@m.yaprak_epli
|
"Tuğbaaa? Masa dokuza bir dibek kahve." "Tamaaam. İclal bunlar hanımlar bölümüne gidecek. Masa beş. Tost ve çay." "Aldım."deyip mutfaktan zorlukla çıktım. Zira elimde iki ayrı tepsi vardı. Diğer tepsideki kahveleri dökmemek için ekstra bir çaba sarf ediyordum. Hanımlar bölümüne geldikten sonra siparişleri masalara teslim edip Selim'e bakındım. Mutfağa girmek üzere iken seslendim. "Selim?" "Efendim İclal abla?" "Oğlum beyler bölümüne iki soğuk baklava vardı. Götürdün mü onları?" "Götürdüm ablam. Hah! Sen Selim kardeşini ne sandın? Şimşek gibi çalışıyorum evelAllah."diye sırıtan Selim'e gözlerimi kıstım. Bacak kadar boyu ile neler yapıyordu hele! "Bırak zevzekliği de kankan olacak Lokman bey nerede? Beyler bölümüne iki limonata götürecekti." "Az önce elinde limonatalar ile giderken gördüm zaten onu İclal abla." "Tamam iyi. Hadi mutfağa gidelim. Sana vereceğim işler var daha." "Şimşek Selim emrinizde ablacığım."deyince sen iflah olmazsın bakışı atıp başımı yanlara salladım. Bu çocuk beni gülmekten öldürecekti. Henüz 13 yaşında idi ama tavırlara bak! Lokman'ın da ondan aşağı kalır yanı yoktu pek ama en azından Lokman daha efendi ve uslu idi. Yan iki komşumuz Pelin ve Sare abla rica etmese onları işe alacağımı hiç düşünmezdim. Zira ikisi de annelerinin dediğine göre okumak istemiyormuş. Bari elleri ekmek tutsun diye benim yanıma vermişlerdi. Beni güvenilir buldukları için de çocuklarından yana içleri rahattı komşularımın. Bir gün ikisini de karşıma alıp neden okumak istemediklerini sormuştum. "Abla bırak Allah aşkına! Milletin okuyup da nelere geldiklerini görüyoruz. Biz de mi kendimizi öyle mahvedelim yani? İşe giremedikten sonra, gerçekten yararlı bir şey öğrenemedikten sonra okumanın ne anlamı var?"demişlerdi bana yine küçücük boyları ile büyük laflar ederek. Annelerinin dediğine göre ikisi de oldukça zeki komşu çocukları idi ama Batı medeniyetinin verdiği eğitimi almak istemeyecek kadar gittikleri medresede bilinçlenmişler. Yoksa ikisi de tüm medrese derslerinde bir numara imiş. İkisinden de oldukça memnundum. İkisini de çok seviyordum, kendi evlatlarım gibi. Ben ve Tuğba beyler bölümüne nasıl bakacağız diye sürekli düşünürken Rabb'im imdadımıza Selim ve lokman'ı yetiştirmişti. Onlar da burayı çok seviyorlardı. Bir yandan medrese eğitimi alırken bir yandan da gelip burada çalışarak harçlıklarını çıkarıyorlardı evlatlarım. Ailelerine yük olmaktan oldukça kaçınıyorlardı. "Rabia ablanızı gördün mü Selim? Aile bölümüne-" "Götürdü İclal. Demin gönderdim onu."dedi Tuğba ellerindeki eldivenleri çıkararak. "Bugün bittim ben." Gidip yanağından öptüm ve "Az kaldı. Biraz sonra paydos vereceğiz. Akşam namazına bir saat var daha."dedim. "İclal abla akşam namazında kafesini kapatan tek müessese biz olabiliriz."diye güldü Selim. "Biz küçük bir işletmeyiz Selim'ciğim. Hem namazdan sonra üst katta sohbet vereceğiz her zaman ki gibi. Biliyorsun." "Selim, küçüğüm bunları da beyler bölümüne, masa ikiye götür ablam."diye dört çaydan oluşan tepsiyi uzattı Tuğba. "Hemen Tubira ablam."diye asker selamı veren Selim tepsiyi aldığı gibi çıktı mutfaktan. "Küçücük çocuğu da Tubira diye alıştırdın ya, helal olsun sana İclal!"deyince güldüm. "Selim'i bilmiyor musun Tuğba? Şaklabanlık yapmaya bayılır işte."derken içeriye önce Lokman, sonra da Rabia girdi. "Siparişler tamam İclal abla."dedi Rabia. "Ben de verdim. Başka bir şey kaldı mı Tuğba abla?"dedi Lokman. "Lokman, ablam sen de bunları masa yediye götür. İki dondurma parçacıklı tatlı." "Hemen ablacığım."diye çıkan Lokman'dan sonra Rabia'ya döndüm. "Rabia vizelerin ne zaman? Çalışacaksan sana izin verelim gülüm?" Rabia minnet dolu gözlerle gelip ikimize birden sarıldı ve yanaklarımızdan öptü. "Ya sizin gibi patronlarım olduğu için ne kadar nasipli olduğumu anlatamam. Hele bir üniversite öğrencisi için bulunmaz Hint kumaşısınız." "Estağfurullah kuzum. Sen de en nihayetinde hem ilahiyat gibi zor bir bölüm okuyorsun hem de yurtta kalıp arta kalan zamanlarında gelip burada çalışıyor, yükümüzü alıyorsun. Birbirimize her konuda yardımcı olmayacaksak nerede bizim müslüman kardeşliğimiz ama değil mi?" "Tuğba ablan doğru söylüyor Rabia. Ailenden uzak okuyorsun diye kendini asla yalnız hissetme. Biz her zaman sana yardımcı olmak için buradayız."deyince Rabia'nın gözleri doldu ve bu sefer ayrı ayrı sarıldı ikimize. "Allah razı olsun ablalarım. Siz de olmasanız..." "Hadi bırak duygusallığı da bunu hanımlar bölümüne götürdükten sonra çık güzelim. Yurda geç kalma. Masa altı."diye hem konuşup hem tepsi hazırlayan Tuğba'ya baktım. Çalışkan arkadaşım benim. "Tamam Tuğba abla, gittim hemen." Rabia çıktıktan sonra Tuğba ile diğer siparişleri hazırlarken içeriye Selim ve Lokman girdi. Selim kahkahalar atarken Lokman somurtuyordu. Yine ne oldu acaba? "Çocuklar bir yaramazlık mı var yoksa?"diye eldivenli ellerim feraceme ve uzun başörtüme değmesin diye belime yerleştirdim. "Yok İclal abla. Selim yine rezil etti beni."diye kızgınca baktı arkadaşına Lokman. Selim kahkaha atarak "Oğlum sen de masaları karıştırmasaydın. Ben ne yapayım?"deyince merakla sözünü kestim. "Selim ne oldu ablam, anlatsana?" "İclal abla bugün Lokman çok yoruldu ve kafası karıştı herhalde. İki masanın siparişlerini karıştırdığı gibi adama limonatasını vereceğine siparişleri aldığımız not defterini ve kalemi koydu masaya. Adamın o şaşkın