@m.yaprak_epli
|
"Yalın ben..." Kendini kandırılmış hissediyordu genç adam. İlk defa birine bu kadar güvenip sevmişken böyle bir darbe ile sarsılmak onu fena üzmüştü. Bu yüzden orada duramadı. Tuğba'yı dinlemeden orayı terk edip hızlıca dışarı çıktı. Biraz daha orada dursaydı salondaki hiçbir oksijen ona yetmeyecek gibi hissetmişti. Tuğba'nın hayır dememesi, susması ise ayrı bir koymuştu. Tuğba da onun ardından çıkıyordu ki bileğinde bir ağırlık hissetti. Bugün gelip her şeyi mahvettiği yetmiyormuş gibi bir de kendisine dokunma cüretinde bulunuyordu. Hazar aslında böyle biriydi de kendisi mi bunu görememişti aşkından dolayı? Zira eskiden sevdiği adam, karşısındaki adam olamazdı... "Bana bir açıklama yapmayacak mısın Tuğba?"diyen adamın pişkinliğine de daha bir sinir olmuştu. Sertçe elini çekip öyle konuştu. "Madem biliyordun sana olan eskimiş hislerimi, o halde bunu burada, Yalın'ın yanında söylemek zorunda mıydın Hazar! Senin yüzünden ne kadar üzüldü gördün mü, mutlu musun şimdi?" "O adam umurumda bile değil, inan bana. Tek dikkatimi çeken şey, senin eskimiş hislerim demen. Oysa öyle bir şey yok. Sen hâlâ bana deliler gibi aşıksın Tuğba. Benim için yıllardır bekliyorsun. Benim için kimseye evet demedin. Çünkü aklında da kalbinde de hep ben vardım. O adamla evlenerek mutsuz olacaksın biliyorsun değil mi?" Tuğba'nın ağzı şaşkınlıktan açık kalmıştı. Hazar nasıl böyle şeyler söyleyebilirdi?! Kendinin oyuna getirildiğini hissetmişti ve bu his çok aşağılayıcı idi. "Sana olan hislerimi bildiğin halde bunca zaman bilmemiş gibi mi davrandın, dahası beni hoşlandığın kızlara karşı kullandın yani öyle mi?" Biraz daha konuşursa ağlayacaktı genç kız. Kalbi hiç bu kadar kırılmamıştı. "Tuğba ben seni, senin beni sevdiğin gibi sevmedim ki hiç. Seni üzmemek için arkadaşın olarak davrandım. Sana yaklaşmamın tek sebebi, Uraz ile olan dostluğumdu. Uraz, İclal hakkında bilgi toplamam için seninle arkadaşlık kurmamı istedi. Ama sen bana aşık oldun. Bu benim elimde değildi. Eğer olsaydı-" Sözünü tamamlayamadan yüzüne yemişti sert bir tokat. Aynı anda zavallı kızın gözlerinden yaşlar boşanmıştı. "Sen nasıl bir insansın ya! Öncelikle şunu anla. Ben hiçbir zaman senin arkadaşın olmadım! Bana yakınlık gösterdin diye aptalca hislere kapıldım. Ve ben senin yerinde olsaydım, hislerini bile bile sana başka erkeklerden bahsedip aramızı yap demezdim. Bunun seni ne kadar üzeceğini bilirdim çünkü. Ama sen o kadar bencil bir insansın ki bunu yapmayı bırak, düşünmekten dahi acizsin. Ha bu arada... Sana kötü bir haberim var. Yalın karşıma çıkmadan çok önce sana olan hislerim bitmişti zaten. Yıllardır karşılık bulamayan aptalca hislere daha fazla izin vermedim çünkü. Benim tek isteğim masumca, güzelce, insanca sevilmekti. Senden bunu göremedim ama Yalın bana o kadar güzel yaklaştı ki ona karşı içimde sıcaklık oluştu. Benim sevgimi sen değil, o hak ediyor. Bunu aklına soksan iyi edersin! Ve senin düşündüğünün aksine onunla çok mutlu olacağız Allah'ın izniyle."dedi ve Hazar'ın suratına dahi bakmadan dışarı çıktı. Gözleri her yerde Yalın'ı aradı ama bulamadı. Bununla birlikte daha bir ağlamaya başlamıştı. "Tuğba?"diye