Yeni Üyelik
40.
Bölüm

~40.Bölüm-(Final)~

@m.yaprak_epli

"Uraz tamam abartma, ben iyiyim."diye sesli bir nefes verdim ama müstakbel kocam beni bir türlü dinlemiyordu. Sürekli bir yerimin acıyıp acımadığını soruyor, acıkırsan ya da susarsan hemen söyle diye dakika başı dile getirmesi en sonunda isyan etmeme sebep olmuştu.

Birkaç gün önce talihsiz bir trafik kazası yaşamam sonucu sağ kolum ve sağ bacağım alçıya alınmıştı. İş çıkışı yorgun bir şekilde eve gidiyordum. Tabi Nuran abla hamile olduğu için onu fazla yormamak adına her işe ben koşturduğum için daha bir yoruluyordum. O yorgunlukla iş çıkışı karşıdan karşıya geçerken bir araba çarpmıştı. Allah'tan ani fren yapmıştı da sadece alçıya alınmıştım. Aksi takdirde şu an yoğun bakımda olabilirdim ve tahmin edelim bakalım, bana çarpan kişi kimdi? Nişan'dan önce gelip bana İstanbul'daki derneklerinde İslam'ın temsilcisi olarak yer almamı teklif eden Cenk beyden başkası değildi elbette!

Geçen ay ağabeyim Teoman ve ağabeyimin eski medrese hocası Hulusi hocamız, Cenk beyin bahsettiği İstanbul'daki IFC derneğinin şubesine gitmişti o büyük münazara için. Video büyük bir yankı uyandırmıştı YouTube'da. Zira ağabeyim ile hocam öyle bir savunma yapmışlardı ki arayış içinde başvuranların hepsi şehadet getirip müslüman olmuş, diğer din ve inançların temsilcileri bile hayrete düşmüşlerdi bu güçlü savunma karşısında. Cenk bey de bana çarpmasının sebebi olarak bundan kaynaklı bir savunma öne sürmüştü.

"O münazaradan sonra aklım çok karışıktı Ben de bir arayışa girmiş gibiydim o günden sonra. Bu yüzden uzun zamandır dikkatimi toplayamıyorum. Yalın benim en yakın arkadaşım. Bana destek olduğu için bir süredir de Kayseri'deydim. Etrafta ruh gibi dolanıyordum sürekli. Dediğim gibi aklım çok karışıktı, kafamda bir sürü soru işareti vardı artık inançlarla alakalı. O gün de sizi son anda görmem bu yüzdendi İclal hanım. Buna rağmen hastanelik oldunuz benim yüzümden. Tekrar çok özür dilerim..."demişti bana.

Onu çok iyi anladığımı, önemli olmadığını ancak İslam'ı araştırırsa işte o zaman gerçekten affedebileceğimi söyledim. Fakat benim müstakbel kocam, Cenk beye bana çarpmasından dolayı o kadar öfkelenmişti ki adam kötü hissettiği için beni ziyarete geldiğinde kavga çıkartıp çocuğu bayağı benzetmişti. Yalın, Ata ve Hazar onları zor ayırmıştı. Fakat ne olduysa sonra Hazar ve Yalın da tartışmaya başladı. Bu sefer onların arası gerildi ve Yalın'ın Hazar'a kafa atması ile hastane birbirine karıştı. Tuğba'nın dediğine göre hastane koridorlarında beni, hep birlikte üzgün bir şekilde beklerken Hazar Yalın'ın gözü önünde kendisine epey ilgi göstermiş, Tuğba rahatsız olunca da Yalın uyarmıştı onu öfkeyle. "Eğer bir daha nişanlımın yanında seni görürsem, bu sefer bu kadar sakin kalmayacağım"demiş, o gün Uraz ve Cenk beyin kavgasında oluşan gerilim ile onların meselesi de tekrar gün yüzüne çıktığı gibi epey bir alevlenmişti de. Zaten ikisi de patlamak için yer arıyordu. Bu kavga onların işine yaramıştı bir nevi.

Bu kadar olay, ben kaza geçirdikten sonra duyan herkesin hastaneye akın etmesinden sonra gerçekleşmişti tabi. Ben kazadan sonra baygın bir şekilde hastaneye getirtilmişim, Uraz da tabi bana ulaşamayınca Hilal'den öğrenmiş durumu. İlk uçakla hemen Kayseri'ye gelmiş, onun ardından arkadaşları, benim ailem, Tuğba ve diğer arkadaşlarım akın akın buraya gelmişlerdi. Ben baygınken Yalın ve Hazar arasında geçen bu olay, ben ayıldıktan ve Cenk beyin ziyaretime gelmesinden sonra Uraz'ın kavga çıkarması ile patlak vermişti ne yazık ki. Hastane yönetimi o gün herkesi kovmuştu hastaneden haklı olarak. Şimdi ise ziyaretler daha bir azalmış, sadece artık yakınlarım sırayla yanıma gidip geliyorken Uraz devamlı başımdaydı. Fazla endişelendiği için fazla evham yapması dışında şu an hiçbir sorunumuz yoktu elhamdülillah.

"Abartacağım tabi İclal. Resmen ölümden döndün! Ya seni de kaybetseydim Ekin gibi!? Bu sefer toparlanamazdım anlıyor musun? O Cenk denen herife bu yüzden bu kadar öfkelendim. Seni benden alsaydı ne yapardım ben!"deyince içimde bir acıma duygusu belirmişti. Kıyamam ki ama ben Uraz'ıma. Allah'tan bunu o duymuyordu. Sonra yakınmalarına devam etti tabi.

"Bu saatten sonra seni gözümün önünden bile ayırmayacağım. Teoman ağabeye de söyledim. Düğünümüze az kala kaza geçirdiğin için tarihi biraz erteledik. Ama artık sana destek olabilmem için önden nikah kıymamız şart oldu. Baksana? Sırf sana haramım diye bu halinle yalnız lavaboya gidiyorsun, ayağa kalkıyorsun, namaz kılmaya çalışıyorsun. Üstelik tüm bunları yaparken çok acı çekiyorsun, görüyorum!"

"Uraz kızlar burada, annemler burada, önemli değil."

"Onlar benim gibi her an yanı başında değiller İclal. Ayrıca alçılı bacağınla seni kucağına çok rahat alıp dolaştırırlar zaten değil mi!"diye alay etti. "Teoman ağabeyin işi olmayıp da her an başında olsaydı yine sesimi çıkarmazdım çünkü senin o alçılı bacağına basmaman gerekiyor. Sırf arada nikah yok diye sana dokunamıyorum, yardımcı olamıyorum. Öylece seyrediyorum acı çekmeni. Buna artık dayanamıyorum. Bugün ya da yarın nikahımız kıyılsın artık!"

"Ne! Uraz..."

"İtiraz istemiyorum. Bu alçılar bir süre seninle duracaksa nikah şart artık İclal. Senin her şeyine kocan olarak ben koşmak istiyorum. Neden anlamak istemiyorsun beni?"deyince haklılığı karşısında kafamı eğmiştim.

"Peki, ağabeyim gelsin de konuşuruz bunu."

