@m.yaprak_epli
|
"Ben size yetmez miyim?" (Kur'an, 39:36) Safa... Bu sözcük aklımdan hiç çıkmıyordu. Hatta sabah namazının bir rekâtında da aklıma gelmiş, neredeyse tüm rekâtı huşusuz geçirmeme sebep olmuştu. Şeytan her an pusudaydı. Dikkatli olmak lazımdı. Zaten işe gidene kadar unutmuştum Safa'yı da, rüyayı da. Çünkü kovulduğumuzu öğrenmiştim. Berkan amca tereddüt etmeden söylemişti. "Ama neden?"diye ısrarla soruyordu Beren. Çünkü Berkan amca bize sadece kovulduğumuzu söylüyordu. Sebebini söylemiyordu nedense. Ayrıca Neriman teyze de ortalıkta yoktu. Bu adam yine ne yaptı acaba? "Eeeh! Kovuldunuz dediysek kovuldunuz! Ne diye kurcalıyorsunuz? Hem işletme sahibi ben değil miyim, size hesap mı vereceğim kardeşim? Basın gidin yahu!" "Biz burada yaklaşık iki yıldır çalışıyoruz Berkan amca. Neden kovulduğumuzu sormak bizim hakkımız!"dedi Nisa çok güzel konuşarak. "Dükkânı kapatacağım oldu mu, içiniz rahat etti mi? Burayı satıp borçlarımı ödeyeceğim. Artık öğrendiniz. Şimdi defolun gidin!" Parada gözü çok olanın borcu da çok olurmuş. Para elinin kiridir derler. Gerçekten hayatımda gördüğüm en büyük kanıttı, Berkan amcanın para tutkusu ve ona getirdiği dünyevi belalar. Zavallı Neriman teyze, kim bilir ne kadar da üzgündür. Bu kafeye yıllarını vermişti. Şimdi her şeyini kocası yüzünden kaybetmişti. Allah ona yettiğince sabır versin ve hayırlısını nasip etsin. Kovulma haberini bir güzel sindirdikten sonra eve gitmiştik. Yapacak başka işimiz yoktu çünkü ama Gülistan boş kalmayalım diye bize bütün gün iş yaptırmıştı. Ütüsünden bulaşığına, çamaşırından süpürmesine kadar tüm evi pırıl pırıl yapmıştık. Hepimizin anası ağlamıştı, tabi olsaydı. İşler bitip de tam dinleneceğiz derken kapı çaldı ve Nisa'nın elbisesi görüş alanıma girdi. Belli ki dünkü çocuk yollamıştı. Daha bunun şaşkınlığını atamamışken Nisa'nın telefonu ötünce hepimiz merakla telefonun başına toplandık. "Umarım beni affetmişsindir Nisa. 😊 Nisa dışında hepimizin yüzüne alaylı birer gülümseme yerleşmişti. "Ne var, ne sırıtıyorsunuz siz?" Bunun üzerine hepimiz kıkırdamaya başladık. Çocuk daha dün sizli bizli konuşurken bugün resmiyeti bırakmış üstüne de "Nisa" diye hitap etmiş ve gülen emoji koymuştu. "Hiç komik değil kızlar. Bak gülmeyin!" Ama bir insana gülme denilmezdi ki özellikle de gülmemeye çalışılırken. Olacağı buydu. Sonunda hepimiz kahkahalara boğulmuştuk. Nisa ise sinirlenmiş, elbisesinin paketini yırtıp atmıştı ama elbisesine kıyamamıştı tabi. Çünkü en sevdiği elbisesiydi o. Nisa ile tatlı atışmamız sonrası yatsı namazını kıldık ve Kur'an-ı Kerim okuyup ölmüşlerimizin ruhuna teslim ettik. Allah onlara cennet ve rahmet kapılarını açsın. Yorgun argın yatağıma yatarken aklıma o rüya geldi. Acaba yine görür müydüm? Görme garantim de yoktu ama açıkçası uyumaya korkuyordum. "Bir şey mi oldu Merve?" Yüzümü Gülistan'a dönüp ne yaptığına baktım. Yatağının üzerinde bağdaş kurmuş, sırt çantasının kopan kolunu dikiyordu ve benden hâlâ bir cevap bekliyordu. Acaba söylese miydim? "Neden onunla