omzuna dokunan bir elle hışımla arkasını döndüğü gibi karşısında İclal'i buldu. "Gülüm neden ağlıyorsun, bir şey mi oldu?"dediği an boynuna eller sarılmıştı. Tuğba'nın hâlâ neden ağladığını anlayamamıştı ama arkadaşı sakinleşsin diye elleriyle sırtını sıvazlamaya çalışmıştı. Ta ki Tuğba'nın gözyaşları durana kadar. Tuğba ondan ayrıldığında elleriyle dostunun yanaklarında biriken yaşları sildi. "Şimdi anlat bakalım. Ne oldu?" "İclal ben Yalın'ı kaybettim galiba..." *** "Bu çok kötü olmuş ya. Tuğba neden ona eskiden Hazar'dan hoşlandığını, sonradan bittiğini söylemedin? Söyleseydin bugün seni böyle yanlış anlamazdı ki be kuzum." "Haklısın İclal ama beni yanlış anlayıp bırakacağından korktum. Beni öyle herkese aşık olup istediğini elde edemeyince vazgeçen kızlardan sansın istemedim." "Yalın seni asla böyle düşünmezdi ki. Neyse, üzülme. Akşama, nişana geldiğinde çekeriz kenara, güzelce konuşuruz. Eminim bizi anlayacaktır. Sen canını sıkma artık." Tuğba gayri ihtiyari başını salladı. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. Sonra da birlikte hazırlanmaya, eve gitmek için ayağa kalktılar. Salondaki işler bitmiş, herkes hazırlanmaya gitmişti zira. Uraz ise arabasına yaslanmış, bankta dertleşen kızları bekliyordu. Tuğba onu görünce sinirlendi. Onun yüzünden Hazar karşısına çıkmış, ona yaklaşmıştı. Uraz kendisine bu kadar kötü bakan Tuğba'ya bir anlam veremese de İclal'in Tuğba'nın moralinin bozuk olduğunu söylediğini hatırladı. Bu yüzden çok fazla önemsemedi. Ancak Tuğba arabaya binmeden önce Uraz'a kötü kötü bakmaya devam ederek sonunda uzun zamandır söylemek istediği şeyi söyleyince olanlar oldu. "Averaj zekalı enişte!"deyip arabaya binen Tuğba'nın ardından Uraz şok olurken İclal elini ağzına dayayıp güldü. Bunun üzerine genç adam sevdiği kadına döndü. "Benden intikam mı alıyor arkadaşın?" "Sanırım evet. Benim için güya Hazar'ı onun ağzından laf alsın diye Tuğba'ya bulaştırdın ya? Fena kızgın sana. Ha bir de bu lafı zamanında sen söylemiştin ona. O da bir diğer sebep." "Nasıl yani anlamadım?" "Hazar Azra'dan ayrılmış. Sonra bugün Yalın ile Tuğba'nın evleneceğini öğrenmiş. Sen bana aşıksın, onunla evlenemezsin diye ortalığı karıştırmış. Tuğba Hazar'ın bilmesine, Yalın da Tuğba'nın Hazar'a bir zamanlar özel duygular beslemesine şok olmuş tabi. Olanlar olmuş anlayacağın..." "Mal Hazar!" "Uraz!" "Tamam ya helallik alırım ama resmen öküzlük etmiş. O zamanlar sana ulaşmayı kafama öylesine koymuştum ki bunun bir hata olduğunu fark edemedim. Hazar'ı hiç Tuğba'ya bulaştırmayacaktım." "Olan oldu artık. Yapabileceğimiz bir şey yok. Sen Hazar'ı Tuğba'dan uzak tut yeter. Yalın ile araları daha da açılmasın." "Tamam sevgilim. Merak etme, o iş bende." "Uraz Uraz diye uyarmaktan dilimde tüy bitti Uraz!" "O zaman nişandan sonra imam nikâhının kıyılmasına razı olacaksın güzelim. Beni ilgilendirmez." "Afff. Eve gidince birlikte bir ağabeyimle konuşalım olur mu? Çünkü kalbim ancak bu şekilde mutmain olabilir." "Ben önden bir çıtlattım meseleyi. Nişan bittikten sonra konuşuruz dedi. Önemli bir mesele olduğu için öyle ayaküstü konuşulamaz dedi." "Ee yani. Evlilikten bahsediyoruz