@m.yaprak_epli
|
Sabır; boyun eğmek değil, mücadele etmektir. Bazen nefesimizi tutup da geçsin dediğimiz anlardan tam içindeydim birinin. Adamlar bizi bulmasın diye hurdalık arabanın içine daha da sokulmuştum ancak bu şekilde bekleyerek sadece kendimizi yakalatırdım. Acilen bir şeyler düşünmeli ve harekete geçmeliydim. İlk işim etrafa bakmak oldu. İşime yarayacak bir şeyler çıkardı mutlaka düşüncesiyle tam önümde, sağda kepengi açık eski bir dükkân, üstünde de açık kulplu bir kilit ve tam yanımda da birkaç uzun boru olduğunu gördüm. Buldum! O adamları köşeye sıkıştıracak çok güzel bir fikir vermişti Allah. Elhamdülillah! Caner'i yere bırakıp "Burada sakince oturmanı istiyorum. Tamam mı Caner?"diye fısıldadım. "Abla ben koykuyoyum..." "Korkunca ne demiştim ben sana?" "Allah bizimle beyabey." "Aferin sana. Şimdi çıkacağız buradan tamam mı? Korkma sakın yakışıklı." "Tamam abla. Kokmuyoyum."diye göğsünü kabartan Caner'e içten bir gülüş yollayıp kafamı hurdalık arabadan uzattım. Kimsecikler yoktu etrafta. Şimdi harekete geçebilirdim işte. Önce yakınımdaki borulardan birine uzanıp elime aldım ve harabeye dönmüş, eski dükkânın içine attım hızlıca. "Orhan ağabey, şuradan sesler geliyor. Orada olabilirler mi acaba?" "Ne soruyorsun geri zekâlı Onur! Hadi hemen gidip bakalım." Buraya gelen ayak seslerini duyunca önce Caner'i, sonra kendimi arabaya sokup kafamı uzattım onları izlemek için. Hepsi içeri girince arkalarından çok yavaş ve sessizce yaklaşıp kepengi kapattım ve kulpla kilitledim. Adamlar beni biraz geç fark etmelerine rağmen bayağı sayıp döktürmüşlerdi. Şimdi de kapıyı ölümüne yumrukluyorlardı. "Vay *** 'a bak sen! Oyuna getirdi bizi. Allah kahretsin!"dedi bir adam kapıya sertçe vurarak. "Çıkar lan bizi! Yoksa senin yedi sülaleni *** !" Bu da o çenesine vurduğum adamın sesiydi. Ayı gibi bağırıyordu mübarek! "Abla dikkat et!"diye bağıran Caner hayatımı kurtarmış ve arkamdan gizlice yaklaşan adamın saldırısından son anda sıyrılmamı sağlamıştı. Bu o kütükle benzetip parkta bayılttığım adamdı. Ona vurduğum kütükle kafamı patlatacaktı az daha. "Bugün mezarını kazdın kızım sen! Koray baba yaşatmaz seni!" "O da kim?" "Kafana sıkınca anlarsın kim olduğunu."deyip kütüğü sallayınca ani bir manevrayla geriye kaçmıştım. "Ekrem! Çıkar lan bizi buradan! O kızı da sakın elinden kaçırayım deme. Benzeteceğim o *** 'yu."diye kapıyı yumrukluyordu o Orhan denen sinirli adam. "O iş bende Orhan ağabey. Sen hiç merak etme."diye pis pis sırıttı adam. Sürekli kütüğü salladığından harekete geçemiyordum. Caner'e de bir şey yapmasın diye özellikle arkamda tutuyordum. "Lütfen izin verin gidelim." "Yok ya! Buradan senin cesedin çıkar. Çocuğu da kendimizle götürürüz."deyip belinden silahını çıkarınca kocaman açıldı gözlerim. "Teslim ol polis!" Sonunda ya! Niye bu kadar geç kalmışlardı? Hayatımda hiç bu kadar terlediğimi hatırlamıyorum. Adam duyduğu sesle arkasına dönerken yerdeki boruyu alıp silah tutan eline vurdum. Silah polislerin yanına kayarken adam acıyla elinden tutmuştu. "Yakalayın şunu! Diğerleri nerede?" "Buradalar memur bey."deyip kepengi gösterdim. "Onca adamı oraya kapatmayı nasıl başardınız?" "Hepsiyini dövdü abla."diye zıpladı Caner bize doğru. Sözlerine içimden gülüp kucağıma aldım ve yanağından öptüm onu. "Öyle mi küçük adam? Sen de yardım ettim mi ablaya?"diye saçlarını karıştırdı polis bey. "Hı hı."diye başını tatlı bir şekilde aşağı yukarı salladı Caner. Yiyip bitirecektim en sonunda bu küçük yakışıklıyı. "Teşekkür ederiz yardımınız için. Bu adamları uzun zamandır