@m.yaprak_epli
|
"Anne? Baba?"diye kendi kendine fısıldayan Uraz'ı bir tek İclal duymuş, ardından genç adamın ebeveynlerine doğru gidişini seyretmişti. Hemen arkasından amcası da gitmişti tabi. Bütün salon, son anda nişana katılan bu davetsiz misafirleri inceliyordu. Her hallerinden belli oluyordu sosyeteye mensup oldukları. Zira üzerlerinde oldukça pahalı ve gösterişli kıyafetler duruyordu. "Sizin ne işiniz var burada!"diye haykırdı Uraz. Ailesinin (!) burada olmasından hiç mi hiç hoşnut değildi. "Ağabey! Lütfen bir rezillik çıkarıp şu çocuğu daha fazla üzmeyin. Rica ediyorum!"dedi amcası. "Sen karışma! Seninle daha sonra görüşeceğiz!" "Ağabey diyorum!" Onu önemseyen adam devam etti. "Oğlunun nişanına davet edilmeyen tek anne babalar olarak tarihe geçtiğimizi söylemiş miydim hayatım?"diye eşine yönelik konuştuktan sonra salonda hayretler artmış, fısıldaşmalar başlamıştı. Damadın ailesinin neden yanında olmadığını çoğu kişi merak etmişti zaten. "Kesinlikle katılıyorum hayatım. Oğlumuzun başı örümcek ağları ile kaplı bir kızla evlenmek istediği yetmiyormuş gibi bir de nişanına çağırmaması beni de çok üzdü."diye sahte bir üzüntüyle konuştu karısı da. Uraz tüm bu saçmalıklara dayanamaz hale geldiğini hissettiğinde şu iki mahluka haddini bildirme kararını almıştı bile çoktan. "Öncelikle müstakbel eşim hakkında konuşurken haddinizi bileceksiniz bay ve bayan Sönmez!"diyen Uraz'dan sonra yine salonda"Aaa!"nidaları yankılanmıştı. Ancak anne ve babası olacak insanların ona neler yaptıklarını bilselerdi muhtemelen Uraz'ın bu davranışlarına hak verebilirlerdi. Şu an çoğu insanın gözünde Uraz, anne babasına karşı saygısız ve asi bir evlat konumunda idi. "Sonrasında ise hayatımın en güzel gününü mahvetmeden çıkın, gidin buradan!" "Bu kadar oyun yeter Uraz! Buraya elbette bu saçma sapan merasimi onaylamak ve sana destek çıkmak için gelmedik. Seni bu yanlış kararından döndürmeye geldik. Gel, İstanbul'a dön ve holdinglerin başına geç. Ayrıca Helin gibi soylu bir kız dururken ne bu İclal sevdası, anlamıyorum ki!" "Bana bak İlhan Sönmez! Tekrar uyarmayacağım. Yakında karım olacak kadın hakkında bir daha konuşmayacaksın! Bir zamanlar sizin olmanız gerektiği yer ve zamanda o ve ailesi yanımda idi. Siz ise beni hastane köşelerinde bırakıp gezmelere çıktınız. Bütün bunlar olmamış gibi bir de bugün gelip üzerimde hak mı iddia ediyorsunuz! Komedi filminden bir farkınız yok!" Salondaki davetliler buna daha bir şaşırmışlardı. Uraz'ın anne babasını neden istemediğini öğrenince işte şimdi ona hak vermeye başlamışlardı. Hatta bazıları "Helal olsun, en iyisini yapmış!"diye kendi aralarında fısıldaşmıştı. "Benimle ve babanla düzgün konuş Uraz! Ne yani, o zamanlar yanında dursaydık da bize de mi mikrop bulaşsaydı? İstediğin bu muydu? Biz de senin gibi hasta olup hastanede mi yatsaydık yani? Sağlığımızı düşünmek suç mu?" Uraz sinirden bir kahkaha patlattı. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Bunu fark eden İclal koşar adımlarla yanına gitti. "Uraz sakin ol."diye fısıldasa da Uraz onu öfkeden duymamıştı bile. "Sevgili Duygu Sönmez!!!"dedi ve alkışlamaya başladı. "Sağlığınızı bu kadar düşünüp akıl sağlığından yoksun olmanızı çok iyi anlayabiliyorum ancak bunu burada gözümüze sokmak zorunda mıydınız?" İlhan bey, oğlunun herkesin gözü önünde karısını aşağılamasını hazmedemediği için elini kaldırıp "Hadsiz!"deyip tam Uraz'ın yanağına indiriyordu ki bileğini başka bir el