Başını salladı. Hemen ardından odanın zaten açık olan kapısından Hilal giriş yaptı. Onu görünce gizlice gülümsemiştim. Ben baygınken tek olay yaşayan sadece bizim çocuklar değildi ne yazık ki. Hilal de ağabeyim ile tartışmış anlattığına göre. Doktor benim uyandığımı bizimkilere haber verdiğinde herkes çok sevinmiş, şükür nidaları havaya karışmış, yarım saat gibi bir sürenin sonunda da Hilal mesaisi olduğu için izin alıp durumumu öğrenmeye yukarı çıkmış. Etrafta ağabeyimden başkasını görememiş. Herkes mescide Kur'an okumaya ve şükür namazı kılmaya gitmişler sonradan öğrendiğime göre. Oraya da benim için bir ağabeyimi bırakmışlar tabi. Hilal de başkası olmadığı için ağabeyime sormuş mecburen durumumu. Ağabeyim rahatsızca kıpırdanıp cevap vermemiş ve başını çevirmiş. Bunun da nedenini sonradan öğrenmiştim tabi. Ağabeyim aynı zamanda bir hafız idi. O da şükür amaçlı benim için, içinden şifa ayetleri okuyormuş. Kur'an okumayı yarıda kesmek istemediği için bizim Hilal'e cevap vermemiş, anlasın diye de başını çevirmiş fakat Hilal yanlış anladığıyla kalmıştı.

Hilal ağabeyimin bu hareketine çok sinirlenmiş ve "Beni insandan saymıyor musunuz? Hayatımda sizin kadar kibirli birini görmedim. Altı üstü buraya arkadaşımın durumunu öğrenmeye geldim. Bu kadar kaba olmak zorunda mısınız!"diye bağırıp çağırmış. İçinden Kur'an okumayı bitiren ağabeyim kaşlarını çatıp önüne dönmüş ve "Biraz daha bekleseydiniz, ayetler bittikten sonra cevap verecektim zaten size hanımefendi!"demiş. Hilal de "Kur'an mı okuyordunuz yani?"diye mahçupca sormuş, ağabeyim de başını sallayınca "İclal o an yer yarılsaydı da içine girseydim, onu yanlış anladığım yetmiyormuş gibi bir de ne azarladım! Hiç o kadar utanmadım."diye açıklamıştı sonradan bana durumu. Ağabeyim ise en son, benim uyanmamdan sebep herkesin mescidlere dağıldığını, burada bir tek kendisinin kaldığını, sabahtan beri Kur'an okuduğunu açıklamıştı. Hilal özür dileyip topuklamış oradan.

Şimdi elinde serum şişesi ile geldiğini görünce aklıma bu olayı anlattığı gelmiş ve gülmeden edememiştim. Ağabeyim ile Hilal çok güzel olurdu bence ama Hilal'in aksine ağabeyim ona karşı çok soğuktu. Hâlbuki Hilal çok güzel bir kızdı. Lakin ağabeyim hadiste geçtiği gibi kendine eş olarak dindar birini arıyordu muhafazakar yapısı gereği. Zira o karısıyla cihat etmeyi hayal eden bir adamdı. Bu yüzden Hilal'e soğuk davranıyor olabilirdi. Gözlemlediğim kadarıyla Hilal bu soğuk tavırlara çok üzülüyordu. Çünkü ağabeyimden hoşlandığı çok belliydi. Hele ağabeyimin o IFC derneğinde yaptığı savunmalarının olduğu videoyu izledikten sonra ağabeyime ilgisi daha bir artmıştı sanki. İslam'a olan ilgisi de öyle...

Hatırlıyorum da o gün ben, ağabeyim ve Uraz imam nikahı hakkında konuştuktan ve Uraz morali bozulmuş bir şekilde yanımızdan ayrıldıktan sonra ağabeyime bu dernekten bahsetmiştim yalnız kalınca. Cenk beyi, anlattıklarını, derneği ve daha bir sürü ayrıntıyı anlattıktan sonra elbette Hulusi hocayla birlikte oraya gidip İslam'ı en güzel şekilde savunuruz demişti. Çok sevinmiştim. Geçen ay da bu münazara İslam dünyasında oldukça yankı bulmuş, özellikle ağabeyim epey ünlü biri haline gelmişti artık. Yorumları okurken birkaçına özellikle çok gülmüştüm. Zira "Allah'ım bana Teoman gibi koca nasip et" ve "Teoman evlen benimle!!!"gibi bir sürü yorumla karşılaşmıştım. Hilal bu yorumlara çok bozulmuştu. Onu saymıyordum bile.

"İclal ne gülüyorsun kendi kendine öyle?"diye gözlerini kısıp yüzüme şüpheyle bakan Hilal ile toparlanıp öyle cevap verdim. O ise serumumu takıyordu.

"Hiiiç... Sadece geçmişi düşünüyordum."

"Bir şey mi kaçırdım, ne oluyor?"dedi anlamaz bir şekilde.

"Evet, ağabeyimi."

"Ne, seni duyamadım?"

"Hiç Hilal'im. Ebru nerede?"

Hilal bize arkası dönük olup telefonla konuşan Uraz'a bakıp güldü ve sesini alçalttı.

"Yine Ata ile atışıyorlar."dediği gibi içeriye gerçekten de tartışarak Ebru ve Ata girdi.

"Tek hücreli hayvan!"

"Sen de kendini deniz kızı zannediyorsun herhalde. Amip zekalı!"diye karşılık veren Ata ile Hilal ve ben gizliden gülmüştük. Ebru kıpkırmızı olmuştu sinirden.

Ben hastaneye yattığımdan beridir olayların içinde Ebru ve Ata da olmuştu ne yazık ki. Fakat onların meselesi diğerlerininki kadar ciddi değildi. Onlar hep tatlı tatlı atışmakla meşguldü. İkisi de sürekli birbirlerinden kaçıyor, kader onları bir araya getirdikçe de sürekli birbirlerine laf sokmaya çalışıyorlardı. Şimdi ise neden kavga ediyorlardı, bir bilgim yoktu açıkçası.

"Çocuklar bir sakin! Yine neyi paylaşamıyorsunuz bakalım?"diye merakla sordum. Uraz ise hâlâ yüzü pencereye dönük telefonla konuşuyordu. Kiminle konuşuyordu bu kadar ciddi bir şekilde?

"İclal bu gidip ne yaptı biliyor musun? Acilde buna bir hemşire sarkınca ondan kurtulmak için beni nişanlısı diye tanıttı!"dedi Ebru sinirle.

"Ne!!!"diye Hilal ile adeta haykırmıştık adeta.

"Ya yengem sen ona bakma, olay öyle değil. Ben acile bizim Erdal'ı görmeye gittim. Bu da bir kız arkadaşıyla konuşuyordu o sıra. Aynı yerdeydik zaten. Sonra dediği gibi bir hemşire geldi. Bana bildiğin bayağı bir sulandı. Ondan kurtulmak için de orada tek tanıdığım kızı beni kurtarsın diye nişanlım diye tanıttım. Ne var bunda yani?"

"Benim bir adım var manda yavrusu!"diye sinirle çenesini yukarı kaldırdı Ebru. Çok çabuk sinirlenen bir kızdı Ebru. Şu an yumruklarını sıkmasından bunu anlayabiliyordum. "Ayrıca ne münasebet ya! Sen kim oluyorsun ki beni başka kızlara karşı kolayca nişanlın diye tanıyabiliyorsun! Aramızda o kadar samimiyet bile yokken hem de!"

"Bu kadar bozulduğuna göre aramızdaki samimiyetin ilerlemesini isterdin herhalde? Ben bu konuşmadan bu sonucu çıkardım açıkçası."diye ellerini göğsünde kavuşturup tek yanak gülen Ata ile Ebru daha da çileden çıktı ve bize dönerek konuşmaya başladı.

"Kızlar ben gidiyorum! Daha fazla bu terliksi hayvan ile uğraşamayacağım! Bütün öğle aramı zehir etti zaten! İşimin başına dönmem gerekiyor."

