@m.yaprak_epli
|
Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası; dostunun yüz karası, Nefesin sadece oksijenle olmayacağını okumuştum bir yerden. Bir insanın nefesi; sevdiği insan, işi veya herhangi bir şey olabilirmiş. Çünkü insanlar bu gibi şeyleri kaybettiğinde ruhu daralır ve nefes alamaz hale gelirmiş. Aslında doğru bir yargı olduğunu düşünüyordum. İnsan psikolojisi bu. Her şeye bel bağlayabilir. Ancak ne yazık ki şu an bu yargının benim için geçerli olduğunu hiç zannetmiyordum. Çağlayan'ın elinin altında boğulan nefesim sadece oksijen istiyordu. Bir an önce oksijen! "Sen hangi cüretle herkese sevgili olduğumuz yalanını söylersin?"dedi az önceki sinirli halinden çok daha fazla köpürerek. Sesim çıkmadığı için başımı yanlara doğru salladım 'hayır' anlamında ancak bu onu daha fazla kızdırmaktan başka bir işe yaramadı. "Yüzüme bak lan!"diye bağırıp boğazımı daha fazla sıkmaya başladı. Bu durumdayken bile yüzüne bakmadığım için ben de şaşırmıyor değildim ancak alışkanlık olmuştu bir kere. Erkeklerin yüzüne bakmamaya çok zor alışmıştım ama zamanla kalıcı kalmıştı artık bende. Bilinçaltım harama bakmamayı kendiliğinden sindirmişti gözlerime. "Sen busun işte. Böyle zayıf şeylere sığınacak kadar aşağılıksın! Beni haklı çıkardığın için senin gibi iğrenç bir kızdan tiksiniyorum sadece! Duydun mu beni çirkin ördek yavrusu!"dedi yine beni sarsarak. "Yüzüme bakmaman utandığın anlamını vermiyor bana. Çünkü sen edepsizin tekisin. Senin gibilerinden neden nefret ediyorum biliyor musun? Kendinizi böyle bez parçalarıyla masum göstermeye çalışırsınız ama sen ve senin gibiler namussuzdan başka bir tabiri hak etmiyor. Çünkü siz gerçekten namussuzsunuz!"demesiyle sadece kalbim değil, onur ve gururum da kırılmıştı. Bunları ona düşündüren nedir bilmiyordum ancak bu sözlerde bulunmasında hakkı yoktu. Ben dediği gibi biri de olsam benim gibi giyinen hiçbir kardeşim bu dediklerini hak etmiyordu. Çünkü hiçbir insan aynı yaratılmamıştı. Herkesin kişiliği farklıydı. Yüzümün kızardığına emindim. O da bunu fark etmiş olmalı ki daha fazla konuşmadı ve elini gevşetti biraz ama tam bırakmadı. Buna da şükürdü! Oksijene bu kadar açken bu fırsatı göz ardı etmeyip onu omuzlarından ittirdim. Enerjimle birlikte biten gücümle sadece bir iki adım geri gidebilmişti. Boğazımı bırakmasıyla nefesim yerine gelmemişti. Tersine ciğerlerim acıyordu hızlı hızlı nefes almaktan. Sürekli öksürüyor ve havanın boğazımda bıraktığı acının geçmesi için boynumu sıvazlıyordum. Hayatımda bu adam kadar vicdansız ve acımasız birini tanımamıştım. O cadı müdire bile bunun yanında az kalırdı. Acı çekmemi pek önemsemeyen Çağlayan küçümseyici bakışlarıyla etrafımda bumerang misali dolaşmaya başlamıştı. "Ne oldu? Seni öldüreceğimi mi zannettin? Bunu yapmamam için hiçbir sebep yok! İstesem seni öldürebilirdim ama benden hoşlandığını öğrendikten sonra sana daha fazla acı