arıyorduk." "Rica ederim memur bey." Diğer polisler adamları dışarı çıkartırken çenesine vurduğum ve adının Orhan olduğunu öğrendiğim adam bakışlarıyla öldürecekmiş gibi bakıyordu bana. Kel ve orta yaşlıydı arkasından baktığım kadarıyla. Polislerin hemen ardından başka biri gelmişti. Gözleri hasret dolu bir anneydi bu... "Caner, oğlum!" "Anneciğim!" Caner kucağımdan inip annesine koşar adımlarla sarıldı. "Oğluşum benim. İyi misin?" "Hı hı." Kadın oğlunu şefkatle öptükten sonra bana döndü. "Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum." "Rica ederim. Ne demek? Lütfen teşekkür etmeyin." "Olur mu hiç? Eğer bana mesaj atmasaydın kim bilir daha neler olacaktı!" Caner sağ olsun. O fikir vermişti bana annesini aramayı. Hemen polisi aramalıydım ancak sesli ararsam anında yakalanırdım. Mesaj da atamıyordum. Bizim kızlara mı haber versem acaba? Onları da endişelendirmek istemiyordum şimdi. "Kimi arasam acaba?"diye sesli düşünürken Caner kafasını kaldırıp bana baktı. "Annemi aya abla." "Numarası yok ki tatlım." "Ben biliyoyum numayasını." "Hadi ya! Aferin sana Caner. Kim öğretti sana bunu?" "Annem öyretti abla. Onu bulamasam ayayım diye." "O zaman hemen söyle de haber verelim annene Caner." "054..." "Annenin adı ne Caner?" "Fiyuze." "Firuze."diye tekrarladım ben de. Çok güzel bir isimmiş. Numarayı alır almaz hemen hızlıca mesaj yazmaya başladım. "Firuze hanım oğlunuzla birlikte parkın yanındaki arka sokaklardan birinde mahsur kaldık. Bazı adamlar peşimizde! Lütfen hemen polisi arayıp buraya gönderin. Sizden haber bekleyeceğim." Yaklaşık bir beş dakika sonra cevap gelmişti. "Nasıl güveneceğim sana, yalan söylemediğini nereden bileceğim?" "Eğer imkânım olsaydı sizi arardım ama dediğim gibi adamlara her an yakalanabiliriz. Caner numaranızı verdi bana. Hem ben sandığınız gibi biri olsam neden adres verip polis çağırın diyeyim?" "Tamam. İnandım sana. Oğluma bir şey olmasına izin verme lütfen. Ben polislerle birlikte hemen oraya geleceğim." "Peki. Ama lütfen acele edin!" "Tamam. Hemen geliyorum." "Aslında bu oğlunuzun fikriydi tamamen." "Anne? Abla o amcaların hepsini dövdü biliyoy musun?" "Öyle mi ablası?" "Şey... Öyle abartılacak bir şey yok aslında." Övülmekten pek hoşlanmazdım. Aksi takdirde utanır ve kızarırdım. "Sana göre yok ama sen bugün hem benim hem de oğlumun kahramanı oldun. Tekrar teşekkür ederim. Bu arada ismin neydi?" "Adım Merve. Lütfen daha fazla teşekkür edip beni utandırmayın."deyince Firuze hanım Caner'i yere bırakıp sımsıkı sarıldı bana. Önce şaşırsam da benim de kollarım istemsiz dolanmıştı beline. Acayip bir şekilde abla sıcaklığı vermişti bana. Polislerle birlikte emniyete gidip ifade verdikten sonra Firuze abla -bundan sonra ona hanım yerine abla demem konusunda kızıp ikna etmişti beni- evime bırakmak konusunda çok ısrar etmişti. En sonunda mecburen kabul etmiştim. Zavallı Caner de arabada uyuyakalmıştı. Onca maceradan sonra gayet normal buluyordum. Sonuçta daha küçücük bir çocuktu o. "Numaram vardı değil mi sen de canım?" "Evet abla, var." "Bundan sonra sık sık görüşürüz o halde." "İnşaAllah abla." "O zaman haftasonu sabah kahvaltısına çıkıyoruz. Sen, ben ve Caner. Ne dersin?" "Ama-" "İtiraz istemiyorum Merve. Cumartesi seni buradan alıyorum tamam mı?" "Peki o zaman abla. Sen nasıl istersen." "Yaşasın!"deyip küçük çocuklar gibi ellerini birbirine çırpmıştı. "Tekrar görüşmek üzere tatlım. Kendine çok iyi bak."deyip sıcacık sarılmıştı yine. "Sen de abla. İkiniz de Allah'a emanetsiniz."dedikten sonra arabasına binip gözden kaybolana kadar arkasından