"Senin işin de epey zor olmalı. Doğurttuğun bütün çocuklar ileride ebeleri olarak hep sana sövecek malûm."diyen Ata ile Ebru gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı sinirden. Sonra kaşlarını çatıp aniden ona döndü.

"Bir dakika ya? Sen benim ebe olduğumu nereden biliyorsun?"deyince Ata hazırlıksız yakalanmış olmalıydı ki yüz ifadesi değişti ve eli ensesine gitti. "Beni mi araştırdın sen?"

Ebru bunu sorarken farkında değildi ama epey keyifli görünüyordu. Ata'nın onu araştırmış olma ihtimali hoşuna gitmiş olmalıydı. Bunun üzerine Hilal ile birbirimize bakıp güldük.

"Yengemin hesabı önerilen kısımda çıkınca onu takip ettim. Siz birbirinizi takip ettiğiniz için de tekniken sen de çıktın önerilenler kısmında. Kendini benim tarafımdan değerli hissetmek istemeni anlıyorum güzelim ama ne yazık ki yok öyle bir şey. Pek tipim değilsin."diyen Ata iyi kurtarmıştı.

Ebru'nun yüzü tekrar düşmüştü ama.

"Ay ne güzel! Ben de sana bakınca ne gördüğümü söyleyeyim mi?"deyince Ata devam etmesini işaret etti.

"Koca bir boşluk!"

Bunun üzerine hepimizin eli şaşkınlıkla ağzına gitti. Ebru öyle bir kapak etmişti ki Ata'yı, o gittikten sonra bile hâlâ sinirden arkasından bakıyordu. Daha sonra Uraz gelip omzuna dokundu gülerek.

"Kardeşim bu darbe içerikli laftan sonra senin yerinde olsaydım, kuyruğumu kıstırıp ayaklarımın arasına alarak geri çekilirdim."

"Göstereceğim ben ona boşluğu!"

Ata kırılmış duruyordu. Onun için üzülmüştüm doğrusu. Ebru gerçekten çok ağır konuşmuştu.

Ata sinirle çıkıp gittikten sonra Uraz yanıma gelirken Hilal serumu takıp Ebru'nun yanına gideceğini söylemişti. Kapıyı özellikle açık bırakmasını söylemiştim. Ki Uraz ile yalnız kalmayalım diye. Ailem benim evimde kalıyordu. Birazdan geleceklerdi. Uraz burada daha fazla yıpranıp yorulmasınlar diye onları benim evime göndermişti. Tabi Tuğba da onlarla birlikteydi.

"Uraz sen sabahtan beri kiminle konuşuyordun öyle devlet meselesini konuşur gibi?"

"Teoman ağabey ile konuşuyordum. Ona bizim durumdan bahsettim ve sonunda ikna ettim."

"Yani?"

"Yarın nikahımız kıyılıyor yani güzelim..."

"Ne!?"

***

Uraz sonunda allem etmiş, kallem etmiş, bir şekilde bizi nikaha oturtmuştu. Dün ağabeyim geldikten sonra Uraz'ın onunla olan konuşmalarını anlatmıştı. Ve düğünümüze çok az kaldığı için Uraz'ı daha fazla bekletmenin uygun olmadığını, benim de ona ihtiyacım olduğunu söylemişti. Zira bir erkeğin yanımda olup şu alçılı ayağıma yardımcısı olması gerektiğini düşünüyordu o da Uraz gibi. O kişi de Uraz olduğuna göre artık nikah şart imiş. Ben toparlanır toparlanmaz da düğün yapacağız diye kararlaştırmıştık. Aslında bu kaza olmasaydı düğüne dair tüm hazırlıklarımız tamamdı. Eşyasından kıyafetine kadar hem de. Lakin kaza olunca beklemek zorunda kalmıştık. Doktorum bir iki haftaya kalmaz, iyileşeceğimi düşünüyordu. Ona göre bağışıklığım oldukça sağlam imiş.

Sonuç olarak herkes burada toplanmıştı bizim için. Ağabeyim nikahı kıyması için bir imam getirmeye gitmişti. Herkes nikahımız kıyılacağı için çok sevinçliydi. En çok da Uraz! Onu hiç bu kadar gergin ve heyecanlı görmemiştim doğrusu. Bir on dakika daha kendi aramızda sohbet ederken ağabeyim imam ile birlikte kapıda görünmüştü. Bunun üzerine kalbim teklemişti. Birkaç dakika sonra Uraz'ın karısı olacaktım. İmamı görünce gerginliğim artmıştı. Heyecanım ve stresim de... Şu an her duyguyu yaşıyor gibiydim. Mutluluktan sırıtmamak için de ayrı bir çaba sarf ediyordum.

Alçılarımdan sebep ben mecburen yatakta otururken imam bir koltuğa, öbür koltuğa da şahitler oturmuştu. Benim şahidim ağabeyim iken Uraz'ın şahidi elbette Ata olmuştu. Başka yer kalmayınca Uraz benim uzağımda, yatağın ayak kısmına oturmak zorunda kalmıştı. Şu ortamda nikah kıymak da varmış demek ki. Böyle olsun istemezdim lakin Uraz artık sabredemiyordu haklı olarak. Hayatına benimle devam istiyordu artık. Diğerleri de ayakta kalmıştı mecburen tabi.

İmam nikah akdine başlayınca heyecanla Uraz'a baktım. Ellerini sıkıp duruyordu. Halinden ne kadar heyecanlı olduğu çok belliydi. Beni bu kadar mı çok seviyordu? Sabredemeyecek kadar çok mu istiyordu hayatında? Bunlar beni mutlu etmişti. Kim derdi ki birkaç yıl önce kardeşim olarak gördüğüm bir adamla evleneceğimi? Hayat nelere gebe değildi ki...

Uraz ona baktığımı hissetmiş gibi bana dönünce panikle başka yere baktım. Ah! Niye ona bakıp sevdana harama katıyorsun ki be kızım! Azıcık daha dayan. Biraz sonra helalin olacak zaten. Kendime olan uyarı ve öğütlerden sonra dikkatimi imama verdim.

"Kabul ettin mi kızım?"diye üç kere sordu ve ben de üç kere "Kabul ettim."diye cevap verdim. İmam aynı işlemi Uraz'a da uyguladıktan sonra öyle güzel vaazlarde bulunup öyle güzel dualar etti ki duygulanmıştım. Heyhat! Ne güzel bir dine mensubum ben. Bir kez daha bunu görüyor ve şükrediyordum.

"Allah nikahınızı hayırlı, bereketli ve uzun ömürlü kılsın evlatlarım. Cennette de karı koca olabilmeyi Rabb'im, nasip etsin size. Daima Allah yolunda yarışan eşler olarak örnek olmanızı temenni eder, nikahınızı tebrik ederim. Mübarek olsun."diye nikahı sonlandıran imamı ağabeyim geçirmişti. Sonrasında ise ikimiz de bize helal olanların tebriklerini kabul etmiştik. Ben tabi alçılı olduğum için herkes bana gelmişti ama Uraz bizzat herkesin yanına gidip tebrik ve dualarını kabul etmişti.

