Yeni Üyelik
3.
Bölüm

~3. BÖLÜM~

@m.yaprak_epli

Varsın olmasın hayatta her istediğimiz. Biz olana elhamdülillah, olmayana da eyvAllah demesini biliriz.
(Mevlana)

Okuldan çıkıp yolda yürürken aklımda o olay ve o çocuğun sözleri vardı. Kızlara belli etmesem de çok kırılmıştım.

O çocuğun neden bu kadar sinirlendiğini ve acımasız sözlerde bulunmasına bir anlam verememiştim. Teşekkür etmese de olurdu ama bu kadar kırmak zorunda mıydı?

Elimde bir el hissedince kafamı kaldırdım. Gülistan bana şefkatle gülümsüyordu.

"Allah bizimle beraber, biliyorsun değil mi Merve?"

"Biliyorum Gülistan."

Dedikodu olmasın diye hiç kimse o çocuk hakkında konuşmuyordu, biliyordum. Oysa hepsi şu an öfke doluydu. Çünkü farkındayız ki eğer öfke anında irademizi kaybedersek sonu gelmeyecek ve biz şeytanın ağına yakalanacaktık. O yüzden susmuştum. Sustum çünkü en uygunu buydu. Biz üniversiteye bu amaçla gelmedik. İnsanlar bilmiyordu ve biz onlar gibi karşılık veremezdik. Bu amaçtan tamamen sapmak oluyordu.

Kızlar eve giden yola yönelince "Siz gidin kızlar. Ben biraz dolaşıp geleceğim tamam mı?"deyince anlayışla karşıladılar ama Gülistan bana endişeli endişeli bakınca bir şey söylemek istediğini anladım.

"Ben de geleyim mi Merve?"

"Gerek yok Gülistan. Sen kızlarla git. Hem bak çok sinirliler. Onlarla kalman daha iyi olur."

"Peki, öyle olsun. Çok oyalanma. Çabuk dön. Allah'a emanet ol."

"Siz de."

Vedalaştıktan sonra ters yöne doğru ilerledim. Öğle namazına daha bir buçuk saat vardı. Yarım saat boyunca yürüdüm de yürüdüm. Yürümek bana iyi geliyordu ve sonunda gitmek istediğim yere vardım. Mezarlığa!

O kadar dolmuştum ki bir ağacın gölgesine oturur oturmaz döküldü gözyaşlarım yanaklarımdan.

Bir süre kalbim acıya acıya ağladım. Ne bir düşünce içine girdim ne de konuşmaya çalıştım. Doğrusu isyan etmekten korkuyordum. Sonunda ağlamaktan yorulduğumu hissedince derin derin baktım mezarlığa. Sonra aklıma çok ünlü ve güzel bir söz geldi, döküldü dudaklarımdan.

"Hak etmediğin bir muamele gördüğünde unutma; o kişi senin değerini anlamadan ölmez. Çünkü El-Hakem'dir Allah..."

Bir gün hepimizin geleceği yerdi burası. Ölümlü bir dünya için birbirimizi kırmaya değer mi, anlamıyorum. Sonuçta oraya sadece biz ve amellerimiz girecekti. Dünyanın malı-mülküyle, evlatlarla övünmek! Bunların hiçbiri fayda etmeyecekti şu toprağın altına girdikten sonra. Hepimiz sonsuza kadar yaşayacakmış gibi davranıyorduk. Bir dakika sonra ölmeyeceğimizi kim garanti verebilirdi ki?

İnsan buraya gelince gerçekten hem rahatlıyor hem de daha çok tefekkür edebilme imkanına sahip oluyordu.

Ne demiş Efendimiz (SAV):
"Lezzetleri yok eden ölümü çokça anın."

Çantamdaki Kur'an-ı Kerim mealini alıp beni rahatlatacak bir ayet aradım ve Al-i İmran suresinin 185. ayetini buldum.