sonuçta Uraz." "İnşaAllah nikah kıyabilirsiniz der. Allah'ım lütfen lütfen..." İclal, sevdiği adama sen iflah olmazsın bakışları atıp arabaya, Tuğba'nın yanına geçti. Uraz imam nikahı diye ısrar ettikçe heyecanı arşa dayanıyordu adeta. O senaryo gözünün önüne gelince daha bir stres oluyor, utancından yanaklarını alevler basıyordu. Düşünme İclal, düşünme bunları diye derin nefesler alıp pencereyi açtı. Uraz yola çıkarken ara sıra dikiz aynasından İclal'le bakmayı da ihmal etmiyordu. Nazlı yari hep kendinden kaçıyordu. O da her fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu tabi. Neden kaçtığını bilse de aşık yüreği artık buna sabredemiyordu. Bu yüzden imam nikâhını istiyordu ya. İclal ise onun dikiz aynasından yansıyan ısrarcı ve aşık bakışlarına daha bir heyecanlanıyor, kalbi hızlandıkça hızlanıyordu. Uraz'dan dikkatini çekmek için arkadaşına odaklandı. Tuğba sürekli Yalın'ı arıyor, mesajlar atıyor fakat hiçbir cevap alamıyordu. Bununla morali daha da bozulmuştu. Dua ediyordu sürekli. Yalın akşam nişana gelsin de gönlünü alsın diye Allah'a dua ediyordu sürekli. Allah'ım ne olur gönlünü yumuşat bana karşı. Ne olur beni anlasın. Ne olur beni affetsin. Lütfen... *** Kapıda durup davetlileri kabul eden Teoman ve anne-babasının yanından her geçen kişi kendilerine gösterilen masalara oturup sohbet etmeye başlamışlardı. O masalardan birinde oturan Hilal elini yanağına dayamış, bilinçsizce Teoman'ı izliyordu. Zalımın oğlu! Jilet gibi bir takım giymiş, öylesine yakışıklı olmuştu ki artık gözlerine söz geçiremez olmuştu. Zaten yakışıklıydı, simsiyah takım elbise onu daha da yakışıklı göstermişti. Sinirini bozan diğer bir faktör ise bu yakışıklılığı sadece kendisinin değil, bir sürü kızın görmesiydi. Ne zaman kafasını diğer masalara çevirse başka bir sürü kızın kendisi gibi Teoman'ı izlediğini görüyordu. Buna moralinin bozulmasına da ayrı bir sinir oluyordu. Ona neydi ki Teoman'dan! Neden bir türlü şu duygularına hakim olamıyordu ki! Teoman ve babası beyleri karşılarken annesi de hanımları karşılıyordu. Beyler direkt Uraz'ı tebrik etmeye giderken hanımlar ise İclal'in tarafına gidiyordu. Bu düzen Teoman tarafından özenle hazırlanmıştı. Erkeklerin masası önde, hanımlarınki arkada olduğu için Uraz erkeklerin tarafındaki nişan koltuğuna, İclal ise hanımlar tarafındaki nişan koltuğuna oturtulmuştu. Beyler hanımları bu şekilde çok fazla görmediği için hanımlar daha rahat oluyor, böylece İslami kaiden de uzaklaşmamış olunuyordu. Uraz da diğer tüm erkekler gibi takım elbise giyerken İclal ferace modeli, simsiyah, ve gösterişsiz bir elbise giyip üstüne koca, siyah örtüsünü giyinmişti. Böylece tesettürü tarafından da taviz vermemiş olmuştu. Bu yönden oldukça mutluydu genç kız. Zira gözettikleri şey, Allah'ın rızasından başka bir şey değildi. Buna göre amel etmekle mükelleftiler. Yine Uraz'ın arkadaşları genç adamın yanındaki koltuklarda oturmuş iken, İclal'in de arkadaşları onun yanındaki koltuklara oturmuşlardı. Nedimeleri olmuştu bir nevi genç kızın. Hatta baş köşesinde oturan Tuğba, arkadaşıyla en çok uğraşması, onu utandırıp eğlenmesi gerekirken gözü hep kapıda idi. Yalın'ı bir türlü