Sonra ne olduysa herkes işi olduğunu söyleyip teker teker çıkmaya başlamıştı. Annemlerin bahanesi çok komikti. "Gidip yemek hazırlayacağız."demişti. Babam arkadaşlarını ziyaret edeceğini, ağabeyim camiye gideceğini, kızlar mesaisi olduğunu, erkekler ise gidip kahve içeceklerini söylemişti. Son olarak Tuğba da annemlere katılıp giderken Uraz ile odada yalnız kalmıştık. Pencerenin önündeki peteğin üzerinde oturmuş, elleri göğsünde bağlanmış, çıkanları izliyordu en son. Ben de fırsattan istifade onu inceledim tabi. Beyaz, spor ayakkabı ve siyah bir pantolon üzerine, vücuduna çok iyi oturan kalıp baskılı, beyaz bir tişört giymişti. Sarı saçları, mavi gözleri, beyaz teni parıl parıl parıldıyordu. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı bizimkilerin gidiş bahanelerinden sebep. Uzun, siyah kirpikleri arada bir kırpılıp duruyordu. Yüzünün bu kadar biçimli ve güzel olduğunu bana helal olduktan sonra ilk defa bu kadar uzun inceleyerek fark etmiştim. Zira daha önceleri caiz olmadığı için yüzüne hep anlık bakıyordum.

"Sen benden hızlı davrandın bakıyorum?"diye birden konuşunca yakalanmış gibi başka bir yere baktım.

"Ne, anlamadım?"

"Beni bu kadar kesmen diyorum... Sen de en az benim kadar istiyormuşsun bu nikahı diyorum..."

Her cümlesinde daha da hızlanan kalbimi saymazsak kendimi ele vermiştim maalesef. Ama sonuna kadar inkar!

"Ne alakası var şimdi?"

"Sabahtan beri beni inceliyorsun İclal."

Yüzünde keyifli bir ifade vardı.

"Ne var, helalim değil misin? İstediğim kadar incelerim."deyince Uraz hafif bir kahkaha atmıştı. Zalımın oğlu! Yine çok güzel gülmüştü. Sakin ol kalbim sakin!

Yerinden kalkıp yavaş adımlarla bana yaklaşmaya başlayınca bu cesaretime sövdüm içimden. Elhamdülillah ki korktuğum başıma gelmedi de Uraz sadece yanıma, yatağa oturmuştu. Ellerini de her iki yanına sabitlemişti.

"Şimdi sen benim helalim olduğun için her istediğimi yapabilirim değil mi?"deyince gayri ihtiyari başımı salladım.

"Bakabilirim, dokunabilirim, sarılabilirim... Hatta öpebilirim de... Değil mi?"

Gözlerim azıcık kocaman olmuş olabilirdi. Bu şaşkın ifademi saklamak için sağlam olan elimle yüzümü kaşıyormuş gibi siper ettim. Ama bileğimden yakalayan Uraz sanırım bunu anlamıştı. Elimi yüzümden çekti ve bileğimi bırakmadı. Onun yerine elimi avucuna aldı nazik bir şekilde. Parmakları ile parmaklarıma dokundu, gerçek mi hayal mi olduğunu anlamaya çalışır gibi. Sonra yüzünü yüzüme doğru yaklaştırınca heyecandan yataktan atlamak istemiş olabilirim bir an.

"U-Uraz ne yapıyorsun?"deyip elimi ondan kurtarmaya çalıştım. İnadına yüzümü kapatmak istiyordum, çok utanıyordum çünkü.

"İclal ben sarılmak istiyorum ama kolun alçıda olduğu için canını acıtmaktan korkuyorum. Onun yerine öpsem kızar mısın?"diye masum bir çocuk edasıyla sordu.

Yüzüm yavaş yavaş alev alırken içime kaçan sesimle zorlukla konuştum.

"Ne-nereden?"

Uraz güldü yine.

"Nereden öpmemi isterdin?"

"E-elimden."diye düşünmeden konuştuğum için kendimi yumruklamak istedim ama dudaktan ya da yanaktan diyemezdim ya. Yerin dibine girmeyi tercih ederdim açıkçası.

"Alnıma da koyayım mı?"diye göz devirdi.

Diyecek bir şey bulmaya çalışırken imdadıma ezan yetişmişti.

"Aaa ezan okunuyor. Ben kalkıp-"

Cümlemi tamamlama izin vermeden dudaklarını yanağıma bastırmıştı bile. O an donup kalmıştım. Kalbim çıldırmış gibi atıyordu. Yüzüm yanıyordu. Uraz elimi kalbine doğru tutmuş, yanağımdan uzun uzun öperken kapının aniden açılması ile Uraz'ı kendimden iterken az daha yataktan düşüyordum ki sevgili kocam son anda belimden tutmuştu. Bizim bu yakınlığımıza gülen Hilal ise "Kusura bakmayın gençler, telefonumu burada unutmuşum. Siz ben yokmuşum gibi devam edin."demişti sırıtarak. Ona öldürücü bakışlar atarken Uraz gülerek yataktan kalkmıştı. Uraz'ın biraz önceki yakınlığına mı yanayım yoksa rezil olduğuma mı bilemiyordum.

Hilal telefonunu alıp hızla çıktığında ben de abdest almak yerimden doğruldum ki koluma ve bacağıma saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum.

"İclal niye bana söylemiyorsun, ben niye buradayım? Sana yardımcı olmak için buradayım değil mi? Bayılıyorsun kendine işkence etmeye!"dedi elini belime koydu. Diğer elini de dizlerimin altından geçirip beni hafifçe havaya kaldırıp indirdi yataktan. Her dokunuşu bende domino etkisi oluşturmasa iyiydi ama neyse.

"Oturarak da namaz kılabilirsin. Neden böyle yapıyorsun İclal?"

"Bu halimle daha bir sevap kazanırım çünkü."diye sırıttım.

"Bak gülme öyle, yanaklarını kemirmemek için kendimi zor tutuyorum."deyince istemsizce toparlanmıştım zaten. Şu velede bakın hele! Büyümüş de karısını tehdit ediyor! Ay benim o karısı olacak kız...

Uraz'ın yardımları ile abdest almış ve namaza durmuştum. Başka yer olmadığı için de Uraz benden sonra mescide inerek namazını kılmıştı.

Öğle namazından sonra vücudum yediğim serumlardan sebep o kadar hafiflemişti ki mayışmıştım. Zaten odada benden başka da kimse yoktu. Göz kapaklarım ağırlaşırken esnememek için elimle ağzımı örttüm ve hemen sağ yanıma doğru yattım. Tabi alçılı kolumu ezmemeye çalışarak. Tam uykunun şefkatli kollarına teslim olmuştum ki belli belirsiz bir kapı sesi duydum. Birkaç dakika sonra yatağın sol tarafında bir çökme oldu. Yanağımda tüy gibi bir şey bir ileri, bir geri gidip geliyordu belli aralıklarla. Bu beni daha da mayıştırmış, uykunun derinliklerine doğru yolculuğa çıkarmıştı. Ardından kulağımın dibinden gelen, duyup duymadığıma emin olmadığım o fısıltılı cümleyi işittim.

"Seni izlemek mi yoksa kokunla uyumak mı daha iyi, karar veremedim Felah'ım..."

***

Uyandığımda gevşemek için yan tarafıma doğru davranıyordum ki hareket alanımın daraldığını fark ettim. Üzerimi incelemek için başımı çevirdim ki belimde bir adet el, boynumda ise mışıl mışıl uyuyan Uraz'ın kusursuz yüzü. Belimi o kadar sarmıştı ki neden hareket edemediğimi anladım. Uraz'ın bedeninin yanında ufacık kalan cüssem ile onu dürtmeye çalıştım.

"Uraaaz?"

Nefes alışverişleri...

"Uraz..."

Tekrar nefes alışverişleri...