"Her nefis ölümü tadacaktır. Sevaplarınız tamamen ancak kıyamet günü ödenecektir. O zaman kim ateşten uzaklaştırılır da cennete konulursa, işte muradına eden odur. Yoksa dünya hayatı, aldatıcı bir geçimlilikten başka bir şey değildir."

Bir süre tefekkür edip durdum ve telefonumun ezan sesiyle dünyaya döndüm. Öğle vakti girmişti. Rasulullah (SAV) başka bir hadislerinde şöyle buyuruyor:

"Ezanı duyduğunuzda müezzinin söylediğinin aynısını söyleyin."

Ben de o şekil yapıp ezan duasını okudum ve üstüne şahsi duamı da ekledim. Çünkü ezandan sonra yapılan dualar kabul olunurdu. Ayağa kalkıp üzerimi silkeledikten sonra yakınlardaki bir camiye gittim ve kadınlar bölümüne geçtim. Camide namaz kılmak ayrı bir keyifti. Özellikle tefekkür edilecek bir yerse tadından yenmiyordu. Hele secde var ya, oraya aşkla dokunan alnım hiç kalkmak dahi istemiyordu.

Namazımı büyük bir huşuyla eda ettikten sonra eve gittim ve gittiğim gibi ikindi ezanı okunmuştu. Yol uzamıştı birazcık. Kızlar bir şey sormasalar da iyi olduğumu gördükleri zaman beraber mescide gidip namaz kılmıştık.

Biz namaz kılarken sabah tahmin ettiğim gibi yağmur yağıyordu ve gerçekten mezarlıkta yaptığım tefekkür çok iyi gelmişti. Bu yağmurun sesi ve toprağa bıraktığı kokusu da başka bir mest etmişti beni.

Bugün oruçlu olduğumuz için namazdan sonra neşeyle sanki hiçbir şey olmamış ve yaşanmamış gibi yemek hazırladık ve evimizi bir güzel toparladık.

Güzel geçen bir iftarın ardından salonda sohbete dalmıştık. Konu şu Yağız Karan idi.

"Onu gördüğüne emin misin Nisa?"dedi Beren.

"Evet. Merve'ye sataşan çocuğun hemen yanındaydı ve..."

"Ne?"diye sordu Gülistan.

"Ve beni görünce göz kırptı."diye utancından yavaş yavaş sesi kısılınca hepimiz kıkırdamaya başladık.

"Vay be, tefavuğa bak? Çocuk resmen sana yürüyor Nisa."diye kahkahaya boğuldu Beren.

Nisa'nın yüzü allak bullak olurken hepimiz gülmekten dört köşe olmuştuk ve buna dayanamayan Nisa sırayla bizi yastık dayağından geçirmişti.

Kaçmaktan benim saçım kapı koluna takılırken Gülistan'ın ayağı halıya takılmış ve Beren'in de eşofmanı yırtılmıştı. Ee Nisa'nın eli ağır olunca yaşamımızda böyle tuhaf anlar olabiliyordu.

Günün sonunda kendimi tekrar yumuşak yatağımda bulduğumda düşünmeden edemedim. Acaba o çocuk tekrar bana karışır mıydı? Yine kalbimi kırmazdı inşaAllah. Hem belki söylediklerine pişman olmuştur. Belki de en kısa zamanda gelip benden özür dileyecekti.

Kendi kendimi avuturken uykuya dalmışım. Yine uzaktan uzağa sesler duyuyordum. Rüya olmadığından emindim ama o halde bu sesler nereden geliyordu?

"Merve hadi kalk artık! Ruhunu mu teslim ettin anlamadım ki?"

Gülistan değil miydi bu? Gözlerimi açmaya zorladım ama bir türlü çıkamıyordum şu uyku âleminden. Sanki göz kapaklarımın üzerine birer fil oturmuştu. Hepsi Nisa yüzündendi! Bizi o kadar dövmüştü ki gece geç uyumuştuk.