hiçbir yerde görememişti. Acaba gelmeyecek miydi diye içi içini yiyordu. Onun bu halini fark eden İclal ise hemen arkadaşının elini sıktı. "Merak etme. Gelecek Allah'ın izniyle. Yalın bu. Öfkesi saman alevi gibidir. Sakinleşince gelecektir." "Umarım İclal." Başka laf edemedi. Gözünü yine kapıya dikti. Bu sırada üzerinde olan bakışları yakaladı. Yalın diye ümitle beklerken Hazar ile karşılaşmıştı. Morali bozulmuştu yine. Ne diye bakıyordu ki kendisine sanki!? Eskiden olsa heyecandan ve sevinçten havalara uçardı şüphesiz. Ancak bugün durumlar çok değişikti. Kim derdi ki her şeyin böyle değişebileceğini? Artık Yalın vardı hayatında ve onun yüzünden bugün Yalın'la araları kötü olmuştu en önemlisi de. Bunu göz ardı edemiyor ve Hazar'a öfkesi artıkça artıyordu. İnşaAllah Yalın geldiğinde yine ortalığı karıştırmazdı. Hazar'dan bakışlarını çekip tekrar kapıya baktı ve derken Yalın göründü. O mu, değil mi diye emin olmak için gözlerini ovuşturdu. Gerçekten de oydu. Allah'ım şükürler olsun ki gelmişti. İclal haklı çıkmıştı. Yalın'ın suratı asık olsa da kapıda onu karşılayan nişan sahipleri ile selam ve tebrikten sonra Uraz'ın yanına gitmiş, onu da tebrik ettikten sonra öylesine bir yere oturmuştu Tuğba'nın kendisini izlediğinden habersiz. Hazar'ın gözü ise ikisinin arasında gidip geliyordu. Tuğba'nın kapıya baktıktan sonraki değişen bakışları ile o da kapıya bakmış ve Yalın denen gıcıkla karşılaşmıştı. Tuğba'nın ona bakarken adeta gözleri ışıldıyordu. Bu neden sinirini bozuyordu ki? Neden Tuğba kendisine değil de ona ilgi gösterdiği için canı sıkılıyordu bilmiyordu ama Tuğba'nın gözünü açmalıydı. Ona göre o kendisini seviyordu, Yalın denen adamı değil. Tuğba onunla evlenirse mutsuz olurdu diye düşünüyordu. Bütün bu olanların İclal ve Uraz da farkındaydı. Hatta Uraz yaptığı bu koca hatayı telafi etmek için Yalın ile konuşmaya karar verdi. Hazır davetliler az iken şu konuyu halletmek istiyordu. Bunun üzerine yerinden kalkıp Yalın'ın yanına gitti ve bir sandalye çekip oturdu. Bu elbette Hazar'ın dikkatinden kaçmamıştı. "Naber Yalın?" "Elhamdülillah." "Canın sıkkın gibi görünüyor?" Başını salladı Yalın. "Bak Yalın, açık konuşmak gerekirse seni başlarda pek sevmezdim kardeşim. Bunun sebebi de sürekli İclal ile yaptığınız münakaşalardı, sen de biliyorsun. Tuğba'dan hoşlandığını öğrendiğimden beri sana olan tüm öfkem gitti. Bugün ise canının neden sıkkın olduğunu biliyorum. İclal biraz bahsetti. Buraya bu konuyu konuşmak için geldim. Tuğba ile Hazar'ın tanışık olmasının sebebi benim. Tuğba mutlaka benim ile İclal'in geçmişinden bahsetmiştir sana." Yalın merakla başını salladı tekrar. "O zamanlar İclal'e ulaşmam için Tuğba'yı kullanmam gerekiyordu. Biliyorum, yaptığım koca bir hata fakat o zamanlar bunun farkında değildim. İclal'in en yakın arkadaşı Tuğba olduğu için ondan bilgi alsın diye Hazar'dan Tuğba ile arkadaşlık kurmasını istedim. Tabi Tuğba da İclal gibi muhafazakar olduğu için arkadaş olmadı elbette. Bu konuda için rahat olsun. Hazar ona yakın davrandıkça Tuğba içten içe masum hisler beslemiş ama en son Hazar bir kızla çıkmaya başlayınca Tuğba ona karşı tüm hislerinden vazgeçti