uğraşıyorsun ki? Yarın sana yeni bir tane alalım." "Bırak şimdi bunu. Sen soruma cevap ver. Hem daha yepyeni. Sadece kolu koptu. Boşu boşuna para harcamayalım. Hadi şimdi söyle, ne oldu?" Derin bir nefes alıp sırtüstü döndüm. Artık birileriyle paylaşma vakti geldi galiba. "Kaç gündür tuhaf tuhaf rüyalar görüyorum Gülistan. Artık uyumaya korkar oldum." "Ne rüyasıymış bu?" "Annemi gördüm rüyamda. Daha doğrusu sesinden tanıdım. Bana sürekli 'Safa'yı bul' deyip duruyor." "Safa mı?" "Evet, Safa." "Allah Allah! Belki de geleceğine dair bir işarettir bu. Ya da..." "Ya da ne?" "Ya da enişte bey yolda geliyordur."diye sırıtınca yüzümü buruşturdum. "En son böyle düşündüğümüzde başıma neler geldiğini hatırlamıyor musun Gülistan?" Lise yıllarımda temiz sandığım bir çocuğu çok temizce sevmiştim. Bizim kızlardan başka kimse bilmezdi bunu ama bir gün çocuğun kıskanç bir platoniği konuşmalarımızı duymuş ve hemen çocuğa yetiştirmişti. Çocuk bunları öğrenir öğrenmez beni bütün okula rezil etmişti. "Senin gibi çirkin bir kıza bakacağımı mı zannettin? Bu dünyada tek kız da kalsan ne ben ne de bir başkası sana bakmaz, hatta senin yüzünden tüm erkekler eş cinsel olurdu! " Gözlerine bile bakmaya korktuğum çocuk bunları söyleyince ağlamadım bile. Sadece sustum. Sustum ve Rabb'ime bıraktım. Biliyordum ki O'na bırakırsam O benden daha şiddetli intikam alırdı. Hayatta öyle şeyler görmüş, öyle şeyler yaşamıştım ki canımın acısı bile beni sadece Allah'a yaklaştırıyordu. Hem müteşekkirdim ona. Kendini bana çok güzel tanıttırdığı için. Allah bana göstermişti nasıl birini sevdiğimi. O çocuğa minnettardım bir nevi. Beni Allah'a daha da bağladığı için. Her şerde bir hayır varmış gerçekten. "Bak Merve, Allah tüm insanları farklı farklı yaratmıştır. Tüm kadınların aynı olamayacağı gibi tüm erkekler de aynı değildir." "Bu zamanda herkesin derdi dış güzellik olmuş Gülistan. Kimse kalbin güzelliğine bakmıyor. O yüzden sevmekten yana umudumu keseli uzun zaman oldu. Hem ben böyle gayet mutluyum. Allah bana yeter de artar." "Ama Allah'tan umudunu kesmedin değil mi?" "Tabi ki de hayır ama..." "Öyleyse her şeyin Allah'ın bir 'kûn fe yekûn' emrine bağlı olduğunu unutma! O isterse sana iyilik de gelebilir kötülük de. Kesin konuşma derim. O rüya senin geleceğin de olabilir kaderin de..." Yine çok güzel konuşmuştu. Çoktandır uyumasına rağmen ben gözümü bile kırpmamış, dedikleriyle tefekkür ediyordum. Haklıydı hem de çok haklıydı. Allah'tan yalnızca kâfirler umudunu keserdi, biz değil ama ben gerçekten sevilmemekten dolayı memnundum. Allah beni seviyordu ya, bana yeterdi. Böyle düşüne düşüne daldığım uykudan yine o rüya ve sabah ezanıyla kalkmıştım. "Safa'yı bul Merve..." Af Allah'ım! Sabır Allah'ım! Yine aynı rüyayı görmüştüm. Bu rüyanın ne özelliği olabilirdi? Bir işaret miydi acaba? "Uyandın mı? Ben de tam seni uyandırmaya geliyordum."dedi Gülistan yüzü ıslak ıslak. Belli ki abdest alıp gelmişti. "Banyo boş mu?" "Hı hı, boş. Sen gidip abdest al, ben de Nisa ve Beren'i uyandırayım." "Tamam." "İyi