çektirmeye karar verdim."dedi en son tam karşımda dikilerek. Ne! Hoşlanmak mı? Ben mi ondan hoşlanıyordum? Bu kesinlikle doğru değildi. Herkes neden küçük yanlış anlamalardan böyle saçma anlamlar çıkarıyordu, gerçekten anlayamıyordum! "Herkesin bizi sevgili sanması hoşuna gitti değil mi? Hadi itiraf et benden hoşlandığını. Gerçekten benimle sevgili olmak isterdin değil mi çirkin ördek yavrusu?"deyince bu sözleriyle şok olurken birkaç adımla dibimde bitmesi beni tekrar o duvara sokulmaya mecbur bırakmıştı. "Ne yazık ki bu düşlerin gerçekleşemeyecek çirkin ördek yavrusu! Cidden seninle birlikte olabileceğimi mi düşünüyorsun? Bir kıza bile benzemeyen birini ben neden koluma takayım ha? Ne oldu, duygularını mı incittim? Bana karşı olan hislerin umurumda bile değil!" "Yok öyle bir şey zaten!"dedim en sonunda patlayarak. İlk başta bu tepkime şaşıran Çağlayan, bozuntuya vermeden cevap verdi sonra hemen. "Demek hâlâ inkâr etmeye devam edeceksin öyle mi? Hadi ama, burada yalnızız. Seni kimse duyamaz. Bana hislerini rahatça anlatabilirsin."dedi dalga geçerek. "Daha önce yüzüne hiç bakmadığım birine özel şeyler hissetmem ben kardeşim!"deyip birkaç adım geriledim. Ona daha önce hiç bakmadığım konusunda haklı olduğumu çok iyi biliyordu ancak sözlerim onu kızdırmış olmalı ki açmaya çalıştığım mesafeyi birkaç adımda kapatıp eliyle çenemi kavradı ve sertçe yüz hizasına kaldırdı. "O zaman şimdi bakacaksın çirkin ördek yavrusu! Yüzümün her karesini ezberleyeceksin ve her kız gibi sen de arzulayacaksın beni!"diye sesini yükseltti hafifçe. Bu iğrenç sözlerin bahsi bile midemi bulandırmaya yetmişti. Acaba Çağlayan daha ne kadar alçalacaktı? Sertçe ittiğim elinden kurtardığım çenemi ovdum sinirden. Daha ne kadar sakin kalacağımı kestiremiyorum artık. Bu davranışlarına sadece Rabb'im için katlanıyordum ancak sabır kat sayım gittikçe azalıyor ve ben kendimi kontrol edememekten korkuyordum. "Beni kandıramazsın çirkin ördek yavrusu. Benden hoşlandığını önünde sonunda itiraf edeceksin ve itiraf ettiğin zaman da bu zaafını kullanarak canını çok fazla yakacağım. Bunu sakın unutma!" Artık bu saçma sözlerinin altında kalacak değildim. O yüzden not defterimi çıkardım ve anlamasını umarak bir şeyler yazıp ona uzattım. "Tekrar söylüyorum kardeşim. Herkes gibi siz de yanlış anlamışsınız her şeyi. Öncelikle ben kimseye olmayan haram bir ilişkiden bahsetmedim. İkinci olarak, size karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Nefret bile! Ve ayrıca bugüne kadar yaptığınız hiçbir şey canımı yakmadıysa bundan sonra yapacaklarınız da hiçbir işe yaramaz emin olun!" Yüzünün sinirden şekil değiştirdiğini az çok görebiliyordum ancak gerçekler bundan ibaretti. "Ben seni-" "Merve!"diyen Gülistan'ın endişeli sesiyle Çağlayan'ın sözü kesilmişti. "Neredesin sen? Sabahtandır seni arıyoruz her yerde. Çok korkuttun beni!"diye boynuma sarılan Gülistan'ın hemen