yüz ifadesini görünce dayanamayıp kahkahayı koyuverdim. Sonra onlar da bana eşlik ettiler. Bizim Lokman yaptığını fark edince kıpkırmızı oldu tabi. Adamın önüne koyacağı limonatayı fark etmeden kafasına dikti. İçi yandı herhalde kardeşimin. Onu da fark edince daha bir kızardı." Lokman yine kızarmıştı. "Özür dilerim İclal abla. Sadece dalmışım biraz."diye utançla başını eğdi Lokman. "Önemli değil tatlı oğlum benim. Müşteri bir şey dedi mi?" "Yok İclal abla. Onlar da gülüp geçtiler zaten."dedi Selim. "Müşteri bir sorun çıkarmadı ise önemli değil. Selim oğlum, sen müşterilere yeni limonata götür. Lokman sana gelince, sen iyi misin oğlum, bir sorun mu var?" Selim limonataları götürürken sinsi bir şekilde sırıttı. "Ben biliyorum onun derdini..."diye gülüp gitti. Ben bir şey anlamazken Tuğba adeta çığırıp "Haaa!!! Yoksa kız meselesi mi?"demesin mi? Anında gözlerim büyüdü. Lokman'ın yanakları daha bir kızarırken başını önüne eğmişti direkt. Beyaz tenli bir çocuktu Lokman. Utandığı gibi kızarıyordu her seferinde maalesef. Lokman bu özelliğini hiç sevmiyordu ama bence çok tatlıydı. Onu utanırken görmek hoşuma gidiyordu. "Lokman bu doğru mu? O yüzden mi bu kadar dalgınsın?" "Kim bu şanslı kızımız Lokman?"diyen Tuğba'dan sonra tekrar Lokman'a baktım. "Neyse Tuğba, utandırmayalım çocuğu. Anlatmak isterse zaten anlatır bize."diye ona göz kırptım. O da minnet dolu gözlerle teşekkür edercesine baktı. Ardından mutfak kapısı tekrar açıldı ve Selim içeriye girdi. "Beyler bölümü boşaldı ablalarım." Ondan sonra Rabia da içeriye girdi. "Hanımlar bölümü ve aile bölümü de boşaldı." "Hadi o zaman, Selim'ciğim, Lokman'ı da alıp eve gidin hava kararmadan. Rabia sen de hazırlanıp çık, otobüsünü kaçırma." Onlar hazırlanıp çıktıktan sonra Tuğba bana döndü ve "Saniye şaşmıyor he. Her seferinde bu saatte boşalıyor kafe."deyince elimi omzuna attım. "Ee küçük bir kafe olsak da müşterilerimiz de alıştı bu uygulamaya. O yüzden böyle tıkırında gidiyor her şey elhamdülillah." "İki yorgunluk kahvesi?" "Sen bir tanesin. Hiç hayır diyemeyeceğim." Tuğba kahveleri hazırlayıp mutfağı toparlarken ben de kafeyi süpürdüm. Daha sonra kahvelerimizi alıp cam kenarına geçtik. "İclal iyi ki şu kafe işi aklına geldi de açtık. O kadar iyi geliyor ki. Her zaman söylüyorum. Her zaman da söyleyeceğim bunu."dedi Tuğba kahvesinden bir yudum alırken. Gülüp ona yanıt verdim. "Hastaneden istifa ettikten sonra ne yapabilirim diye düşündüm de bir yıl özel hastanede çalıştıktan sonra Uraz işe girdi. O zaman durumumuz iyileşince çıktım o hastaneden de. Biliyorsun, üniversitede iken hep böyle küçük bir yerimiz olsa da işletsek derdik. Neden olmasın dedim. Hem helal sertifikalı olan, müslümanların rahatlıkla geleceği, yiyip içebileceği bir mekanı olmasın mı dedim ve Uraz'la uzun arayışlar sonucu bu tatlı mekanı bulduk. Sen ve Yalın buraya taşındıktan sonra da sen de bana katılınca bak, ne kadar büyüdü işler." "Haklısın. Akşam namazından sonra verdiğimiz sohbetler de ayrı bir mutlu ediyor beni. Üniversiteye giden her kızın uğrak yeri burası oldu artık. Sohbetten hep mutlu ve huzurlu çıkıyorlar. Bu beni daha şevklendiriyor." Kahvemden bir yudum daha alıp tam konuşuyordum ki içeriye Uraz ve Hazar girdi. "Selamün aleyküm kızlar?"diyen Uraz bana ışıltılı gözlerle bakınca gülümsedim ve selamına karşılık verdim. Tuğba da Hazar'ın gelmesinden sebep başını çevirip selamlarını almıştı. "Bize de kahve yok mu?"diye dudağını büzen kocamı görünce elimdeki kupaya baktım. "Ay hemen yapayım."deyip mutfağa geçtim. Kahveler için malzemeleri çıkarırken kapının açılıp kapanma sesi geldi. Gelenin kim olduğunu tahmin etmeye gerek yoktu. Zira yine her zamanki halimizi yaşıyorduk. Belime sarılan ellerle kalbim yine güm güm atmaya başlamıştı. Gün içerisinde özlüyordum kocamı. Yanağıma değen dudaklar ile huzurla kapattım gözlerimi. "Akşam vakti gelmek bilmiyor. Karımı özlediğimi ilan panolarına mı asmam gerekiyor zamanın geçmesi ya da beni anlamaları için." "Abart abart."diye güldüm. Benden ayrılıp tezgaha yaslandı ve beni izlemeye başladı. "Uraz bakmasana öyle."diye en sonunda isyan ettim. Bende de kalp diye bir şey vardı sonuçta. "Niye, heyecanlanıyor musun?"diye keyifle dudakları kıvrıldı. O böyle deyince daha bir heyecanlandım tabi. Evliliğimizin ikinci yılında idik ama ben hâlâ bu adamın bana ilk günkü gibi hissettirdiklerinden kaçamıyordum. Üzerimde çok büyük bir etkisi vardı. Evde yaptıklarını saymıyordum bile! Arkamı dönüp kahveyi makinaya koydum ve onu görmezden gelmeye çalıştım. Arkamdan yaklaşan adım sesleri kalbimi daha bir hızlandırsa da ona istediğini vermeyecektim. Ellerini iki yanımda tezgâha yaslayıp alnını omzuma dayadı. "Bugün çok yorucu geçti. Evde bana masaj mı yapsan acaba?"deyince gözlerim büyümüş, yanaklarım yanmaya başlamıştı. Elimdeki kupa düşüyordu ki Uraz son anda elimden tutup doğrulttu da bir şey olmamıştı şükür ki. "Alt tarafı masaj İclal. İlk defa yapmıyorsun ya?"diye güldü vicdansız adam. Sanki ben ne demek istiyor, anlamıyorum! "Senin masajdan kastın ne, ben çok iyi biliyorum Uraz bey. Konuşturma şimdi beni burada!"diye ona dönüp utançla sesimi kıstım. "Ney kastediyormuşum, bir söyler misin sevgilim?"diye daha bir yaklaştı. Bunun üzerine nefesimi tuttum. Bile bile üstüme geliyordu yine zalım adam! "Edepsiz şey! Sus artık! Bir duyan olacak."diye kızıp onu göğsünden itmeye çalıştığımda