bakakalmıştım. "Sen iyi alıştın haber vermeden ortalıktan kaybolmayı!" Alt dudağımı dişleyerek arkamı döndüm. "Gülistan?" "Gülistan ya! Neredeydin sen bu saate kadar? Kimdi o çok samimi sarıldığın kadın?" "Bakıyorum da kıskandın galiba."dedim öksürmüş gibi yaparak. "Hiç de bile! Hem konuyu değiştirmesene sen!" "Tamam tamam. Anlatacağım her şeyi. Çok üşüdüm. Önce bir içeri geçelim." Akşam namazı sonrası kendimi kanepeye attığımda aslında ne kadar yorgun ve hasta olduğumu hatırladım. Boğazımda tortular biriktiğinden her öksürdüğümde canım acayip yanıyordu. Göz kapaklarımın bile açılmaya takati yoktu. Öyle bir yorgunluk çökmüştü ki üstüme, sürekli uyumak istiyordum. İştah yok, güç yok, her yerime sanki bir fil oturmuş gibiydi. Bir el alnıma dokunduğunda gözlerimi açıp kim olduğuna baktım. "Ateşin var senin!"dedi Gülistan. "Bir şey olmaz, geçer şimdi."dedim gözlerim kapalı. "Ne demek, bir şey olmaz? Kalk, ılık bir duş al. Sonra da uyursun. Hem yemek yedin mi sen hiç?" "İstemiyorum Gülistan. Ben iyiyim." "Kalk dedim Merve yoksa seni zorla banyoya sokarım. Ne kadar inatçı olduğumu biliyorsun!" "Af! Tamam ya, biraz uyuyayım giderim." "Merve kalk hadi, uyanmazsın sen." Gülistan sonunda beni banyoya sokmayı başarmıştı ama öncesinde üstümdeki eşarpla feraceyi çıkarıp temiz kıyafetler aldım. Duş çok iyi gelmişti gerçekten. Sabahları değil de akşamları eve geldiğimde hastalık kendini belli ediyordu, hem de çok fena bir şekilde. Onun dışında abartılacak bir şeyim yoktu. Salona geçtiğimde kızlar yemek masasında toplaşıp ders çalışıyordu. "Saatler olsun."dediklerinde karşılık olarak "Allah razı olsun."diye cevap verdim. "Nisa saçlarımı tarayıp örer misin?" "Gel gel öreyim. Hasta mı oldun sen?"diyen Nisa'nın dizlerinin önüne çöktüm. "He ya." "Kıyamam ya. Saçını öreyim, git uyu." "Hayır! Önce bugün bütün gün nerede olduğunu anlatacak bize. Değil mi Merve?" "Kaçışım yok mu?" Gülistan başını yanlara doğru sallayınca bugün başımdan geçen her şeyi, Caner'i ve Firuze ablayla birlikte baştan sona kadar anlatmıştım. "Ne! Ne! Ne! Mafya adamları peşinize mi düştü? İnanamıyorum Merve! Ya sana bir şey olsaydı? Ne kadar düşüncesizsin!"diye kızdı Gülistan haklı olarak. "Ve bize de yeni haber veriyorsun! Bu kadar mı değer veriyorsun sen bize?"diyen Nisa kafama tarağı geçirdi. "Uf! Acıdı ama Nisa! Aslında sizi arayacaktım. Sadece endişelendirmek istemedim. Ya kızlar biliyorum haklısınız ama küçücük çocuğu da öylece bırakamazdım ki." "Döverim bak seni yeminle! Nasıl hem kendini hem de çocuğu da tehlikeye atarsın sen? Başta polisi arayabilirdin."dedi Gülistan. "Çünkü sevgili arkadaşımız hâlâ hayal dünyasında yaşadığı için kendini Süpermen zannediyor! Çağlayan sana söylediklerinde sonuna kadar haklı bence. Artık bir son ver şu davranışlarına. Yapmacık olmaya başladı!"diyen Beren'i şaşkınlıkla izliyorduk üçümüz de. Salondan sinirle ayrıldığında gözlerimin dolmasına engel olamadım. Hasta olduğum için de ayrı bir duygusaldım bugün. Beren Çağlayan'ın kız versiyonuna dönüşüyordu resmen ve bu beni çok üzüyordu. "Ne olmuş buna yahu? Bu ne tavırlar? Dur ben onunla bir konuşayayım."diyen Nisa elindeki tarağı Gülistan'a verip Beren'in peşinden gitti. Gülistan saçlarımı şefkatle örerken konuşmaya devam etti. "Bu kadar çok kızmamızın sebebi seni sevdiğimiz ve önemsediğimizden biliyorsun değil mi?" "Biliyorum." "Beren'in söylediklerini ciddiye alma. Bu aralar biraz hassas galiba." Hassaslığının sebebini de bir tek ben biliyordum ya. Bu yüzdendi bu tavırları çünkü. "Haklısın galiba. Gülistan?" "Efendim?" "Hamza'yla