arkasında Hamza'yı fark etmiştim. Gerçekten onlara kızmadan edemedim. İnsan şimdi mi gelirdi! Her ikisi de Çağlayan'a öldürücü bakışlar atıyordu. Tabi Çağlayan da bana. "Hadi eve gidelim artık. Çok geç oldu."diyen Gülistan'a başımı sallayıp merdivenlere yönelirken bile Çağlayan'ın sert bakışlarını ve ona verdiğim kâğıdı elinde buruşturduğunu görebiliyordum dolaylı yönden de olsa. Biz önde yürüyor, Hamza da arkamızda, bakışları yerde bizi takip ediyordu. "Size bir şey yapmadı değil mi o herif?"diyen Hamza'nın sesiyle kendime geldim. Artık yıprandığımı hissediyordum. "Yok kardeşim. Yapmadı bir şey. Sadece konuşuyorduk." "Ne konuşuyordunuz?"diye fısıldayan Gülistan'a bakıp bir süre sustum ve ben de fısıldayarak cevap verdim. "Evde anlatırım her şeyi."deyince anlayışla başını salladı. Hamza önümüze geçerek beyaz bir arabanın kapısını açtı. Akabinde hemen Gülistan'ın kaşlarının çatıldığını gördüm. "Zahmet etmeyin. Biz kendimiz gideriz." "Sizi bu saatte hiçbir yere bırakamam ve eve girdiğinizi görmeden de içim rahat etmez!" "Ama-" "Gülistan!"diyen Hamza'nın tok sesi çınladı kulaklarımda. "Lütfen itiraz etmeden arabaya binin." İkisini şaşkınlıkla izliyordum. Ne kadar da yakışıyorlardı birbirlerine böyle. Gülistan'a söylesem kızardı belki ama cidden bir araya gelince gülümsetiyorlardı beni. Biz arkaya binerken ardından Hamza da hemen direksiyon koltuğuna geçmişti. Yol boyunca dikiz aynasından birbirlerine sürekli kaçamak bakışlar attıklarını gördüğüme yemin edebilirdim. Bugün daha ne kadar şaşıracaktım acaba? Hamza bizimle birlikte evin önünde inerken bolca gülümsüyordu. "Eviniz çok güzelmiş." "Gülistan seçti."dedim kendime engel olamayarak. Gözlerimi kaçırsam da Gülistan'ın öldürücü bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. "Allah'a emanet olun."diyen Hamza arabasına binip uzaklaşırken Gülistan'dan önce eve girmeye çalıştım. Bana hesap soracağından adım gibi emindim. "Kaç tabi sen! Sanki aynı eve girmeyecek miyiz?" Ben salona geçerken sesi kulaklarıma yoğun bir şekilde ulaşmıştı çoktan. "Neredesiniz siz sabahtan beri! Kaç kere aradım sizi haberiniz var mı?"diyen Nisa çıktı bu sefer önüme. Derin bir nefes alıp kısa bir açıklama yaptım ve akşam her şeyi anlatacağımı söyledim. Öyle de yapıp akşam iftar ve namaz sonrası çay eşliğindeki sohbetlerimizden birine başladık. "Hadi Merve, anlatmaya başla."diye uyardı Gülistan beni. "Kızlar bilmediğiniz bir şey değil ki. Her zamanki gibi Çağlayan!" "Biz gelene kadar ne konuştunuz orada?" "Biz derken Gülistancığım?"diye başını çevirdi Beren. "Oyla Hamza kesin değil mi?"diye bilmiş bilmiş çayını içti Nisa. "Nereden bildin?"diye sordum merakla. "Tecrübe canım." "Yağız tecrübesi mi Nisacığım?"diye alayla gülümsedi Beren. "Ne Yağızı be! Öyle birini tanımıyorum ben." "Hı hı! O yüzden bugün her ne söylediyse gülümsüyordun?" "Sen gizli gizli bizi mi izliyordun?" "Bak, nasıl hemen 