Yüzüme gelen soğuk sıvıyla göz kapaklarım firar etti yerlerinden. Gülistan'ın elindeki sürahiyi görünce öldürücü bakışlar atmaya başladım ona.

"Yedim seni Gülistan!"

En son bunu söylemiştim Gülistan'a, sonrasını hatırlamıyordum. O an uyku sersemliğim tutmuştu. Gülistan şimdi yanımda sabah namazının tesbihatlarını yapıyordu. Acaba intikamımı almış mıydım?

Seccadelerimizi kaldırdıktan sonra beni düşünceli gören Gülistan'ın yüzünde yine endişe vardı.

"Ne oldu? Yoksa yine o rüyayı mı gördün?"

"Hangi rüyayı?"

"Hani şu Safa rüyası varya?"

Bir dakika! Tamamen unutmuşum. Cidden görmemiştim o rüyayı.

"Gülistan ben o rüyayı dün gece hiç görmedim. İnanamıyorum! Demek sonunda bitti. Çok şükür ya Rabb'im."deyip ellerimi yüzüme sürdüm.

"Ne bitti?"diye soran Beren'e tam cevap verecektim ki Gülistan "Boş ver."dedi.

Neden söylememişti ki?

"Böyle rüyalar herkese söylenmez."dedi. Ben de çok üstelemedim.

Sıkı bir kahvaltıdan sonra hava güzel olduğu için okula yürüyerek gittik ancak çok geçmeden geri dönmüştük. Çünkü ilk hafta kayıt, belge vb. işleri olduğundan dolayı ders işlenmiyormuş. Haftaya derslere sıkı bir şekilde başlanacağını söyleyip bizi eve gönderdiler ama tabi isteyen kalabiliyormuş. Kulüp, kütüphane vs. işleri için.

Biz de ondan sonraki günlerde gitmeyip dergâhla meşgul olmuştuk. Hafta sonu çalışmak için iş aramaya da çıkmıştık ama nasibimize pek bir yer çıkmamıştı.

Ve o rüya...

Bitti zannetmiştim ancak pazartesi hariç bütün hafta kabusum olmuştu. Aralıksız o rüyayı görmek ne demekti? Sanki artık bilinçaltıma kazınıp da normal bir şeymiş gibi gün yüzüne çıkıyordu.

Ve korkuyla beklediğim ancak gelmesini istemediğim pazartesi çok da çabuk gelmişti. Otobüste yol alırken aklımda sadece bu düşünceler vardı. Çünkü o çocukla tekrar karşılaşmaktan korkuyordum. Aslında daha düne kadar unutmuş, aklıma bile gelmemişti ama bugün okula gidince kalbime korku dalgaları yayılmaya başlamıştı. Belki de ben abartıyordum. Belki de çocuk beni hatırlamazdı bile. Bu kaygım da nereye götürecek beni sanki? İnşaAllah sağ salim atlatacağım şu günü.

Üniversiteye girdiğimizde hepimiz doğruca kendi bölümlerimize gittik. Fen fakültesinden girip matematik bölümüne gelince amfinin boş olduğunu gördüm. Amfiye göz gezdirip kendime uygun bir yer aradım. Sonunda cam kenarında, en öndeki yere oturdum.

Kitap okumaya başladıktan bir beş dakika sonra amfi hızla dolmaya başladı.

"Selamün Aleyküm?"

Kafamı kaldırdığımda peçeli bir kızın bana baktığını gördüm.

"Ve aleyküm selam."

"Yanınız boş mu, oturabilir miyim?"

"Tabi, oturun. Boş burası."

"Allah razı olsun."

"Cümlemizden."

Hoca gelene kadar peçeli kızla bayağı sohbet ettik. İsmi Ayşe'ymiş ve Malatya'lıymış. Burada da yurtta kalıyormuş.

"Ooo çirkin ördek yavrusu da buradaymış gençler!"