Tekrar sesleniyordum ki kapının açılması ile oraya baktım. Annemler gelmişti ama bizi böyle görünce "Kusura bakmayın çocuklar. Biz sonra geliriz."diyerekten çıkmışlardı geldikleri gibi. O an utancımdan ağlamak istedim. Yüzüm tekrar alev almıştı.

"Fatma teyze niye içeriye girmiyorsunuz, İclal iyi mi?"diye bir ses duymuş, ardından odaya bodoslama dalan Tuğba ile göz göze geldikten sonra benim cadaloz arkadaşım "Haaa! Afedersiniz!"deyip kapıyı kapatıp çıkmıştı. Uraz'ın arkası kapıya dönük olduğu için kimse onun uyuduğunu göremiyordu ve gelen herkes bizim fantazi yaptığımızı falan zannediyordu herhalde! Allah'ım! hayatımda hiç bu kadar utanmamıştım!

"Siz niye içeriye girmiyorsunuz da burada bekliyorsunuz, kızıma bir şey mi oldu?"diye babamın sesini duyduğumda az kalsın bayılacaktım.

"Bey dur!"

"Baba dur, girme!"

"Ne var yahu, ne bu telaş?"

Kapının kolu tekrar eski halini alırken annemin onu gizli bir yere çekip durumumuzdan haberdar ettiğini hayal ettim. Nitekim %90 öyle de olmuştur. Babam en azından içeriye girmediği için rahat bir nefes verdim. Çok stresli bir hastane seramonisi yaşıyordum.

"Uraz kalkman gerekiyor. Gelenimiz gidenimizi aratmıyor ve biz gittikçe yanlış anlaşılıyoruz. Lütfen uyan.."diye feryat ettim ona dönüp.

"Hımm İclal beş dakika daha..."diye mırıldanınca dayanamayıp sağlam elimle burnunu tuttum.

"Uyan be adam! Hayatında hiç mi uyumadın?"

"Zalımın kızı! Boğuluyorum, bırak."diye sonunda uyanınca zafer kazanmış bir edayla gülümsedim. Yarı oturur pozisyonda kalkıp öfkeli bir şekilde bana baktı. Saçları öyle bir karışmıştı ki aynı küçük bir çocuğu andırdığı için bir an sevesim geldi.

"Evliliğinin ilk gününde boğularak uyandırılan tek adam olarak tarihe geçmemi sağladığın için çok teşekkür ederim İclal!"

"Uraz hastanedeyiz. Bir sürü gidip gelen oluyor. Bizimkiler bizi böyle görüp yanlış anladı. Sen de uyanmayınca..."

"Bir boğayım dedin öyle mi?"diye komik bir şekilde kızınca gizlice kıkırdadım. Öyle tatlı bir şekilde kaşlarını çatmıştı ki gülesim gelmişti.

"Bir de gülüyor ya!"diye üzerime eğilip yanağımı ısırdı.

"Ahhh!!! Uraz!"

Uraz intikamını almış bir şekilde gülümseyip yataktan indi ve lavaboya geçip elini-yüzünü yıkadı. Geri döndüğünde ona sinirli sinirli baktığımı görünce gülmeye başladı. Ona atacak bir şeyler arasam da bulamadım. Zaten kapının çalınması ile aramayı bıraktım.

"Kızım müsait misiniz, gelelim mi artık?"diyen annemle tekrar utanmıştım. Uraz ise alttan alta sırıtıyordu.

"Gelin anneciğim."diye seslendiğimde bizimkiler yine odayı teker teker doldurmaya başlamıştı. Gelen yüzüme bakıp önce şaşırıyor, sonra da gizli gizli gülüyordu. Neden böyle yaptıklarını anlamasam da annem "Damadım şimdiden mührünü vurmuş kızıma, aferin. Aslan damadım benim!"deyince Uraz'ın yanağımı ısırdığını hatırladım ve daha öncekilerinden kat be kat fazla utandım. İzi çıkmış yanağımı da kapatmak pek mümkün olmasa da elimle örtmeye çalıştım. Ağlamak istiyordum!

***

Hastaneden taburcu olana değin ziyaret saatinin bitimine kadar -ki hastane gereği sadece bir refakatçi kabul edilip ziyaret saati dışında kimseyi hastaların yanına sokmuyorlardı- annemlerle kendi aramızda sohbet ederken arada bir Tuğba, Hilal ya da Ebru yanıma gelip beni gelişmelerden haberdar ediyorlardı. Tuğba, Yalın ile bizim düğünümüzden bir ay sonra evleneceklerini sevinçle müjdelerken Hilal yanlışlıkla ağabeyim ile yaşadığı bir olayı daha ağzından kaçırmıştı. Dediğine göre Hilal sarf malzemeleri ile servise çıkarken asansörde ağabeyimle karşılaşmışlardı. Ağabeyim dayanamayıp Hilal'in elindeki ağır paketleri alıp gideceği yere kadar taşımış. Hilal bunu anlatırken o kadar duygu yoğunluğu içerisindeydi ki yine "Teoman çok centilmen biri..."diye tavana aşkla bakıp ağzından kaçırmıştı ve bana açıklama yapmamak için çabucak kaçmıştı, işim var diyerekten. O kadar utanmıştı ki ardından epey gülmüştüm tatlı arkadaşıma.

Ebru ise günlerdir epey üzgün gibiydi. Ata'ya "Koca bir boşluk!"dediği için pişman olduğunu söylemişti. Zira Ata ona çok kırılmış dediğine göre. Ata ile her karşılaştıklarında Ata kızgınlıkla yüzünü çevirip gidiyormuş. "Eskiden olsa bana laf sokmadan durmazdı. Şimdi yüzüme dahi bakmıyor. Ama ne yapayım? Çok üstüme geldi o da."diyordu Ebru. Ona bir an önce Ata'nın gönlünü alması gerektiğini söylediğimde beni onaylaması içimi rahatlatmıştı. Zira kalp kırmak Kabe'yi yıkmakla eş değerdi dinimizde.

Bunun dışında siteden hanımlar da belli aralıklarla ziyaretime geliyordu. Emine ile Meriç, Elmas ile Hüseyin de bu yaz içinde evleneceklermiş. Bunu bizzat kızlardan öğrenmiş ve onlar adına çok mutlu olup bir o kadar da dua etmiştim. Aytül teyze, Osman amca ve Emre de gelmişti ziyaretime. Emre'nin gözü sürekli ablama gidip geliyordu. Emre'nin yaşı benden büyüktü diye hatırlıyordum Aytül teyzenin bahsettiğine göre. Ablamla yaşıt olabilirlerdi. Bence onlardan da çok güzel bir çift olabilirdi. Ki ablam da kaçamak bakışlarla sürekli Emre'ye bakıp duruyordu. Bunu annem ile Aytül teyze, babam ile de Osman amca sohbet edip yapacak bir iş olmadığı için onları incelediğimde fark etmiştim. Çok tatlıydılar.

Bu arada biz hepimiz nişan için memlekete giderken Ebru'nun dediğine göre Zeynep tayinini istemişti. Buna üzülsem de anlayışla karşılamıştım. Zeynep sadece bir kere ziyaretime geldiğinde anladım ki Uraz'a olan duyguları aramıza buzdan setler örmüştü. Eskisi gibi aramızda bir sıcaklık yoktu artık. Benden de, kızlardan da uzak duruyordu. Biz ona eskisi gibi davranmaya çalışıyorduk ama o yine de bizimle alakasını kesmişti bile. Yine Ebru'nun dediğine göre tayini kabul edilmiş. Birkaç haftaya kalmaz Ankara'ya gidecekmiş. Zeynep ile böyle bitmesini istemezdim fakat elimden başka hiçbir şey gelmiyordu. Sırf dua etmekten başka...