'biz' oldular?"diye güldü Beren. "Ben seni var ya-" "Kızlar! Kızlar... Bu kadar yeter! Şöyle yapalım. Herkes sırayla anlatsın ne olup bittiğini. Tamam mı?"diye duruma bir el koyayım dedim. "O zaman sen başla Merve."diye gülen Nisa'ya kötü kötü baktım. "Neden ben?" "Sen başlattın."deyince başladım Çağlayan'la bugün yaşadıklarımızı anlatmaya. "Ondan hoşlandığımı iddia ediyor! İnanabiliyor musunuz?" "Hoşlanmıyor musun?"diye şokta kalmamı sağlayan bir soru yöneltti Beren. "Ne!" "Niye şaşırıyorsun ki? Beren doğru söylüyor Merve."diyen Nisa'ya daha da şaşırdım. "Gülistan sen de mi böyle düşünüyorsun yoksa?" "Açıkçası ben de şüphelenmiyor değilim hani Merve."deyince hayretle ayağa kalktım. "Kızlar size bunu düşündüren nedir bilmiyorum ama ona da söyledim, size de söylüyorum. Ben onun yüzüne dahi hiç bakmadım. Hoşlanmam için ondan etkilenmem gerek ama onun bana haram olduğu bilinciyle hiç bakmadım suratına! Böyle bir şeyi nasıl düşünürsünüz?" "O zaman neden hiç cevap vermiyorsun ona?"diye sordu Beren. "Çünkü bu onu kızdırmaktan ve aramızdaki husumetin uzamasından başka bir işe yaramayacak! Oysa ben onunla muhatap olmadan bu olay sonlansın istiyorum." "Merve çocuk hiç bıkmadan, iki aydır durmadan seninle uğraşıyor. Biz zaten hep cevap ver demiyoruz ama bu kadar sessizlik sence de fazla değil mi?" Sinirle gülüp ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Ya ne yapayım Gülistan? Daha önce sana sarkan çocuk gibi onu da hastanelik mi edeyim istiyorsun?" "Merve ne demek istediğimizi anlamıyorsun." "Asıl siz beni anlamıyorsunuz Nisa! Benim ondan hoşlandığım falan yok!" "O zaman şöyle yapalım. Eğer bir daha sana karışırsa direkt idareye gidip şikayette bulunacaksın anlaştık mı? Ancak bu şekilde kanıtlayabilirsin ona karşı boş olmadığını. Tamam mı, söz mü?"dedi Beren. "Tamam ya sözüm olsun size! Ondan hoşlanmadığıma bu şekilde inanacaksanız her türlü tamam!" "Tamam o zaman. Merve'nin sorununu hallettiğimize göre sıra sizde Gülistan Hanım!"dedi Nisa gözlerini Gülistan'a dikerek. "Ne?" "Yani anlatmaya başla diyor Gülistan."dedi Beren. "Neyi anlatayım, anlamadım?"diyen Gülistan bilerek anlamamazlıktan geliyordu. "Hamza'yı."diye hafif sırıttım. "Onunla hiçbir alakam yok benim!"diye göz kaçırdı yalancı! "O zaman onun kitabının sende ne işi var?"diyen Beren sehpanın üzerinden Hamza'nın adının yazılı olduğu İslami bir kitap gösterdi. "Ver onu bana."diye hemen kitabı Beren'in elinden aldı Gülistan. "Okumam için verdi sadece. Ne var bunda?" "O zaman alakam yok deme." "Merve sen sürekli onların yanındasın. Aralarında bir şey var mı sence?"diye sordu Nisa. Gülistan'a bakıp biraz düşündüm. Aralarında bir şey olduğunu az çok hissediyordum ancak önce Gülistan'ın söylemesini bekleyecektim. Söylemiyorsa vardır bir bildiği düşüncesiyle cevap verdim. "Gülistan yok diyorsa yoktur."der demez Gülistan'ın minnet dolu bakışlarını hissettim