Göz ucuyla baktığımda yine o çocuğun olduğunu gördüm. İnşaAllah hoca bir an önce gelirdi. Tekrar bir husumet çıkmasını istemiyordum.

Ortadaki sıradan bir kızın yanı başındaydı. Oradan bile herkesin duyabileceği bir şekilde bağırıyordu.

"Yahu sen sayısalcı mıydın? Desene Elifçiğim bundan sonra seni daha sık ziyaret edeceğim. Bu eğlence kaçar mı?"

"Bence de Çağlayancığım."diye yapmacık güldü kız.

"Arkadaşlar neden sınıflarınıza hamam böceklerini alıyorsunuz anlamıyorum. Ben olsam onları parçalara bölene kadar ezerdim!"dedi 'ezerdim' kelimesinin üstüne basarak.

Ayşe'nin kasılmasından anladığım kadarıyla sinirlenmişti. Bir şey söyleyeceği sırada kolunu tutup kulağına bir şeyler fısıldadım.

"Yunus Emre'nin sözlerini hatırla. 'Edebim el vermez edepsizlik edene, susmak en güzel cevaptır edebi elden gidene'."

Başını sallayınca devam ettim.

"Hem bizim yerimize kat kat cevap veriyordur melekler. Eğer biz de cevap verirsek melekler kaybolur, bu sefer şeytan ortaya çıkar ve iki tarafı da iyice kışkırtır. O zaman ne farkımız kalır onlardan."

"Çok güzel konuştun Merve. Kendini böyle kontrol etmene bayıldım. Ben olsam hemen cevap verirdim. Çok şükür ki yanımda sen vardın."

"Ne konuşuyorsunuz fısır fısır? Hadi bize de söyleyin de bakalım hamam böcekleri hangi dili konuşabiliyormuş?"dedi adının Çağlayan olduğunu öğrendiğim çocuk.

Öğretmen masasının üzerine oturmuş bize iğrenerek bakıyordu. Yine kendi dediğine gülmemiş ama tüm sınıfı kahkahaya boğmuştu, bazı kişiler hariç.

Hoca gelince herkes susup kendini toparladı, Çağlayan dışında. Bana bakıyor ve öldürücü bakışlar atıyordu. Sırf hayatını kurtardığım için mi nefretini kazanmıştım? Anlayamıyorum!

"Bugün derste bize eşlik etmeye mi geldin Çağlayancığım?"dedi hoca.

"Yok hocam. Etrafı hamam böceklerinden temizlemeye gelmiştim!"dedi yine bana kötü kötü bakarak.

"Ne kadar güzel ama unutma ki dünyadaki bütün canlıların bize faydası vardır. En çirkin olanların bile."

"Bunları hamam böceklerine anlatın hocam. Sonuçta bana faydaları yok! O yüzden ben gidiyorum."

"Peki, nasıl istersen. Tekrar bekleriz."diyen hocayı bile takmadı, sıramın önünden geçip ağzı açık kalemliğimi eliyle sıradan itti ve arkasına bakmadan gitti.

Ben kalemlerimi toplarken hoca kendini tanıtıyordu.

"Merhaba Arkadaşlar. Ben matematik hocanız Muhammed Arıcı. Şurada da bir tane var, bak?"

İşaret ettiği yere bakınca tüylü kalemimi gördüm. Bu hocayı sevmiş hatta kanım kaynamıştı.

"40 yaşındayım, evli ve iki çocuk babasıyım. 6 yıldır burada öğretim görevlisiyim. Bir sıkıntınız veya sorununuz olursa hiç çekinmeden bana gelebilirsiniz."

"Evet. Bölüm birincimiz kim?"deyince orta sıralardan bir çocuk elini kaldırdı.

"Benim hocam. Mert Doğan."

"Bölüm ikincimiz?"

Bu seferde ben elimi kaldırdım.

"Merve Aktan hocam."