Uraz da arada bir dışarı çıkıp "İstanbul'da yazın staj yapacağım kişilerle online görüşme yapacağım."diyordu. Malûm, son senesi kalmıştı ve iyi bir şirkette staj yapmak istiyordu. Dediğine göre öz babası olacak cani hiçbir şirket onu kabul etmesin, ona muhtaç kalsın diye tüm CEO'larla anlaşma yapmıştı. Allah'tan amcası vardı da yakın bir arkadaşının şirketinde ona staj için bir pozisyon ayırmıştı. Uraz bundan dolayı o kadar mutlu olmuştu ki bir gün kimse odada yokken yanıma uzanıp evimizin resimlerini göstermişti.

"Bak İclal, evimiz ne kadar ferah ve geniş. Bir gün seninle birlikte yaşayacağımızı hayal ederek aldım bu evi."demişti.

Ev gerçekten de çok güzeldi dediği gibi. Dışarıdan minik gibi görünse de iki katlı ve iç açıcı idi. Uraz salonun bir köşesine şöminenin etrafını saran kitaplıklarla süslemiş, önlerine de iki tane sallanan sandalye koymuştu. Öbür köşesinde ise sade bir L koltuk takımı, Amerikan mutfak, onun hemen önünde de yemek masası vardı. Televizyon almadığı için onu yanağından öperek ödüllendirdiğimde Uraz bir beş dakika kendine gelemedi tabi. Bir an felç geçirdiğini sanmış, doğrusu ödüm kopmuştu. Uraz bu halinden zar zor sıyrılıp evde herhangi bir değişiklik yapmak isteyip istemediğimi sorunca 'bu düzeni oldukça güzel' deyip reddetmiştim. Boşuna masrafa girmeye gerek yoktu sonuçta. Eve gelince, üst katta iki odası ve büyük sayılmayacak bir bahçesi vardı. Ki bu da bize yeter de artardı da. Ev konusundan çocuk konusuna geldiğimizde Uraz nasıl yapmamız gerektiğini sormuştu.

"İki yaşından küçük bir çocuk bulmamız gerekiyor Uraz. Tabi gerçekten annesi ve babası olmadığına emin olduğumuz bir çocuk. Biliyorsun, teknoloji artık çok daha geliştiği için çocukları olmayan kadınlar bile evlat edindikleri bebekleri emzirmek için belli bir tedaviden geçiyorlar. Ben de öyle yapacağım. Aksi takdirde büyürse çocuk, ikimizden birine haram olur. Eğer onu emzirebilirsem onun süt anne ve süt babası olabiliriz."demiştim hülyalı hayallere dalarak. Allah'ım! Anne olma ihtimali bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu. Uraz bu hallerimi hayranlıkla izliyordu. "Senden çok güzel bir anne olacak, eminim."deyip beni utandırıyordu.

Bununla beraber ziyaret saatleri dışında yalnız kaldığımızda beraber okuma saati yapıyorduk. Uraz yanıma uzanıp başını omzuma koyuyor ve öyle kitabını okuyordu sürekli. Arada yaramazlık yapıp yanağımı da ısırıyordu tabi. Sayesinde mühürlü İclal'e çıkmıştı adım. Yanağımı ısırmayı kendine bir hobi edinmişti adeta. Bundan oldukça zevk alıyordu zalımın oğlu!

Bütün bunlar olurken doktorumun dediği gibi iki haftanın sonunda alçılarım alınmış, kolum ve bacağım hemen hemen iyileşmişti. Çok zorlamamam gerektiğini özellikle söylemişti doktorum. Zira daha yeni iyileşen dokular herhangi bir ezilmede hasar görebilirlermiş. Doktorum bunları söylediğinde sevgili kocam yanımda olmadığı için duyamamıştı tabi. O sıra telefonla konuşuyordu. Alçılarım çıktığı gibi beni kendine çekip en az bir yarım saat sarılmıştı. Adak adamış dediğine göre. Alçılarımın çıktığı gün doya doya sarılacakmış bana. Zira bu hep hayali imiş. Kollarının arasında acıdan inlemesem Uraz'ın bırakacağı yoktu ama zaten o da çok kötü hissetmişti canımı acıttığı için. Ona ne kadar önemli olmadığını söylesem de kendine epey bir sövmüştü.

Sonuç olarak hastaneden taburcu olduğum gibi ailemle memlekete gitmiştim. Zira düğünümüz vardı. Gitmeden önce hastaneye istifamı da vermiştim tabi. Düğünden hemen sonra Uraz'la birlikte İstanbul'a gidecektik çünkü. İstifamı verirken de oradaki tüm tanıdıklarımla vedalaşmayı unutmamıştım elbette. Hepsiyle ağlayarak vedalaşmıştım. Hepsi de "İclal iyi ki hayatımıza girdin."demişlerdi.

Ağabeyim de kaldığım daireyi önceden boşaltmıştı. Ayırt ettiklerimi Uraz'la bundan sonra yaşayacağımız İstanbul'daki eve göndermiştik. Geri kalan eşyaları ise baba evine geri göndermiştim. Kayseri'deki evim birçok anıya ev sahipliği yaptığı için evi boşaltırken de epey ağlamıştım. Çok özleyecektim evimi, Kayseri'yi ve içindeki tanıdığım insanları. Ancak Uraz'ı tekrar bulduktan sonra bir daha bırakamazdım. O hem kardeşimin emaneti hem de tek fâni aşkımdı. Beka olan aşkım belliydi zira.

Memlekete döndükten sonra bir hafta içinde düğünü de tamamlamıştık elhamdülillah. Annemler kazamdan sebep nazar olur korkusuyla sade bir düğün yapmışlardı. Yoksa ona kalsa dillere destan bir düğün yapacaktı. Kayseri'den yine tanıdıkların ve biricik arkadaşım Tuğba'nın katılımı ile hanımlar arasında bir kına gecesi artı Kur'an tilaveti, dua ve İslami vaazlarla geçen düğünüm benim için oldukça anlamlı olmuştu. Gelinliğimi Uraz hediye etmişti. Meğerse bana özel, sade ama bir o kadar da şık, tesettür giyimden bir gelinlik diktirmişti. Bu jesti gözlerimi doldurmuştu. Arada ağrıyan koluma inat boynuna atlayıp sıkı sıkı sarılmıştım.

"İclal dur, kolun acıyacak!"diye ellerimi kendisinden çekmeye çalışsa da bırakmadım. Kokusunu içime çeke çeke sarılmıştım. Evet, kolum çok ağrımıştı o an ancak umurumda değildi. Sevdiğim adamın kokusunu duymak istiyordum artık. Zaten Uraz da bir iki dakika sonra kollarını belime dolayıp benim gibi sıkı sıkı sarılmış ve yüzünü boynuma gömüp derin derin nefesler almıştı. Bu halimizle düğün günü bizim kızlara yakalanmasaydık iyiydi tabi ama yapacak bir şey yoktu. Benimle güzelce bir dalga geçmişlerdi ancak söz vermiştim, günü gelecek, benim de elime onların kozu geçecektir. O zaman korksunlar benden.

