@m.yaprak_epli
|
Her gecenin bir gündüzü, "Bizim dinimizde hanıma el kaldırılmaz kardeşim!" Bu çocuk o gün Gülistan'ın azarladığı çocuktu. Hatta "Bir problem mi var?" diye sorduğunu da hatırlıyorum. "Sana ne lan! İstediğimi yaparım. Sen ne cüretle karışırsın!?"deyip aynı anda eşarbımı bırakıp elini çocuktan kurtardı. Tutarken değil de bırakırken fena acımıştı saç diplerim. O yüzden çığlık atmamak için alt dudağımı ısırdım. "Bak kardeşim!" Çocuk Çağlayan'a göre oldukça sakin görünüyordu. Fazla sakin! "Kardeşim deme lan bana! Başlarım kardeşinize de size de!" Onlar tartışırken fırsattan istifade bu kuytu köşeden ayrılırım diye düşünmüştüm ama Çağlayan'ın yolumu kesen koluyla yerimde kalmıştım. Arkasına baktığımda o çocuğun bu sefer Yağız'la tartıştığını gördüm. "Bak sen! Kendini kurnaz mı sanıyorsun sen çirkin ördek yavrusu?" Hızlıca çantamdan not defterimi çıkarıp bir şeyler karaladım ve ona verdim. "Haklısınız kardeşim. Sizin arkanızdan bu şekilde konuşmamalıydım. Lütfen hakkınızı helal edin." "Kes sesini ve benden artık özür dileme seni gerizekâlı! Hiç mi gururun yok senin? İnsan biraz kendini savunur ama bir insanın kendisine saygısı olmadıktan sonra niye savunsun ki?" Bu kadarı da fazlaydı ama! Bunları asıl kendisine söylemesi gerekirdi. Ben bu sözlerin hiçbirini hak etmiyordum. "Bir insana kalbinin güzelliği yüzüne yansır derler ya, sen de o biçimsin. Tek farkın ne biliyor musun? Kalbin o kadar siyah ki bu açıkça yüzünde görülüyor." "Nereden biliyorsunuz benim kötü biri olduğumu? Beni ne kadar tanıyorsunuz ki?"dedim çok sakin ve sessiz bir şekilde. Alayla güldü. "Ben senin gibilerin ciğerini bilirim. Masum görünmeye çalışırsınız ama insanlara en büyük hainliği senin gibiler yapar."dedi çok sert bir şekilde. Ben ne yapmıştım ki ona? Daha tanıyalı iki hafta bile olmamıştı. Bu tavırlarına şaşmamak elde değildi. Acaba fark etmeden bir yanlış anlaşılmaya mı mahal vermiştim? Tam bir şeyler daha söyleyecekti ki lafları ağzında kaldı. Çünkü o sırada Muhammed hocanın tok sesi kulaklarımızı doldurdu. "Çağlayan, Merve ve Hamza. Sizi odamda biraz misafir edebilir miyim arkadaşlar?" Hamza... Demek kurtarıcımın adı Hamza'ydı? Ne kadar da güzel bir isim. Cesurluluğu ve heybetiyle tam da adına yakışır bir genç. Muhammed hocanın odasına ne ara gittiğimizi bilmiyordum. Yol çok mu uzundu acaba? Çağlayan bana o yolu zehir etmişti de! "Evet gençler! Nedir derdiniz?"diye sordu Muhammed hoca. Aynı zamanda idareci olduğunu da yeni öğrenmiştim. Yakışırdı doğrusu. Çağlayan oturmuş, biz ise ayakta bekliyorduk. Niye anlamadım ama kimseden ses çıkmaması üzerine ben konuşayım dedim. "Hocam Çağlayan kardeşim hakkında kötü konuştum. O da hakkını almak istedi ve bu yüzden tartıştık. Hamza kardeşim de bizi öyle görünce yanlış anladı. Kısacası tüm suç benim hocam."diye bitirdikten sonra Çağlayan ve Hamza'nın şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı. "Yalan söylüyor hocam!"diye sesini yükseltti Çağlayan. Sonra da kalkıp karşıma dikildi. "Kendini kahraman zannetmekten vazgeç artık! Ne benim ne de bir başkasının senin fedakarlığına