmadı."

"Nasıl yani?"

"Fikirlerimiz, huylarımız pek uyuşmadı diyelim."

"Anladım. İkinizin de hakkında hayırlısı olsun."

"Teşekkür ederim. Sen neler yapıyorsun görüşmeyeli?"diye beklentiyle baktı.

"Bildiğin gibi işte." Hazar'ın bir an önce gitmesini istiyor, işine devam etmek istiyordu. Onunla konuşmak istemiyordu lakin Hazar sohbette ısrarcı gibi görünüyordu.

"Soğuk muyuz?"

"Yakında evlenecek olan bir kızın başka diğer erkeklere soğuk davranması gerekir ya kardeşim edeben!"diye birdenbire ortaya çıkan Yalın ile ikisi de ona dönmüştü.

"Yalın?"

Yalın kendisine oldukça kızgın bir bakış atınca Tuğba başka bir yere bakmak zorunda kalmıştı. Muhtemelen ikisini yanlış anlamıştı.

"Siz nereden tanışıyorsunuz?"

"Tuğba sen evleniyor musun!"

Yalın ve Hazar'ın aynı anda konuşması ile kime döneceğini, kime cevap vereceğini şaşırmıştı genç kız.

"Yalın Hazar ile aynı üniversitedeydik ve Hazar, evet, doğru duydun. Biz yakında Yalın ile evleneceğiz Allah'ın izniyle."

"Nasıl olur bu?"

"Neden bu kadar şaşırıyorsun ki Hazar?"

"Yıllardır bana aşık olduğun için olabilir mi Tuğba?"

"Ne?"

Tuğba Hazar'ın bunu bilmesine şok olurken Yalın bu duyduğu ile hiç olmadığı kadar sarsılmıştı.

"Bu doğru mu Tuğba? Sen bu adama aşık olduğun halde mi bana evet dedin?"

"Yalın ben..."

-Bölüm Sonu-

Loading...
0%