kavradı. "Sakın oğluma bir daha kalkmasın o elin. Yoksa seni burada aşiret dayağına kurban ederim!"diyen kişi İclal'in babası Cihan beyden başkası değildi. Uraz duygulanmıştı. "İşte benim gerçek babam bu!"dedi içinden. Sadece Uraz değil, tümüyle herkes etkilenmişti bu korumacı tavra. İlhan beyin gözü korktuğu için Cihan beye bir şey demedi ve tekrar oğluna döndü. "Seni son kez uyarıyorum çocuk! Eğer sözümü dinlemeyip bizimle geri dönmezsen seni evlatlıktan reddeder, mirastan men ederim." Uraz yine güldü. Gittikçe daha fazla öfkeleniyordu. Onun bu hali İclal'i çok endişelendiriyordu. Uraz'ı çok iyi tanırdı çünkü. Sinirden gülmesi, tamamen kendini tutmasından kaynaklı idi. Yoksa elinden bir kaza çıkacaktı. Biliyordu genç kız. "Evlat mı! Miras mı! Sen neyden bahsediyorsun be adam! Beni o hastane köşelerinde bırakıp gittiğiniz gün siz benim için bittiniz zaten! Mirasın da senin olsun. Senin o haram paranla geçineceğime aç kalırım, daha iyi! Senelerdir kendi paramı kendim kazanıyorum. Sizin o kirli paranıza meyledeceğimi düşünüyorsanız eğer, çok yanılıyorsunuz. Şimdi elimden bir kaza çıkmadan defolun buradan!" "Çok pişman olacaksın Uraz! Kapımızda köpek gibi yatarsın bak!"dedi annesi olacak kadın(!) "Yanımda gerçek ailem olduğu sürece bunca yıldır nasıl yaşadıysam öyle de devam edeceğim. Sizin beni merak(!) etmenize gerek yok hanımefendi!" "Yürü hayatım yürü! Bu çocuğun akıllanacağı yok! Boşuna o kadar yol geldik."diyen İlhan bey, kendilerine bakan bir sürü kötü bakıştan sonra daha fazla orada duramamış ve karısını da alıp çıkmıştı. Fakat arkalarında bir enkaz bırakmışlardı, o kesin. Uraz oldukça üzgün bir şekilde yere bakıyor, sıkıntılı nefesler alıp veriyordu. Bu anın ona ne kadar ağır geldiği belliydi. İclal onun bu halini gördükçe içi parçalanıyordu. Daha helal olmadıkları için de sarılıp teselli edemiyordu. Onun yerine sevdiği adam için sadece dua edebiliyordu. Hepsi bu. Sonra annesi Fatma hanım gelip şefkatle gerçek çocuklarından ayırt etmediği Uraz'a sımsıkı sarılınca birçok davetli gözyaşlarına hakim olamamıştı. "Oğlum! Bak, annen yanında. O vicdan yoksunlarının arkasından bakıp daha fazla üzme kendini. Seni bu halde gördükçe kahroluyorum."deyince Uraz da Fatma hanıma sımsıkı sarılmıştı. "Annem... Canım annem..." Fatma hanım gözleri yaşarmış oğlunun gözlerinden öpüp tekrar sahne alanına götürdü. İclal de babasının koluna girip onları takip etti. "Hulusi hocam çocuklarımın kurdelelerini keser misin artık?"diyen Fatma hanımla birlikte Hulusi hocaları besmele ve dualarla kısa bir konuşma yaptıktan sonra sonunda kesmişti o kurdeleyi. Gözü yaşlı, kalbi yaralı genç adam müstakbel eşine baktı. Gülümsüyordu İclal. Çok mutlu görünüyordu. Bununla birlikte o da gülümsedi ve aklı geçmişteki bir anıya gitti. Bugün odaya sabah kahvaltısı dışında hiç uğramamıştı İclal. Onu görmek istiyordu. Bu yüzden sürekli bakışları kapıya gidip geliyor, bir türlü önündeki kitaba odaklanamıyordu. "Ne o, ablamı mı bekliyorsun?"diye yan yataktan seslenen Ekin ile gafil avlanmıştı. Hemen bakışlarını kitabına çevirip okumuş gibi yapmaya başladı ve öyle yanıtladı arkadaşını. "Ne alakası var oğlum? Bir şey düşünüyordum, kapıya dalmışım işte." "Hı hı. Eminim öyledir kardeşim."diye sırıtmıştı tekrar Ekin. "Bugün servisin yoğun olduğunu söylemişti. Muhtemelen ondan dolayı uğrayamadı." "Olabilir. Yani beni pek ilgilendirmiyor."diye yalan söylemişti. Arkadaşı ise bu sefer gülmüştü. "Uraz