beni de kendisiyle birlikte çekince arkasındaki tezgaha yaslanmış olduk bu sefer. "Kocayı reddetmek he?"diyen Uraz yine yanaklarıma dadanmıştı. Yine keyfince ısırmıştı. İnleyip elimi yanağıma götürdüm. "Ya ne istiyorsun şu yanaklarımdan? Ağlayacağım şimdi." "Öyle tombul yanakların var ki İclal, dayanamıyorum. Dişlerimi geçiresim geliyor hep." Tam ona kızacaktım ki aklıma gelen şeyle gözlerim büyüdü. "Uraz sen Tuğba ile Hazar'ı yalnız bırakıp mı buraya geldin?" "Bütün dikkatim sende olduğu için onları hiç düşünemedim doğrusu İclal." "Uraz biraz sonra Yalın Tuğba'yı almaya gelecek. Bir fitne çıkmadan önce yanlarına gidelim. Hatta sen önden git, ben kahveleri alıp geliyorum." "Tamam sevgilim."dedi ve tam çıkacakken geri dönüp ısırdığı yanağımdan kocaman öptü ve öyle çıktı. Ardından şapşal şapşal sırıtırken kendime gelmem gerektiğini telkin edip kahveleri aldım ve fırladım. Yanlarına gittiğimde Tuğba da Hazar da çok öfkeli görünüyordu. Usulca Uraz'a sokuldum. "Ne kaçırdık?" "Bilmiyorum İclal. Ben geldiğimde kavga ediyorlardı yine."diye kulağıma eğilip fısıldadı sarı civcivim. "Hazar Tuğba'ya niye bu kadar kafayı taktı sence? İki yıl oldu yahu, hâlâ kabullenemiyor kızın evli ve kocasına aşık olduğunu." "Kaç kere karşıma alıp konuştum bir bilsen. Akıllanmıyor bir türlü."dedi Uraz. Tuğba ağladı ağlayacaktı. Saatime baktım ve tam zamanı diye zihnimden geçirdiğim sırada kapıda Yalın belirdi. Çok yorgun görünüyordu. Mesaiden çıkmış olmalıydı. Tuğba gözyaşlarını tutamadı. Sanki o an tek sığınağı Yalın imiş gibi onu gördüğü anda gidip beline sarıldı. Normalde Tuğba'yı ben teselli ederdim ama Yalın geldiği için bana gerek kalmamıştı. Tabi sonra Hazar sinirden kıpkırmızı olurken ben ve Uraz aynı anda arkamızı dönüp aynı anda kahvelerimizden birer yudum aldık. "Gençleri utandırmayalım ama değil mi?" "Kesinlikle."diye kafasını salladı Uraz. "Sarı civciv Uraz..." "Tombik yanaklı İclal..." Aynı anda birbirimize güldük. "Bitti mi sarılmaları acaba?"diyen Uraz ile çaktırmadan arkamıza baktık ikimiz de. Bir gözümüz açık, bir gözümüz kapalı bakmaya çalışırken aynı yöne baktığımız için kafalarımız çarpmıştı birbirine. "Ahhh!"diye inledik yine aynı anda. O sırada kapıda bir kişi daha belirdi. Cenk bey! Yalın'ın en iyi yakın arkadaşı olduğu için yanından hiç ayrılmıyordu. "Yalın hadi gel, sana kahve yapayım."diye konuşmak için bahane uyduran Tuğba Yalın'ı alıp mutfağa geçerken Hazar sinirle dışarı çıkmıştı. Uraz da teselli etmek için onun peşinden gitmişti. Ben de fırsattan istifade hesap yaptığımız tezgahın arkasına geçip oradan sipariş hesaplarına baktım. Onlar gelene kadar hallederdim herhalde. "Nasılsınız İclal hanım?" Kafamı kaldırıp konuşan kişiye baktım. Ah! Cenk beyi şu hengame içerisinde tamamen unutmuştum. Ancak... Ortamda yalnız olduğumuz için rahatsız olmuştum. Uraz gelse bir an önce! "Elhamdülillah iyiyim, teşekkür ediyorum. Siz?" "Çok iyiyim sayenizde." "Sayemde?" "Evet. Yalın'a verdiğiniz notların bir fotokopisini ben de çektim ve vaktim oldukça okuyorum. Okudukça İslam'a karşı olan tüm duvarlarım teker teker yıkılıyor." "Buna çok sevindim. İnşaAllah Yalın gibi sizi de yakında müslüman olarak görürüz." "Bakalım..."deyip başını önüne eğip hemen kaldırdı. "Keşke sizin gibi her daim sorularımı soracağım biri olsa yanımda."diye beklentiyle bakınca gözlerim büyüdü. Ne demek istemişti şimdi bu adam? Tam cevap veriyordum ki kapıda bizi öfkeyle izleyen Uraz'ı fark ettim. Afff! Uraz hızla yanıma gelip "Ne istiyor bu!"diye aynı öfkeyle gözlerime baktı. Hâlâ Cenk beyden hoşlanmıyordu bana bir zamanlar çarptığı için. Ne tuhaf! Yalın Uraz'ın arkadaşından, Uraz da Yalın'ın arkadaşından hiç haz etmiyordu ama eşleri olarak ben ve Tuğba dost olduğumuz için bu dört erkek sürekli yan yana gelmek zorunda kalıyordu. Allah'tan Uraz ve Yalın eskisi gibi değildi. Çok sıkı fıkı olmasalar da iyi arkadaş olmuşlardı. "Uraz sakin olur musun, ayıp oluyor!"diye fısıldadım. "Ne ayıbı ya!"diye sesini yükseltip Cenk beye döndü. "Bana bak koçum! Karımdan uzak dur. Buraya her geldiğinde İclal ile konuşmaya çalışmandan artık gına geldi. Güya dinlerle ilgili soru soruyorsun ama ben senin niyetini çok iyi biliyorum." "Uraz yanlış düşünüyorsun. Ben sadece-" "Sen sadece ne! Benim karım din profesörü değil. Her gelen ona sorular sorup duruyor. Beni çıldırtmayın ve karımdan uzak durun! Etrafta bir sürü bilgili adam var. İstesen bana bile gelebilirdin ama yok! İlla İclal değil mi?" "Uraz lütfen kes artık şunu!" "Beni engellemeye çalışma İclal! Bu adamı senin etrafında görmek istemiyorum, rahatsız oluyorum. Neden anlamak istemiyorsun?" "Uraz öyle bir konuşuyorsun ki sanki ben hep Cenk beyle konuşuyorum. Adam çok nadir gelip sorular soruyor. Ben de kısa cevaplar verip başka kişilere yönlendiriyorum zaten." "Onun niyeti başka diyorum!" "Daha fazla tatsızlık çıkmadan ben gitsem iyi olacak."deyip çıktı, gitti Cenk bey. "Yaptığını beğendin mi Uraz? Adamın kalbini kırdın." "Onun kalbinden sana ne İclal! İlgilenme şu Cenk ile, kan beynime sıçrıyor bak!" Susup sadece gözlerine baktım. "Bence sen de Hazar'ın yanına git, dışarıda biraz nefes alın da kendinize gelin. İkiniz de fazlasıyla saçmaladınız çünkü bugün."deyip hesaplarıma geri döndüm. "İclal..." "Selamün aleyküm çocuklaaar?"diye kafeye giren Hilal ve Ebru ile Uraz susmuştu. Onları görünce moralim düzelmişti anında. Gülümseyerek