üzerimde. "Hem sen Gülistan'ı bırak da Beren'in ne ima ettiğini anlat bize Nisacığım?" "Ya öyle abarttığı gibi bir şey yok ortada." "Hı hı, tabi tabi!"diye dalga geçti Beren. "Geçen gün ders notu tuttuğum defterimi kaybetmiştim. Bulduğumda ise içinden böyle capcanlı, kırmızı bir gül çıktı. Ben gülün güzelliğine gülümserken o Yağız denen çocuk meğer tam dibimdeymiş. Beren de bizi öyle görüp yanlış anlamış. Olay tamamen bundan ibaret." "Nerede buldun defterini?"diye aramızdaki kısa süren sessizliği bozdum. "Bir kız gelip verdi bana." "Yağız ona vermiş değil mi?"dedi Beren. Nisa başını sallayınca Gülistan devam etti. "Peki sen gülü bulduktan sonra sana hiçbir şey demedi mi?" "Dedi." "Ee ne dedi?"dedim merakla. "Dedi işte bir şeyler." "Nedir o şeyler Nisa? Biz de bunları duymak istiyoruz!"diye patladı en sonunda Beren. "Al yanaklarına ancak kırmızı bir gülün rengi yakışırdı. Dedi. Rahatladınız mı?"deyince hepimizin ağzı açık kalmıştı şaşkınlıktan. "Ne kadarda romantik bir adam..."diye kendi kendime söyleniverdim. "Ee sen ne dedin ona?"dedi Gülistan. "Utancımdan bir şey diyemedim ki. Çok şaşırdım."diyen Nisa'nın kızarmış yanaklarını görünce dayanamadım ve ilk kahkahayı ben bastım. Benden sonra Gülistan ve Beren de dayanamayıp gülmüşlerdi. "Ya ne kadar kötüsünüz ya! Her seferinde gülmek zorunda mısınız?"diyen Nisa ayağa kalkınca bizi dövmesinden korkup hızlıca banyoya yöneldim. "Ben abdest almaya gidiyorum kızlar." Benim ardımdan kızlar da hemen abdest almış ve mescidde yatsı namazımızı güzelce eda etmiştik. Bugün o kadar yorulmuştum ki yatağıma yatar yatmaz uykuya dalmıştım ve Safa rüyam yine beni ziyaret etmemişti. Nedense bu rüyayı görmediğimde kötü şeyler yaşıyordum. Çağlayan gibi kötü şeyler... Herkesin bizi sevgili sanması hoşuna gitti değil mi? Hadi itiraf et benden hoşlandığını! Asla öyle bir şey yoktu. Nasıl böyle düşünebilirdi? Acaba bu şekilde düşünmesine ben mi sebep olmuştum? Ertesi güne uyanıp da rutin işlerden sonra evden çıktığımızda okula doğru yol alan otobüsten inerken aklıma bu düşünceler üşüşmüştü ve korkudan yine kendimi dua ederken buldum ki korkmamam için hiçbir neden bulamıyordum. Dün boğazımı sıkan manyak, yarın öbür gün başıma silah da dayayabilirdi. Hiç belli olmazdı. Elini hâlâ bile boğazımda hissedebiliyordum. Ben bu çocukla nasıl başa çıkacaktım? Rabb'im bana yardım et! Cevap vermesem olmuyor, versem olmuyor, uzak dursam olmuyor! İlla ki bir şekilde hep onun öfke ve aşağılamalarına maruz kalıyordum. Hayır, neden bana böyle davrandığını da söylemiyordu. Benden bu kadar nefret etmesini de bir türlü çözmüş değilim. Af Allah'ım! Çağlayan'ı düşünmek bile çok yoruyordu. Ne olur, onu benle muhatap eyleme. Âmin. Ancak korktuğum gibi bir gün geçirmedim. Aksine bu üniversiteye geldiğimden beri ilk defa sessiz, sakin ve huzurlu bir gün geçirmiştim. Artık kimsenin ağzı bıçak açmıyordu "sevgili" konusunda. Çağlayan