ihtiyacı yok. Bunu o kalın kafana sok çirkin ördek yavrusu!"diye bağırınca korkudan elektrik çarpmışçasına titredim. "Çağlayan bir bayanla konuştuğunun farkında mısın evladım?" "Hocam siz buna bayan mı diyorsunuz?"diye alayla güldü Çağlayan. "Bir bayanla nasıl konuşacağını bile bilmiyorsun ve kendine adam sıfatını mı koyuyorsun?"dedi Hamza sessizliğini bozarak. Benim yüzümden ortam fena gerilmişti ve ben çok kötü hissediyordum. "Maydanoz musun oğlum sen? Ne diye her şeye karışıyorsun?" "Sen de bu kardeşimle uğraşmaktan vazgeç o zaman!" "Sana ne lan! Uğraşırım uğraşmam sana ne! Babanın kızı mı?" "Yüce Allah'ın bize emaneti onlar. Ne demek sana ne! " "Bu kadar kargaşa yeter arkadaşlar. Bekledim ama uzlaşmaya varamıyorsunuz. Şimdilik çıkabilirsiniz. Sakinleştikten sonra hepinizle ayrı ayrı konuşacağım."dedi Muhammed hoca. Kapıdan çıkar çıkmaz Çağlayan nefretle yüzüme baktı ve "Senden nefret ediyorum lanet olasıcası kız!"deyip gitti. Böyle olmamalıydı. Bu şekilde devam etmemeliydi. Çağlayan bana niye böyleydi bilmiyorum ve tahmin etmeye çalışmaktan da yoruldum açıkçası. "Bu çocuktan uzak durun. Onunla aynı ortamı bile paylaşmaktan kaçının lütfen. İnşaAllah bir daha sizinle uğraşmaya çalışmaz."dedi Hamza. Çağlayan'ın nefret dolu cümlelerinden sonra bozulan moralimle sadece kafamı sallayabilmiştim. "Allah'a emanet olun."deyip o da gitti ve ben de arkasından sessizce "Siz de kardeşim."diyebildim. Koca koridorda tek başıma kalmıştım. Biri omzuma dokununca korkarak arkamı döndüm ve Gülistan'ı görünce hiç düşünmeden sarılıverdim. O kadar istiyordum ki ağlamak, ancak göz pınarlarım sadece Allah'a mahsustu. Kurumuştu, beşerlerin yanında akmazdı. Allah'ın yanında nehir olur, insanların yanında ise en kurak çöle dönüşürdü. Ayrıldıktan sonra Gülistan "Orada neler oldu?"diye sordu ve ben de tereddütsüz her şeyi anlattım. En çok da Hamza kardeşimden bahsetmiştim. Ne kadar edep koktuğundan, saygılı olduğundan ve korumacı tavrından bahsetmiştim. Her bahsedişimde de Gülistan'ın yüzünün düştüğünü fark etmiştim. Bir şey mi olmuştu acaba? Hamza'yı anlatmaktan bıktığını sözleriyle dolaylı yoldan dile getirdi Gülistan. Bunu fark etmemem mümkün değildi. Sonuçta kaç senelik arkadaşımdı. "Boşver onu. Hadi eve gidelim."deyince üstüne gitmedim. Üstüne gitseydim de anlatmadı zaten. Ancak canı istediğinde anlatırdı. Öbür türlü lafı hep bir boşver ile geçiştirirdi. Bekleyecektim, önünde sonunda bana anlatacağından emindim inşaAllah. "Ama ya kızlar?" "Onları çoktan gönderdim. Biz de daha fazla burada durmayalım." "Peki, tamam." Eve vardığımız gibi gidip üstümü değiştirdim. Eşarbımı çıkardığımda ensemden bir sürü saç geldi elime. Çağlayan'ın hunharca katlettiği saçlarım! Bunları düşünmemeye çalıştım. Özellikle de Çağlayan'ı! Dua ettim içimden. Rabb'im onu benden uzak tutsun, bir daha görmeyeyim diye ancak her duanın başı elbette hayır dilemek. İster iyi olsun, ister kötü ama hayırlısı olsundu inşaAllah. *** Bugün akşam yemeği gündeminde pazar günü için planlanan piknik vardı. Bizim sınıfta da konusu geçiyordu. Sınıftan bu işlerle Mert