ikisinin de yanına gidip selamlarını aldım ve kocaman sarıldım. Sonuçta her zaman buraya gelemiyorlardı. Ancak izin günlerinde gelebiliyorlardı. Muhtemelen bugün de o günlerden biriydi. "Kızlar bu ne güzel bir sürpriz?"dediğim an Uraz "Alo?"diyerekten telefona sarılmış, kızlara selam verip yanımızdan uzaklaşmıştı. "Bir kahvenizi içmeye geldik İclal. Hem sohbete de katılırız diye düşündük Ebru ile." "Aynen öyle. Arayı çok açmayalım dedik. Sonuçta İstanbul gibi bir yerde nöbetler çok yoğun oluyor. Biz Kayseri'de iken bu kadar yoğun çalışmıyorduk yani, o derece!" "İclal tayininizi buraya alın deyince sanırım işin bu kısmını hiç düşünemedik Ebru."diyen Hilal ile sessizce gülüştük birlikte. "Kızlar gelin sizi hanımlar bölümüne alayım."derken mutfaktan iki adet öfkeli Tuğba ve Yalın çıkmıştı. Aman ne güzel! Bunlar da bizim gibi kavga etmişler. Bizim sebebimiz Cenk bey iken, onların sebebi eminim ki Hazar idi. Yanımıza gelen Tuğba hem çok üzgün hem de çok öfkeli görünüyordu. Kulağına eğilip fısıldadım. "Güzelim sakin ol, hanımlar bölümüne geçelim, orada dökülürsün." Tuğba kafasını sallarken telefonla konuşa konuşa kapıya doğru gidip birine el sallayan Uraz çekti dikkatimi. Tam o ara radarıma yakalan Ata ile hepimiz aynı anda oraya döndük. Uraz'la sarılmışlardı hemen. Ata bir yıldır yurtdışında idi. Ailesi orada olduğu için şirketlere bakması adına gitmesi gerekmişti. Demek dönmüştü bugün? Çok sevinmiştim gerçekten. Uraz sürekli özlüyordu onu. Bazen Ata'nın kumam olduğunu düşünüyordum. İşte o kadar çok seviyordu Uraz onu. Ardından bize dönen Ata "Selam millet!"dedi ve devam edemeden Ebru'yu fark etti. Şaşkınlık yüzünü talan ederken hepimiz bu duruma gizliden gizliye sırıtmıştık. Ebru da Ata'yı görünce utanmış ve hafifçe gülümseyerek yere bakmıştı. Ata hâlâ şok içerisinde Ebru'ya bakıyordu. Muhtemelen hem burada olmasına hem de örtünmüş olmasına bu kadar şaşırmıştı. Oysa Hilal ve Ebru biz buraya taşındıktan bir yıl sonra tayinlerini İstanbul'a çekmiş, bizden etkilenip tesettüre girmişlerdi. Şimdi ikisi de hiçbir ibadetini aksatmıyordu elhamdülillah. Tabi bunları Ata bilmiyordu bunca zamandır yurtdışında olduğu için. Ata kendini sonunda toparlayınca çaktırmadan Uraz'ın kulağına eğildi ve bir şeyler fısıldadı. Uraz da Ebru'ya bakınca ne demiş olduğunu anlamıştım. "Ata hoşgeldin kardeşim. Sizler kahvelerinizi alıp beyler bölümüne geçin. Biz de hanımlar bölümüne. Akşam namazından sonra sohbet verir, öyle dağılırız artık." "Hoş bulduk yengem. Tamamdır, komutan sensin."dedi gülümseyerek. Aynı zamanda gözü sürekli Ebru'ya kayıp duruyordu. Gözlerinden özlem mi akıyordu ne? O baktıkça Ebru daha çok utanıyor ve başını yerden kaldıramıyordu. Ben ve Hilal de zavallı kızı sürekli dürtüp duruyorduk Ata'yı gizlice işaret ederek. Böylece onlar beyler bölümüne geçerken biz de hanımlar bölümüne geçip kahvelerimizle birlikte çoktan sohbete başlamıştık bile. "Tuğba? Yalın'la kavga mı ettiniz? İkinizin de yüzünden düşen bin parçaydı mutfaktan çıkarken." "Evet Hilal. Ona Hazar'ın bugün yaptığı bazı saçmalıkları, bakın bazısı diyorum, hepsi değil. Hepsini anlatsam katil olur. Neyse o bazı kısımları anlatınca bana kızdı. Niye onunla yalnız kalıyorsun, niye aynı ortamda bulunuyorsun diye diye hesap sordu işte. Ben de zaten üzgündüm. Ona patladım." "Sahi biz Uraz'la mutfaktayken siz Hazar'la ne konuştunuz Tubira'm?"deyince Hilal ve Ebru, ben ve Uraz için bir "Ooo..."nidası çekmişlerdi. Onlara on numaralı bakışımı atıp Tuğba'ya döndüm. "Siz bizi yalnız bıraktıktan sonra..."diye öfkeyle gözüme baktı Tuğba. Bunun üzerine mahçup bir şekilde alt dudağımı ısırdım. "Ben kahveleri almaya gitmiştim ama. Uraz da o ara arkamdan gelmiş."diye kendimi savundum. "Neyse, ben de senin yanına mutfağa geliyordum ki yolumu kesti Hazar." Hepimiz birden "Ne!"diye haykırmıştık. "Ee?" "Hazar ne yapmaya çalışıyorsun, çekilir misin önümden?" "Ne zaman aynı ortamda olsak benden kaçıyorsun Tuğba. Fark etmiyor muyum sanıyorsun?" "Bunu inancımdan dolayı yapıyorum. Fitne çıkmaması adına yapıyorum. Ama sen bunları anlamak yerine her yeni bir gün daha polemik çıkarıyorsun. Şimdi çekil lütfen." "O ara tam yanından geçip gidiyordum ki kolumu tutup kendine çekti." "Hazar çek şu elini! İleri gidiyorsun." "Tamam, çekiyorum ama sana bir şey sormak istiyorum. Eğer o zamanlar hislerine karşılık verseydim benimle evlenir miydin?" "Ya sen ruh hastası mısın arkadaşım! Niye sürekli geçmişi kurcalayıp duruyorsun! Ben şu an evliyim ve elhamdülillah kocam ile çok mutluyum. Beni takıntı yapmışsın resmen kendine! Herkes seni sevsin istiyorsun ama yok öyle bir dünya! Artık şu tavırlarına bir son ver Hazar. Gözümde daha fazla küçültme kendini." "Sonra o da sinirlendi tabi. Beni kendiyle duvar arasına sıkıştırdı. Yanağıma dokunmaya çalıştı. Ona gücüm yetmedi, zoruma gitti, gözlerim doldu bir anda." "Sen o adamla sadece beni kıskandırmak için evlendin. Şu an yanağından dahi öpsem kollarıma atlarsın." "O öyle deyince öyle bir sinirlendim ki kızlar, onu kendimden itip tokadı patlattım. Onun yüzünden günaha girdim yine ona dokunarak. Sonra Uraz geldi işte."diye bitirdi Tuğba hırsından ağlayarak. "Biri şu çocuğa artık bir dur demeli!"diye patladı Hilal. "Bence de. Uraz'ın arkadaşlığından faydalanıp sürekli Tuğba'ya yaklaşmaya çalışıyor. Üstelik bu kaçıncı! Ama bu sefer daha bir ileriye gitmiş!"dedi Ebru. "Üzülme