nasıl korkutmuşsa artık, herkesi bir sessizlik alıp gitmişti. Acaba bu fırtına öncesi sessizlik miydi? Bugün Çağlayan ve yandaşçılarını okulun hiçbir yerinde görememenin sevinciyle bayramlık gün yaşıyordum resmen. Dersler daha çok eğlenceli gelmiş ve yediğim yemekler daha bir güzel olmuş gibiydi. Çağlayan'sız bir günün ödülü olsa gerek. Ders çıkışı çantamı toplarken arkamda bir ses işittim. "Merve?" "Efendim kardeşim?" "Kardeşim lafı gerçekten sinir bozuyormuş ya!"diye gülerek yüzünü buruşturdu Mert. "Neyse. Ben şey diyecektim. Aklıma takılan bir geometri sorusu var da birlikte bakar mıyız?" "Tabi. Neden olmasın?" "Sevgilin kızmaz mı?" "Sevgilim mi? Benim mi?" "Çağlayan'dan bahsediyorum." "Anlaşılan o ki siz de yanlış anlamışsınız kardeşim. Bu sadece bir yalan!" "Senin uydurduğun bir yalan mı?"dedi şu her zaman Çağlayan'ın sınıfımıza gelme sebebi olan kız. Elif miydi neydi adı? "Kardeşim ben-" "Sakın bana kardeşim deyip de gözümde küçülme daha fazla. Çağlayan'ın itibarı neredeyse tehlikeye giriyordu senin yüzünden! Onun yanına yakışmadığını anlayamıyor musun?" "Sen mi yakışıyorsun?"dedi Mert. "Sen bu işe karışma Mert! Bu kızı tanımıyorsun daha." "Ben tanıyacağım kadar tanıdığımı düşünüyorum Elif! Ve gördüm ki Merve tanıdığım kızlardan çok daha iyi. Senden bile! Onu tanımayan asıl sizlersiniz!" "Vay be! Seni de zehirlemeyi başarmış demek?" "Elif lütfen daha fazla uzatma ve git!"deyince Elif öfkeyle ayrıldı yanımızdan. "Bunu yapmak zorunda değildiniz kardeşim." "İçimden gelerek yaptım ve eğer soruyu çözmemek için yüzünü asıyorsan hiç kusura bakma, kurtuluşun yok!"deyince içten bir tebessüm yolladım ona. "Allah razı olsun kardeşim!" "Hepimizden ama Merve, senden bir ricada bulunsam, bana kardeşim demesen?" "İnan ağız alışkanlığı sadece ama denerim." "Teşekkür ederim." "Rica ederim." Mert'le yaptığımız bu konuşmanın ertesi günü yine Çağlayanlar gelmemişti. Elif'i de sınıfta görememiştim. İkinci bir sakin gün hiç de alışık olmadığım bir durumdu, ancak ne söyleyeyim çok da güzel bir durumdu. İki gün Çağlayan'sız geçtikten sonra aynı performansı üçüncü günden de beklemiştim ama ne yazık ki Çağlayan ve grubu yarım ay masasında capcanlı duruyordu karşımızda. Kantinin girişinde dikilmeyi bırakıp kızların peşine düştüm ve her zamanki dikkat çekmeyen masamıza geçtik hep birlikte. "Merve? Çağlayan çok kötü bakıyor sana."diyen Gülistan'a baktım şaşkınlıkla. Onlara göre yan oturduğum için göz ucuyla da olsa göremiyordum hiçbir şeyi. "Hadi ya?" "Gerçekten neden öyle bakıyor bu? Sanki bakışlarıyla katletmek ister gibi."dedi Nisa yüzünü buruşturarak. İşte şimdi tırsmıştım. Yetmedi, aniden yanımda bir hareketlilik hissettiğimde daha da tırsmıştım. Çağlayan ne ara buraya kadar gelip de yanıma bile oturmuştu? "Arkadaşınızın benden hoşlandığını biliyor muydunuz kızlar?" "Hadi ama, çok sıkıcısınız. Hep böyle yere mi bakacaksınız? Benim