uğraşacakmış galiba. Bizim kızlar da bunu heyecanla tartışıyordu. "Düşünsenize kızlar. Kardeşlerimizle İslami sohbetler yapabilmek için harika bir fırsat olacak bu piknik. Ne diyorsunuz, gidiyor muyuz?"dedi Gülistan heyecanla. İslam'la ilgili bir etkinlik yapılacağı zaman gözleri hep böyle parlar ve ben de çok mutlu olurdum. Hepimiz mutlu olurduk. Sonuçta Allah için yapılan hangi iş mutluluk vermezdi ki? Özellikle de namaz! O ibadet öyle bir ibadetti ki benim bir diğer deyişimle Allah'la konuşmaktı, Allah'ı kalbinle görmek demekti. O an yalnız O'nunla olabilmekti. Efendimiz (SAV)'in bu konuda çok güzel bir sözü vardı. "Eğer kiminle konuştuğunuzu bilseydiniz, namazdan asla ayrılmazdınız." Efendimiz (SAV)'in bir diğer sözü ise kısa ve özdü. "Gözümün nuru" derdi namaza. En çok bu sözünü severdim. Öylesine kalbime işlerdi ki bu söz. Hepimizden onay alan Gülistan devam etti. "Hem üniversiteden bir sürü arkadaş edindik. Onlarla birlikte toplanır, sohbetler ve istişareler yaparız. Harika olmaz mı?" "Konu Allah olunca ne dersen kabulümüzdür Gülistan."dedi Nisa. "Aynen öyle."diye Beren'le tasdikledik onları. Kızlarla birlikte biraz ders çalıştıktan sonra mescide gittim, Rabb'ime içimi boşaltmak için. Secdeye başımı koyar koymaz açılmıştı göz pınarlarımın musluğu. Bugün yaşadıklarım yutulur cinsten değildi. Kolay hiç değildi! Gözyaşlarım dünyevilik değildi asla. Dünyanın omuzlarıma bindirdiği her bir yükün inmesi ve fıtrat gereği insanın yaratıcısını özlemesiydi nedeni. Hepsi bu... Çağlayan'ı Allah'a havale ederek bitirdiğim namazımdan sonra yorgun argın yatağa atmıştım kendimi ve her zaman görmeye alışık olduğum rüyamı görmedim. Kendisine "Safa" adını koyduğum rüyamı. Ne garip bir durumdu. Ne zaman Çağlayan'la karşılaşsam o rüyayı görmüyordum ancak onu görmediğim zamanlar bu rüyanın ürkütücülüğü giderek artıyordu. Yani en azından ben öyle düşünüyordum. Haksız mıydım bilmiyorum. Haksızsam o zaman en kısa zamanda tımarhaneye bir bilet alacaktım. Herhalde yaşlanıyordum. Erken bunama ihtimali başlamış olmalıydı. Başka açıklaması olamazdı çünkü bu işin. *** Üç gün olmuştu Çağlayan'ı görmeyeli. Gelmemişti hiç okula. Bu süreç içerisinde de sürekli safa rüyasını görmüştüm. Her seferinde şiddetini artırarak göz kapaklarımda yayınlanıyorlardı bu rüyalar. Ve bu da benim tezimin doğruluğunu kanıtlıyordu ancak anlayamıyordum. Bu safa ve Çağlayan... Nasıl bir ilişkileri olabilirdi? Anlamsız olmasının yanı sıra ısrarla devam ediyordu şu rüyalar. Benim en kısa zamanda bu konuyu Sümeyye hocayla konuşmam gerekiyordu. Ayrıca nasıl bir gizemdi bu böyle? Her şey o kadar karışık geliyordu ki artık beynimin işlevini yitirdiğini düşünmeye başlamıştım. Yalnız itiraf etmeliyim ki o üç gün o kadar huzurlu geçmişti ki Çağlayan'sız. Ne o ne de arkadaşları benimle uğraşamamışlardı. Bu süre içerisinde Mert kardeşimle dolaylı yoldan istişare etmiş ve kızlarla benim, erkeklerle de o ilgilenmeyi kabul etmişti. Ben ona "Mert kardeşim hoca ikimizi seçti ya? Ben diyorum ki ben kızlara, siz de erkeklerle soru çözseniz nasıl olur?" diye not