Yeni Üyelik
2.
Bölüm

~2.BÖLÜM~

@m.yaprak_epli

(Bursa-Nisan 2013)

Başımı kaldırıp semaya baktım. Derin bir nefes çekip gözlerimi kapattım ve bahar güneşinin sevecenliğini tüm hücrelerimle hissetmek istedim yüzümde. Şüphesiz ki en sevdiğim mevsim bahardı. Tüm doğa yeniden diriliyordu ya benim ruhuma da aynı şeyler oluyordu. Baharla birlikte yeniden canlandığımı hissediyordum. Baharın o güzel kokusunu ciğerlerime çekerken Eren'in sesini duymamla tüm keyfim kaçtı.

"Oğlum biz bu adamı nasıl bulacağız? Hadi İstanbul'a vardık diyelim nereden başlayacağız aramaya? Adam bir dakika bile yerinde durmuyor ki? Sürekli kayıplarda!"

Eren'in söylenmelerine karşı iç çekip "Hele bir gidelim de buluruz bir yolunu merak etme. Şimdi şikayet etmeyi bırak da şu havanın tadını çıkaralım. Bu tatsız konuyla daha fazla keyfimi kaçırmak istemiyorum."deyip yine semaya diktim gözlerimi ve o kokuyu tekrar çektim içime. Eren de aynı şeyi yapmıştı.

"Haklısın. Moral bozmaya gerek yok. Dergimizi kurtaracağız. Ben inanıyorum. Gerçi hâlâ nasıl iflas noktasına geldiğimize pek anlayamıyorum ama..."

"Böyle büyük bir dergi şirketi bir anda çökmeye başladı."

"Ve kurtulmamızın tek çaresi o adam!"

"Hiç böyle düşünmemiştim be Eren. Üniversiteden sonra o kadar güzel günlerimiz oldu ki o dergide, şimdi batmak üzere olması oldukça can sıkıcı."

"Haklısın Alper ama o adamı bulursak kurtulacağız. Başka yol yok. Patron öyle dedi."

Tekrar bir iç çekmeyle gözlerimi ağır ağır yere doğru indirip göz kapaklarımın önünden geçen sahneleri izledim sırayla. Erenle dergide tanışmıştık ve aslında aynı üniversitede, aynı bölümde okuduğumuzu o zaman öğrenmiştik. İkimizde derginin editörlerinden biriydik. Üniversitedeyken bu dergide staj yapmış ve editörlüğümü beğendikleri için üniversiteden mezun olur olmaz iş görüşmesine çağırmışlardı. Bende dergiyi sevdiğim için hemen kabul etmiştim. Bir yılı aşkın bu derginin bünyesinde çalışıyor ve güzel bir maaş da alıyordum. Fakat ne olduysa dergi rakip bir şirket tarafından kesintiye uğradı ve bir anda batmakla yüz yüze geldi. Dergideki herkes çok gergindi şu sıralar. Derginin sahibi yani namı diğer patronumuz dergiyi kurtarmanın tek yolunun rakip derginin üzerinde olağanüstü bir performans sergileyerek çok satanlar listesinde ilk sıraya yerleşmek olduğunu söylemişti. Bunun yolu ise Eren'in bahsettiği şu kayıplardaki adam! Kendisi ünlü ama gerçekten kayıp bir yazar. Adam hiç yerinde durmuyor. Belde belde geziyor. Kitapları çok seviliyor ve şu sıralar herkes onu bulup röportaj yapmanın derdinde. Rakip dergide onun peşindeydi. Genel yayın yönetmenimiz bir aydır perişan halde dergiyi kurtarmanın yolunu arıyor. Aksi takdirde derginin sahibi zengin bir zat olduğu için dergiyi kapatmakla çok büyük bir kayıp vermeyeceğini açık açık dile getirdi. Genel yayın yönetmenimiz ben ve Eren'i o adamı bulup röportaj yapmaya ikna etmek için görevlendirdi. Aldığımız son haberlere göre adam Bursa'daymış ama biz yetişene kadar ortalıktan çoktan kaybolmuştu bile. İstihbaratlarımız İstanbul'a geri döndüğünü söylüyordu. Bizde şimdi Bursa terminalinde birazdan İstanbul için kalkacak otobüs için bekliyor, o sırada da valizlerimiz bagaja yerleştiriliyordu. İstanbul'a geri dönecek ve işimize kaldığımız yerden devam edecektik. O adamı bulmaktan başka çaremiz yoktu. Yılın en patlak veren olayı eğer bulursak o adamla röportaj yapmak olacaktı. Buda dergimizin tek kurtuluş yoluydu.