"Güzel. İkinizin bundan sonra ortak çalışmasını istiyorum."

"Neden hocam?"

Merak ettiğim soruyu sormuştu Mert.

"Alanlarının matematik kapsadığı bir sürü öğrenci var ve herkes matematik yapamıyor, biliyorsunuz. Bu özel kişilere özgü bir yetenektir. Biz de idarece düşündük ve böyle bir karar aldık. Ve siz ikiniz..."dedi ve gözlerini bir süre üzerimizde gezdirdi.

"Siz ikinizin çok yüksek puanlarla geldiğini biliyorum. Bu üniversite özellikle seçti sizi. Aranızda anlaşın ve ne yapacağınıza karar verin. Öğrencileri size yönlendireceğim, onlara matematik konusunda yardımcı olacak, sorularını çözeceksiniz ve onlardan artık siz sorumlu olacaksınız. Tabi birbirinizden de!"

"Peki hocam."diye kabul etmiştik.

Hayırlısıyla bu işi Allah rızası için yapacaktım ama bana yardım edecek sınıf arkadaşımın erkek olması canımı sıkmıştı doğrusu.

Muhammed hocayla eğlenceli geçen iki dersin ardından eve gitmiştim. Bugün dersim erken bitmişti. Kızların daha gelmesine çok olduğu içinde çarşıya çıkıp Gülistan'a yeni bir çanta almıştım. Akşamleyin hediye ettiğimde ise çok mutlu olmuştu. Tabi ben de...

***

Ertesi gün öğlenleyin ders çıkışında kantine gitmiştim. Kızlarla ders saatlerimiz çakışmıyordu. Yani kimimiz erken çıkabilecekken kimimiz geç çıkacaktı. Aynı şekilde sabah farklı saatlerde de okula gidebilirdik. O yüzden bu konuyu konuşacaktık.

Kızlar bana el sallayınca yanlarına gittim. Eşyalarımı masaya bırakıp sandalyeyi çektim. Tam oturacağım sırada birinin sandalyenin ayaklarına vurduğunu ve sandalyenin düştüğünü duydum. Tabi ben de hemen yeri boylamıştım.

Yan tarafıma göz ucuyla baktığımda yine Çağlayan girmişti görüş alanıma. O önden yürüyor arkadaşları da bana gülüyordu. Özellikle yanındaki sarışın kız tüm kantini inletecek şekilde kahkaha atıyordu. Bu durum bana Rabb'imin kelamından bir ayeti hatırlattı. Yüce Allah (C.C.) Lokman suresinin 19. ayetinde buyuruyor ki:

"Yürüyüşünde tabi ol. Sesini alçalt. Çünkü seslerin en çirkini herhalde eşeklerin sesidir!"

Sandalyeme sabır dileyerek oturdum.

"Yeter artık ya! Ne sanıyor bu kendini! Nasıl bir bayana böyle kaba davranabiliyor?"diye hiddetle kalkan Beren'i tekrar yerine oturttum.

"Boş ver Beren. Kendince içini rahatlatmaya çalışıyor ama böyle yaparak beni değil, kendini küçük düşürüyor."

"Vay vay! Kara kızımız neler de bilirmiş böyle?"

Bu az önce kahkahasıyla kantini inleten sarışın kızdı. Arkamda kollarını bağdaş kurarak duruyordu.

"Çağlayan şu çirkin ördeğin sana söylediklerini bir duysan?"diye kantindeki en büyük ve en güzel masa olan yarım ay masasında oturan Çağlayan'a seslendi.

"Ne diyormuş Yelizciğim?"

Çağlayan kalkıp bizim masaya doğru geldi. Tabi geri kalanlar da ayaklanmıştı hemen. Şu an tüm kantinin gözü bizim üzerindeydi.