bu senin umursamaz halin ise ilgili halin nasıl, çok merak ediyorum." "Yine başladın çöpçatanlıklarına Ekin efendi! İçimi darladın. Ben biraz koridorda dolaşacağım."deyip yatağından kalktı ve hazırlanmaya başladı. "Tabi canım. Ablamı görmek için bahane aramıyorsun zaten. Çok belli." "Ekin!"diye uyarsa da sonradan çok takmayıp kel başına gri beresini geçirip siyah maskesini takmış, ardından kapüşonunu giyip koridora çıkmıştı. Ekin arkasından hâlâ gülerken o odanın kapısını kapattığı gibi gözlerini etrafta gezdirmeye başlamıştı bile. Neredeydi şu kız! Sabahki vitallere bile diğer iki staj arkadaşı gelmiş, o hâlâ ortalıklarda görünmüyordu. Canı sıkılmıştı genç adamın. "Çocuklar haydi ilaç tedavisini yapacağız." "Tamam Ecem abla, geliyoruz." Üç stajyer hemşirenin peşine verip ilaç hazırlama odasına girmişti beraber. İclal'i o an görebilmişti sonunda. Arkası dönük olsa da o olduğunu anlamıştı. Yürümeye devam edip ilaç odasının önünden geçip içeriye bir göz atmak istiyordu. O Berk denen herif yine İclal'e gülerek bir şeyler anlatıyor, İclal ise hiç tepki vermeden dinliyor, ilaçları hazırlamaya çalışıyordu. "İclal seninle yine ödevde partner olmuşuz." Oldukça umursamaz bir tavırla bunu karşılayan genç kız ise "Hı hı."diye mırıldanmıştı sadece. O an o da İclal ile aynı sınıfta olmayı diledi. Hasta olduğundan beridir, ki bu yaklaşık bir yıldan fazla bir süreydi, okula gitmiyordu. Daha doğrusu gidemiyordu. O yüzden okuldan bahsedenlere ekstra bir özeniyordu. "Uraz?" İsmini duyması ile başını kaldırdı genç adam ve kendisine ışıltılı gözlerle bakan kızla karşılaştı. İclal şu an ellerinde bir iki tane serumla kendisine gülümseyerek bakıyordu. Berk denen o gıcığın yanında umursamaz iken kendisini görünce gülümsemesi genç adamın ruhunu okşamıştı. Sevdiği kız tarafından değer gördüğüne şahit oldukça hiç olmadığı kadar mutlu oluyordu. "Burada ne işin var, bir şey mi istedin?" "Hayır. Sadece biraz dolaşmak istedim." İçinden ne kadar baharlar esse de o, dışına kar yağmış görüntüsü vermeyi tercih ediyordu bu hastaneye geldiğinden beri. Yaşadıkları onu bu kılıfa girmeye mecbur bırakmıştı ne yazık ki. "İyi yaptın Uraz'cığım. Bol bol yürüyüş sana iyi gelecektir."diye yanlarından geçen hemşire ile gözlerini devirdi genç adam. Sürekli aynı şeylerin tekrar edip durmasından sıkılmıştı. "Pekala. Sen gez, biz de ilaçları takacağız. Sen zaten en son odadasın. Oraya gidince seni çağırırım." Başını salladı sadece. Sonra da onların arkasından baktı. Eskiden olsa okulda tüm kızlar etrafında pervane olurdu. Şimdi eski halinden eser kalmadığı halde ve kendisine göre çirkin bir çocuk olduğu halde İclal'in onu bu kadar benimsemesi, ona sahip çıkıp iyi davranması, ilgili tavırlar sergilemesi bir kez daha ve bir kez daha ruhunu okşuyordu. O böyle yapmaya devam ettikçe ona karşı oluşan hislerine engel olamıyordu. Eskiden ona ne kadar da sinir olurdu halbuki. Şimdi onun sayesinde hastaneyi dahi sever olmuştu. Çünkü bu hastane onu göreceği tek yerdi. Her gün onu görme heyecanı ise yeniden doğmuş hissi veriyordu genç adama, şu hasta bedenine rağmen! Bunları düşünürken büyük cam kenarına gitmişti. Ancak sonunda düşünmekten sıkıldığını hissedip odasına gitmişti. "Ne o, ablamı göremedin mi, o yüzden mi moralin bozuk?" Ekin başını kitabından kaldırmadan konuşmuştu. Sürekli kitap okuyordu. Onun bu tutumu sayesinde Uraz da kitaplardan vazgeçmeyecek hale gelmişti. "İlaç tedavisine çıktılar. Birazdan