Tubira'm. Vardır mutlaka bir çare. Hazar'ın hidayet bulmasını dilerim Rabb'imden."diye sırtını sıvazladım. "Amin İclal'im, sağ ol. Sen de Uraz'la mı kavga ettin? Siz de iyi görünmüyor gibiydiniz."dedi burnunu çekerek. Sesli bir nefes verip öyle yanıt verdim. "O da Cenk beyi kıskanmış. Niye sürekli senin yanına geliyor, konuşuyor diye bana da, adama da kızdı. Cenk bey gitmek zorunda kaldı tabi. Ben de bu davranışından dolayı ona sinirlendim. Olan bu işte. Uraz'a göre Cenk beyin bana ilgisi varmış!"diye elimle alnıma vurdum hafifçe. "İclal kızma ama bence de sana ilgisi var. Sana bakarken gözlerinin içi parlıyor resmen. Uraz senin yanına gelince bir morali bozuluyor gibi." "Hilal sen de iyi gözlemişsin he, aferin sana."diye güldü Ebru. "İyi de Cenk bey ne gibi bir umut beslemiş olabilir ki bana ilgisi olsun kızlar?" "Gönül bu İclal. Bazen maalesef ki evli mi, bekar mı dinlemiyor. Sen iyisi mi ondan uzak dur. Bir olay çıkmasın."dedi Hilal tekrar bana dönerek. "Haklısın galiba. İnşaAllah sandığımız gibi bir şey çıkmaz." "Amin. Şimdi Ebru hanıma dönelim bakalım. Biz beylerden ayrıldıktan sonra sen niye geç geldin bakayım?"diye kocaman sırıttı Hilal. "Senin gözünden de hiçbir şey kaçmıyor he mübarek!" "Hiiiii!!! Yoksa Ata'yla mı konuştunuz?"diye öne atıldım. "Evet."diye başını önüne eğip gülümsedi yine. Ebru İslam'a göre yaşamaya başladığından beri çok utangaç bir kız olmuştu. Eskiden asi kız olarak takılırdı pek. "Ee ne oldu anlatsana kız. Çatlatmasana insanı."dedi Tuğba. Onun da keyfinin yerine gelmesine sevinmiştim. "Ya ben tam sizin arkanızdan geliyordum ki birden 'pişt pişt' diye bir ses duydum." "Kedi mi çağırıyor?"diye kahkaha attı Hilal. Biz de gülmüştük. "Baktım ki Ata. Ellerini ceplerine koyarak birkaç adım yaklaştı ve..." "Örtünmüşsün?" "Evet, elhamdülillah. Duyduğuma göre sen de namaza başlamışsın." "İyi araştırıyorsun beni." "Deyince pot kırdığımı fark ettim ve kıpkırmızı kesildim tabi. O da güldü. Sonra 'Yakışmış' deyip gitti. Bu kadar işte."deyince yine hep birlikte "Ooo" nidası çekmiştik. "Bence bir yıla..." "Hilal ne yılı? Ay diyeceksin ay."diye sözünü kestim. "Kızlar siz ne saçmalıyorsunuz? Hiçbir şey anlamadım söylediklerinizden." "Ebru anlasana gülüm, seninle Ata'nın evlenme süresini belirliyorlar."dedi Tuğba. "Ne!!!"diye haykıran Ebru ile Hilal ile yerlerimize sinmek zorunda kaldık. Azar yiyecektik çünkü, biliyorduk. "Kızlar kendinize gelin, ne evliliği? Hem ne belli bana karşı hisleri olup olmadığı?" "Kızım kör müsün sen? Çocuk içine düşecek neredeyse."diyen Hilal ile bir kahkaha patlattım. Sonra çak yaptık tabi bu gerçeğe. "Tabi Ebru da onun içine düştü düşecek."diye gülmeye devam ettim. "Ya ne alakası var!"diye bozulan Ebru ile daha bir gülmüştük. "Kızlar Ebru'yu biraz salın da azıcık Hilal'e dönün."diyen Tuğba ile kahvesini yudumlayan Hilal bir anda öksürmeye başladı ve "Tuğba sus."dedi. "Ne oluyor ya? Bize de anlatın."diye isyan ettim en sonunda. "Hilal bir talibini daha reddetti de ona nedenini soralım diyorum."diye sırıttı Tuğba. "Hain Tuğba! Sorarım ben sana."diye bozuldu Hilal. "Reddettim çünkü ısınamadım. Ne var yani bunda?" "Peki Teoman evlilik teklifi etse ne yapardın Hilal?"diye bilerek üzerine gitti Ebru. "O defter kapandı benim için."diye kesin bir dille ifade eden Hilal'e dönüp "Emin misin?"diye sordum. Başını salladı Hilal. "Tüh, o zaman ağabeyim buraya gelince anneme söyleyeyim de ona başka bir kız bulalım."deyince herkes şok oldu. En çok da Hilal. "Nasıl yani? Teoman buraya mı geliyor?"diye sordu Ebru şaşkınlıkla. "Evet kızlar. IFC derneği sayesinde ünü artan ağabeyimi buranın en ünlü medrese müdürü arayıp hocalık teklifinde bulunmuş. Artık memlekette kimse kalmadığı için o da annemle babamı alıp buraya taşınacak işte." "Nida abla nerede ya İclal?" "Tuğba, ablam Emre ile evlenip Kayseri'ye yerleşti ya, sen de ne çabuk unutuyorsun her şeyi!?" "Ah tabi ya."diye alnına vurdu. "Ağabeyin daha evlenmediğine göre buraya geldikten sonra artık baş göz ederler herhalde annenler. Değil mi İclal?"diye soruyu bana sorsa da Hilal'e bakarak sormuştu Ebru. Amacı ona itiraf ettirmekti, biliyorum. "Evet Ebru'cuğum. Aslında ben Hilal'i önerdim. Sonuçta ağabeyimin kriterlerini taşıyor artık. Ağabeyim de 'Düşünürüz' dedi."dedim gizlice gülerek. "Düşünürüz mü! Demek düşünürüz! Esas ben istemiyorum artık onu! Zamanında bana az çektirmedi. Şimdi o sürünsün!"diye sinirle konuşan Hilal kollarını göğsünde kavuşturup arkasına yaslandı. Şok içinde Ebru'ya ve Tuğba'ya baktım gülerek. "Hilal'im biliyorsun sadece inancına uygun davranmaya çalışıyordu." "Sadece öyle olsaydı kabulüm İclal ama bana her soğuk davrandığında nasıl canımı yaktıysa ben de ona öyle davranacağım." Gözleri dolmuştu. Daha fazla üstüne gitmemeye karar verdim. "Ne zaman geliyorlar peki?"diye sordu Tuğba. Hilal de çaktırmadan bizi dinliyordu. Hâlâ ağabeyimi aklından, özellikle de kalbinden çıkarmış değildi. "Bir haftaya kalmaz, burada olurlar. Malûm taşınacaklar o kadar. Onlar gelince bahçede mangal yakarız. Hep birlikte toplanırız, güzel olmaz mı?"dedikten sonra Hilal sözümü kesti. "Şimdiden söyleyeyim. Ben gelmiyorum!" *** Bir hafta su gibi geçmişti gerçekten. Annem, babam ve ağabeyim evi buraya, İstanbul'a taşıdığından beridir hepimiz eşyaları yerleştirmede, temizlik yapmada ve diğer tüm işlerde seferber olmuştuk. Sağ olsunlar hem kızlar hem Uraz, Yalın