hâlâ kavgalı mısınız?" "Yok, değiliz. Ben ondan özür diledim, o da benden." "Ha öyle mi? Çok sevindim." "Evet. Çocukça davrandık biraz ama şimdi bitti." "Emin misin?" "Neden?" "Hiç, öylesine dedim. Belki bitti dediğimiz şeyler yeniden başlıyor olabilir." "Ne demek bu?" "Af! Gülistan görmüyor musun Hamza'nın sana olan bu öfkeli davranışlarını?" "Ne varmış davranışlarında?" "Sana değer veriyor çocuk." "Herkes birbirine değer verir Merve. Ne var bunda?" Bu kız beni delirtecekti en sonunda! Neden bir türlü anlayamıyor? Ya da anlamak mı istemiyordu, bilemiyordum. "Farklı bir şekilde değer veriyor o." "Merve sen ne demeye çalışıyorsun? Açık açık konuş!" "Hamza'nın sana özel şeyler hissettiğini düşünüyorum ben." "Yanlış düşünüyorsun Merve." "Ve sen bunu kabul edemiyorsun. Şimdi yaptığın gibi." "Yeter bu kadar Hamza beyefendiden bahsettiğimiz. Hadi gidip uyuyalım."deyip kalktı ve uzun örgümü arkadan elime verdi. Sonra da kapıya yöneldi. "Sen kaç anca!"dedim o kapıdan çıkarken. "Kes sesini Merve!"deyince kıkırdamama engel olamadım. Keşke gözlerini açıp bir kere görebilse. O zaman anlardı birbirlerine ne kadar yakıştıklarını. Hem böyle bir zamanda Hamza'dan daha iyisini mi bulacaktık? Ben kafama koymuştum bir kere. Yapacaktım aralarını. Gülistan'dan sonra Nisa ve Beren'in de yuvasını yapar, gönderirdim hepsini bir güzel. Sonra gelsin yeğenler... Bu düşünceyle hain hain sırıttım. "Yine ne gülüyorsun kendi kendine salak!" "Bana vereceğiniz yeğenlerimi düşünüyordum." "Ben şimdi seni..."deyip mutfaktan çıkan Gülistan peşime vermişti ancak kovalarken ayağının kayıp sırt üstü yere düşmesi beni kahkahaya boğmuştu bu hasta halimle. Sesimin kısık olmasından dolayı komik çıkan kahkahalarıma da ayrı bir gülmüştüm. Hayrolsun! *** Haftasonu çok çabuk gelmişti ve ben evin önünde kasım kasım kasılıyordum. Erkenden kalkıp hazırlanmış ve kapının önünde Firuze ablayı beklemeye başlamıştım. Niye bu kadar heyecanlandığımı da bilmiyordum ama sanırım böyle anlarımın ilk olmasından kaynaklanıyordu. Firuze ablayla rahattım, hatta buluşana değin bayağı mesajlaşmıştık da ama gergindim işte, ne yapayım? Bir kornanın aniden çalınmasıyla yerimden zıplamıştım dalgınlığımdan dolayı. Firuze ablaydı bu. "Selamün Aleyküm ablacığım?" "Aleyküm selam canım. Nasılsın?"deyip yine sıcak kucaklamalarından birini armağan etmişti bana Firuze abla. "Hamdolsun. Çok iyiyim. Sen nasılsın abla?" "Ben de iyiyim canım." "Meyve abla..."diye bağırarak koşuşan Caner'i kucağıma alıp yanaklarını öpücüğe boğdum. "Ne haber Caner? Nasılsın yakışıklım?" "Ben yayışıklı mıyım Meyve abla?" "Tabi ki de. Sen bugüne kadar gördüğüm en yakışıklı erkeksin." "O zaman neden herkes dayımı beyeniyor?" "Eminim ki dayın da senin daha çok yakışıklı olduğunu düşünüyordur." "Geyçekten mi?" "Evet." "Anne ben Meyve ablayı çok sevdim. Evimize geysin, benimle oynasın lüffen."diye annesine döndü hemen. "Meyve abla" demesi de ayrı bir komikti. "Ne dersin ablası, gelir misin?" "Hiç zahmet vermemek en iyisi abla." "Senin bu mütevazılıklerin beni öldürecek Merve."deyince gülmeme engel olamamıştım. Eğlenceli ve bol sohbetli bir yolculuğun ardından Firuze abla bizi deniz manzaralı bir yere götürmüştü. Masa hazırlanana kadar Firuze ablayla birbirimizi daha iyi tanımak adına bayağı sohbet etmiştik. Önce ben anlattım, üzüldü. Sonra o anlattı, ben üzüldüm. Özellikle kocasını bu kadar severken aldatılmasına çok üzülmüştüm. Firuze abla hem çok güzel hem de çok nazik bir bayandı. Kocası hangi akla hizmet onu aldatmıştı? Anlayamıyordum! Ayrıca