burada olur." "Demek o yüzden erken geldin?"diye sırıtan Ekin'e gözlerini kıstı. "Ne alakası var? O ablan olacak cadaloz umurumda bile değil. Gitsin, o Berk pisliğiyle evlensin de kurtulayım!"der demez içinden Allah korusun, Allah korusun! Nidalarına başlamıştı. Tövbe Allah'ım, ne olur böyle bir şey olmasın. "Berk mi? Ablamın sınıf ve staj arkadaşı olan çocuğu mu diyorsun?"diye yüzünü ekşitti Ekin. O çocuk her kıza sulanan bir tipti zaten. "Allah korusun de Uraz. Allah muhafaza buyursun, bunun hayali bile korkunç. Gıybete girmese daha da ilerletirdim bu konuşmayı ama sen anladın. Ablamın seninle evlenmesini tercih ederim ben şahsen."deyince maskesinin altından sırıttı. Tabi gözlerinin kısıldığını arkadaşı görmesin diye de hafifçe başını çevirdi. "Ooo beyimizin hoşuna gitti de gizli gizli gülümsüyor."diye kahkaha atan Ekin ile çabucak kendini toparladı. Ne yapacaktı şu Ekin'in çöpçatanlıkları ile, hiç bilmiyordu. O aklından İclal'i çıkarmak istedikçe Ekin işini zorlaştırıyordu. Zira ona göre İclal gibi başarılı ve akıllı bir kız, onun gibi hasta bir çocuğa bakmazdı. Bunu düşününce keyfi kaçtı. Üstüne öfkelendi de. Ekin'e cevap vermeye fırsat bulamadan odaya İclal girdi. Elinde hem Ekin'in hem de kendisinin ilaçları vardı. Uraz yatağına otururken bu arada İclal de Ekin'in ilaçlarını takıyordu. "Ablasının gülü bugün nasılmış bakalım?" "Elhamdülillah ablacığım. Ama Uraz için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Yine başladı huysuzlukları." "Aa neden?"diye gözleri kendisine dönünce elinde olmadan yine heyecanlandı. Bu his hem çok kötü hem de çok güzeldi. Birini sevmek böyle bir şey miydi ki? İclal Ekin'in serumunu takıp başına küçük bir öpücük bıraktıktan sonra Uraz'a döndü, serumunu askılığa taktıktan sonra damar yoluna baktı. "Uraz?" "Ne, ne var?" "Neden canın sıkkın senin?" "Canımın sıkkın olup olmaması seni neden ilgilendiriyor acaba!" Tam o sıra serumunu takmayı bitirmiş olan İclal kafasını kaldırınca yüzleri arasındaki mesafe bir anda azalmış, ikisinin de gözleri aynı anda büyümüş, aynı anda birbirlerinden uzaklaşmışlardı. İclal'in yanakları kızarırken bu olanlar hiç olmamış gibi davranmayı seçti. "Sana değer veriyorum çünkü karpuz kafalı. Azıcık kibar ol!"dedi ve geriye kalan edevatları alıp hızla çıktı. Çok utandığı her halinden belliydi. Böyle bir şey yaşansın istemezdi. Kardeşi gibi görüp sevdiği çocuğun yanlış anlamasından korktuğu için utanmıştı zira. Onun ardından Uraz serumun askısını alıp hızlıca pencereye koştu. Camı sonuna kadar açıp derin derin nefesler aldı. Sana değer veriyorum dedi! Onun bu halini Ekin neşe içerisinde izliyordu. "Eyvah eyvah. Oğlum sen çok kötü aşık olmuşsun ablama, ben söyleyeyim. Duam odur ki o da aynı şekilde sana aşık olsun..." 'Duan kabul oldu Ekin. Allah sana gani gani rahmet etsin. Belki de senin duan sayesinde bugün ablanla nişanlı olduk artık' dedi kendi kendine genç adam. Özlüyordu biricik dostunu... *** Yüzükler takılıp kurdeleler kesildikten sonra yemekler dağıtılmış, herkes sohbet ede ede yemeğini yer olmuştu. Bunun üzerine fırsattan istifade Yalın'ı ayaküstü yakalayan Tuğba, hemen peşinden gitmişti. Zira Yalın telefonda her kimle konuşuyorsa hızla dışarı çıkmıştı. Dışarıda genç adam telefon görüşmesini bitirene kadar beklemişti. Bu süreçte oldukça üşüse de takmadı. Tek istediği Yalın ile aralarını düzeltmek idi. Sonunda telefon konuşması bitince balkondan indi ve genç adamın arkasında