yüzüm yerle yapışık değil ki oraya bakıyorsunuz!"deyince Beren kendini tutamayarak kıkırdadı hafiften. Kızlardan bir cevap alamayan Çağlayan bana döndü. "Özledin mi beni çirkin ördek yavrusu?"diye bakışlarını yoğunlaştırınca sandalyemin altından tutup Gülistan'ın yanına kaydığımda daha elimi çekemeden elini elimin üzerine koyup çoktan yanına çekmişti sandalyeyle birlikte beni. "Benden kaçmandan hislerinin yoğunluk kazandığı anlamını mı çıkarmalıyım?"deyince dayanamayıp kalktım yerimden. Benimle dalga geçtiğinden o kadar emindim ki bu davranışlarını sadece ona yorumluyordum. Baş işaretimle kalkan kızların önünde yürümeye başladım ancak Yeliz'in ikinci çelmesiyle kitaplarımla birlikte çok geçmeden yeri boylamıştım. Çağlayan'ın Yeliz'e göz kırptığını görmüştüm kalkarken. Bu yüzdenmiş demek? Amaçları sadece tuzağa düşürmekmiş! Çağlayan'ın ayakları görüş alanıma girdiğinde diz üstü doğrulup ne yapmaya çalıştığına baktım. "Bu notlar sevgili arkadaşın Mert'çiğinle birlikte hazırladığınız notlar yanlış mıyım? Üzgünüm ama güzel hazırlayamamışsınız!"deyip el emeği ödevimizi ikiye ayırdı. Ben ayağa kalkarken sunumu küçük parçalara bölüp başımdan aşağıya bıraktı. "Artık daha iyisini yaparsınız."diyen Çağlayan kolunu Yeliz'in omzuna attı ve birlikte gülerek ayrıldılar kantinden. Nereden biliyordu bu sunumu Mert'le yaptığımızı? Bu çocuğun sürekli ensemde dolaşmasından nefret ediyordum! Bu sefer ciddi anlamda sinirlenmiştim. Gidip Çağlayan'ın ağzını burnunu dağıtmamak için yumruklarımla savaş veriyordum adeta. "Sözünü yerine getirmenin tam da sırası Merve. Git ve onu şikayet et!"diyen Beren'e dönüp kafamı salladım. Gerçekten zamanı gelmişti artık. "Gülistan benimle gelir misin?"deyince "Hadi gidelim."diye kabul etmişti hemen sağ olsun. *** "Ne demek elimizden bir şey gelmez, siz rektör değil misiniz hocam?"diye öfkeyle solumaya başladım. "Kızım ne biçim konuşuyorsun sen rektör beyle!"dedi idareci başka bir hoca. "Önemli değil Salih. Genç onlar."diyen rektör bey tekrar bize döndü. "Bakın kızlar! Bu okulun sahibini ben kime, nasıl şikâyet edeyim, söyler misiniz bana?" "Okulun sahibi mi?"diye aynı anda konuştuk Gülistan'la. Cidden, yok artık! Okulun sahibi ha? Bu kadarını beklemiyordum desem yeridir herhalde. "Ama şikâyetinizde ısrarcıysanız ben bir evrak hazırlayıp kendisine vereyim. Ne dersiniz?"deyince bakışlarımı Gülistan'a çevirdim. Kafasını sallayınca rektöre döndüm. "Evet hocam, lütfen!" "Tamam o halde. Bir saat sonra tekrar burada ol kızım imza atmak için. Ben de o zamana kadar evrakı hazırlarım. Şimdi çıkabilirsiniz." "Anlayışınız için teşekkür ederiz hocam." "Rica ederim kızlar."dedikten hemen sonra yanından ayrılmıştık. Hadi hayırlısı diye geçirdim içimden ama artık gerçekten cezalandırılmayı hak ediyordu bu çocuk! Gülistan'la derslerimize girip tekrar aynı yerde, rektörlük katında buluştuk. "İnşaAllah bu şikâyetten