"Alper duymuyor musun? Otobüs kalkacakmış. Muavin binmemizi söylüyor."

Eren'in sesiyle düşüncelerimden sıyrılıp gözlerimi ovaladım ve başımı salladım. Bu iş bizi çok yormuştu. Kafamı toparlayamıyordum. Sessiz-sakin çalışmaya alışmış ve hep bu programı sevmiştim. Şimdi ise işimi kaybetmem bile söz konusuydu.

Derin bir nefes alıp yolcuların oluşturduğu sıraya girdik Eren ile birlikte. Sıra bana gelip de tam otobüse bineceğim sırada önümdeki adamın çantasından bir kitap düştü. Yerden alıp kafamı kaldırana kadar adam içeriye girmişti bile. Kitabın sadece gün batımı renkleriyle bezenmiş olması tek dikkatimi çekerken çok incelemenin doğru olmayacağını düşünüp adamın hemen peşinden kitabını vermek için otobüse girdim. Eren ise telefon ile konuşuyordu. Hiç buralı bile değildi. Oda benden sonra binmişti zaten.

Önden başlayarak arkaya kadar her yeri inceledim ama o adamdan bir iz bulamadım. Bu çok tuhaftı.

Takım elbise giymiş, elinde öğretmen çantası olan yaşlı bir adamdı arkadan gördüğüm kadarıyla ama kendisi şu an ortalıkta görünmüyordu. Nereye kaybolmuştu birdenbire? Hayal görmedim ya! Elimde kitabı dahi vardı ama o yaşlı adam nasıl yoktu? Kanlı canlı önümdeydi ve biraz önce otobüse bindiğini kendi gözlerimle gördüm. Peki ama nasıl yoktu burada? Acaba indi mi? Ama hemen ardından bende bindim otobüse. İndiğini mutlaka görürdüm. Bu gerçekten çok tuhaftı!

Elimdeki sırtı çevik kitabı kaldırıp inceledim uzaktan uzağa. Sanki yaşlı adamdan iz bulabilirmişim gibi.

Sonra tanıtım bölümündeki ilk sırada bir yazı çekti dikkatimi.

- Her bakan göremez! Her görenin de gördüğü Gerçek'ten ibaret değildir...

Şaşkınlıkla kalakaldım! Yutkunduğumu dahi hissettim. Tekrar gözlerimi çevirip otobüste o adamı aradım refleks ile. Bulamayınca gözlerim o yazıya indi. Ukala kitap! Bana laf mı sokuyordu şimdi! Diye içten içe kızıp yazıyı incelerken hemen ikinci sıradaki yazıyı okudum istemsizce.

- Aklı ile bakan yalnızca maddeyi görür, gönlü bakan saf manayı görür...

Gözlerim yerinden fırlarken bunun nasıl bir tesadüf olduğunu düşünüyordum. Ne yani ben şimdi aklımla baktığım için mi o yaşlı adamı göremiyordum? Hiç tanımadığım birine nasıl gönül gözüyle bakacağım, onun da yolunu söylüyor mu bu ukala kitap! Hem gönül gözüyle baksam ne olacaktı? O adamda nasıl bir mana bulacaktım? Sanki cevabını verecekmiş gibi gözlerimi üçüncü sıradaki yazıya çevirdim.

- Hakikat bakmak isteyen çok şey görür, yoksa alır, batıl ile kör olur...

Kaşlarım çatılırken bu yazının anlamını çözmeye çalıştım.

"Alper hadi ilerlersene. İnsanlar bizi bekliyor."diyen Eren ile kendime gelip arkama döndüm. Gerçektende herkes beni bekliyordu. Kitabı, suç işlemiş gibi gizlice kolumdaki tablet çantasına koydum. Sonra da özür dileyip yerime oturdum. Erende cam kenarına oturmuştu.

"Alper, iyi misin sen abicim?"

Mahcup bir şekilde saçlarımı karıştırdım.

"İyiyim. Sadece biraz yorgunum o kadar."

Çantamın içine bir göz gezdirip kitapla bakıştım bir süre. Beni niye etkilemişti böyle bilmiyorum. Sanırım adamı ararken karşıma öyle cümlelerin çıkmasıydı beni sarsan. Derin bir nefes alıp önüme döndüm. Kitapla kitap olmaya gerek yoktu. Adı üstünde kitaptı işte. Beni böyle etkilemesine izin vermemeliydim. Bir an önce o adamı bulup kitabı teslim etmeli ve kurtulmalıydım.