bitti. "Yalın?" Billur sesi hemen tanımıştı. Yavaşça arkasını döndü. "Efendim?" "Artık konuşalım lütfen. Sana her şeyi anlatmak ve tüm bu yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum. Müsaaden olursa tabi." "Gerek yok." Ağlamak istedi genç kız. "Ama-" "Uraz her şeyi anlattı." "Gerçekten mi?" Birden yüzü aydınlandı sevinçten. Yalın başını salladı. "Seni dinlemediğim için özür dilerim Tuğba. Çok kızdım ve de... Kırıldım. Duramadım orada." "Esas ben özür dilerim. Anlatmalıydım. Ama beni farklı bir kız gibi görmenden, yanlış anlamandan korktum. Bu yüzden söylemesem daha mı iyi olur acaba dedim işte." "O çocuğa karşı hiçbir şey hissetmiyorsun gerçekten değil mi?"dedi Yalın her şeyi es geçip. Tuğba eğdiği başını kaldırdı hemen. "Tabi ki hayır. Eğer ona en ufak bir his kırıntısı kalsaydı içimde, seni en başta reddederdim Yalın." "Bunu ağzından duymak o kadar rahatlatıcı ki anlatamam Tuğba. Yanlış anlaşılma meselesine gelince, baştan anlatsaydın da hiçbir şey değişmeyecekti. Ben yine seni eski bildiğim Tuğba gibi görecektim zaten. Ama o sabah o Hazar denen..." Gıybete doğru gittiğini görünce sustu ve "Adam!"diye tamamladı. "O Hazar denen adam senin ona aşık olduğunu söyleyince sanki... Sanki beni kabre koymuşlar da boğazımı sıkıyorlar gibi hissettim." "Deme öyle. Allah korusun. Allah benim ömrümden alıp senin ömrüne versin. Sen çok özel bir insansın." "Tuğba! Ne biçim konuşuyorsun öyle sen billur sesli yarim! Bir daha duymak istemiyorum böyle sözler. Sonuna kadar seni yanımda görmek istiyorum ben. Beni anlıyor musun?"diye başta kızsa da sonunda göz kırpmıştı. Genç kız ise utancından gülümseyerek yere bakmıştı. Billur sesli yarim demişti. Allah'ım! Kalbimi hissetmiyorum, diye konuştu içinden. Onları camdan izleyen bir çift göz öfkeyle kısılmış, yumruğunu duvara vurmuştu. Kabullenemiyordu bunu bir türlü. Tuğba nasıl olur da hemen kendisini unutabilirdi! Aslında bunun umurunda olmaması gerekiyordu ama o Yalın denen gıcık birine de Tuğba'yı kaptırmayı kendine yediremiyordu. Damarlarında dolaşan duyguyu anlamlandıramıyordu. Tuğba ve Yalın'ın arası bozulduğunda nedensizce mutlu hissetmişti. İşte şimdi gülüşerek konuşuyorlardı. Bu demek oluyordu ki barışmışlardı. İşte sinirini esas bozan faktör buydu. Tuğba'nın onu unuttuğuna, hislerinin bittiğine asla inanmıyordu. Muhtemelen kendisini kıskandırmak için o Yalın denen herifi kullanıyordu. Başarıyordu. Buraya geldiğinden beri bundan başka bir şey düşünmediğine göre başarıyordu Tuğba. *** "Bakın çocuklar! Erkenden evlenmek istediğinizi anlayabiliyorum ama-" İclal utanç içerisinde başını önüne eğmişti. Bunları ağabeyinin yanında konuşmayı istemezdi fakat artık şu imam nikahı sorununa bir çözüm bulmaları gerekiyordu. "Ama Uraz'ın daha okulu var. Üstelik bir senenin kaldığını söylüyorsun Uraz. Ailen de senden desteğini kestiğine göre nasıl geçinmeyi planlıyorsunuz? Bana sorarsanız bir buçuk yıl bekleyin. Çünkü Uraz'ın daha bu seneyi de vermesi gerekiyor. Nitekim Peygamber Efendimiz (SAV), Aişe (r.a.) annemiz ile üç yıl nişanlı kalmıştır."deyince İclal başını sallarken Uraz'ın şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. Üç yıl mı? Nasıl o kadar sabredecekti? Bunca senedir zaten bekliyordu. "Nişanlılık dönemi bu kadar önemli olmasaydı Peygamber Efendimiz (SAV) böyle bir yola niye başvursun sizce? Evet, hayırlı işlerde acele etmek de gerekir fakat bazen her çağın gerekleri farklı oluyor. Bu kararı sizin