ve arkadaşları da çok yardımcı olmuşlardı. Herkes yine aynı ortamda buluştuğu için sorunlar, olaylar birbirini kovalamıştı tabi ama artık alışmıştık hepimiz. Sadece bu süreçte bile bile Hilal katılmamıştı aramıza. Ağabeyimin olduğu bir ortamda bulunmak istemiyordu artık. Bence tekrar ona kapılır diye korkuyordu. Dile kolay değil, aradan iki yıla yakın bir süre geçmişti neredeyse. Hilal kendini kolay toparlayamamıştı. Bu yüzden tekrar iradesi zayıflasın istemiyordu, hak veriyordum fakat bu sefer ağabeyim için üzülüyordum. Zira şu bir hafta içerisinde gözü sürekli Hilal'i aramıştı resmen. Belli etmemeye çalışıyordu ama kardeşi olarak onu çok iyi tanıdığım için ne hissettiğini, yüzüne nasıl yandığını anlayabiliyordum hemen. Hilal İslam'ı tamı tamına yaşamaya başladığından beridir ağabeyimin aklına girmeyi başarmıştı. Zira bir kere küçük bir itirafına şahit olmuştum. "Hilal hanım çok güzel bir kız ancak mensup olduğu dine çok uzak bir yaşamı var. Evlendikten sonra her şeyinden ben sorumlu olacağım. Dininden de. Ahirette yakama yapışıp neden evli olduğumuz halde bana tebliğ yapmadın demesinden korkuyorum. Bu korkuyu yaşamaktansa muhafazakar bir hanımla evlenmeyi bin kere daha tercih ederim ama Hilal hanımın o güzelliğini nişanda bir kere gördüğüm için aklımdan çıkarmam kolay olmayacak. Önce bunu başarmalıyım. Evleneceğim insanı üzmek istemiyorum çünkü hiçbir şekilde. Hem hadiste geçtiği gibi, dinin yarısını tamamlayacak olan, en büyük iki nimetten biri olan salih kadını istemek, her müslüman erkek gibi benim de hakkım değil mi? Bunca yıl o yüzden harama nazar etmedim ben. Temiz olayım ki nasibim de temiz olsun diye..." Ağabeyimin tek derdi buydu işte. Mücahide bir eş istiyordu kendine, hepsi bu. Zira o hayatı boyunca her anlamda cihat yapmış bir adamdı. Elbette kriterleri olacaktı, sonuna kadar hak veriyordum ancak sorun şuydu ki, bir zamanlar Hilal ağabeyimin peşinden koşarken ve ağabeyim ondan kaçarken şimdi tam tersi oluyordu. Hilal kaçıyor, ağabeyim de onu kovalıyordu ama soyut anlamda tabi. Yakında iş somut bir şekle de dönüşürdü ama, eminim... Ben Uraz'la, Tuğba da Yalın'la bozuktu hâlâ. Bir haftadır eşler olarak birbirimize tripler atıyorduk dördümüz ayrı ayrı. Ben Tuğba'ya anlatıyordum, Tuğba da bana. Örneğin kavanozları falan açamadığımda bir anda yanımda Uraz beliriyor, kavanozu açıp tripli bir biçimde tezgaha bırakıp gidiyordu. Ya da o koltukta kitap okurken uyuyakalıyordu. Gidip tripli bir şekilde üstüne battaniye örtüp gidiyordum. Geçen mesela, mutfakta, dolaptan tabak çıkarmaya boyum yetmemişti ki yine Uraz bir anda ortaya çıkmış, tabakları tezgaha bıraktıktan sonra tripli haliyle gitmişti yine. Bir kere de Uraz bir gömleğini bulamamıştı, o deli gibi ararken -tabi tripli olduğu için bana soramıyor, kendisi bulmaya çalışıyor- ben çıkagelmiş ve gömleğini ütülediğim yerden alıp tripli bir şekilde yatağa bırakmıştım. Birbirimize kızgındık ama aynı zamanda birbirimizi umursamadan da edemiyorduk. Sanırım evlilik böyle bir şeydi. Ne demişlerdi? İyi günde, kötü günde... Sonuç olarak her şeye rağmen şu pazar gününde tüm aile, eş, dost bizim evde toplanacaktı birazdan. Daha önceden de planladığımız gibi mangal yakacaktık. Erkekler bahçede, hanımlar da salonda otursun diye planlamıştık. Hava bugün nasibimize çok güzeldi zaten. Yine Uraz ile birlikte tripli bir şekilde her şeyi hazırlamıştık. Şimdi de misafirlerimizi bekliyorduk ayrı ayrı. O tekli koltukta kitap okuyarak bekliyordu. Ben de masada oturup kitap okuyarak bekliyordum. Arada birbirimize kaçamak bakışlar da atmıyor değildik hani. Bu sabah onu eşarbımı koklarken yakalamıştım. Ben de onu çok özlemiştim ama o gün yaptığı ayıba dair ne özür dilemişti ne de başka bir söz. O günden beridir ikimiz de birbirimize kızgındık. Aslında oturup medeni insanlar gibi konuşmayı becersek, eminim ki ikimiz de yelkenleri hemen suya indirecektik ama ne yazık ki ikimiz de inatçı ve gururluyduk (!) Ben bunları düşünürken Uraz ayağa kalkarken kolunu koltuğun tahta kısmına çarpmıştı. "Ah!"diye inlemesi beni düşünce dünyamdan çıkarırken panik olup hemen yanına koştum ve önüne çöküp kolunu inceledim. "Uraz iyi misin, bir şey oldu mu?" Ses gelmeyince kafamı kaldırayım dedim, yoğun bakışlarına yakalandım. Öylece susmuş, kırgın bakışlarını üzerime dikmişti. "Bir haftadır ilk defa dokunuyorsun bana."deyince ona kızgın olduğumu hatırladım ve hemen elimi çektim. Elimi çekmemle onun tutması ve kendine çekmesi bir oldu. "Ve bir haftadır ben de sana dokunamadım. Özledim..."deyip elimin üzerini okşadı usulca. Aynı zamanda beklentiyle gözlerime bakıyordu. Sanırım benim de bir şeyler söylememi bekliyordu. Bakışlarımı ellerime indirip "Ben de."diye fısıldayabildim sadece. "Özür dilerim..."diye yavru köpek bakışları eşliğinde yüzüme bakınca hemen yumuşadım. Biliyordum işte! Az önce tam olarak bunları düşünüyordum. Demek ki Allah'tan başka bir şey istesem yine olurmuş. Önce gözlerine bakıp sonra da tekrar ellerime indirdiğim bakışlarımdan sonra yine "Ben de..."diye fısıldamıştım. "Sarılabilir miyim?" Bu sefer de sarı civciv tavrına bürünmüştü. Yani çok tatlı görünüyordu şu haliyle. Hızla başımı salladım. Anında elleri belimi buldu. Sıkı sıkı bastırdı bedenine beni. Yüzünü boynuma gömdü derin derin nefes alarak. Ben de ellerime boynuna sarıp aynı işlemi yapıyordum. Çok özlemiştim