misin Merve?" "İyiyim. Niye sordun?" "Peki o zaman dün gece ne mırıldanıyordun sen öyle?" "Ben mi, nasıl yani?" "Dün gece rüyanda konuşuyordun. Sadece 'hayır' kelimesini anlayabildim. Yoksa yine aynı rüyayı mı gördün?" Demek uykudayken konuşmuştum ha? Rüyayı gördüğümü hatırlıyorum ama ne mırıldandığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Cevap vermek yerine başımı salladım. Bunun üzerine Gülistan derin düşüncelere dalmıştı. Sabah namazımızı huşu ile eda ettikten sonra kızlarla etrafı biraz toparlamış ve hazırlanıp okul için bir dolmuşa binmiştik ki okul bize biraz uzaktı. Güzel bir havada yürünmeyecek kadar mesafesi yoktu ama bugün yağmur yağacak gibiydi. İnşaAllah da yağardı. Yağmurun yere inen o sesini duymak tarifi edilmez bir huzur yaşatıyordu insana. Dolmuştan iner inmez tuhaf bir heyecan sarmıştı beni. İzmir üniversitesi gösterişli heybetiyle ezecek gibiydi bizleri. O kadar büyük ve güzeldi ki sanki bir saraya girmişim gibi hissediyordum. Öğrenci işleri binasına girip sırada beklemeye başladık. Bayağı yeni öğrenci vardı ve hepsi de bir an önce kayıt yapıp kurtulma derdindelerdi. Bizim de onlardan çok bir farkımız yoktu pekâlâ. O sıralarda bizim eski mezunlardan Sedef ablayla karşılaştık. Bize kaydımızı yaptırmada ve üniversiteyi gezme konusunda bayağı yardımcı oldu. Allah ondan razı olsun. Sedef abla da tesettürlüydü ama bizim aksimize daha renkliydi. Tıpta 2. senesiymiş. O kadar neşeli ve sosyal bir kızdı ki her lafından birinde gülüyorduk. Önce kayıtları bitirmiş, sonra da bize tüm üniversiteyi gezdirmişti. Kampüsünden amfisine, kütüphanesinden lavabosuna kadar her şeyi anlatmış nerede, ne yapacağımız konusunda bize çok yardımı dokunmuştu, sağ olsun. Haliyle bayağı da yorulmuştuk. Sedef abla bize çay ikram etmek istedi ancak oruçlu olduğumuz için teklifini kibarca reddettik. Vedalaşır vedalaşmaz dinlenmek için bahçede koca bir ağacın gölgesinde oturup sohbet etmeye başladık. Kızların aksine ben sürekli etrafımı inceliyordum. Üniversitemiz koca bir bahçeden oluşuyordu. Tam ortasında iki katlı geniş bir bina vardı. Bu bina öğrencilerin vazgeçilmez kaçamak yeri kantindi. Kantinin etrafını da farklı farklı kampüs binaları çevreliyordu. Her binanın giriş kapısı olduğu gibi birbirine bağlı olduklarından bir kampüsten diğerine kolayca geçiş yapılabiliyordu. Ve gerçekten dedikleri doğruymuş. Üniversite her türden insanı görebileceğimiz bir ortamdı. O kadar çok gereğinden fazla açık bayan ve sarmaş dolaş çiftler görmüş, değişik değişik insanlarla karşılaşmıştım ki ağzım açık kalıyor ve onlar adına utanıyordum. Allah ıslah etsin. Tabi bizim gibi tesettürlü giyinen, giyinmeyen bacılarımı da fark etmiyor değildim. Bu insana biraz daha güven veriyordu. Aslında burada her türlü insanın bulunması bizim için bir avantajdı. O yüzden farklı bölümler seçmiştik ya. Ben fen fakültesinden matematik bölümünü, Gülistan İlahiyat fakültesini, Nisa hemşireliği ve Beren de Diş hekimliğini okuyacaktı. Sırf İslam'ın hızla yayılması için. Müslümanız diyen