kalbinizin fetvasına bırakıyorum çocuklar. Zira en iyi fetvayı müslümanın kalbi verir." "Ağabey ben şöyle düşünüyorum."diyen Uraz'a döndü Teoman. "Ben bu açıkta kalan dönemimi tamamlamak için İstanbul'a döneceğim. Orada zaten belirli bir düzenim var. Evim var, arabam var. Bunları kendi birikimimle aldım. Ailemin haram parasını bile bile almadım zaten. Haksız kazançlar elde ettiklerini biliyordum çünkü en başından beri. Bu yüzden okuldan kalan arta kalan zamanlarda çalıştım hep. Bir de dedemin ölmeden önce bana bıraktığı bir arsa vardı kendi memleketinde. Onu satıp ev ve araba almıştım zaten. Ben diyorum ki İclal benimle birlikte İstanbul'a gelsin, ben okulu bitirene kadar çalışıp para biriktirelim. İkimiz de sağlıkçıyız zaten. Amcamın arkadaşının özel bir hastanesi var. Orada çalışırız. Düzenimizi kurduktan sonra İclal çalışmaya devam etmek isterse destek olurum ama onu zorlamak da istemem. Sonuçta ağır bir işi var. Yorulmasını istemem."diye gülümseyerek sevdiği kadına baktı. İclal bunu hissetmiş gibi başka bir yere bakıp gülümsemişti. "Koçum iyi, güzel, hoş diyorsun da nişanlı olarak da kalmanız gereken bir dönem olmalı bana göre. Kimileri çevrede fitne şüphesi varsa acele evlenir, sonuna kadar saygı duyarım ama sizin öyle bir sorununuz yok." "Ağabey biz senelerdir birbirimizi tanıyoruz ama?"diye rica eden gözlerle baktı Teoman'a. "Bir-iki ay nişanlı kalın bari. Bak koçum, bunu istememin elbette bir nedeni var. Biliyorsun, burada küçük dedikodular çabuk yayılır. Eğer sizi hemen evlendirirsek millet ne oldu da bu kızı kadar çabuk evlendiriyorlar diye İclal'ime dil uzatırlar. Ben katiyen kendimi tutamam. İlla ki birine dalarım. Çünkü kimsenin kız kardeşimin namusu hakkında konuşmasına dayanamam. İclal'in ne kadar temiz olduğunu bile bile konuşurlar çünkü, biliyorum ve kimse benim kardeşimi üzemez! Büyük bir fitne çıkar anlayacağın. Ben milletin ne dediğine bakan biri değilim ama kimsenin kız kardeşimin tertemiz iffetine laf etmesine de göz göre göre izin veremem. El âlemin lafından önce El Âlim ne der, ona bakan müslümanlar olarak da önlemimizi almak zorundayız. Beni anlıyor musun kardeşim? İclal'in üzülmemesi için. Ekin'den sonra kardeşlerime olan düşkünlüğümü anlayacağını umuyorum." "Çok haklısın ağabey. Peki son bir şey istesem?" Teoman gülerek"İste bakalım eşek sıpası."dedi. "Düğüne kadar imam nikahı da mı kıydıramayız?" "İşte buna hiç müsaade edemem. İmam nikahı demek, evliliği başlatmak demek. Ben sabahtan beri boşuna mı biraz nişanlı kalın diyorum! İmam nikahı kıydığınız an artık evlisiniz demektir, nişanlı değil! Dolayısıyla bunun getireceği sorumluluklar da olacaktır doğal olarak. Evlilik şakaya alınacak bir şey değildir. Sırf gençler rahat etsin diye imam nikahı kıyalım diyenleri eşek sudan dönünceye kadar dövmek istemişimdir. Bu açıkça bu güzel kurum ile dalga geçmektir bana göre. Evlilik demek, hayat birleştirmek demektir, çocuk demektir, ilişki demektir, birçok şey demektir. Siz hem evli olup hem de birkaç ay ayrı mı kalacaksınız yani! Üstelik buna da nişanlılık dönemi diyeceğiz öyle mi? Olmaz koçum. Buna onayım yok. İmam nikahınız resmi nikahınızdan hemen önce kıyılacak. Biz İclal'imizi sana birkaç ay sonra telli duvaklı bir şekilde teslim edeceğiz. Bu kadar basit. Sen bu dönemi bitir, düğünü yaz başı gibi yapalım. Çok bir şey kalmadı zaten." İki genç de utancından ve saygısından başları önde ağabeylerini dinliyorlardı. "Haklısın