Bu kadar güzel geçen düğünde elbette sorunlar olmadı değil. Mesela Hazar haddini aşıp Tuğba'yı "Konuşmamız gereken önemli bir konu var."diyerek dışarıya çağırmış, üstüne de kıza sarılınca Yalın'ı tutana aşk olsun! Hazar'ı zor aldılar elinden. Hazar'ın neden bu kadar kıskançlık yaptığını hiçbirimiz anlayamıyorduk. Zamanında adam gibi sevmediğin kızı ne hakla geri istiyorsun acaba! Elinden kaptılar tabi, o zaman zoruna gitmeye başlamış beyefendinin! Tuğba'ya da "Ben senin değerini bilemedim ama lütfen o adamla evlenme. Beni sev tekrar."demiş haspam! Tövbe estağfurullah! Yalın iyi dövmüş bunu. Akıllanır umarım. Beni epey bir sinirlendirmişti düğünde.

Hazar'ın beni sinirlendirmesinin yanında Hilal de epey güldürmüştü. Zira topuğu kırılmış ve ağabeyimin kucağına düşmüştü. Hilal'i hiç o kadar kızarmış bir halde görmemiştim. Zaten olay nasıl oldu, hiçbirimiz anlayamamıştık. Hepimiz kavga eden Yalın ve Hazar'ın yanına giderken o sıra Hilal ağabeyimin sağından geliyormuş. Kapının orada topuğu kaymış ve kırılmış, tam düşecekken ağabeyim refleksle tutmuş. Herkes kavgaya odaklandığı için onlar çok dikkat çekmemişti ama benim gözümden kaçmamıştı tabi. İkisi de domates olmuştu. Onları izlerken bıyık altından gülmeme engel olamamıştım. Hilal ayakkabılarını çıkarıp kendini gelin odasına atmıştı can havliyle. Uzun bir süre de çıkamamıştı tabi. Zor sakinleştirmiştik onu. Ağabeyimle o kadar yakınlaşmak ona da, ağabeyime de epey ağır gelmişti. Her hallerinden belliydi.

Ebru ise Ata'nın peşinden koşturuyordu günlerdir. Gönlünü almaya çalışıyor, Ata da fırsattan istifade bunu kullanıyor, zavallı kızı süründürüyordu. Tabi Ebru bu kaprislere daha fazla dayanamamış ve ondan özür dilemeyi bırakmıştı. Düğünde genç bir adam Ebru'nun numarasını isteyince Ata sinirlenip adama kafa atmıştı. Olaysız geçmeyen düğünümüzde bir de Ata'yı sakinleştirmekle uğraşmıştık. Üstüne bir de zavallı kızı azarlamıştı. "Ne diye bu kadar süslenip güzel oluyorsun ki!"diye küçük bir itirafta bulunmuştu sanki. Bunu anlamayan Ebru da ona sarmıştı.

"Sana ne! Bana karışma hakkını nereden buluyorsun acaba! Sevgilim misin, kocam mısın nesin! Ne sanıyorsun kendini!"demiş, Ata da;

"Tabi, sana karışmam için kocan olmamı daha çok isterdin değil mi? Merak etme, seni çok bekletmeyeceğiz küçük hanım!"diye Ebru'yu şaşkınlık içinde bırakmıştı. Ebru düğünde sürekli bana "İclal sence ne demek istedi bu çocuk?"diye sorup durmuştu.

Bol olaylı bir düğün olsa da benim için güzel geçmişti açıkçası. Uraz'la resmi nikahımız kıyıldığında Uraz evlilik cüzdanını eline alıp incelemiş ve "Bu gerçek mi? Allah'ım! Hayallerim gerçek oldu."deyip alnımdan öpmüştü uzun uzun. Gelin odasındaydık tabi bu süreçte. Fakat annemle babamın içeriye bodoslama dalması ile Uraz'ı duvara nasıl ittiğimi hatırlamak dahi istemiyordum. Zira çocuk az daha kafasını çarpıyordu. Annemle babam bizi daha fazla utandırmamak için gerisin geri çıkmışlardı tabi. Ama olan benim zavallı Uraz'ıma olmuştu. Ondan bol bol özür dileyip az daha çarpacak olan kafasından öpmüştüm.

"Neden her baş başa kaldığımızda basılıyoruz ya biz!"diye isyan ettiğimde Uraz bol bol kahkaha atmıştı. Sonra da gelip elini belime dolamış, alnını alnıma dayayıp şu sözleri söylemişti.

"Benim sana nasıl kavuştuğumu görmek istiyorlar herhalde onlar da. Çünkü sen benim için hep hayaldin İclal. Hayallerimin gerçekleştiğinin şahidi olmak istiyorlardır belki de..."

***

İki günlük düğün macerasından sonra biz Uraz ile İstanbul'a uçarken Tuğba memleketine, diğer herkes de Kayseri'ye dönmüştü. Hilal ve Ebru ile çok zor vedalaşmıştım. Zira Tuğba evlendikten sonra Yalın ile İstanbul'a geleceklerdi zaten. Yalın çoktan tayin istemiş bile. Zira ben geldiğimde o da, kızlar da iki yıldan fazladır o hastanede çalışıyorlardı zaten. Hilal ve Ebru ben hastaneden ayrıldığım için bir daha görüşemeyeceğimizi düşünerek çok ağlamış ve beni de ağlatmışlardı. Onlara isterlerse tayinlerini İstanbul'a almalarını söylemiştim. Onlar da nasip olursa mutlaka geleceklerini söylemişlerdi. Düğün günü ayrılma vakti geldiğinde Hilal, Ebru ve Ata'da bir durgunluk söz konusu idi. Ebru ile Ata muhtemelen bir daha görüşemeyeceklerini düşünüp üzülmüşlerdi. Aynı zamanda Hilal de bir daha ağabeyimi göremeyeceğini düşünüp üzülmüştür diye vehmetmiştim. Çünkü onların buluşma araçları bir noktada ben ve Uraz idik.

Bütün yarım kalmış hikayelerle İstanbul'a gittiğimde kısa sürede evime alışmıştım bile. İlk hafta temizlik ve yerleşme ile geçmişti. Uraz ile birlikte hem çok eğlenmiş hem de çok yorulmuş olsak da güzel vakit geçirmiştik. Uraz hafta içleri stajına giderken ben de kendimi yine aşığı olduğum İslami ilimlere vermiştim. Onun evde olmadığı zamanlar ev işleri artı ilimle meşgul olmak beni çok mutlu ediyordu. Arada bir bahçemize çıkıp semaverde çay yapmak da cabası idi. Hafta sonları ise Uraz beni zorla dışarı çıkarıp ya pikniğe götürüyor ya da başka bir etkinliğe katıyordu.

Bugünün cumartesi olmasından sebep yine dışarıya çıkmış ve güzel bir yaz havasında parkta yürüyüş yapmaya karar vermiştik. Yürürken Uraz usul usul elini yaklaştırıp parmaklarını parmaklarımdan geçirdi. Hemen etrafa bakıp elime çekmeye çalıştım.

"Uraz ne yapıyorsun? Biri görecek."

Uraz çekmeye çalıştığım elimi daha da sıkıp beni kendine çekmişti.

"Görsünler. Nikahlı karımsın sen benim. Milleti mi takacağım?"

"Uraaaz!"

"Efendim sevgilim?"diye birden yanağımı öpünce ne diyeceğimi unutup hafifçe koluna vurdum.

"İnsan içinde uzak dur benden. Bizim evli olduğumuzu herkes bilmiyor ve sevgili sanıp İslam'a dair yanlış düşüncelere kapılabilirler. Ben bundan korkuyorum Uraz. Bu büyük bir mesuliyet çünkü."

"Senin şu hassasiyetin bazen beni delirtmiyor değil İclal! Annen bana sarıldığında bile etmediğin laf kalmamıştı!"diye sahte bir kızgınlıkla yüzüme baktı. Zira haklı olduğumu o da çok iyi biliyordu.