sonra artık seninle uğraşmayı bırakır." "İnşaAllah Gülistan."deyip kapıyı tıklattım. "Girin!" Kapıyı açıp içeri geçtikten sonra hocayı aradı gözlerim. "Hocam biz geldik. İmza için çağırmıştınız?" "Gelin kızım gelin."deyip bir kâğıdın en alt köşesini gösterdi. "İşte tam şuraya atacaksın kızım imzanı." Hocanın uzattığı kalemi alıp imza atacağım yerin bir üst kısmındaki ismi görmemle donup kalmıştım resmen. "Kızım oraya değil. Senin imza atacağın kısım kâğıdın diğer tarafında."diyen hocayı bile duyamıyordum şoktan. "Merve ne oldu, neden imza atmıyorsun? Hem sen nereye bakıyorsun öyle?"diyen Gülistan da baktığım yere bakmasıyla benim gibi şok olmuştu. Çünkü baktığımız yerde Çağlayan'ın ismi yazıyordu. Hayır hayır! Sadece ismi değil, bambaşka şeyler, kanımızı donduracak şeyler yazıyordu. "Ho-hocam Çağlayan'ın adını yanlış yazmışsınız gali-galiba."diye titreyen sesimle birlikte bedenim de titriyordu. Rektör bey kağıdı önümden alıp incelemeye başladı. "Hayır kızım, doğru. ÇAĞLAYAN SAFA ÇAĞLAR işte!" Bunu sesli duymamla beraber bedenim beni taşımayı bırakmış ve yan tarafımdaki tekli koltuğa düşmüştü. "Kızım sen iyi misin? Betin benzin attı!"diyen hocanın endişeli bakışlarından sonra Gülistan da şoktan çıkıp önüme çökmüştü. "Merve şu an sakin olmak zorundasın. Lütfen toparlanmaya çalış. Şu imzayı at ve çıkalım buradan. Hadi canım." Gülistan haklıydı ancak hava soğuk olmamasına rağmen üşümeme ve titrememe engel olamıyordum. Nasıl hissedeceğimi bilemiyordum. İmzayı güçlükle atıp kendimi dışarı zar zor atmıştım. Gülistan beni bahçede bir banka oturtup koşarak su almaya gitmişti. "Hadi iç şunu. Kendine gelirsin biraz."diyen sesiyle kendime gelip şişeyi yarısına kadar bitirdim ve ona geri verdim. "Şimdi daha iyi misin?" Başımı sallayıp "Ha-hayır, hiç-hiç iyi değilim Gülistan. Bu olanlara inanamıyorum."deyip buz gibi ellerimi birbirine kenetledim biraz olsun ısınmak adına. "İnan ben de şoktayım hâlâ. Ama adından birinin Safa çıkması senin rüyanın onunla ilgili olduğu anlamına gelmez ki Merve." "Artık neye inanacağımı şaşırdım Gülistan." "Ya sen bana güven. Bak korktuğun gibi çıkmayacak inşaAllah hiçbir şey. Tamam mı? Hadi derslerimize girelim artık." Dediği gibi derslerimize geri dönmüştük dönmesine ama derse girmek de bir işe yaramamıştı. Deli gibi korkuyordum. Kalbim hiç bu kadar hızlı atmamıştı daha önce ve aklımdan hiç çıkmıyordu o üç kelime! Çağlayan Safa Çağlar... Şimdi rüyamı daha iyi yorumlayabiliyordum artık. Acaba rüyanın kasveti onun kişiliğinin bir yansıması mıydı? Peki ya annemin "Safa'yı bul." diye ısrarlı diyalogları ne anlama geliyordu? Af Allah'ım af! Aklıma mukayyet ol. Ne olur, bana bir yol göster! Nedir bu gizem böyle? Öğrendiklerimden sonraki iki gün rapor alıp okula gitmemiştim. Çağlayan'ı görmeye Onun benim Safa'm olmasına asla izin vermeyecektim. Onun adı da her ne kadar Safa olsa da... -Bölüm sonu- |
0% |