ağabey. Tamam, öyle olsun." Uraz ne kadar bu karardan hoşlanmasa da Teoman'ın haklı olduğunu biliyordu. Nişan'dan sonra planladıkları gibi üçü bir odaya geçmiş ve bu mesele hakkında mütalaa etmişlerdi. Konuşma bittikten sonra İclal Uraz'ı geçirmek ve onunla konuşmak için kapı önüne çıkmıştı. Uraz'ın moralinin bozuk olduğunu görebiliyordu ve onu anlıyordu fakat ağabeyi haklıydı. Beklemeleri daha hayırlı gibi görünüyordu. "Uraz?" "Hımm?"diyen genç adam ayakkabılarını giydikten sonra doğruldu. "Ağabeyimin az önceki tüm söylediklerinin aslında birer nedeni var. Yani demek istiyor ki insanların imtihanına, durumuna göre bu tür kararlar almak değişkenlik gösterebiliyor. Mesela ağabeyimin üniversiteden bir arkadaşı vardı. Antep'liydi. Ahmet ağabey. Kendisi ve karısı Ceylan abla öyle imtihanlardan geçmişler ki her an bir fitne çıkacak korkusuyla bir hafta içerisinde söz, nişan ve düğün yapmışlar. İmtihanları bunu gerektirdi çünkü. Bunun dışında benim liseden bir arkadaşım vardı mesela. Daha doğrusu ben sağlık meslek lisesinde okurken o ve kızlar yan taraftaki Anadolu lisesinde okuyorlardı. İsmi de Gülistan idi. Üniversiteye geçince Hamza diye bir çocuğa tutulmuş ve hemen aynı sene imam nikahı kıyıp tüm çevreye duyurmuşlardı. Dediğine göre önlerinde okul için daha dört sene vardı. Bu yüzden erkenden evlenmişler. Yaz başı da sade bir tören ile resmi nikah kıymışlar. Zaten yaz mevsimi gelmeden hemen önce imam nikahı kıymışlar. Niye diyeceksin. Gülistan çok güzel bir kız olduğu gibi Hamza da oldukça yakışıklı bir çocuk. Yani ben görmedim tabi. Gülistan'ın dediğini söylüyorum." Son açıklamayı Uraz kendisine kötü kötü baktığı için yapmıştı. "İkisinin de görünüşü çok güzel olduğu için karşı cinsler peşlerinde pervane tabi. Onlar da bir fitneye sebebiyet vermemek sebebiyle nikah kıymışlar zaten. Biliyorsun, inancımıza göre madem evleniyorsun? O zaman bunu herkese duyurmak zorundasın diye bir kaide var. Onlar da zaten böyle yapmışlar. Ahmet ağabey ve Ceylan abla, Gülistan ve Hamza nasıl ki fitne çıkmasın diye böyle bir şey yaptılarsa ağabeyim de fitne çıkmasın diye bu kadar sert bir şekilde karşı çıktı. Fitne öyle bir şey ki Uraz, Asr-ı Saadet'de bile Hz. Ali ve Muaviye (r.a)'yi savaşta karşı karşıya getirmiştir. Müslümanlar olarak fitneden kaçınmak zorundayız. Ağabeyim buradaki insanları çok iyi bildiği için burada kalıp medresede hocalık yapıyor ki buranın diğer nesli düzelsin. Burası küçük bir yer ve insanlar ufacık bir dedikodudan fitne çıkarmaya çok müsait. Anlatabiliyor muyum?" Uraz başını salladı gayri ihtiyari. Teoman da, İclal de haklıydı. Onun canını sıkan tek şey, yaza kadar beklemek zorunda kalacağı idi... "Yaza kadar ben Kayseri'de çalışmaya devam ederim. Malûm, nikahsız, senin istediğin gibi yanında kalamam. Sen de bu arada hem yarım kalan dönemini tamamlarsın hem de birikmiş işlerini aradan çıkarırsın. Yaz başı biz de Gülistan'lar gibi sade bir nikah ile yeni bir hayata başlarız he ne dersin? Asma artık yüzünü." Derin bir nefes aldı genç adam. "Peki İclal. O kadar bekledik. Biraz daha bekleriz ne yapalım? Ne kadar var yaza?"diye kedi yavrusu gibi bir bakış attı. "Hepi topu üç ay falan."diye sessizce güldü genç kız. "Ne! İclal bütün bunların intikamını nikah günü senden çok fena alacağım biliyorsun değil mi? Beni bu kadar bekletmenin mutlaka bir bedeli olacak..." Genç kızın gülüşü gitmiş, utanç içerisinde başka bir yere bakmıştı. "Öyle güleceğine git hadi."diye