kocamı. Kokusunu, tenini, dokunuşunu, ilgisini... Bir daha küsmeyelim kocamla, ne olur Allah'ım... "Allah'ım şu kokuyu çok özlemişim..."diye fısıldayınca gülümsedim. Tam o anda kapı zili çalınca Uraz'dan ayrılmaya çalıştım fakat bırakmadı. "Uraz geldiler, bıraksana beni." "Biraz daha böyle kalamaz mıyız? Lütfen..."dedi huysuzca. "Uraz saçmalama, bırak beni. Kapıda bekliyorlar. Çok ayıp oluyor bak." Uraz oflaya puflaya bıraktı beni. Tam kapıya koşmak için ayağa kalkıyordum ki birden ellerini yanaklarıma yerleştirip bir yanağımı öperken, öbür yanağımı ısırdı. "Ahhh! Uraz!"diye yanağımdan tutmuştum. Vaktim olsa ona bunun hesabını sorardım ama maalesef ki misafirlerim bekliyordu kapıda. O da fırsattan istifade ısırmıştı zaten, eminim. Bana attığı zafer bakışlarından belliydi. "Akşama bunun hesabını soracağım Uraz bey!"diye sessizce söylenip kapıya gittiğimde dediğiyle kapı koluna uzanırken donakaldım. "Akşam masaj yaparken sorarsın hesabını sevgilim." Ona dönüp kızgın bakışlarla baktığımda ise savunması daha bir çarpıcı idi. Gülümseyişi de... "Ne? Bir haftadır bundan mahrumum sonuçta..." *** "İclal sen ciddi misin?"diye sordu Ebru şaşkınlık ve sevinç karışımı ifadesi ile. "Elbette. Diyorum ya, Uraz hiçbir telefon görüşmesini benden gizlemez. Bir kere gömleğini değiştirmek için telefonu hoparlöre alıp yatağın üzerine bıraktı. Yine kumam Ata ile konuşuyordu tabi!"deyince kızlar kahkaha attı. "Neyse... Ata tam olarak şunları söyledi." "Ağabey ben ne yapacağım? Onu düşünmeden yapamıyorum ama açılmaya da korkuyorum." "Oğlum kızı başkası kapmadan git, direkt ailesinden iste bence. Ki onun da sana gönlü var, belli." "Öyle mi diyorsun Uraz? Ya bana tepki gösterirse?" "Gösterecek tabi. Kız kalpten giderek daha iyi bir tepki veremez." "Sonra güldü Uraz. Ben de onu yemeğe çağırmıştım. O sırada kulak misafiri oldum işte." "İyi de İclal, adımı anmadıklarına göre ya başka bir kızdan bahsediyorlarsa?" "Af Ebru! Ata'nın senden, senin de ondan hoşlandığını sağır sultan bile duydu. Sence başka bir seçenek olabilir mi ya da başka bir kişi? Hazırlan diyorum, yakında isteme var."diye sırıttım. "Ay korktum ben bir an." "Hilal şu ev arkadaşına bir şey söyle lütfen. Delirtecek beni." "Sizinle konuşmuyorum ben. Beni resmen kandırdınız." Ellerini göğsünde bağlamış, bize tavırlı olduğunu belli etmek istercesine vücudunu başka tarafa çevirmişti. "Ne yapalım? Mecbur bıraktın bizi Hilal?"dedi Tuğba haklı olarak. "Bunun için İclal'in kalp krizi geçirdiğini söylemeniz mi gerekiyordu hainler!" "Ahahaha. Nasıl inanıp da koşa koşa geldin buraya ama?" "Soracağım ben size bunun hesabını ama."dedi ve tekrar eski pozisyonuna döndü. O sırada erkeklerin çay bardaklarının içinde olduğu tepsiyi getiren ağabeyim çekti dikkatimi. Çayları tazeleyecekti herhalde. Fırsat bu fırsattı. "Hilal kalk bize çay koy gülüm." Kızlar niyetimi anlamıştı ama Hilal'in arkası mutfağa dönük olduğu için ağabeyimi görememişti tabi. "Neden ben? Hizmetçiniz mi var hain arkadaşlarım? Kalkın, kendiniz koyun. Zorla getirildiğim yerde bir de çay mı koyacağım!?" "Hemen şu an kalkmazsan eğer, ya annemle ya da ağabeyimle konuşmaya gideceğim. Sen seç. Hem ne olur arkadaşlarına çay koysan? Aşk olsun yani." "İyi blöf yapıyorsun İclal ama yemezler." "Peki, sen bilirsin."deyip kalkınca Hilal'in gözleri büyüdü. Kolumdan tutup geri çekti beni. "Af ya, tamam be tamam. Ömrümü yediniz!"deyip boşalmış çay bardaklarını tepsiye alıp mutfağa gitti. Hemen ardından biz de gittik ve sırayla kafamızı duvardan mutfağa doğru uzattık. Hilal ağabeyimi orada görünce hem panik oluyor hem de şaşırıyor tabi. Çaydanlıklar da ağabeyimin elinde olduğu için ne bir şey diyebiliyordu ne de hareket edebiliyordu. Zavallı arkadaşım benim! Niyetimizi anlamış olmalıydı. Biz bittik! Ama olsun, şu ikisi evlensin de artık ne olursa olsun. Tabi güzel şeyler olsun. "Çay koymaya mı gelmiştiniz?" Hilal başını kaldırmadan salladı. Ağabeyim çaydanlıkları ocağa koydu onun alması için. Hilal büyük bir gerginlikle çaydanlıkları alırken ağabeyim onun el hareketlerini izliyordu. Şu an Hilal'in ne kadar heyecanlı ve utandığını anlatmama gerek yoktu çünkü vücudu kaskatı kesilmişti ve ağabeyimin hemen gitmemesi, sanırım onunla konuşacağının habercisi idi. "Sizi hafta içi hiç göremedim?" Hilal şaşkınlıkla ona baktı yine. "Yani İclal ve kızlarla hiç ayrı düştüğünüzü görmedim de acaba hasta filan mı dedim?" "Yok. İşlerim vardı." Ağabeyim kasılmıştı. "Önemli işler herhalde bunlar? En yakın arkadaşınızın yanında olamadığınıza göre?" Hilal cevap vermedi. "Sustuğunuza göre hayırlı bir iş bu herhalde?" Hilal sinirle çaydanlığı yerine koydu. "Niye bu kadar sorguladınız bunu şimdi, neyini merak ediyorsunuz! İş işte, ne olacak?" "Talip olmak istediğim kadının herhangi birine sözü var mı diye merak ediyorum da."diye ellerini göğsünde bağladı ağabeyim. Biz kızlar buna hem şaşırıp hem de deli gibi sevinirken, Hilal kıpırdamadan ona bakıyordu. Büyük ihtimalle koca bir şoka girmişti. "Ne-ne dediniz?" "Burada çok fazla yalnız kaldık. Bu caiz değil. Bunu size söylemek için kaldım zaten ama daha fazla günaha kapı aralamayalım. Ben İclal'le gerekenleri söylerim, o da size söyler. Sadece başka kimseye söz vermeyin yeter. Bugünden itibaren talibiniz benim. Beni değerlendirin, istemezseniz başkalarına şans verirsiniz. Uygun olan da bu zaten. Afiyet olsun."dedi ve tepsiyi alıp çıkıyordu ki biz de