ve yoluna baktı. Sonra da karşısına sen çıkmışsın." "Peki bunu bana niye söylemedi? Adam gözümün önünde sevdiğim kızın kendisine aşık olduğunu söyledi. Beynimden vurulmuşa döndüm Uraz!" "Çok haklısın. Senin yerinde olsam ben de aynı tepkiyi verirdim, inan bana. Ama Tuğba, içinde bitmiş gitmiş, geçmişte kalmış bir şeyi sana söylemeyecek kadar önemsememiş ise bu hiçbir şey ifade etmez mi kardeşim?"diye Yalın'ın omzunu sıktı. Yalın düşündü bir süre. "Bilmiyorum... Yani artık o adama karşı hiçbir şey hissetmiyor mu diyorsun?" "Aynen öyle diyorum dostum. Geçmişte herkes birinden hoşlanır. Bu çok normal. Önemli olan şu an senin evleneceğin kadın pozisyonuna gelmiş olması değil mi, haksız mıyım?" "Kafam çok karışık Uraz. Üzülmekten korkuyorum yine. Senin ailenle olan sorunlarını duydum. Aynı sorunlar bende de mevcut." "Eğer kafanda hâlâ şüpheler varsa dön sağına bir bak. Sen kapıdan içeriye girdiğinden beri Tuğba beklentiyle sana bakıyor. Eğer aksi olsaydı bu kadar üzgün bir şekilde bakar mıydı sana? Baksana, sen ona bozuksun diye kız ne kadar bitmiş duruyor?"deyince Yalın Uraz'ın dediği gibi sağına döndü ve sevdiği kız ile göz göze geldi. Gerçekten de çok üzgün duruyordu Tuğba. Yalın kendisine bakınca içi sevinç ve umutla dolmuştu. Zira Yalın kendisine özlemle bakıyordu. Utanıp bakışlarını önüne eğdi. Sabahtan beri bakması uygun değildi, bunu çok iyi biliyordu fakat Yalın kendisine kırgın oldukça iradesine hakim olamamıştı. Yalın tekrar kendisine dönüp gülümseyerek başını salladığında Uraz da gülümsedi ve tekrar omzunu sıkıp kalktı genç adamın yanından. Bu sırada kapıdan içeriye giren misafirlerle Teoman hemen İclal'i çağırdı. İclal, ağabeyinin kendisini neden çağırdığına anlam veremese de kapıdaki misafirlerini görünce nedenini anlamış oldu. Aytül teyzesi, Osman amcası ve torunları Emre gelmişti. Onları görünce gözleri ışıldadı. Hemen selamlaştılar sevinçle. "Oyyy benim güzel kızım evleniyormuş oy oy oy!"diye yanaklarından öpüyordu Aytül hanım. "Baba amcam seni çağırıyor."diye yanlarına gelen ablası Nida ile Emre'nin kuşu, Mavi havalanıp ona doğru uçunca genç kız panik olup "Ay!"diye Teoman'ın arkasına saklandı. Bunun üzerine Emre gülmeden edemedi. Normalde sessiz ve soğuk olan Emre'yi kimse güldürmezken Nida'nın güldürmesi İclal'in dikkatinden kaçmamıştı. Zira zamanında Aytül teyzesi ona Emre'nin kolay kolay gülen bir çocuk olmadığını söylemişti. İlerleyen dakikalarda İclal onları özenle masalara yerleştirip tekrar kapıya yöneldi. Zira onlardan başka sitelerindeki hanımlar, Elmas, helal market sahibi Hüseyin, polis Meriç, Emine ve arkadaşları, apartmandan Ayşegül, Özgül, Yıldız ve diğer hanımlar, hastaneden ise Salih ağabeyi ve diğerleri... Davet ettiği herkes gelmişti. Bir zamanlar kendisini katil sanan Vedat ve ailesi bile gelmişti. Gelmeyen tek kişi Zeynep'ti. Buna rağmen İclal gelen herkese çok sevinmişti. Herkes tebrik ve hediyelerle gelmiş, yanından dualarla ayrılmıştı. Elmas, Hüseyin ile nişanlandığını söyleyince çok şaşırmış ve bunun ne zaman olduğunu sormuştu. Vedat artık peşini bırakmış dediğine göre. Onlar bunun sohbetini yaparken Emine de bir bomba patlatıp Meriç'in