Caner'i kaçıran adamların kocasının belalısı olduğunu öğrendiğimde daha çok hayret etmiştim. Allah göndermişti beni oraya yoksa olacakları düşünmek dahi istemiyordum. "İşte böyle Merve... Ama şimdi mutluyum biliyor musun? Ailem yanımda, sonra senin gibi bir dost edindim." "Estağfurullah abla. Asıl ben çok memnunum senin gibi biriyle tanışık olmaktan." "Ben seni heykezden daha çok sevdim Meyve abla." "Teşekkür ederim Canerciğim. Ben de seni çok sevdim."diye güldüm. Güzel kahvaltımız eşliğinde sohbetimiz hız kesmeden devam ediyordu. "Anneanne!" Hızla birine koşuşan Caner'in arkasından bakınca Zambak hanımı görmüştüm. Anneanne mi demişti o? "Anneciğim hoş geldin?"diye kalkan Firuze ablayla birlikte ben de ayağa kalktım ve ne? Anne mi? Eğer Zambak hanım annesiyse o zaman Çağlayan da kardeşi mi oluyordu? Tefavuğun böylesi işte. Şoktaydım şu an! Caner'i ve Firuze ablayı öpen Zambak Hanım bana dönmüştü. "Anneciğim sana bahsettiğim kurtarıcımız Merve." "Biz zaten tanışıyoruz Firuzeciğim." Tanışıyor muyduk? Ben neden hatırlayamıyordum? Sadece davette görmüştüm onu. Diyaloğum bile olmamıştı. "Öyle mi? Nereden tanışıyorsunuz?" "Verdiğim davette bir çalışanımdı Merve." "Geçen hafta verdiğin hani?" "Aynen öyle kızım." "Tesadüfü görüyor musun? Demek ki gelseymişim orada da görüşecektik Merve." "Kısmet bugünlereymiş abla."diye gülümsedim zoraki. "Kesinlikle tatlım." Zambak hanım gelince de Firuze abla ona da bir şeyler hazırlattırdı. O arada da Firuze abla beni annesine övmekle meşgul olmuştu. Nasıl utandığımı görmüyorlar mıydı? "Sana ne kadar teşekkür etsek azdır Merveciğim. O adamların en ağır cezayı almaları için elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsin."diyen Zambak hanımdan acayip derecede utanıyordum. Bana oldukça sıcak davranıyordu, sanki gerçek kızıymışım gibi ama yüzüne baksam sanki "Bazı şeyleri biliyorum."der gibi bakıyordu ve ben bunun Çağlayan'dan kaynaklandığını düşünüyordum. Zambak hanımla da kahvaltı boyunca çokça sohbet etmiştik. Genelde o sormuş, ben cevaplamıştım. Sohbet sırasında Çağlayan'dan bahsedecek diye ödüm kopmuştu ama çok şükür ki korktuğum başıma gelmemişti. Anne, kız ve torun... Sanki gerçek ailemmiş gibi o kadar sıcak ve samimiydiler ki hâlâ Çağlayan'ın ailesi olduğuna inanamıyordum. O kadar imkânsız geliyordu ki insana. Çağlayan gibi birini ve bu yüreği güzel insanları bir arada düşünemiyordum. Saat 11 gibi beni eve bıraktıklarında karnım hâlâ ağrıyordu çok yemekten. Zambak hanımla Firuze abla kilom konusunda bayağı azarlamışlardı beni ama ben nedense kilomun gayet yerinde olduğunu düşünüyordum ama bu aralar gerçekten biraz zayıflamıştım. Hem hasta olduğumdan hem de iştahım olmamasından dolayı. Sırf bu yüzden bana demediklerini bırakmamış ve neredeyse kendi elleriyle yedirmişlerdi. Ben ikisini de çok sevmiştim. Allah razı olsun onlardan. Eve girdiğimde kızların temizlik yaptığını fark ettim. Beni görmesinler diye ayak uçlarımda yavaşça koridoru geçtim. Şu an hiç temizlik yapacak halim yoktu. "Hoşgeldin Merveciğim?"diye Gülistan'ın sesini duymamla yavaşça arkama döndüm. Bu temizlik işi peşimi bırakmıyordu bir türlü hem de küçüklüğümden beri. "Hoşbulduk." "Nasıl geçti kahvaltı?" "Güzeldi. Normal bir kahvaltı işte."deyip omuz silkince Gülistan kaşlarını kaldırmıştı. "Az önce nereye gidiyordun?" "Lavabo! Lavaboya gidecektim Gülistan." "Hadi be oradan, yalancı! Bilmez miyim seni! İş yapmamak için kaçıyordun değil mi?" "Vay çakal!"dedi Nisa. "Aşk olsun! Ne zaman işlerden kaçtığımı gördünüz?" "Her zaman!"dedi Nisa'yla birlikte