"Annem de sana haram olduğu için olabilir mi kocam!? Hadi annem İslami kaideleri çok uygulamayan biri, oğlumdur deyip sana sarılıyor, sen niye daha hassas davranmıyorsun?"

"Çünkü ben de onu gerçek annem gibi görüyorum."deyip sırıttı.

"Evlendiğimiz için artık gerçek annen gibi olsa da öncesinde sana haramdı Uraz. Neyse, bunlar artık geçmişte kaldı ama tövbe etmeyi unutma."deyip şehadet parmağımı yüzüne tuttum. Parmağımın ucunu gizlice öpüp "Tamam sevgilim."deyince gülümsediğimi görmesin diye başımı çevirmiştim. Her hareketi çok hoşuma gidiyordu çünkü.

Ardından Uraz bizi helal sertifikalı bir kafeye götürmüştü. Karnımızı doyurduktan sonra yorulup eve geçmiştik. Uraz duşa gireceğini söylemiş, ben de namaz vakti girene kadar ağabeyimin IFC derneğinde yaptığı savunmayı içeren videoyu izleyeyim demiştim. Her izlediğimde videonun içine girip ağabeyimin sırtını vurup "Koçum benim be!"diyesim geliyordu. Zira o ve Hulusi hocamın sayesinde birçok insan İslamiyet'e girmiş, IFC derneği de onları İslam temsilcileri olarak derneklerine almıştı. Koltuğa oturup videoyu başlattığımda heyecanla gülümsedim. İşte başlıyordu...

Videoda bir sürü temsilci sahip olduğu din ve inançları savunuyor, Dünya'daki gerçek din bu deyip seyircileri ikna etmeye çalışıyordu. Sıra ağabeyim ve hocama geliyordu videonun bu noktasında.

"Sevgili temsilci arkadaşlarımız bu saydığınız din ve inançlardan hiçbiri gerçek ve teselliyici değildir. Kur'an'da bahsedilen İsrailoğulları yani Yahudilere tarih boyunca bir sürü peygamber inmiş, onlar da her seferinde elçilerini yalanlayıp ya öldürmüşler ya da onu takmamıştır. Musa peygamber aleyhisselam'a indirilen Tevrat'ı da tahrif etmişlerdir. Yahudiler kendilerinin Dünya üzerinde tek üstün ırk olduğunu iddia etmek gibi tuhaf bir düşüncelere kapılsalar da, Filistin'i de bu yüzden işgal etmeye çalışsalar da öyle bir gün gelecek ki yanıldıklarını anlayacaklar. Böyle bir inanç, insanlar için iyi bir yaşam tarzı olabilir mi?"

Sonra sözü Hulusi hocam alıyor.

"Hristiyanlar'da da üçlü Tanrı anlayışı oldukça yersizdir. Zira İsa aleyhisselam babasız Dünyaya gelse de herkes gibi bir beşer, ayriyeten de peygamberdir. İsa aleyhisselam'ın yaşadığı zamanlarda da tevhid inancı vardı. Bir ve tek olan Allah'ı tebliğ ediyordu o da. O Dünya'dan ayrıldıktan sonra insanlar Hristiyanlık adı altında onu ve annesine ilahlık makamı verdiler. İncili tahrif ettiler. Dahası kiliseye öyle bir makam biçildi ki insanlar sömürüldükçe sömürüldüler. İsa aleyhisselam'ın bile böyle bırakmadığı bir din gerçek olabilir mi?"

Sözü tekrar ağabeyim alıyor.

"Budizm, Taoizm ve Hinduizm'e bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Budistler'de Dünya hayatı ön planda iken Hinduizm'de uhrevi hayat dikkat çeker. Hindular, Hristiyanlar gibi günahkar olarak doğduklarını iddia edip Dünya'dan el etek çekerek kendilerini cezalandırmaya iterler. Böyle yaşam mı olur? Taoizm, Konfüçyüs öğretisidir. Ying ve Yang'ı konu edinir. Zerdüştlük ise doğadaki varlıklara tapmaya tepki olarak doğmuştur. İyilik ve kötülük tanrısı inancı vardır. Hümanizm ve materyalizm de ateistliğin resmi kavramları olarak ortaya çıkmıştı. Sevgili arkadaşlar! İslamiyet dışındaki bütün inanç ve din olduğunu iddia ettikleri öğretilerde hep bir sınıflandırma vardır. İşçi, köle, soylu olarak insanları ayırıp onları sömürürler. Bir zamanlar bunu kilise yaparken şimdi komünizm ve kapitalizm bunu yapmaktadır. Tüm -izmler İslam'a tepki olarak çıkmıştır. Hepsi de yönetim biçiminden geçse de hiçbiri başarılı olamamış, insanları tatmin edememiş ve yıkılmaya yüz tutmuştur. Oysa İslamiyet öyle değildir. 1400 yıldır varlığını devam ettiren bu yüce din insana, aileye ve onların haklarına sahip çıkar. Adaletle hükmeden, insanların mutlu ve güvende yaşamasını sağlayan tek din İslam'dır..."

Birden yanağımda yumuşacık dudaklar hissedince az kalsın çığlık atacaktım korkudan. Videoya o kadar dalmıştım ki Uraz'ın duştan çıkıp ta dibime kadar geldiğini fark edememişim.

"Ödümü kopardın kocam."

"Yine Teoman ağabeyin videosunu mu izliyorsun hatunum?"

Ona ne zaman kocam desem bana hatunum diyordu. Bu çok hoşuma gidiyordu. Gülümseyip sorusunu yanıtladım. Tabi ıslak saçları dikkatimi dağıtmasa iyiydi!

"Arada izleyip gururlanıyorum, ne var?"

"Bin kere izlemek de bu gurura dahil mi?"deyip ıslak saçları ile dibime oturdu.

"Ben gideyim de şey yapayım."diye utanıp kalkmaya çalıştığımda bileğimden çekip tekrar oturmamı sağladı. Sonra da yüzüne yüzüme gömüp tekrar yanağımı ısırdı.

"Uraaaz! Seni zalim adam!"deyip yastıklarla saldırıya geçsem de belimden gıdıklaması ile savunmasız kalıp kahkahalara boğuldum. O da benimle beraber gülüyordu.

"Uraz yeteeer!"diye altından çıkmaya çalışsam da güçlü elleri bırakmıyordu. En sonunda durdu ve saçlarımdaki tokayı da çözüp ikimizi birden koltuğa yatırdı, yüzünü bu sefer saçlarıma gömdü. Öyle uzanık bir şekilde dururken gıdıklamasından sebep nefeslerimi düzenlemeye çalışırken Uraz yüzünü saçlarımdan çıkarıp mırıldandı. Yine her zamanki hallerimizi yaşıyorduk.

Uraz hep böyle üstüme geliyor, ısırıyor, gıdıklıyor, ardından saçlarıma gömülerek bizi koltukta bir süre dinlendiriyordu.

"Akşama bahçede mangal ve semaver keyfine ne dersin?"

"Sonra sen bana Kur'an okuyacaksın ama yine?"

"Olur. Sen de yine ilahi söyleyeceksin ama?"

"Oluuur."diye sırıttım. "Akşam namazından sonra bahçede ateşin etrafında kahve ve kitap keyfine ne dersin o zaman?"

"Seninle her şeye varım sevgilim."

"Veee?" Yanağımdan öptü.

"Ve Felah'ım..."

-Son-

Loading...
0%