Bir süre sonra otobüs yola çıkmış Eren de biraz kestireceğim diyerekten kulaklığını takıp başını arkaya yaslamıştı. Eren de çok yıpranmıştı son günlerde. Onun da sinirleri gergindi bu olanlar yüzünden. Ne yazık ki benim de...

İki buçuk saatlik yolumuz vardı İstanbul'a kadar. Bende Eren gibi kulaklıklarımı taktım ama uyumak yerine en sevdiğim aktivitelerden biri olan müzik dinlemeyi tercih ettim. Kulağımda tatlı bir melodi çalarken başımı arkaya yaslayıp camdan dışarıyı izledim. Baharla birlikte her yer öylesine güzelleşmişti ki gözlerimi alamıyordum. Doğa bana her zaman huzur vermiştir. Sanırım bunun sebebi anne ve babamın beni ve kardeşlerimi kocaman, bahçeli bir evde büyütmesinden kaynaklanıyordu.

Bir anda susan müzikle telefona baktım. Kahretmesin! Şarj alarmı veriyordu. Bu demekti ki biraz sonra kapanacaktı. Neden geceden doldurmadım ki! Şimdi tüm yol boyunca sıkılıp patlayacaktım. Kendi kendime kızmayı bırakıp önemli bir telefon alırım diye şarjımın son yüzdelerini harcamamaya karar verdim ve cebime geri koydum. Şimdi tüm yol boyunca neyle oylanacağım, onu düşünmeye başladım. Boş durmayı hiç sevmezdim.

Anında çantamın açık yerinden o kitap çarptı gözüme

Kitap okumayı severdim lakin kendim seçmek isterdim. Öyle her önüme gelen kitabı okumak hoşuma gitmezdi. İlla ki ben seçecektim. Dokunacak, hissedecektim kitabı. Başka yolu yoktu. Fakat şu an için başka iyi bir seçenek görünmüyordu. Zamanın hızlı geçmesi için bu kitabı kullanabilirdim. Uykum gelseydi uyurdum ama oda yoktu. Belki bu kitabı biraz okur ve sıkılırsam uykum da gelebilirdi. Bu fikir aklıma yatınca kitabı yerinden çıkardım. Okumaya başlamadan önce bir evirip çevirip inceledim. İsmi Hû idi. Hû ne demekti? Telefonum şarj sınırında olmasaydı internetten açıp bakardım anlamına lakin bunu artık eve gidince yapardım. Bilmediğim kelimeleri merak ederdim. Hemde fazlasıyla! Tanıtım bölümünde okuduğum yazılar aklıma gelince devamını merak edip tam arkaya çeviriyordum ki ön kapaktaki ufacık yazıyı gördüm.

- Yazan yaratılan, yazdıran yaradan...

Hiçbir şey anlamadım desem yeridir herhalde! Bu kitap baştan aşağı gizem kokuyordu ve bu beni fazlasıyla meraklandırıyordu. Heyecanlandırıyor da... Oysa bu bir yabancının kitabıydı. Şimdi düşündüm de okumam doğru muydu? Yaşlı adamın hoşuna gider miydi bu?

Kitabı arkasına çevirip o üç yazının altındaki metini okumaya başladım.

- Kader, ademoğlu tarafından yazılmış bir kitaptır adeta. Bu kitabın hikâyesi de senin tarafından okunacak bir kaderdir ey yaratılan! O kaderi ademoğluna yazdıran ise ancak yaradan... Yazan, okuyan ve yazdıran varken sanma ki bu bir tesadüftür. Zira tesadüf diye bir şey yoktur. Kader yazdıran vardır. O vakit hiç tesadüf diye bir şey olur mu ey derttaş? Tesadüf kendini kandıranların sığınağıdır. Kader ise saf bir tevafuk... Var mısın bir kadere şahit olmaya? Ben ki bir şahadete şahit olmuş iken...

Sanki biraz önceki soruma cevap vermişti bu metin. Daha fazla dayanamayıp açtım kitabın kapağını. Hayatımda hiç bu kadar tuhaf bir kitap ile karşılaşmamıştım. Ve içinde barındırdığı anlamı çözmeden de içim rahat etmeyecekti biliyorum. Bu yüzden içimde anlamsız bir heyecanla çevirdim sayfaları da ilk bölüme ulaştım ve okumaya başladım.

Bakalım beni neler bekliyordu...

-Bölüm sonu-

 

 

 

Loading...
0%