ama uygulamaya geçmeyen veya hiç bilmeyen kardeşlerimizin umudu, umduğu olacaktık İnşaAllah. Biz yeryüzünde halife kılınmıştık ve ne kadar insana tebliğ yapabilirsek bu dünyanın aldatıcı şeylerinden onları o kadar uzak tutar ve Rabb'imizin rızasını kazanırdık. Yüce Allah (C.C.) Al-i İmran suresinin 104. ayetinde buyuruyor ki: "Hem sizden meydana gelmiş, önde giden, hayra davet eden, iyiliği ve güzelliği emredip kötülüğü ve çirkinliği yasaklayan bir topluluk olsun. İşte onlar kurtuluşa erecek olanlardır." Şimdilik dört kişi olabilirdik ama zamanın bize tanıdığı tecrübe ve çabayla gerçek bir topluluğa dönüşebilirdik. İslami bir topluluğa... Bir müslümanın görevi diğer insanları hayra davet etmekti. Biz üniversiteye bu amaçla geldik ve davamızda ısrarcıydık. Nefret ettirmeyecek, sevdirecektik. Din, dil, ırk ayrımını bıraktıracak "Biz hepimiz kardeşiz" anlayışını getirecektik. Bütün bu düşüncelerimden sıyrıldığımı fark edip yan profilime giren genç adamı inceledim. Arkası dönük bir biçimde ciddi bir telefon görüşmesi yapıyor gibi görünüyordu. İleride de kontrolsüz bir şekilde kullanılan araba tam da çocuğun üzerine geliyordu. Kısa bir süre şok içinde bu sahneyi izledim. Sonra kendime gelip yerimden fırladım. Arabanın çocuğa çarpmasına ramak kala onu sırtından sertçe ittirdim. Sonuçta araba bir ağaca çarparken çocuk sertçe kuru toprağa serilmiş, telefonu kırılmış ve ben de gerisindeki çimenliğe düşmüştüm. Hemen ayağa kalkıp çocuğa baktım. Sessizce "İyi misiniz kardeşim?"diye sordum. Göz ucuyla baksam da çocuğun öldürücü bakışlarını görebiliyordum. "Beni sen mi ittirdin?" Yine sessizce başımı salladım. " *** git lan! Ben nereden senin kardeşim oluyorum?"diye bağırıp küfretti. Kulaklarıma inanamıyorum. Küfretmişti! " *** koyduğum sen beni nasıl itersin! Kendini kahraman mı zannediyorsun da o pis ellerinle bana dokunabiliyorsun ha?" Bu söylediklerini şok içinde dinlerken çoğu kişi etrafımıza toplanmıştı. Hem kaza hem de tartışma yüzünden. Tabi arkadaşları da arkasındaki yerini almıştı hemen. Ayrıca neden bu kadar kızmıştı ki? Teşekkür edip konu kapanır sanmıştım. Konuyu bu kadar uzatmasını anlayamamıştım. Bizim kızlar arkamdan "Merve hadi gidelim."deyince arkama dönmüştüm ki çocuk yeniden bağırmaya başladı. "Nereye gidiyorsun çirkin ördek yavrusu! Biliyor musun hayatımda senin kadar çirkin bir kız görmedim. Sahi kız mısın sen?"deyince herkes güldü. Dejavu yaşıyordum sanki. Birkaç yıl önce aynı sahneyi yaşıyor gibiydim. Tek fark bu çocuğu tanımamamdı. Onun dışında her şey aynıydı. "Nerelisin sen? Suudi Arabistan'dan mı geldin? Annenle baban birbirinden çok mu nefret ediyorlardı da bu karasın? Kara meyve oldun tabi değil mi? Siyah tenli güzel kızlar bile var ama sen şu kafandaki bez parçasıyla resmen çirkin ninelere benzemişsin kızım!" "Abi Rihanna, Beyonce bunu erkek sanır valla!"dedi başka biri çirkin bir kahkaha atarak. "Cinsiyetsiz oğlum bu, baksana? Yaratıklara benziyor." Nasıl bu şekilde konuşabilirdi? Nasıl bu kadar yargılayıp kırardı? Bir insan nasıl