ikisi. "Hadi yürü. Mutfak ellerinden öper!"diye ekledi Nisa. "Af!"deyip yanaklarımı şişirdim. "Bari bırakın da üstümü değiştirip geleyim." "5 dakika!"diye beş parmağını kaldırdı Gülistan. Gerçekten beş dakika sonra mutfakta kollarımı kıvırmış, saçlarımı tepeden topuz yapmış bir vaziyette temizlik yapıyordum. Vicdansız arkadaşlarım bu hasta halimle evin en zor temizlenen yerini vermişlerdi. Mutfağı! Bari banyoyu verselerdi yahu. Akşama kadar temizlik bitmemişti. Gülistan bahar temizliğini yılın her ayında yapıyordu mübarek maşaAllah ve en son da ben bitirmiştim çok yorgun bir şekilde. Dediğim gibi akşam olduğunda hastalığım kendini çok fazla belli ediyordu. O yüzden namazdan sonra yemek yemeden hemen yatmıştım. Ertesi gün de full yatmış, neredeyse hiç yemek yememiştim. Sadece namaz kılmak ve kuran okumak için ayrılmıştım yataktan. Onun dışında yatağımla bir bütün olmuştuk bugün hastalığım yüzünden. Aslında biraz yemek yiyip ilaç alsam hiçbir şeyim kalmazdı ama iştahım yoktu. İlaç falan da almak istemiyordum, kızlar ne kadar başımın etini yese de. Pazartesi sabahına oruçla uyandığımda sesim iyice kısılmış, hırıltılı çıkması dışında neredeyse tüm sesimi kaybetmiştim. Bugün nasıl konuşacağımı bilemiyordum. Evde kızlar bayağı gülmüştü bana, sesimin komik çıkmasından dolayı. Onların başına gelince ben de çok gülecektim, söz vermiştim onlara! Ayrıca kafamda da tuhaf bir ağrı vardı. Başım da dönüyordu. Yüzüm solmuş bir şekilde bir diri kemik gibi görünüyordum. Yani aynadan baktığım kadarıyla böyleydi. Anlaşılan hastalığım bayağı ilerlemişti ve nedense bu hiç de umurumda değildi. Kızlarla okula doğru yola çıktığımızda yine derin düşüncelere dalmıştım. Nedense bugün çok tuhaf hissediyordum. İçimden bir ses sanki kötü bir şey olacak diyordu ama bu düşünceler hep oluyordu. Yani pek kötü bir şey olmazdı. O yüzden çok takmıyordum ama bir yandan da başım hala dönüyordu. Amfiye bu düşüncelerle girip Ayşe'nin yanına, en arkaya geçtim. "Selamün Aleyküm?"diyen Ayşe'ye başımla selam verdim. Anlamayınca deftere yazdım. "Aleyküm selam. Sesim kısılmış, konuşamıyorum Ayşe." Birden Ayşe de gülmeye başladı. Herhalde konuşmaya çalıştığımdandır. "Kızım o ne ses öyle? Mağaradan mı kaçtın?" "Çok komik!"diye aynı kısık ve kaba sesimle konuşmaya başlayınca Ayşe karnından tutup gülmüş, bir önümüzdeki Mert de dayanamayıp onun kahkahasına eşlik etmişti. Öğleden önceki tüm dersler hep moralim bozuk dinlemiştim. Konuşamıyordum ya! Muhammed hoca bir soru sormak için kaldırdığında çıkan sesime bütün sınıfla birlikte ben de gülmüştüm. Gerçekten o kadar komik çıkıyordu ki Muhammed hoca bile gülmüştü. Öğleden sonra son bir dersim kalmıştı. O zamana kadar -mescid hala tamirde olduğu için- caminin bayanlar bölümünde abdest alıp bahçede ağaçlıkların yanındaki kaldırımda oturup hem ezanı hem de kızları bekliyordum. Tabi baş dönmem de ağrısıyla birlikte devam ediyordu. Bugün de hava çok güzeldi. Herkes dışarıdaydı. Ezana daha 20 dakika vardı. Kızlar hâlâ dersten çıkamamıştı. Muhtemelen hocalar dersi uzatmıştır. Bu okulun tüm hocalarını severdim ama bazıları gerçekten çok sinir bozucuydu. Özellikle bazı ateist felsefeciler var. Bizi bir kaşık suda boğmak istiyorlardı, sırf inancımızdan dolayı. Bazı insanların neden İslam gibi harika bir dine düşmanlık ettiğini anlayamıyordum. Aynı inanca sahip olamasak bile hiç değilse birbirimize saygılı davranıp iyi geçinebilirdik. Bu o kadar da zor olmamalıydı ama yine de yapabileceğim tek şey Allah'a havale etmekti. Bunlar bir yana, hemen namaz kılmak istiyordum. Nedenini