@m.yaprak_epli
|
Bugün eve dönüyorduk. Köyde çok güzel zaman geçirmiştim. Öyle ki bütün dert ve sıkıntılarımı unutmuştum. Hamdolsun. Dedemler ne kadar kalmamız için ısrar ettilerse de annemler düğün hazırlığındayız diye onları kibarca reddetmişti. Zaten düğün günü buluşacaktık tekrar inşaAllah. Şimdi ise hepimiz bahçede toplanmış ağabeyimin arabasını çalıştırmasını bekliyorduk. Tüm hazırlıklarımızı yapıp gidecekken araba son anda küçük bir arıza çıkarmıştı. Ağabeyim ve Tan da onunla uğraşıyordu. Ela sıkıca koluma girmiş, hafiften titriyordu. Çünkü sabahın nurunda çıkmıştık ve burası dağlara yakın olduğu için sabahın soğuk rüzgarları çok geçmeden hissedilmişti. Bana ve zihnime ise iyi gelmişti bu soğuk rüzgar. Kendimi huzurlu hissediyordum. Bunda köyün etkisi büyüktü. Köy doğayla iç içe olduğu için insanın Rabb'iyle baş başa kalması ve tefekkür etmesi çok daha kolaylaşıyordu. Gerçekten iyi ki gelmiştim. Büyüklerimiz erken kalkan yol alır sözüne ise fazla sadık olduğu için ve tabi yolumuz da uzun olduğu için sabah namazı ve uzun tutulmayan bir kahvaltıdan sonra yola çıkmaya karar vermiştik. Allah'ın izniyle arabamız çalışırsa tabi. Doğrusu buraya gelirken böyle bir şey yaşayacağım aklıma gelmezdi. Böyle büyük bir imtihana tabi tutalacağımı düşünmezdim ama elbette bundan şikayetçi değildim asla. Sonuçta derdi olmayan dert yakınsın diye çok güzel bir söz vardır. Sıkıntıda rahmet vardır. Büyük imtihanların, zorlukların sonunda bizi bekleyen güzel bir şeyin olmadığını nereden bilebiliriz ki? En güzel şeyler en büyük zorluklarla kazanılmış şeylerdir ve onları değerli kılan da zorlukla elde edilmesidir. Ela'yla bu konuyu dün gece uzun uzun konuşmuştuk. Hümeyra'nın bana gönderdiği mesajları o da okumuş ve benim gibi bir şey anlamamıştı. Ahmet neden öyle davranmıştı bilmiyordum ama sonra Hümeyra'yı ufak bir cevapla geçiştirip telefonu kapatmıştım. Karışık duygular içindeydim. Karışık bir durum içindeydim. Dua etmekten ve Mukaddes ile Ahmet'in mutluluğu bozulmasın diye uğraşmaktan başka bir şey elimden gelmiyordu. Allah biliyor ya, bu durum beni çok korkutuyor ve huzursuz ediyordu. Bir an önce ağabeyimin düğünü olsun da ben de geri döneyim diyordum. Haftasonuna denk geliyordu düğün. Cumartesi kına, pazar ise düğün olacaktı. Sahi bugün günlerden hangi gündü ki? "Ela bugün günlerden ne?" "Salı. Ne oldu ki?" "Yok. Öylesine sordum." "Kafamda gitme planları kuruyorum demiyor da!" Ela'nın beni bu kadar iyi tanıması bazen sinirlerimi bozuyordu. Fakat bu çok normaldi çünkü bebekliğimizden beri birbirimizi tanıyorduk. "Cevap vermediğine göre doğru tahmin etmişim." "Ela ben-" "İşlem tamamdır. Hadi herkes arabaya."diye ellerini birbirine vuran Fırat ağabeyimle hepimiz ona döndük. Ela tekrar bana bakınca az önce ne söyleyeceğimi unutmuştum bile. Dikkatim bir kere dağıldı mı hemen unutuveriyordum. Ne olacak benim bu unutkanlığım? Ela bunu anlamış gibi gözlerini devirdi ve birlikte arabaya bindik. Annemler benle Ela'yı ilk sıraya oturttu bu sefer. Halbuki biz arkaya geçip sohbet etmeyi planlıyorduk. Ela bana bakıp göz kırptı ve "Merak etme. Olmazsa yazışırız."deyince başımı salladım. Ağabeyim direksiyona geçerken Tan yanına, onun da yanına babam geçmişti. Büyük ağabeyim ve eniştemler de diğer arabadaki yerini alınca biz önde, onlar arkada yola koyulduk. Tan flash'ı takıp şarkı aramaya başladı. Sonunda bir şarkıda durup ellerini göğsünde bağladı ve başını arkaya yaslayıp dikiz aynasından Ela'ya bir bakış attı. Ela sırıtmamak için başını hızla cama çevirirken ben kendimi tutamayıp sırıtmıştım bile. Bunlar çok tatlıydı ama. Galiba şarkıdan dolayı böyle birbirlerine