göndermiştim. Konuşmasını beklerken beni çok şaşırtarak notuma karşılık bir not göndermişti. "Bana uyar, nasıl istersen ama kızlar özellikle bana gelirse karışmam." Son kelimeleri gözüm kocaman okuyarak istemsiz arkamı dönmüştüm ve onun da bana bakarak güldüğünü görmüştüm. Matematik sorusu çözme bahanesiyle sıkmadan onlara Allah'ı ve İslam'ı anlatıyordum. Biliyorum, hepsi müslümandı ancak İslam'dan haberleri yoktu. Biz öğretecektik İnşaAllah ve çok şükür ki hepsi yanımdan memnun ayrılıyordu. Hatta üçüncü günün sonunda sayıları bayağı artmıştı. Daha önce Çağlayan yüzünden benle dalga geçenler bile gelmişti. Bu iyiye işaretti. Şükürler olsun. Bizim kızlar da son hız tebliğ çalışmalarına devam ediyordu. Gülistan'ın sınıfından da bir sürü kişi etkinliklere katılmıştı. Etkinliklerde özellikle ayetlerle konuşmaya çalışıyorduk. Çünkü Allah'ın kelamı her zaman daha kalıcı ve etkili oluyordu. İzlediğimiz bu yöntemle yolumuz açık, başarıyla ilerliyorduk. Buna o kadar mutlu oluyordum ki inatçı gözlerim bile dolmaya başlıyordu artık. Hal böyle olunca da aklıma Allah'ın kelamından Tevbe suresinin 71. ayeti geliyordu. "Erkek kadın bütün müminler birbirlerinin koruyucularıdırlar. İyi ve güzel olanı emreder, kötü ve çirkin olanı ise yasaklarlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Resulüne (SAV) itaat ederler. Allah işte bunlara merhamet edecektir. Çünkü Allah çok güçlüdür, işi sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet bulunandır." Şimdi de yarın için hazırlanıyorduk. Malûm, yarın pazar ve pikniğe gidecektik. Hep birlikte önce yiyecek, içecek ve eşyalarla ilgilendik. Sonra da yarınki etkinliğin programıyla uğraştık. Bir nevi dergâhtaki etkinliklere benzer şeyler yapacaktık ama bu açık alanda, Allah'ın eserlerinin yanında gerçekleşeceği için bence daha etkili olacaktı. Erkekler kendi arasında, kızlar kendi arasında toplanacak ve yeni ama küçük projelere imza atacaktık. O kadar heyecanlıydım ki. Bu arada Gülistan erkek tarafıyla özellikle Hamza ve arkadaşlarının ilgileneceğini söylemişti. Yarın sabah erkenden uyanıp namazdan sonra okula gitmiştik. Çünkü otobüs öğrencileri okuldan alacaktı. Biz de en sonda kalan otobüse binip Ayşe'yle birlikte en arkadaki beşli koltuklara oturmuştuk. Ayşe'yle arkadaşlığımız günden güne güçleniyordu. Kızlar da onu çok sevip benimsemişlerdi. Ayşe de yurtta kaldığı süre içerisinde İslami faaliyetleri başka bir koldan yürütüyordu. Cam kenarına geçip kulaklıklarımı takıp diğerini de Gülistan'a verdim. Sonrada Nur suresinin tilavetini açıp yol boyunca dinledik. Sonunda Mert'in el çırpıp "Hadi gençler, harekete geçin. Geldik artık."demesi üzerine hepimiz otobüsten indik. Gözlerimle taradığım Allah'ın cennetinden bir parça olan bu piknik alanına hayran kalmıştım. Bunu yaratana daha da hayran kalmıştım. İleride pırıl pırıl bir sürü yeşil ağaç, yan taraflarda rengârenk bir sürü çiçek ve önümüzde de yemyeşil, kocaman bir alan duruyordu. Gözlerimizin taşıdığı bu eşsiz manzaraya hangi tabiri yakıştırabilirdim bilmiyorum. Zira insan burada kendini cennette gibi hissediyordu. "SübhanAllah! Bu