bilmiyordum ama şu an O'nu özlüyordum. Bu yüzden hüzünlü ve mutlu bir ifade gelip yerleşmişti yüzüme. Bu ifadenin başka bir sebebi de durmayan baş dönmemdi. Zaten kızlarda geliyordu karşıdan ama neden bu kadar endişeli ve gergin görünüyorlardı. "Merve yürü eve gidiyoruz!"diye kolumdan tutup kaldırdı Gülistan. "Neden, ne oldu?"dedim ama tırtıklı sesime bile gülmemişlerdi. Demek ki ciddi bir şey vardı. "Soru sorma şimdi. Hadi gidelim."diye bu sefer de Nisa yürütmeye ısrar ediyordu. "Hadi Merve, acele et. Gidelim bir an önce!"diye Beren de konuşunca hem benimle eskisi gibi konuşmasına şaşırmış hem de panikli sesinden dolayı daha çok endişelenmiştim. "Ne oluyor yahu! Neden hiçbir şey söylemiyorsunuz, ne diye eve gidecekmişim?" "Merve hadi, kaybedecek bir dakikamız bile yok!"dedi Beren yalvarırcasına. Dayanamayıp kolumu kızlardan kurtardım ve karşılarına dikildim. "Bana ne olduğunu anlatana kadar gelmiyorum hiçbir yere!"deyince Gülistan ellerimden tutup gözlerime baktı. "Bak Merve, biz Çağlayan'a seninle uğraşıyor diye bir oyun oynamak istedik ama hiçbir şey istediğimiz gibi olmadı ve her şey ters gitti. İşin kötüsü Çağlayan bu oyunu senin oynadığını sanıyor. Şu an çok sinirli. Sana bir şey yapmasından korkuyoruz. Hadi hemen eve gidelim!" "Ne oyunuymuş bu?" Konuşmaktan sesim ve ellerim titriyordu. Başım hâlâ dönüyor, ara sıra da gözlerim kararıyordu. "Merve şimdi konuşmanın sırası değil. Ne olur, bizimle gel!"dedi Beren. En çok da o pişman görünüyordu nedense? "Kızlar? Yeliz!"diyen Nisa'nın sesiyle arkama döndüm. Yeliz bana ağzının kıyısıyla gülümseyerek bakıyordu küçümseyici bir şekilde. "Yeliz! Onun hiçbir şeyden haberi yok!"diye uyardı Beren. Yeliz'in bakışıyla yandaşçıları bizim kızları uzaklaştırmaya başladı benden ama onlar direniyor ve bağırmaya devam ediyordu. "O hiçbir şey yapmadı. Rahat bırakın onu!"diye bağıran Gülistan ve kızları hâlâ zaptetmeye çalışıyorlardı. Yeliz'in bakışları ileri kayınca arkama dönmem ve Çağlayan'ı görmem bir oldu. Bir buz gibi hareketsiz duruyor ve etrafa soğuk rüzgârlar estiren Çağlayan'ın hemen arkasından bir sürü insan kalabalığı ilişti gözüme. Bu sefer eğlence seyreder gibi bakmıyorlardı. Sanki yüzlerinde acıma vardı. Bizim kızlar ise kalabalığın arkasında zaptediliyordu. Hamza ve arkadaşları da gelmişti gördüğüm kadarıyla. Sanırım şu an tüm okul buradaydı ama Yağız ve diğer arkadaşları bizim kızların buraya gelmelerini engelledikleri gibi Hamzaları da engelliyorlardı. Yine Yeliz'in bakışıyla yandaşçılarının Gülistanları kolundan tutup zorla bir yere götürmeye çalıştıklarını gördüm. Yeliz arkamdan yaklaşıp kollarımı tuttu. Daha bunun şaşkınlığını yaşayamadan dönen başımla ve kararan gözümle birlikte Çağlayan, yüzüme en sağlamından mı diyeyim en okkalılısından mı diyeyim sert bir tokat atınca yüzüm sağ omzuma düştü ve anında dudağım patladı. Öyle ağır vurmuştu ki bir an bilincimin kaybolduğunu hissettim. Sol alt dudağımdan çeneme sıcak bir sıvı ağır ağır akmaya başlamıştı bile. O anda da cebimdeki telefondan sabahtan beri beklediğim ezan nihayet okunmuştu. "Allah-u Ekber! Allah-u Ekber!" Daha namaz kalacaktım ben... Yeliz bu sefer de ayağıyla arkadan dizlerime vurmuş ve Çağlayan'ın önünde yerde diz çökmemi sağlamıştı. "Bırakın lan kızı! Hiç mi Allah'tan korkmuyorsunuz zalimler! Sadece mazluma mı gücünüz yetiyor?"diye bağıran Hamza'nın sesine yüzünü buruşturan Çağlayan hemen Yağız'a dönmüştü. "Sustur lan şunu!"demesi üzerine Yağız belinden silahını çıkarıp Hamza'nın ensesine indirmiş ve Hamza'nın arkadaşlarını da dövmeye