ailesiyle birlikte kendisine görücü geldiğini söylemişti. İclal buna daha bir sevinmişti. "Evet İclal. Ben de çok şaşırdım biliyor musun? Meğerse Meriç'in kafası üniversiteden kalma bir kız yüzünden karışık imiş. Kız muhafazakar olmadığı için onunla olamamış ama özel hisler beslediği için de başkasına evet diyememiş." "Ee peki sonra nasıl karar verdi seninle evlenmeye?" "Meriç muhafazakar biri ve eşi de öyle olsun istediği için artık içindeki saçma sapan hislerden kurtulmaya karar vermiş." "Senin adına çok sevindim Emine. Hep onunla bir yuva kurmak istiyordun." "Allah'a ne kadar şükretsem azdır İclal. O kadar mutluyum ki..." Onlar sohbet etmeye devam ederken Teoman da annesiyle birlikte davetlileri karşılamaya devam ediyordu. Fatma Hanım'ın bir ara gözü Hilal'e kaydı ve İclal'in Hilal'in Teoman'ı ne kadar beğendiğinden bahsettiğini hatırladı. Kendisi de Hilal'i çok sevmişti doğrusu. Dupduru bir kızdı gerçekten, adı gibiydi. Hele bugün çok güzel olmuştu. Açık bir kıza göre çok uygun ve şık giyinmişti. Zira arkadaşının nişanının bu hassasiyette olduğunu biliyordu genç kız. Fatma hanım fırsattan istifade oğlunu dürttü. "Oğlum bugün, buradan sana bir kısmet çıkar mı sence, ne dersin?" "Zannetmiyorum anneciğim." "Öyle kestirip atma hemen canım. Bak mesela, Hilal çok iyi kız. Bugün de çok güzel olmuş. Bir baksana oğlum." "Hilal kim anne?" Teoman dalgınlıkla annesinin gösterdiği yere baktı ve Hilal ile göz göze geldi. Anında gözlerini çeken genç adam baktığına bin pişman olmuştu resmen. Kız kardeşinin arkadaşı imiş. Onunla göz göze gelmek istememişti. Kızın ilgisinin farkındaydı fakat inancına ters bir şey yapmak şöyle dursun, aksini düşünemezdi bile. Onunla hem göz göze geldiği için hem de gerçekten güzelliğini gördüğü için kendisine çok kızıyordu. Annesi haklıydı. Hilal çok güzel olmuştu. Ancak o, bunu görmek istemezdi. Eğer gözlerini haramdan korumazsa ilerideki eşi de harama bakacaktı. Buna sebebiyet vermek istemiyordu. "Ee oğlum, ne diyorsun?" "Anneciğim eminim çok iyi kızdır ama benim kriterlerimi biliyorsun." "Ama oğlum-" "Aması yok anneciğim. Lütfen davetlilere odaklan." Onlar yaptığı işe devam ede dursun zavallı Hilal, Teoman'ın bakışından sonra vebaya tutulmuş gibi titriyordu heyecandan yine. Sırıtmasına engel olamıyordu. Teoman resmen kendisine bakmıştı, göz göze gelmişlerdi hem de. Hem de annesiyle birlikte bakmıştı. Acaba kendi aralarında ondan mı bahsetmişlerdi ki? Başını eğip daha da gülümsedi. Gözleri yerden kalkmayan Teoman bey, kendisine bakmıştı. Başka hiçbir kıza değil. Bu niye bu kadar mutlu etmişti bilmiyordu ama bir süre sorgulamamaya karar verdi. En azından Kayseri'ye dönene kadar... "Kız! Ne sırıtıyorsun yine kendi kendine?"diye kendisini dürten Ebru ile hemen gülümsemeyi kesti. "Nereden çıkardın bunu, neye sırıtacağım Ebru?" "Ben neye sırıttığını biliyorum da neyse."diye bu sefer sırıtan taraf Ebru olmuştu. "Ha ha ha! Çok komik! Sen benimle uğraşacağına bir kendi haline bak canım." "Ne varmış benim halimde?" "Ata diyorum, sabahtan beri sana bakıyor diyorum?" "Ne! Nerede?"diye heyecanla etrafa bakan Ebru ile gülmüştü Hilal. "Ne oldu, bir heyecanlandın