olayı toparlamaya çalıştı. Uraz güle güle çıktı bahçeden. İclal ise az önce duyduklarından sebep kızarık bir yüzle içeri girmemek için derin bir nefes aldı. Bakalım bu üç ay nasıl geçecekti? *** Sonunda rahat bir nefes alan genç adamın eli cebine gitti. Hemen sevdiği kızı aramalı ve vuslatın müjdesini vermeliydi. Zira bugün finalleri tamamıyla bitmiş, dönemini de tamamlamış olmuştu. Yaz aylarına da girdiklerine göre artık İclal ile önlerinde hiçbir engel kalmamıştı. Çok mutluydu Uraz çok... Tam İclal'i arıyordu ki "Uraz gelsene sınıfça fotoğraf çekeceğiz."diyen bir kız ile gözlerini devirmeden edemedi. Şu dönem derslerden çok, kızlar zorlamıştı onu şüphesiz. Her gün yeni biri gelip "Hadi şuraya gidelim, hadi buraya gidelim, şuraya gidiyoruz, sen de gelsene, kahve içelim mi..." gibi bir sürü benzeri cümlelerle karşısına çıkmıştı. Eski kız arkadaşı Helin'in yüzünden sınıfını değiştirmek zorunda kalmıştı. Yeni sınıfındaki kızlar da ona pek sıcak, pek bir ilgili davranmıştı (!) Onlarla İclal'i karşılaştırıyordu da İclal onun hasta ve görünüş olarak kötü olduğu bir dönem yanında iken bu kızlar kendisindeki görünüşten dolayı sürekli etrafında dolanıyordu, biliyordu. Bildiği için de ilgisini çekmiyor, sadece bir an önce hayatının aşkına kavuşmak istiyordu. Bugün, bu yüzden bu kadar mutluydu ya. Sonunda artık zamanı gelmişti... "Teşekkür ederim, fotoğraf çekmeyi sevmiyorum. Size kolay gelsin."diye karşısında ona beklentiyle bakan kıza cevap verdikten sonra sevdiği kızı aradı ve oradan uzaklaştı. Fakat bir tuhaflık vardı. İclal yine telefonunu açmıyordu. Dün akşam da böyle olmuştu. Çalmış, çalmış ama açmamıştı genç kız. Bugün de "Aradığınız kişiye şu an da ulaşılamıyor..."diyordu. Endişelenmişti! Nişan'dan bu yana İclal ile bir anlaşma yapmışlardı. Evlilik nasip olana değin haftada bir kez telefonda konuşacaklardı. İclal kesinlikle mesajlaşmayı reddetmişti. Ona göre bu temiz sevda yine temiz bir şekilde sonuçlanmalıydı. Bu yüzden acil bir durum olmadıkça haftada bir kere telefonda konuşmayı kararlaştırmışlardı. Böylece birbirlerinden, sağlıklarından, bir sıkıntıları var mı, yok mu diye haber alabiliyorlardı. Ancak bugün yine açmıyordu işte İclal. Bir şey mu olmuştu acaba? Tekrar tekrar aradı genç adam. Her seferinde aynı cevabı alıyordu. Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor!!! Çıldırmak üzereydi! Sinirlenmişti. İçine kurtlar düşmüştü aynı zamanda. İclal asla telefonlarını açmamazlık etmezdi ki. Dün akşam "Bana sonra döner, herhalde işi var." diyerekten çok önemsememişti fakat bugün de telefonlarına çıkmaması genç adamın aklına kötü kötü şeyler getirmişti. Sonunda dayanamayıp Hilal'i aramaya karar verdi. Sonuçta aynı hastanede çalışıyorlardı. Bugün de İclal'in mesaisi olduğunu biliyordu. Hilal mutlaka İclal'e ulaşmasına yardımcı olabilirdi. İçindeki korku ve heyecanla Hilal'i aradı ve beklemeye başladı. Stresten dudaklarını kemirmeye başlamıştı. Elini saçlarından geçirip derin bir nefes aldı ve besmele çekti. "Alo?" "Hilal? İclal'i arıyorum ama bir türlü ulaşamıyorum. Nerede, senin bir bilgin var mı? Söyle ona, beni bu kadar korkutmasının hesabını soracağım!" "Şey... Uraz?" "Ne oldu Hilal, senin sesin niye öyle kötü geliyor? İclal'ime bir şey olmadı değil mi? Yalvarıyorum, bir şey söyle. Felah'ım iyi mi?" Hilal dayanamayıp hıçkırdı. "Uraz, İclal kaza geçirdi." Uzuvlarını hissedemiyordu genç adam. Doğru mu duymuştu? "Ne..." -Bölüm Sonu- |
0% |