başlamışlardı. Kızların yokluğuyla birlikte Hamza da bırakıp gitmişti beni. "Eşhedü en lâ ilâhe illallah! Eşhedü en lâ ilâhe illallâh!" Allah'ım ya Rabb'im! Ne oluyor? Hâlâ hiçbir şey anlamış değildim. Bilincim bir gelip bir gidiyordu. Çağlayan etrafı kontrol altına almanın rahatlığıyla önümde, bacaklarının üstüne çevik bir şekilde çökmüş ve boğazımla çenemin birleştiği yere elini yerleştirip başımı yüz hizasına kaldırınca ilk defa göz göze gelmiştik. Allah'ım! Ne kadar da güzel bir yüzü varmış yakından bakınca. Çocuğun yüzündeki her şey öylesine biçimliydi ki... Siyah dalgalı saçları, biçimli kaşları, biçimli dudakları ve o zümrüt yeşili gözler... Yeşilin en koyu tonunda olan gözleri öylesine derin derin bakıyordu ki gözlerime. Sanki bir şey arıyordu, sanki ufak bir ışıltı bekliyordu. Şu an yüzlerimiz arasında santimler dahi yoktu ama bu ayrıntıyı göremeyecek kadar kapalıydı bilincim. Haram olduğunu bile bile her zaman yaptığımın aksine şimdi ayıramıyordum gözlerimi ondan. O gözlerini sakınan kız kaybolmuştu. İçimde bir yerlerde uyuyor olmalıydı. Bilincim yerinde değildi ve ben şu an ne yapıp yapmadığımın, ne algılayıp algılayamadığımın farkında olmayacak kadar uyumak istiyordum. Yeliz bir bıraksa kollarımı, anında yeri boylayacak kadar taşıyamıyordu artık beni bedenim. "Senin aslında böyle bir kız olduğunu biliyordum. Bir ara masum olduğunu bana bile inandırmıştın ama aşağılık bir *** olduğunu bir kez daha göstermiş oldun."dedi Çağlayan yüzüme doğru fısıldayarak. "Sen nasıl benim ablama böyle *** 'i yaparsın? Bu cesareti *** 'den mi aldın!"diye bağırıp başörtümün iki yakasını birleştiren toplu iğnenin üstüne bilerek orta parmağını bastırınca iğnenin ucu boynumdaki deriye battı. Canım ne kadar yansa da sesim çıkmadı. Şu an hiçbir şeye tepki veremeyecek kadar uçmuştu aklım. Allah'ım! Sadece uyumak istiyorum. "Hayye ale's-salâh! Hayye ale's-salâh!"diye okumaya devam eden ezana dayanamamıştı Çağlayan. "Eeeh! Yeter be!"deyip telefonu cebimden çıkardı ve birkaç adım uzağımıza fırlattı bu kalbi mühürlü insan müsveddesi ama buna rağmen ezan hâlâ okunmaya devam ediyordu. "Hayye ale'l-felâh!" "Sen bugün ölümlerden ölüm beğendin çirkin ördek yavrusu! Bundan sonra ölümü arzulayacaksın. Sana *** 'nın ne demek olduğunu göstereceğim hiç merak etme!"dedi ve bu sefer başparmağını patlayan dudağımın üstüne bastırdı acımasızca. Canım o kadar yanmasına rağmen içime gömülen çığlığı çıkaramadım bir türlü. Onun yerine gözlerimi yumdum acı acı. "O gün patlattığın kaşımı hatırladın mı? Senin yüzünden iz olarak kaldı ben de."deyince bakışlarım işaret ettiği kaşına kaydı. Gerçekten de iz kalmıştı ucunda. "Senin de dudağında iz kalmasını sağlayacağım ama ödeşmiş olmayacağız. Daha beter izleri hak ediyorsun sen çünkü!"deyip tekrar dudağıma parmağını bastırınca alt dudağımı acıyla dişlediğimde gözümden bir damla yaş döküldü eline doğru. Çağlayan dikkatlice eline dökülen gözyaşıma baktı bir süre. "Sonunda timsah gözyaşlarını görme ziyafeti yaşattın bana çirkin ördek yavrusu. Ne zamandır bunu görmeyi bekliyordum."dedi alayla sinir arası gülümseyerek. "Dağılın... Dağılın çocuklar!"diye hocaların sesi ulaştı kulağıma ama oldukça uzaktan geliyordu sesler. Çağlayan bir süre daha gözlerimin en derinine baktıktan sonra çenemi sertçe bıraktı ve ayağa kalktı. Onunla birlikte Yeliz de doğrulup kollarımı bırakınca hızla yere, Çağlayan'ın fırlattığı telefonumun tam yanına düşmüştü başım. Bilincim hızla kapanmaya yüz tutarken duyabildiğim son ses ezanın sesi oldu. "Lâ ilâhe illallâh!" -Bölüm sonu- |
0% |