sanki?" "Ne alakası var canım, sen de?" "İyi, öyle olsun. Bak, şurada? Neden sana gülerek bakıyor bu çocuk? Bir şey mi oldu?" Arkadaşının gösterdiği yere bakınca gerçekten Ata'nın kendisine gülerek baktığını fark etti. Tek farkla alayla bakıyordu. Bunun üzerine "Ah!"deyip burun kemerlerini sıktı. Rezil olmuştu çocuğa. İster istemez o an gözünün önüne geldi. "Baksanıza, bir şey sorabilir miyim?" "Tabi. Hanımlar için olan masalar şu tarafta." "Yok, ben başka bir şey soracaktım. Demin yanınızda duran beyefendi..." Bu konuşmanın devamı hoşuna gitmeyecek gibi duruyordu. "Acaba onunla nasıl iletişime geçebilirim? Çok hoş bir beyefendi." Genç kızın tek kaşı havaya kalkmıştı. İclal onu önden nişanın yapılacağı salona göndermiş, ailesi gelene kadar hanımları yerleştirmesini rica etmişti. Aynı görevi Uraz da Ata'ya vermişti. İki genç yine birbirine laf soka soka işlerini yapmıştı. Şimdi ise davetlilerden oldukça güzel bir kız gelmiş, kendisine Ata'yı soruyordu. Daha ne kadar sinirlenebilirdi, artık hesap edemiyordu. "O çok hoş bulduğunuz, yakışıklı (!) beyefendi ile benim bir alakam yok hanımefendi! Çok istiyorsanız gidin kendiniz konuşun ve lütfen beni onunla muhatap kılmayın." "Tamam canım. Ne kızıyorsun? Eski sevgilin herhalde. Bu kadar kıskandığına göre?"diye giden kızın ardından ağzı açık bir şekilde kalakalmıştı. Şu huyundan nefret ediyordu. Her şaşırdığında dili tutulması onu çok kızdırıyordu. Sinirle önüne döndüğünde karşısında bir adet sırıtan Ata'yı bulmuştu. "Ne?" "Hiiiç..." "Az önce olanlara şahit oldun değil mi? Hemen bir keyif geldi." "Hem de nasıl. Kıskanç kızlara bayılırım." "Ben seni kıskanmadım tamam mı? Kız kendi kafasından uydurdu ne uydurduysa!" "Hı hı. Eminim öyledir..."diyen Ata da keyifle erkekler tarafına geçmişti tekrar. Genç kız ise arkasından hem yumruklarını hem de dişlerini sıkmakla meşguldü. Etrafta insan olmasaydı şuracıkta tepinir dururdu sinirden. Şu çocuğa sinir oluyordu. Resmen kendisinden hoşlandığını iddia etmişti! "Neee! İnanamıyorum Ebru. Gerçekten büyük rezil olmuşsun." "Sorma. Hâlâ bakıyor mu?" Hilal gülerek "Evet."dedi. "Gülme gülme. O çocuk çok akıllı ve kurnaz. Bundan bile bir anlam çıkarır." "Ee ateş olmayan yerden duman çıkmaz bebeğim." "Hilaaal!" *** Davetlilerin tamamı katıldıktan sonra Teoman sahneye çıkmış ve Kur'an tilavetine başlamıştı. Herkes onu mest olmuş bir şekilde dinlemişti. Kulakların pası silinmişti adeta. Herkes genç adamın bu kadar başarılı ve içten okumasına hayran kesilmişti. Özellikle de genç kızlar. Ancak Hilal bir başka etkilenmiş gibiydi. İçinde iman kıvılcımları çakmaya başlamıştı fakat o bunun farkında değildi henüz belki de. Zira Kur'an'ı Kerim öyle bir kitaptı ki kalplerinde ufacık bir iman kırıntısı kalanların içinde hidayete vesile olabiliyordu. Kur'an tilavetinden sonra medrese hocaları nişan yüzüklerinin kurdelesini kesmek için sahneye davet edilmişti İclal ve Uraz'ın ardından. İki genç de yüzüklerini parmaklarına taktıktan sonra hocaları dualar eşliğinde kurdeleyi kesiyordu ki salonda bir ses yankılandı. "Uraz!" Herkes dönüp o tarafa bakarken bir tek Uraz tanımıştı onları. "Anne? Baba?" -Bölüm Sonu- |
0% |