bakmışlardı. Ben de sebebini merak edip sormadan edemedim. "Ela bu kimin şarkısı?" "Bahadır Sağlam-Aşk olsun diye bir şarkı ama herkes gitme, kal diyemedim diye biliyor bu şarkıyı. Adam muhteşem şarkılar yapıyor Ceylan. Sesi de çok güzel."dedi hayranlıkla anlatırken. "Hiç duymadım daha önce." "Şaşırmadım desem?"diye gülen Ela ile koluna bir tane geçirmeden edemedim. "Ben böyle şarkılar mı dinliyorum Ela?"deyip şarkıyı dinledim. "Yok kar yağdı dağlarıma, yok bilmem ne? Ne yaşıyorsunuz kızım siz?"diye devam edip Tan'ı işaret ettim. "Sen ne anlarsın be? Herkes hasta bu şarkıya." "Aman ben eksik kalayım!"deyip güldüm. "Hiç benlik değil. Ayrıca ne dinlediğimize de dikkat etmemiz gerekiyor, biliyorsun." "Ceylan ne konuştun be güzelim. Sayende bir şarkı dinleyemedik!"diyen Tan ile Ela elini ağzına kapatıp gülerken benim şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Üstelik gülen sadece Ela da değildi, herkes gülmüştü. Kırılmıştım. "Kusura bakmayın Tan bey. Aşk şarkılarınızı böldük!" Tan gülerken Ela kaşlarını çatmıştı. "Ne aşkı ya!"diye sessizce çıkışmasını bir tek ben ve Tan duymuştuk galiba. Çünkü diğerleri başka alemlerdeydi. Ela'nın bu sözü üzerine Tan bana dönüp "Kızım ne aşkı? İnsanların aklını karıştırmasana!"dedi. He he insanlar! Biz de yedik. "Tamam canım. Demedik bir şey."diye elimin altından gülerken Ela Tan'a çoktan trip atmaya başlamıştı bile. Tan bana 'yaptığını beğendin mi!' diye baktıkça daha çok gülesim geliyordu. Aman da aman, bunlar birbirlerini kıskanırlarmış da... Minnoşlar sizi. Belli bir sürenin ardından herkes yola vermişti dikkatini. Tan güya benim yüzümden doğru düzgün dinleyemediği şarkıyı tekrar açtı. Ben de yolu izlerken istemsizce dinliyordum. Aslında o kadar kötü bir şarkı sayılmazdı. Hatta kulaklarıma hoş bile gelmişti ancak bana göre aşk Allah'ı hatırlattığı içinde şarkı da dahil her şey O'nun için yazılmalıydı. Ya da Efendimiz (SAV) için yazılmalıydı. Sonbahar hasreti, ...Gitme kal diyemedim... *** Fokurdayan çaydanlığın altını kapatıp kupamı çıkardım ve demli bir çay koydum. Dolaptan küçük, iki tane kase çıkarıp bol tuzlu, beyaz çekirdeklerden koydum ve her şeyi tepsiye dizip balkona geçtim. Sonra da kitabıma kaldığım yerden devam ettim. Annemler bugün yine erkenden düğün alışverişine çıkmışlardı. Galiba düğün olana kadar bu alışveriş bitmeyecekti. Buranın âdetleri böyleydi. Ne kadar ısrar ettilerse de onlarla birlikte gitmedim. Evde kalıp kitap okumak alışverişten her zaman daha ilgi çekici geliyordu. Onlar sabah kahvaltısından sonra çıktıklarında ben de evi bir güzel toparlayıp taze taze çay demlemiştim. Hava bugün çok güzel olduğu için kitabımı alıp balkona çıkmıştım. İşte en sevdiğim anlardan biri de buydu. Okuma kitabı, çay ve çekirdek... "Bir araba, parçalarından oluşursa ona araba denir. Bir cep telefonu, parçalarından bir araya getirilmiş hâliyle cep telefonudur. Mesela satın aldığımız cep telefonunun ses aktaracak megafonu olmadığını düşününüz; o telefon ne kadar pahalı olursa olsun sonuçta arızalıdır. Henüz ekran jelatini bile sökülmemiş olsa yine de o telefon arızalıdır. Kardeşlerim, işte ağzı bozuk bir müslüman, tam da böyle bir müslümandır. Artık istediği kadar İslam devleti emelinden bahsetsin. Allah, ağzı düzgün müslüman istemektedir. Kulağı ve gözü düzgün müslüman istediği gibi namaz kılanı da istemektedir. Rakı içmeyen ama kokusunu burnuna çekince mest olan birini düşününüz; bu burnu bozuk müslümandır. Müslüman, çenesinde sakal bulunan kimse olduğu kadar sakallarının durduğu çenesi Allah korkusuyla açılıp kapanandır da. Çene ayarı bozuk, yalan konuşan, gıybet eden, söven müslüman