panik içinde yerlerimize döndük. Tam otururduk derken ağabeyim gülümseyerek önümüzden geçti. Kesin anladı! Biraz sonra ise Hilal geldi, hâlâ şok halinde idi. Çayları bırakıp dalgın bir şekilde yerine oturdu. "Oh be! Sonunda Ebru da, Hilal de dünya evine girecek. Yaşasın!"diye sırıttım. Bunun üzerine Hilal bana bir yastık attı. "Seni hain! Demek beni bile bile çayları tazelemeye gönderdin?" "Ee yani. Artık bu işe bir çözüm getirmek gerekiyordu. Ağabeyimden başkasına söz verme, çıranı yakarım he!" "Haaa!!! Bir de bizi mi dinlediniz?" "Tabi ki kızım. Karnımdaki bebiş varken niye o kadar koşturayım ben? Tabi ki o ana şahit olmalıydım." Üçümüz de aynı anda çığlık attık. "Neee!!!" "Tuğba hamile misin?"diye sordum. "Ay ben sürpriz yapacaktım günün sonunda. Ağzımdan kaçırdım ya tüh!" "Yalın biliyor mu?"diye sordu Ebru. "Tabiki. İlk ona söyledim zaten."diye sırıtan Tuğba'dan sonra bahçeye açılan kapı panikle açıldı ve bütün erkekler karşımıza dikildi. "Kızlar niye öyle çığlık attınız, bir şey mi oldu?"diye sordu Uraz endişeli bir şekilde. "Tuğba iyi misin, sancı mı tuttu yoksa karıcığım?"diye Tuğba'nın önünde diz çöktü Yalın. "Tuğba bize hamile olduğunun müjdesini veriyordu da ondan bu kadar şaşırdık."diyen Hilal ile birlikte Hazar'ın gözleri dehşetle yerinden çıkacak hale geldi. Bunu duyar duymaz sinirle evi terketti. Kimse ardından bir şey diyemedi. Daha sonra annemle babam bahçeden geldi. "Çocuklar ne oluyor burada?" "Üç tane müjdeci haberimiz var anneciğim."diye sevinçle konuştum. "Neymiş onlar kızım?" "Tuğba hamile, Ağabeyim ile Hilal, Ebru ile de Ata yakında evlenecek."deyince ne dediğimi fark edip bizimkilere döndüm. İki çiftim de kocaman gözleriyle bana bakıyordu. Beni öldüreceklerdi. Bittim ben! "Ayyy! Özür dilerim. Ağzımdan kaçtı..." *** "Nereye daldın öyle sevgilim?" Yanağıma değen öpücük ve kulağıma çalınan sesle düşüncelerimden ayrıldım. Sonunda herkes gittiğinde kendimi camdan dışarıya bakarken bulmuştum. "Tuğba'yı çok kıskandım Uraz."dedim üzgün bir şekilde dudaklarımı büzerek. "Ne konuda?"diye eğdiğim yüzüme bakmaya çalıştı. "Hamile ya? Yakında bir çocuğu olacak." "Hımm o konu?" Başımı salladım. Uraz duruşunu düzeltip dik bir vaziyete geçti. "Aslında yarın sürpriz yapacaktım ama senin böyle üzgün durmana dayanamadım şimdi." Şaşkınlıkla başımı kaldırdım. "Anlamadım?" "Hani biz bir ay önce çocuk esirgeme kurumuna başvuru yapmıştık ya evlatlık çocuk almak için? Hatta iki yaşından küçük olsun diye şart da koşmuştuk? Ardından sen süt anne ve baba olmamız için hastaneye, tedavi olmaya gitmiştin ya?" "Ee? Ne uzattın be kocam! Çıkar ağzındaki baklayı artık!" "Sabah aradılar beni. İstediğimiz gibi bir çocuk çıkmış." "Neee!!!"diye çığlık atıp Uraz'ın boynuna atladım. Öyle sert sarıldım ki Uraz fena inledi. "Yavaş ol zalımın kızı! Boynumu kırdın. Şimdiden kıskanmaya başladım bak keratayı. Benimle evleneceğin zaman bile bu kadar çok sevinmedin!"dedi ayrıldığımız zaman yalandan kızarak. "Ne, yani erkek mi çocuk?" "Hı hı."diye başını salladı. "Ne zaman görmeye gidebiliriz Uraz?"diye yalvaran gözlerle baktım. "Hımm... Hemen yarın nasıl olur?" "Ayyy!"deyip tekrar boynuna atladım. Uraz yine inleyip güldü. "Of of boynum! Deli karım benim."deyince yanağına kocaman bir öpücük bıraktım. Geceleyin heyecandan uyuyamamıştım. Uraz'ı da uyutamamıştım. Uyumayınca da ibadet ederek, ilim çalışarak kafamı dağıtmaya çalıştım. Aksi takdirde evlatlık konusu aklımdan çıkmayacaktı. Tabi kızlarla olan grubumuza bu haberi yazmayı da unutmamıştım. Sabah uyanıp mesajımı gördüklerinde eminim ki çok şaşıracaklardı. Sonunda sabah olduğunda Uraz'la birlikte erkenden çocuk esirgeme kurumuna gittik. Öyle heyecanlıydım ki elim ayağım birbirine giriyordu. Bayılmaktan korkuyordum adeta. Sabırsızlığın vermiş olduğu etkiyle yol uzadıkça uzamış gibi gelse de sonunda varmıştık elhamdülillah. Müdüre hanımın odasında biraz bekletmişlerdi bizi. Sonra gerekli tüm evrakları imzalamamız için bir yarım saat daha zaman harcamıştık. Müdüre hanım bir görevli personeli bebeği getirmesi için talimat gönderirken şunları söylemişti. "Bu bebek daha yeni geldi kurumumuza. Babası annesini doğuma yetiştirmek isterken kaza yapmışlar. Kazadan tek sağ çıkan bu bebek olmuş. Araştırdığımıza göre bir akrabası da yok. Daha bir-iki aylık. Henüz ismi bile yok inanır mısınız? İnşaAllah sizin yanınızda çok mutlu olur."dediğinde bebek için üzülmüştüm. Ona bu gerçeği büyüyünce mutlaka söyleyecektik inşaAllah. Zira bunu bilmeye hakkı vardı. Ben kendi kendime bebek için gelecek hayalleri kurarken birden kapı açıldı. Kucağında bebekle birlikte görevli personel geldi. Bunun üzerine heyecanla ayağa kalktık. Uraz'a sokuldum istemsizce. Elimi sıkıp sırtımı sıvazladı iyi hissettirmeye çalışarak. Personel hanım doğruca gelip bebeği kucağıma bırakınca gözlerim doldu. Gözlüklerim buğulandı. "Uraz şimdi bu bebek bizim mi artık?" "Evet güzelim. Bundan sonra hayatımıza onunla devam edeceğiz. Ailemizin yeni üyesi küçük Ekin..." "Ekin mi?"diye yüzüne baktım. "Oğlumuz Ekin... Kulağa çok güzel gelmiyor mu sence de İclal?" Onun da gözleri dolu dolu idi. Şahadet parmağı ile bebeğin yanağını okşadı usulca. Çenesi de omzumdaydı. Şu sahne ile tam bir aile olduğumuzu hissetmiştim. "Oğlumuz Ekin... Evet, çok güzel."deyip bebeği kokladım. Mis gibi, Cennet gibi kokuyordu. "Aramıza tekrar hoşgeldin Ekin..." -Bölüm Sonu- |
0% |