ne güzellik böyle?"diye dile getirmek istediklerimi söylemişti Gülistan. Piknikteki herkes grup halinde gelmişti. Grupların hepsi iner inmez kendi hazırlıklarına başlamıştı bile. Biz de oyalanmadan iş başına düştük. Özellikle herkesten uzak bir yeri seçmiştik ve bence en güzel yeri biz kapmıştık. Grubumuz toplam 9 kişiydi. Bizim kızlar, ben, Ayşe, Dil bölümünden Meryem, İlahiyat'tan Beritan, Sağlık hizmetleri bölümünden de Eda ve Arap dili Edebiyatından da Şehide aramızdaydı çok şükür. Hamza ve grubu da bizim gibi uzak bir yer seçmişti. Onlar çoktan başlamıştı etkinliklere. Biz de geç kalmadan Kur'an-ı Kerim okuyarak başlamıştık. Uzak bir yer seçmemizin bir diğer sebebi de buydu. Erkeklerin yanında okumak uygun düşmezdi. Kızların sesi ince ve narin olduğu için Kur'an okuyan bir arkadaşımızın sesini duyan herhangi bir erkek etkilenebilirdi. Bu önemli bir detaydı. Gülistan'ın gülümseyerek bitirdiği Feth suresinden sonra kahvaltı hazırlamaya başladık neşeyle. Herkes ne bulduysa getirmişti evden. Sarmalar, börekler, kurabiyeler, daha neler neler... Kahvaltıdan sonra çay eşliğinde sohbet etmeye başlamıştık. Herkes birbirini dinliyor ve sırayla konuşuyordu. Kimse kimsenin sözünü kesmiyor ve olumsuzca eleştirmiyordu. Sohbet konumuz ise Allah ve İslam idi. Beritan'a dikkatimi verdiğim o an kafamda bir futbol topu patladı. Top arkamdaki ağaçlık alana düşerken acıyla elimi başıma götürüp bunu yapan kişiye baktım göz ucuyla ve yine Çağlayan'ı gördüm. Bana iğrenerek aynı zamanda alayla bakarak bunu bilerek yaptığını açıkça ortaya koyuyordu. "Hemen şu topu temizleyin beyler! Çirkin ördek yavrusunun siyahlığı geçmesin üzerine."diye bağırınca ardındaki takım iğrenç iğrenç güldü. "Ve sen, çirkin ördek yavrusu! Git ve hemen topumuzu getir."diye bana döndü bu sefer. Çantamdaki küçük not defterimi çıkarıp hızlıca bir şeyler yazıp onun önündeki çimenliğe bıraktım. "Bunu yapmayacağım kardeşim. Zira bana vurarak hakkımı çaldınız. Bir bayan olarak hakkımı alamayacağıma göre benden istediğiniz şeyi yapmamı beklemeyin lütfen." "Demek yapmayacaksın öyle mi? Bak şimdi ben sana nasıl yaptırıyorum."dedi ve üstüme yürümeye başladı. Zorla bileğimi yakalayıp peşinden topun olduğu yere doğru sürüklemeye başladı. Topun önüne gelince de diğer bileğimi de tutup topu ellerimin arasına aldırdı ve takımın olduğu yere çekiştirip topla birlikte beni yere fırlattı. Bizim kızlar koşarak yanıma gelmeye çalıştılar ama Çağlayan'ın takımı buna izin vermedi. "Bak! Zorla güzellik nasıl oluyormuş çirkin ördek yavrusu?" "Çağlayan!" Bunu söyleyen kişi herhangi biri değildi. Muhammed hocaydı. "Ne var!" "Seninle biraz konuşabilir miyiz oğlum?" "Hocam bırakın artık ya! Bu kız başına gelen her şeyi hak ediyor. Aynı masalı anlatıp durmayın, dilinize yazık." "lütfen, rica ediyorum yavrum." Çağlayan sıkıntılı bir nefes verip takımıyla birlikte uzaklaştı yanımdan. Ben ise hâlâ topla bakışmakla meşguldüm. Ne demek başına gelen her şeyi hak ediyor? Bu çocuğun benle derdi neydi böyle Allah aşkına? Allah Allah ya! Omzumda bir el hissedince kafamı çevirdim ve kızları bana