kardeşinin fiziksel özellikleriyle böyle dalga geçerdi? Sırf onu kurtardığım için miydi bu hakaretler? Yazık! Gerçekten çok yazık... Her sözüne apayrı gülen insanlara karşı ben susuyor, bakışlarımı yerden ayırmıyordum. Böyle düşünen insanlara nasıl cevap verilir, hiç bilmiyordum. "Bir de 'İyi misin kardeşim' diyor! Ulan nereden kardeşim oluyorsun sen benim, aynı anne babadan mı doğduk? Allah'tan senin gibi bir kardeşim yok. Valla doğar doğmaz çöpe atardım seni!" Kalabalık yine kahkahaya boğulmuştu. Buna rağmen ben tebessüm etmiştim kullandığı 'Allah' ve 'Valla' kelimelerine karşın. Allah benimle beraberdi. Allah beni yalnız bırakacak değil, unutacak hiç değildi. Kızlar da benim gibi susuyordu. Onlar da benim gibi şaşkına uğramıştı ama Gülistan'ın sinirlenerek öne atıldığını görünce kolumla durdurdum onu. Bana öfkeli bakışları üzerine kafamı iki yana salladım. En iyi cevap sessizlikti. Bilmiyordu. Bilmiyorlardı. Zamanında biz de bilmiyorduk. Şimdi önemli olan onun gibi karşılık vermek olamazdı. Ona öğretmeliydik. Sessizliğimiz o ve onun gibiler için ilk araştırma adımı olmalıydı. Gülistan'dan tekrar "Hadi gidelim" lafı çıkınca kalabalıktan çıkmaya yeltendim ama o çocuk çantamın askısını tutunca olduğum yerde kalakaldım. Tek çekişte sırt çantamın içindekileri yere boca ederken tek düşündüğüm içindeki Kur'an-ı Kerim mealiydi. İnşaAllah ona kaba davranmazdı. Yoksa burada kan çıkardı. Ben çıkarırdım! Bana istediklerini söyleyebilirlerdi ama konu Allah olunca gerçekten gözümün perdeleri iniyor ve kendimi kaybediyordum. "Aaa çok pardon! Bilerek oldu KARDEŞİMMM!"diye taklidimi yapmış, kalabalık yine kahkahaya boğulmuştu. Sözlerine yalnız kendisi gülmüyordu nedense. Çok şükür ki korktuğum başıma gelmemişti. Çantamı yere atar atmaz eşyalarımı toparlamaya çalışıyordum ki ayağını çantamın üzerine koydu ve dizinin üzerinde hafifçe eğildi. "Kırdığın telefonum ve patlattığın bu kaşım için çok büyük bir bedel ödemek zorunda kalacaksın çirkin ördek yavrusu!"diye parmağıyla sol kaşını gösterdi. Kaşını mı patlatmıştım? "Bir problem mi var?" Çocuk bana hâlâ saydırırken fırsattan istifade çantamı toparlayıp sırtıma aldım ve göz ucuyla az önce arkamdan gelen sesin sahibine baktım. Böyle bir ortamda gözleri yerde ve mesafeli duran, özellikle erkek olan bir kardeşimi görmeyi beklemiyordum. Dedim ya Allah benimle, bizimle beraberdi. Tam ağzımı açıp cevap veriyordum ki Gülistan benden önce davranmıştı. "Hayır yok! Allah razı olsun!" Yalnız bu cümleyi o kadar sert söylemişti ki şaşırmıştım. Hocaların geldiğini gören birkaç grup dağıldı. Çocuğun dalgınlığından faydalanıp küçük not defterimi çıkardım ve hızlıca bir şeyler karaladım. "Bakın kardeşim. Canınızı sıktım ise özür dilerim. Amacım sadece size yardım etmekti. İnşaAllah beni affedersiniz." Kağıdı yırtıp çocuğun önüne bıraktım ve kızlarla hemen oradan uzaklaştık. Son duyduğum sesler ise sadece çocuğun bana olan tehditleriydi. "Bu iş burada bitmedi çirkin ördek yavrusu! Tekrar görüşeceğiz seninle..." -Bölüm sonu- |
0% |