"Allah'ım ne olur! Bir husumet çıkmasına izin verme."diye içimden dua ederken isminin Yeliz olduğunu öğrendiğim kızın sesi kulaklarımı doldurmuştu ve sesi çok hoş gelmişti. Yalnız bu en son takılacağım nokta olmalıydı herhalde.

"Yok sen yaptıklarınla onu değil de kendini küçük düşürüyormuşsun da, yok böyle için soğurmuş da..."

"Kardeşim söylediklerinde çok haklıydı. Beyefendi haksız yere ona sataşıyordu."diye bu sefer de Nisa konuşmuştu.

Nisa'nın ayağa kalkmasıyla biz de kalkmış ve onlarla aramıza mesafe koymuştuk.

"Senin gibi tatlı bir kıza şu çirkin ördekten kardeşim diye bahsetmek hiç yakışmıyor Nisa."dedi Yağız Karan elleri cebinde.

Çağlayan neden bana öyle dik dik bakıyordu? Hem de gözlerini kırpmadan. Bu bende korku dalgalarının yayılmasına sebep olmuştu.

"Bu sizi hiç ilgilendirmez Yağız Bey. Üstelik bana böyle hitaplar koymanız hiç hoş değil!"

Nisa ile Yağız tartışırken Çağlayan hâlâ bana bakıyordu. Yeliz de ona. Acaba aklında benim ilgili ne gibi kötü planlar kuruyordu? Korkuyordum.

Yılların tecrübesi ile gözlerim yerde olsa da bakmadan bile bir insanın yüz ifadesinin ne anlatmak istediğini anlayabiliyordum.

"Kızlar hadi mescide gidelim."diye fısıldayan Gülistan'a hepimiz onay verdik.

Etrafımıza toplanan kalabalıktan sırayla en son ben çıkmıştım ancak çantamın askısında bir el hissedince geri geri gitmeye başladım.

Çağlayan'dı bu yine.

"Nereye gittiğini sanıyorsun sen ha?
*** çocuğu!"

Yine küfretmişti. Küfürden nefret ediyordum. İnsanı aciz bir yaratığa çevirmekten başka bir işe yaramıyordu.

Çantamın askısından sert ve hızlıca çekince geriye doğru yalpanarak dengemi sağlayabildim.

"Hadi yine desene kendini küçük düşürüyor diye."dedi ve eliyle omzumdan ittirdi.

"Hadi söyle! Nerede az önceki cesur hallerin?"deyip yine itti.

"Ne oldu, dilini mi yuttun? Konuşsana! Söyle bakayım ben nasıl içimi soğutuyormuşum?"

Sürekli itmesinden dolayı sırtım soğuk duvarla buluşmuştu. Böyle kontrolsüz dokunması da ikimizi günaha sokmaktan başka bir işe yaramıyordu. Gözlerim dolmuştu.

"Böyle mi?"dedi ve daha ne olduğunu anlayamadan enseme yapıştı. Ki kendimi savunacak zaman bulamamıştım.

Saçlarım acımasız elleri altında can çekişirken Allah'tan yardım diledim çünkü kimse bu eyleme yanaşmıyordu. Bazıları anladığım kadarıyla ondan korkuyordu, bazıları da bunu eğlence niyetine izliyordu.

Bizim kızlar ise bana sadece ağlamaklı gözlerle bakıyordu. Yeliz'in yandaşçıları tarafından engelleniliyorlardı yanıma gelmekten.

Gülistan'ın yanaklarında ufak yaş kırıntılarını görünce elinden kurtulmak için direndim ancak bu sadece canımı daha fazla yakmıştı. Yani tek çarem Allah'ın yardım etmesiydi.

"Yoksa böyle mi?"

Çağlayan elini kaldırmış, yüzüme indirmeye hazırlanırken başka bir el onun bileğini kavrayınca Çağlayan'la birlikte aynı anda kim olduğuna baktık.

"Bizim dinimizde hanıma el kaldırılmaz kardeşim!"

-Bölüm sonu-

Loading...
0%