endişeli bakarken buldum. "İyi misin Merve? "diye sordu Beritan. "Evet, iyiyim. Sağ olun kızlar. Hadi gidip devam edelim." Hep birlikte yerimize dönerken Şehide bana cevabını benim de merak ettiğim bir soru sordu. "Bu çocuk neden seninle uğraşıyor Merve?" "İnan ben de bilmiyorum kardeşim. Okul başladığından beri böyle." "Seninle bayağı uğraşacak gibi Merve. Dikkat et!"dedi Beritan Sessiz ve çaresizce başımı sallamıştım sadece ve Çağlayan'ın tekrar benimle uğraşmayacağını umuyordum ancak öğle yemeğinde yine rahat bırakmadı, tüm lokmaları ağzıma tıktı resmen. Bizim yan masamızda oturan grubunun en başına geçmiş bana domates ve salatalıkların küçük artıklarını atıyordu. En sonunda dayanamayıp ona not yazdım ve önüne bıraktım. "Kardeşim neden bu şekilde davrandığınızı anlayamıyorum. Lütfen bunu yapmayın ve bu davranışlarınıza bir son verin." "Arkadaşlar çirkin ördek yavrusu hâlâ çok açmış ve daha fazlasını istiyormuş. Ne dersiniz yapalım mı bir kıyak?" "Arkandayız kanka!"diye bağırıp yumruğunu havaya kaldırdı Yağız. "Çağlayancığım bu hakkı bana tanıyabilme ihtimalin var mı acaba?"dedi Yeliz yapmacık bir şekilde. Çağlayan hayıflanmış gibi yaptı. "Aa olmaz ki ama Yelizciğim. Kız özellikle benden istedi. Tabi kız demeye bin şahit ister." Herkesin kahkahası arasında domates ve salatalıkla dolu tabağı alıp arkama geçti ve başımdan aşağı döktü. Ayağa kalktığım gibi onu göğsünden ittirdim. Sinirlenmesini beklerken karşılık vermedi. Tersine eğleniyor gibiydi. "Ooo çirkin ördek yavrusunu kızdırdık gençler!"diye bağırdı ve üstüme yürümeye başladı. "Hadi, ne yapacaksın? Vuracak mısın? Tokat mı atacaksın? Hadi ama çirkin ördek yavrusu, sen susmaktan başka bir şey yapmıyorsun ki." Yeter artık! Bu kadarı benim sabrımın sınırını bile zorlardı. Ben kalktıktan sonra bizim kızlar da kalkmıştı. Benim konuşmadığımı görünce bakışları Gülistan'a kaydı ancak bu bakışlar sıradan bakışlara benzemiyordu. İnşaAllah düşünmeye bile korktuğum şeyi yapmazdı. "Senin yüzünden şu güzelliği bile fark edemedim."deyince Yeliz'le aynı anda yüzümüz düştü. Gülistan'ın tam karşısında durup "Neden bu çirkin ördek yavrusuyla takıldığını anlayamıyorum. Onun yerine gelip bizimle takılsan? Hem yazık şu güzelliğine. Neden kapatıyorsun kendini bu kadar güzelim?"dedi Gülistan'ı şokta bıraktığından habersiz. Ona dokunmaya çalıştığında Gülistan hızla arkama geçti. O bu konularda çok hassastı. Şu an ne kadar korktuğunu yüzünden okuyabiliyordum. "Lütfen kardeşim! Edebinizi takının!"diye sertçe söyleniverdim. "Eee! Çekil şuradan be! Nine kılıklı yaratık!"diye bağırıp yere öyle bir itti ki bir an kolumun çıktığını sandım. Olaylar büyüyordu ve şu ağrımdan dolayı yerde iki büklüm kalmıştım. Çağlayan ileri gidiyordu ve kimse korkusundan ona yaklaşamıyordu. Kızlar da benim gibi şoktaydı. Üstelik Yeliz ve yandaşçıları tarafından engelleniliyorlardı yanımıza gelmekten. "Allah'ım ne olur yardım et!" diye dua ettim çaresiz. Şükürler olsun ki Rabb'im duamı hemen cevaplamıştı. Kurtarıcım Hamza kardeşimi göndermişti. "Rahat bırakın lan artık bu kızları!" -Bölüm sonu- |
0% |