sorunludur. Müslüman çocuk yetiştirmek, Kur'an ezberleyip hafız olması, ilmihâl ve fıkıh bilmesi olduğu kadar ağzı, kulağı, gözü, burnu, eli, kalbi şeriata göre dizayn edilmiş olması da demektir. Dil terbiyesini almış, göz filtreleri takılmış ve kulaklıklı çocuk yetiştirmek lazımdır. Böyle bir çocuğun kulağı Allah'ın haram ettiği her şeye kapalıdır. On dört yaşındaki bir çocuk, dayısının düğününe, orada müzik çalacağı ve Allah'ın haram ettiği bir şeyi kulaklarının duymasını istemediği gerekçesini ileri sürüp katılmıyorsa, bu çocuk Kur'an kursunda hafızlık için çalıştığı hâlde ders aralarında müzik dinleyen bir çocuktan daha iyi yetiştirilmiştir. Haramlara tıkatılmış kulaklarımız olmalıdır çocuklar ve büyükler olarak. Erkeklerin çenesinde sakal bulunacağı gibi dudaklarının ayarı da Kur'an ile belirlenmiş olmalıdır. Göz kapakları velev sokaklarda velev internet başında olsun, daima Allah korkusuyla hareket edecek bir mekanizma taşmalıdır. Müslüman toplum, gözleri-kulakları-dilleri Allah'ın Kur'an'ına göre ayarlanmış toplumdur. Caminin kapısında bile ayarı bozulmuş müslüman, piyasası olmayan müslümandır. Yukarıda zikrettiğimiz örneği tam da konumuzu karşılıyor olması bakımından unutmayınız: Bir cep telefonunun markası çok değerli, görüntüsü şık, reklamı bol olabilir ama aradığınız kişiyle konuşmanızı sağlayamıyorsa ne işe yarar? Yalan konuşan bir ağza sahip insanla ilgili de meleklerin kaydedecek neyi vardır? Ona İslam'ın devleti niye teslim edilsin? Kulağı filtresiz bir müslümanın unvanı olsa, hocaysa, ilmihâl biliyorsa yine de kulağından girenleri filtrelememesini örter mi bunlar? Yalan konuşan-dinleyen birinin 'İslam adamı' olması yüz karası bir durumdur. Kulaklarımızı anamızın karnından çıktığımızda Allah Teâlâ adeta fabrika ayarı olarak helal duymaya ayarlamıştır. Kur'an'ın ayetleri kulaklığımızdır. Allah ağzımızı doğru konuşmaya ayarlamıştır, fabrika ayarımız budur." Kitabın en heyecanlı yerinde bahçe kapısı çalınca istemeyerek de olsa kitabı bıraktım ve gidip kapıyı açtım. Karşımda beli bükülmüş yaşlı bir teyze ve onun koluna girmiş genç bir adam duruyordu. "Hayırlı sabahlar."diyen genç adamın kapıyı açtığımdan beri neden sırıttığına bir anlam verememiştim. "Hayırlı sabahlar?" "Saliha teyzeler yok mu?" "Yok."dedim resmen kovarcasına. Bunun üzerine genç adam daha bir sırıttı. "Babaannemle düğün tebriği için gelmiştik."diye açıkladıktan hemen sonra yaşlı teyzeyle fısıldaştı. Sanırım ona evde kimsenin olmadığı açıklıyordu. Yaşlı kadın ise hiç konuşmuyordu. Sadece belinden tutup duruyordu. Beli mi ağrıyordu acaba? Bu haline üzülüp "İçeri geçmez misiniz?"dedim yaşlı teyzeye bakarak. "Yok. Rahatsız etmeyelim."dedi kesin bir dille hâlâ sırıtarak. Yüzümde bir şey mi vardı, anlamadım ki! "Peki."dedim omzumu silkerek. "Alışverişe çıkmışlardı. Ben annemlere geldiğinizi haber ederim inşaAllah. O zaman tekrar gelirsiniz."dedim tekrar yaşlı teyzeye dönerek. "Geleceğiz!"dedi genç adam sözü devralarak. "Hiç şüphen olmasın..." Gözü bir süre arkamda gezindi ve "Afiyet olsun."deyip güldü. Ah! Balkondaki çay ve çekirdekleri görmüş olmalıydı. Babaannesinin koluna tekrar girdi ve gittiler. Sırf baktığını görmeyeyim diye kapıyı hızla kapattım ardlarından. Ne tuhaf bir çocuktu? Daha önce hiç görmemiştim onu veya yaşlı teyzeyi. Neyse kitabım beni bekler. Devamını merak ediyordum. Balkona geri giderken bahçe duvarının arkasından o tuhafça sırıtan çocuğun sesi geldi kulağıma. "Naber Ahmet? Nasılsın?" Adımlarım yine bıçak gibi kesilmişti. Ahmet mi dedi o? Ahmet ne zamandan beri oradaydı? Ve en önemlisi, ne yapıyordu bahçe duvarımızın orada... -Bölüm sonu- |
0% |